Andre Maurois _ Ruh Tartıcısı _ Tıpkıcekim CS ve RCS PDF
Andre Maurois _ Ruh Tartıcısı _ Tıpkıcekim CS PDF:
Secimlik Yandex linki:
Andre Maurois _ Ruh Tartıcısı _ Tıpkıcekim RCS1 PDF:
Secimlik Yandex linki:
Andre Maurois _ Ruh Tartıcısı _ Tıpkıcekim RCS2 PDF:
Secimlik Yandex linki:
Ruhun ağırlığı var mıdır ve varsa kac gramdır?
Varmış.
Ve de insan ruhunun ağırlığı, tamı tamına 21 grammış.
Cok şaşırtıcı değil mi?
Ama hemen belirteyim. Bunlar benim bilgim değil.
Amerika Birleşik Devletleri'nde yeni cıkan bir kitapta okuduklarım.
* * *
Kitabın adı ??Stiff??.
Alt başlığı da şoyle:
??İnsan kadavralarının ilginc yaşamı.??
Yazarı Mary Roach adlı bir kadın.
Şimdi size insan ruhunun kac gram olduğunu, bunu taşıyan bedenin darasının ne olduğunu anlatacağım.
Amerika'nın Massachusetts eyaletinin Haverhill şehrinde 1907 yılında bir deney yapılıyor.
Deneyi yapan kişi Duncan Macdougall adında bir doktor.
Doktor Macdougall, olum doşeğindeki hastaları icin ozel bir yatak yaptırmış.
Bu yatak bir onsun onda ikisine kadar duyarlı bir tartı şeklindeymiş.
Bir ons 28 gram olduğuna gore, bu tartı 5.6 grama kadar ağırlıkları cok hassas bicimde olcebiliyor muş.
Dr. Macdougall olmekte olan altı hastasını, olumden hemen once, olum anında ve olumden hemen sonra bu tartı-yatak sayesinde tartmış.
Amacı, insanın olmeden onceki ağırlığı ile olumden sonraki ağırlığını olcup, ??bedeni terk eden ruhun?? bir ağırlığı olup olmadığını belirlemekmiş.
İlk hastasını olumden once tartmış. Olumunden hemen sonra yaptığı ikinci tartıda ağırlığından 1 onsun dorte ucu kadar kaybettiğini gormuş.
Bir ons, 28 gramdır.
Bu durumda hastanın kaybettiği ağırlık tam 21 gram oluyor.
Peki bu ağırlık kaybı, solunum sistemindeki ıslaklığın ve terin buharlaşmasından kaynaklanmış olamaz mı?
Dr. Macdougall, ??Hayır olamaz?? diyor.
* * *
Cunku olumden once bu iki olguya bağlı ağırlık kaybını da olcmuş. Dakikada bir onsun altmışta biri (0.4 gram) oranında gercekleşiyormuş.
Oysa olumle birlikte aniden 21 gram ağırlık kaybı oluyormuş.
??Bobreklerden boşalan bir miktar idrarın da yatakta kaldığı dikkate alınırsa, ağırlığı etkilememesi gerekir?? diyor.
Geriye tek faktor kalıyor.
Akciğerlerdeki havanın boşalması.
Doktor bunun da deneyini şoyle yapmış. Yatağa kendi yatmış ve ciğerindeki havayı boşaltmış. Ancak bu, tartının ibresinde hicbir değişiklik yapmamış.
İşte o nedenle kesin teşhisini koyuyor:
??İnsan ruhunun maddi bir ağırlığı vardır ve bu 21 gramdır.??
* * *
Dr. Macdougall burada kalmamış. Daha sonra olmekte olan 15 ayrı kopek uzerinde de aynı deneyi yapmış.
Ama onların olumden sonra ağırlıklarında herhangi bir değişim olmamış.
Buradan da şu sonuca varmış:
??Hayvanların ruhu yoktur.??
Bu arada kucuk bir ayrıntı. Kitabın yazarı, doktorun, hasta 15 kopeğin başında bekleyeceğine ihtimal vermediği icin haklı olarak şu soruyu soruyor:
Acaba Dr. Macdougall, bu deneyi yapmak icin 15 kopeği oldurdu mu?
Muhtemelen oyle...
İcinizden gelecek sesi daha şimdiden işitiyorum.
Palavra...
Sakın bana kızmayın. Ben sadece bu olayı size aktaran biriyim.
Ama şunu da hatırlatayım. Dr. Macdougall yaptığı deneyin sonuclarını ??American Medicine?? Dergisi'nin 1907 Nisan sayısında yayınlamış ve bunun epey yankısı olmuş.
Mesela Augustus P. Clarke adında bir başka doktor, meslektaşının, ??Olum anında, kan akciğerden gecerken soğumadığı icin vucut ısısındaki ani yukselişi hesaba katmadığını, bunun da ter ve sıvının buharlaşmasına yol actığını?? soyluyor.
Zaten kopeklerin olumden sonra ağırlık kaybetmemesini de buna bağlıyor.
Cunku kopeklerin ter bezi yoktur. Soğumayı soluyarak sağlarlar.
Size de aynı şey oldu değil mi? Bunları okurken, siz de benim gibi felsefi tartışmalara daldınız.
Mesela şu soruyu kendi kendinize sordunuz:
??Ruhun sıskası veya obezi olur mu???
O zaman ??ince ruhlu?? dediğimiz zaman neyi kastediyoruz? Ruhunun ağırlığı 21 gramdan az olan kişileri mi?
* * *
Butun bunları bilmiyorum. Ama ben bu kitabı okurken hep 1980'li yıllarda beni cok etkileyen Milan Kundera'nın o şahane kitabını duşundum:
??Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği.??
Meğer bu kitabın adı ne kadar doğruymuş.
Ruhun butun ağırlığının 21 gram olduğunu, taşıdığımız o koskoca maddi govdenin bu kadarcık bir ruhu taşıyan kof bir daradan ibaret olduğunu duşunursek, Kundera'ya bir şapka cıkarmamız gerekmiyor mu?
Bence gerekiyor...
Ertuğrul Ozkok
24 Ocak 2004
ANDRE MAUROIS (09.10.1885 ? 1967)
İlk eserini (Les silences du Colonel Bramble) 1918 yılında veren André Maurois olumune kadar, oykuleri, romanları, biyografileri, tarih denemeleri, eleştiri yazılarıyla yirminci yuzyıl Fransız yazarlarının en verimlilerindendi diyebiliriz.
Onu sanat ve edebiyat yaşamına hazırlayacak bir havası yoktu aile cevresinin.
Asıl adı Emile Herzog olan Maurois?nın Alsace bolgesindeki Bischwillerde bir dokuma fabrikası işleten babası, Fransa?nın 1971?de uğradığı bozgundan sonra Almanların eline gecen bu topraklardan ayrılarak Normandiya?ya goc etti; Elbeuf adındaki kasabaya yerleşti: Ernest Herzog, kardeşiyle birlikte burada bir fabrika kurmuştu.
Emile, orta oğrenimini Rouen lisesinde yaptı. İlerideki fikir ve sanat yaşamı uzerinde felsefe oğretmeni Emile Chartier (Alain) 'nin derin etkisi vardır.
Bu etki Emile?in felsefe oğrenimine yonelmesinde rol oynamıştır: Caen Universitesinin felsefe bolumunden diplomasını aldıktan sonra ailesinin yaşam koşulları Emile?i ? istemeyerek ve biraz da cok sevdiği oğretmenin oğudunu tutarak ? babasının fabrikasında calışmak zorunda bıraktı.
Daha kucuk yaştan beri şiire ve sanata gonul veren Emile, fabrikada gecen on yıllık iş yaşamı doneminde, dikkatli, calışkan bir insan olarak dokuma sanatının butun teknik inceliklerini de oğrenmekten geri kalmamıştı. Yirmi yedi yaşındayken, evlilikle sona eren ilk gonul seruvenini yaşadı. Janine de Szymkievicz?di ilk karısının adı. Bu sarışın Polonyalı guzelle evlenişi, mutluluk getirmemişti Emile Herzog?a. Once bir Katolik kadınla evlendiği icin Yahudi olan ailesinin bağnazlığı ile catışmak zorunda kalmıştı. Sonra, bu guzel kadın, surekli bunalımları, melankolik ruhu ile on iki yıl boyunca cehennem yaşamı surerek 1924 yılında olecekti; ardından uc cocuk bırakarak.
Birinci Dunya Savaşı patlak verince, Fransız ve İngiliz orduları arasında tercumanlık ve irtibat subaylığı ile askerlik gorevini yapan Emile Herzog?un ilk yapıtı yukarıda anılan kitabıdır.
Bu romanda aralarında yaşadığı İngiliz subaylarının portrelerini ve karakterlerini yer yer karikaturleştirerek ciziyordu. Fransız komutanlığı, romanın İngilizleri tedirgin edeceğini duşunerek yayınlanmasına engel olunca Emile Herzog, sonradan edebiyat tarihinde yer edecek André Maurois takma adıyla yayınladı kitabını.
Savaş bittikten ve ilk karısıyla babasının olumunden sonra fabrikadan da ayrıldı.
Artık kendini tumuyle yazarlığa vermişti; şimdi, durup dinlenmeyen bir yaratma humması icinde yapıt ustune yapıt veriyordu: Romanlar, tarih denemeleri, biyografiler... İngiltere ve Amerika tarihleriyle, buyuk İngiliz yazar ve şairleri uzerine yazdığı kitaplarıyla Anglo ? Sakson dunyasında da un kazanmıştı.
İkinci Dunya Savaşı yıllarını İngiltere ve Amerika?da geciren A. Maurois, konferansları, yazılarıyla Fransa'nın kurtuluş davasını savundu.
Kurtuluştan sonra yine Fransa?ya donen Maurois, artık dunya capında un kazanmış bir yazar olarak, olumune kadar, hic eksilmeyen bir enerji ile yapıt ustune yapıt verdi. 1938?de
"Aced?emie Francoise" uyeliğine secildi.
Sanatı
Stendhal, Balzac ve Zola?da en buyuk temsilcilerini bulan Fransız realizmi, Birinci Dunya Savaşından sonra yeniden canlandı. Bu ikinci donem realizmi de ilkinin izlerini taşıyordu yine: bu turdeki romanların, cercevesi yine burjuva dunyasıydı ve yine Paris yaşamının ceşitli yonleri yansıyordu bu romanda. Ama, bu yeni realizmde, dış tasvirler, ve gercek yaşam tabloları kadar, kahramanların ic dunyalarındaki calkantılar, duygu kasırgaları, ihtiras catışmaları da yer alıyordu. A. Maurois?nın romanları bu yeni realizmin en tipik orneklerindendir.
Maurois?nin romanlarının sosyal cercevesi, kendisinin de icinden yetiştiği sanayi burjuvazisiyle belirlenir. Bu, romanlarının coğuna bir otobiyografi niteliği vermekle birlikte; daha ziyade en yakından tanıdığı bir sosyal kesimin, cok canlı, bilerek cizilmiş tablosudur. Yine kendi yaşantısının sonucu olarak, romanlarının olayı hem taşra kasabalarında, hem Paris?te gecer. Maurois?nın romanlarının erkek kahramanları -biraz da kendisi gibi- bir yandan akıllı becerikli birer iş adamı kapitalisttir, bir yandan da, icli, sevgiye susamış, ince duygulu dahası kimi cılgınlıkları goze alabilen tutkulu insanlardır. Kadınları da -ki hemen hepsi refah icinde- iyi bir kultur almışlardır daha kucuk yaştan, olgunluk cağına kadar, hemen hic bir zaman aradığını bulamamış, onurlu, haklarında verilecek yargılara onem vermeyecek kadar acık sozlu, şiir ve sanata duşkun tiplerdir. André Maurois?nın romanları, Fransız burjuvazisinin ic yuzunu yer yer butun yapmacıklı, bencil yanlarıyla gosteren bolumleriyle Balzac?ın buyuk capta etkisindedir. Ama kahramanların sade dış davranışlarıyla değil, ic dunyalarının derinliklerindeki ruh calkantılarıyla yaşatmasında daha cok Stendhal?in havası sezilir. Maurois?nın karakter cizmekteki bu ustalığı yanı sıra uslubunun yumuşaklığı, rahatlığı, anlatışındaki doğallık da romanlarının cekiciliğini oluşturan başlıca ozelliklerindendir.
İlk genclik yıllarından beri oykuler de yazmıştır A. Maurois. Bu oykulerin coğunda olağanustu kişilerin seruvenleri anlatılır. Bir eleştiricinin dediği gibi bu «oykuler» ince bir mizaha burunen gizemli hava icinde okuyucuyu surukleyen «biblo» gibi işlenmiş kucuk başyapıtlardır. «Ulaşılmaz diyarlar» , «Ruh Tartıcısı» , «Duşunceleri okuyan makine» gibi adlar, bu oykulerin karakteri hakkında bir verebilir bize.
André Maurois?nın biyografileri de; politika ya da sanat dunyasında un yapmış kişilerin kişiliklerini ve yaşantılarını romana benzeyen akıcı, canlı bir anlatışla verir. Biyografilerinde bağlı kaldığı iki ilkeden biri, kahramanının yaşam akışını, zaman zaman (kronoloji) gore izlemek, oteki de, gereksiz ayrıntılara girmemektir.
Maurois biyografilerini yazarken sanatcı kişiliği, yaratıcılığı ile birlikte, olabildiği kadar objektif bir tarihci titizliği gostermiştir. Bu biyografilerden bir cokları ayrı kişilerin (Shelley, Byron, Hugo, Dinckens, Turgeniev...) yaşam oykuleridir. Kimilerinde de buyuculer ve mantıkcılar da olduğu gibi bircok kişinin yaşam oykusunu bir kitapta toplamıştır: Kipling, Wells, Bernard Shaw... gibi.
Maurois?nın başarı ile yazdığı yapıtlar arasında tarih incelemelerinin de onemli bir yeri vardır.
Kaynak: Nazife Muren, ?İklimler? adlı romanının onsozunden...
Tarama Nedime Bayraktar'a ait ben yalnızca biraz duzenledim.
Andre Maurois _ Ruh Tartıcısı _ Tıpkıcekim CS PDF:
Secimlik Yandex linki:
Andre Maurois _ Ruh Tartıcısı _ Tıpkıcekim RCS1 PDF:
Secimlik Yandex linki:
Andre Maurois _ Ruh Tartıcısı _ Tıpkıcekim RCS2 PDF:
Secimlik Yandex linki:
Ruhun ağırlığı var mıdır ve varsa kac gramdır?
Varmış.
Ve de insan ruhunun ağırlığı, tamı tamına 21 grammış.
Cok şaşırtıcı değil mi?
Ama hemen belirteyim. Bunlar benim bilgim değil.
Amerika Birleşik Devletleri'nde yeni cıkan bir kitapta okuduklarım.
* * *
Kitabın adı ??Stiff??.
Alt başlığı da şoyle:
??İnsan kadavralarının ilginc yaşamı.??
Yazarı Mary Roach adlı bir kadın.
Şimdi size insan ruhunun kac gram olduğunu, bunu taşıyan bedenin darasının ne olduğunu anlatacağım.
Amerika'nın Massachusetts eyaletinin Haverhill şehrinde 1907 yılında bir deney yapılıyor.
Deneyi yapan kişi Duncan Macdougall adında bir doktor.
Doktor Macdougall, olum doşeğindeki hastaları icin ozel bir yatak yaptırmış.
Bu yatak bir onsun onda ikisine kadar duyarlı bir tartı şeklindeymiş.
Bir ons 28 gram olduğuna gore, bu tartı 5.6 grama kadar ağırlıkları cok hassas bicimde olcebiliyor muş.
Dr. Macdougall olmekte olan altı hastasını, olumden hemen once, olum anında ve olumden hemen sonra bu tartı-yatak sayesinde tartmış.
Amacı, insanın olmeden onceki ağırlığı ile olumden sonraki ağırlığını olcup, ??bedeni terk eden ruhun?? bir ağırlığı olup olmadığını belirlemekmiş.
İlk hastasını olumden once tartmış. Olumunden hemen sonra yaptığı ikinci tartıda ağırlığından 1 onsun dorte ucu kadar kaybettiğini gormuş.
Bir ons, 28 gramdır.
Bu durumda hastanın kaybettiği ağırlık tam 21 gram oluyor.
Peki bu ağırlık kaybı, solunum sistemindeki ıslaklığın ve terin buharlaşmasından kaynaklanmış olamaz mı?
Dr. Macdougall, ??Hayır olamaz?? diyor.
* * *
Cunku olumden once bu iki olguya bağlı ağırlık kaybını da olcmuş. Dakikada bir onsun altmışta biri (0.4 gram) oranında gercekleşiyormuş.
Oysa olumle birlikte aniden 21 gram ağırlık kaybı oluyormuş.
??Bobreklerden boşalan bir miktar idrarın da yatakta kaldığı dikkate alınırsa, ağırlığı etkilememesi gerekir?? diyor.
Geriye tek faktor kalıyor.
Akciğerlerdeki havanın boşalması.
Doktor bunun da deneyini şoyle yapmış. Yatağa kendi yatmış ve ciğerindeki havayı boşaltmış. Ancak bu, tartının ibresinde hicbir değişiklik yapmamış.
İşte o nedenle kesin teşhisini koyuyor:
??İnsan ruhunun maddi bir ağırlığı vardır ve bu 21 gramdır.??
* * *
Dr. Macdougall burada kalmamış. Daha sonra olmekte olan 15 ayrı kopek uzerinde de aynı deneyi yapmış.
Ama onların olumden sonra ağırlıklarında herhangi bir değişim olmamış.
Buradan da şu sonuca varmış:
??Hayvanların ruhu yoktur.??
Bu arada kucuk bir ayrıntı. Kitabın yazarı, doktorun, hasta 15 kopeğin başında bekleyeceğine ihtimal vermediği icin haklı olarak şu soruyu soruyor:
Acaba Dr. Macdougall, bu deneyi yapmak icin 15 kopeği oldurdu mu?
Muhtemelen oyle...
İcinizden gelecek sesi daha şimdiden işitiyorum.
Palavra...
Sakın bana kızmayın. Ben sadece bu olayı size aktaran biriyim.
Ama şunu da hatırlatayım. Dr. Macdougall yaptığı deneyin sonuclarını ??American Medicine?? Dergisi'nin 1907 Nisan sayısında yayınlamış ve bunun epey yankısı olmuş.
Mesela Augustus P. Clarke adında bir başka doktor, meslektaşının, ??Olum anında, kan akciğerden gecerken soğumadığı icin vucut ısısındaki ani yukselişi hesaba katmadığını, bunun da ter ve sıvının buharlaşmasına yol actığını?? soyluyor.
Zaten kopeklerin olumden sonra ağırlık kaybetmemesini de buna bağlıyor.
Cunku kopeklerin ter bezi yoktur. Soğumayı soluyarak sağlarlar.
Size de aynı şey oldu değil mi? Bunları okurken, siz de benim gibi felsefi tartışmalara daldınız.
Mesela şu soruyu kendi kendinize sordunuz:
??Ruhun sıskası veya obezi olur mu???
O zaman ??ince ruhlu?? dediğimiz zaman neyi kastediyoruz? Ruhunun ağırlığı 21 gramdan az olan kişileri mi?
* * *
Butun bunları bilmiyorum. Ama ben bu kitabı okurken hep 1980'li yıllarda beni cok etkileyen Milan Kundera'nın o şahane kitabını duşundum:
??Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği.??
Meğer bu kitabın adı ne kadar doğruymuş.
Ruhun butun ağırlığının 21 gram olduğunu, taşıdığımız o koskoca maddi govdenin bu kadarcık bir ruhu taşıyan kof bir daradan ibaret olduğunu duşunursek, Kundera'ya bir şapka cıkarmamız gerekmiyor mu?
Bence gerekiyor...
Ertuğrul Ozkok
24 Ocak 2004
ANDRE MAUROIS (09.10.1885 ? 1967)
İlk eserini (Les silences du Colonel Bramble) 1918 yılında veren André Maurois olumune kadar, oykuleri, romanları, biyografileri, tarih denemeleri, eleştiri yazılarıyla yirminci yuzyıl Fransız yazarlarının en verimlilerindendi diyebiliriz.
Onu sanat ve edebiyat yaşamına hazırlayacak bir havası yoktu aile cevresinin.
Asıl adı Emile Herzog olan Maurois?nın Alsace bolgesindeki Bischwillerde bir dokuma fabrikası işleten babası, Fransa?nın 1971?de uğradığı bozgundan sonra Almanların eline gecen bu topraklardan ayrılarak Normandiya?ya goc etti; Elbeuf adındaki kasabaya yerleşti: Ernest Herzog, kardeşiyle birlikte burada bir fabrika kurmuştu.
Emile, orta oğrenimini Rouen lisesinde yaptı. İlerideki fikir ve sanat yaşamı uzerinde felsefe oğretmeni Emile Chartier (Alain) 'nin derin etkisi vardır.
Bu etki Emile?in felsefe oğrenimine yonelmesinde rol oynamıştır: Caen Universitesinin felsefe bolumunden diplomasını aldıktan sonra ailesinin yaşam koşulları Emile?i ? istemeyerek ve biraz da cok sevdiği oğretmenin oğudunu tutarak ? babasının fabrikasında calışmak zorunda bıraktı.
Daha kucuk yaştan beri şiire ve sanata gonul veren Emile, fabrikada gecen on yıllık iş yaşamı doneminde, dikkatli, calışkan bir insan olarak dokuma sanatının butun teknik inceliklerini de oğrenmekten geri kalmamıştı. Yirmi yedi yaşındayken, evlilikle sona eren ilk gonul seruvenini yaşadı. Janine de Szymkievicz?di ilk karısının adı. Bu sarışın Polonyalı guzelle evlenişi, mutluluk getirmemişti Emile Herzog?a. Once bir Katolik kadınla evlendiği icin Yahudi olan ailesinin bağnazlığı ile catışmak zorunda kalmıştı. Sonra, bu guzel kadın, surekli bunalımları, melankolik ruhu ile on iki yıl boyunca cehennem yaşamı surerek 1924 yılında olecekti; ardından uc cocuk bırakarak.
Birinci Dunya Savaşı patlak verince, Fransız ve İngiliz orduları arasında tercumanlık ve irtibat subaylığı ile askerlik gorevini yapan Emile Herzog?un ilk yapıtı yukarıda anılan kitabıdır.
Bu romanda aralarında yaşadığı İngiliz subaylarının portrelerini ve karakterlerini yer yer karikaturleştirerek ciziyordu. Fransız komutanlığı, romanın İngilizleri tedirgin edeceğini duşunerek yayınlanmasına engel olunca Emile Herzog, sonradan edebiyat tarihinde yer edecek André Maurois takma adıyla yayınladı kitabını.
Savaş bittikten ve ilk karısıyla babasının olumunden sonra fabrikadan da ayrıldı.
Artık kendini tumuyle yazarlığa vermişti; şimdi, durup dinlenmeyen bir yaratma humması icinde yapıt ustune yapıt veriyordu: Romanlar, tarih denemeleri, biyografiler... İngiltere ve Amerika tarihleriyle, buyuk İngiliz yazar ve şairleri uzerine yazdığı kitaplarıyla Anglo ? Sakson dunyasında da un kazanmıştı.
İkinci Dunya Savaşı yıllarını İngiltere ve Amerika?da geciren A. Maurois, konferansları, yazılarıyla Fransa'nın kurtuluş davasını savundu.
Kurtuluştan sonra yine Fransa?ya donen Maurois, artık dunya capında un kazanmış bir yazar olarak, olumune kadar, hic eksilmeyen bir enerji ile yapıt ustune yapıt verdi. 1938?de
"Aced?emie Francoise" uyeliğine secildi.
Sanatı
Stendhal, Balzac ve Zola?da en buyuk temsilcilerini bulan Fransız realizmi, Birinci Dunya Savaşından sonra yeniden canlandı. Bu ikinci donem realizmi de ilkinin izlerini taşıyordu yine: bu turdeki romanların, cercevesi yine burjuva dunyasıydı ve yine Paris yaşamının ceşitli yonleri yansıyordu bu romanda. Ama, bu yeni realizmde, dış tasvirler, ve gercek yaşam tabloları kadar, kahramanların ic dunyalarındaki calkantılar, duygu kasırgaları, ihtiras catışmaları da yer alıyordu. A. Maurois?nın romanları bu yeni realizmin en tipik orneklerindendir.
Maurois?nin romanlarının sosyal cercevesi, kendisinin de icinden yetiştiği sanayi burjuvazisiyle belirlenir. Bu, romanlarının coğuna bir otobiyografi niteliği vermekle birlikte; daha ziyade en yakından tanıdığı bir sosyal kesimin, cok canlı, bilerek cizilmiş tablosudur. Yine kendi yaşantısının sonucu olarak, romanlarının olayı hem taşra kasabalarında, hem Paris?te gecer. Maurois?nın romanlarının erkek kahramanları -biraz da kendisi gibi- bir yandan akıllı becerikli birer iş adamı kapitalisttir, bir yandan da, icli, sevgiye susamış, ince duygulu dahası kimi cılgınlıkları goze alabilen tutkulu insanlardır. Kadınları da -ki hemen hepsi refah icinde- iyi bir kultur almışlardır daha kucuk yaştan, olgunluk cağına kadar, hemen hic bir zaman aradığını bulamamış, onurlu, haklarında verilecek yargılara onem vermeyecek kadar acık sozlu, şiir ve sanata duşkun tiplerdir. André Maurois?nın romanları, Fransız burjuvazisinin ic yuzunu yer yer butun yapmacıklı, bencil yanlarıyla gosteren bolumleriyle Balzac?ın buyuk capta etkisindedir. Ama kahramanların sade dış davranışlarıyla değil, ic dunyalarının derinliklerindeki ruh calkantılarıyla yaşatmasında daha cok Stendhal?in havası sezilir. Maurois?nın karakter cizmekteki bu ustalığı yanı sıra uslubunun yumuşaklığı, rahatlığı, anlatışındaki doğallık da romanlarının cekiciliğini oluşturan başlıca ozelliklerindendir.
İlk genclik yıllarından beri oykuler de yazmıştır A. Maurois. Bu oykulerin coğunda olağanustu kişilerin seruvenleri anlatılır. Bir eleştiricinin dediği gibi bu «oykuler» ince bir mizaha burunen gizemli hava icinde okuyucuyu surukleyen «biblo» gibi işlenmiş kucuk başyapıtlardır. «Ulaşılmaz diyarlar» , «Ruh Tartıcısı» , «Duşunceleri okuyan makine» gibi adlar, bu oykulerin karakteri hakkında bir verebilir bize.
André Maurois?nın biyografileri de; politika ya da sanat dunyasında un yapmış kişilerin kişiliklerini ve yaşantılarını romana benzeyen akıcı, canlı bir anlatışla verir. Biyografilerinde bağlı kaldığı iki ilkeden biri, kahramanının yaşam akışını, zaman zaman (kronoloji) gore izlemek, oteki de, gereksiz ayrıntılara girmemektir.
Maurois biyografilerini yazarken sanatcı kişiliği, yaratıcılığı ile birlikte, olabildiği kadar objektif bir tarihci titizliği gostermiştir. Bu biyografilerden bir cokları ayrı kişilerin (Shelley, Byron, Hugo, Dinckens, Turgeniev...) yaşam oykuleridir. Kimilerinde de buyuculer ve mantıkcılar da olduğu gibi bircok kişinin yaşam oykusunu bir kitapta toplamıştır: Kipling, Wells, Bernard Shaw... gibi.
Maurois?nın başarı ile yazdığı yapıtlar arasında tarih incelemelerinin de onemli bir yeri vardır.
Kaynak: Nazife Muren, ?İklimler? adlı romanının onsozunden...
Tarama Nedime Bayraktar'a ait ben yalnızca biraz duzenledim.