Fi tarihinde bu dergiyi cıkarıyorduk bir grup genc. Oyun kavramı uzerine bir ozel sayı hazırlamaya karar verdik. İhsan Oktay Anar, universiteden sınıf arkadaşımdır. Bu hikayesini biliyordum. İstedim verdi... Kitaplarıyla bu hikayesi arasında hayli uzun zaman vardır... O sıralarda yoğun bir şekilde dil ve dunya arasında bağlar kuran tarikatları araştırıyorduk. Hurufizm ve Kabbala bunların başında geliyordu. Bu hikaye de o araştırmalardan esinlendi herhalde..."
Ozgur Uckan
Oykuyu once epub olarak duzenlemeyi duşundum. Ancak o kadar kısa ki, onu indirene kadar okumuş olursunuz )). O yuzden buraya doğrudan yapıştırmaya karar verdim. Ozellikle Borges severler dikkat etsin, ben Borges tadı aldım Buyrun İhsan Hocanın minik oykusune:
Rabnuma
1 Temmuz 1959'da, İran'da yayınlanan Penam gazetesi Zahedan yakınlarında kayalara oyulmuş bir tapınak bulunduğunu acıklamıştı. Tapınak, kucuk bir dehlizden girilebilen geniş bir odadan ibaretti. Cesaret edip iceri girenler, Kazan Universitesinden arkeolog N. Brodnikov ve yardımcısına ait olduğu daha sonra anlaşılacak iki ceset bulmuşlardı. Cesetler antik bir satranc masasının iki yanındaydı. Adli tabip, arkeolog ile yardımcısının altı yıl once olduklerine hukmetti. Cesetlerde bir cinayeti akla getirecek hicbir iz bulunamadığından, bu kişilerin olumlerinin, hastalık olasılığı bir yana, aclık ve susuzluktan olabileceği Sovyetler'in elcisine duyuruldu. Gel gelelim elci, Brodnikov'la yardımcısının yanlarında ilac ve tuketilmemiş bol miktarda erzak olduğunu belirtip adli tıp raporunun doğruluğu konusunda şuphelerini dile getirdi. Bununla birlikte bir uzman heyeti, olay yerinde yaptığı araştırmada adli tıp raporunu doğrulayacak ipucları buldu. Brodnikov'la yardımcısı satranc oynarken olmuşlerdi. Daha sonra, onların satranc masası başında olumu beklediklerini duşundu herkes.
Brodnikov'la yardımcısının olumlerinden altı yıl sonra gizli bir tapınağın icinde satranc masası başında bulunmaları olayına, Arjantin'de yayınlanan bir satranc dergisi, "Garip ama Gercek" koşesinde bir sutunluk yer ayırdı. Buradan, arkeologla yardımcısının oynadıkları oyunun bilinen satranctan biraz değişik olduğunu oğreniyoruz: Tahta, "9x9" kareden oluşuyordu ve taşlar otuz altı taneydi. Sozu edilen dergide bu olayı anlatan yazar, kim bilir, belki taşların da bilinenlerden farklı hareketleri olduğunu ekliyor. Bunun yanında, İranlı yetkilileri Brodnikov'un buyuk bir olasılıkla bu garip satrancın kurallarını kaydettiği not defterini dunyaya acıklamamakla sucluyor.
Elimize gecen birtakım belgeler bilmece gibi gorunen bu olayı cozmemize elverdi. Her şeyden once, Brodnikov?un bulduğu tapınakta rastladığı satranca benzeyen oyunun asıl adının "Rabnuma" olduğunu biliyoruz. "Rab" ve "-numa" sozcuklerinden oluşan bir ad bu. Hicri VI. Yuzyılda yaşamış ve daha sonra mezhebinden donen bir Yezidi olan Husrev'in, bu oyunun kuralları hakkında yazdığı ve oyunla aynı adı taşıyan kitabın elimizde yalnız "mukaddime"si bulunduğu icin Rabnuma'nın nasıl oynandığını bilmiyoruz. Onun bulucusu olan Husrev'in yaşamı hakkında bazı bilgilere Tezakiru'l Mucrimin adlı eserde rastlıyoruz ancak. Onceleri bir Yezidi olan Husrev, peygamberliğini ilan etmiş; fakat karşılaştığı sert tepki oldurme girişimlerine dek vardığı icin mezhebinden cıkıp yaşadığı yeri, yani Irak?ı terk etmiş. İran'ın Zamehan kentine yerleşen Husrev, sırları halka acıklamanın yol acacağı tehlikeler konusunda acı tecrubelere sahip olduğundan, burada kapalı bir tarikat kurmuş. Adı gecen eser, (daha sonra Brodnikov?un bulacağı) tapınağı da Husrev'in yaptırdığını anlatıyor.
Husrev'in, bulduğu oyunla aynı adı taşıyan Rabnuma adlı eserinde tanrısal vahyi almak icin bir anahtar peşinde olduğunu goruyoruz. Husrev, seksen bir haneli bir tahtada otuz altı taşla oynanan ve satranca cok benzeyen bu oyunu tasarlamış. Gel gelelim, bu satrancta tek akıllıca acılış, yine bulucusunun tasarladığı, doksan dokuz hamlelik bir kombinezon. Eğer bu acılış yapılırsa, ilk taşın alınması icin dokuz bin dokuz yuk doksan dokuzuncu hamleyi beklemek gerekiyor. Acılışın yalnızca ilk hamlesini biliyoruz: E2e4!! Bulduğumuz diğer bir şey, e2 piyonunun siyah ve beyaz şah ile oyunun sonunda kalacak uc taştan biri olduğu. Esere gore e2 piyonu (Husrev "e" yerine Farsca?da beşinci harf olan "t"yi kullanmış) oyunun sonunda vezir olup siyahların mat olmasına neden olacak. Bununla birlikte Rabnuma adlı oyunun dunya tarihinde ancak bir kez oynanabileceğini ileri suruyor eser. Eğer oyunculardan biri kasıtlı olarak yenilme yoluna gitmezse (ki, Rabnuma'ya gore bu olanaksız bir şey) oyun sonsuza kadar surer. Bu oyunun acılışındaki doksan dokuz hamle, ister istemez Allah?ın sıfatlarının sayısı olan "doksan dokuz"u akla getiriyor. İkinci bir ilginc nokta, evrenin, Tanrı'nın bir tezahuru olduğu yollu Sufi duşuncesine koşut olarak Husrev'in şu iddiası: Tanrı, sonsuza kadar surecek bu oyunda kendini acımlar... Buna gore, her hamleye karşı bir hamle, sav ve karşı sav, matı ya da sentezi biraz daha yaklaştırıyor. E2 piyonunun vezir olması, "kurtuluş" temasını, tektanrıcı dinlerdeki "ruhun kurtuluşu" temasını cağrıştırıyor. Mat ya da sentez anında, yani siyahların ya da şeytan'ın yenildiği anda Tanrı'nın kendini acımlamış olacağını soyluyor eser. Burada, oyunun adının neden Rabnuma olduğunu anlıyoruz. Arapca?da "Rab" sozcuğunun anlamı "Tanrı"dır; "-numa" ise Farsca bir son takıdır ve "...yi gosteren" anlamına gelir.
Elimizdeki bir diğer belge, Husrev icin onun muritlerinden biri tarafından yazılan bir methiye; Husrevname adını taşıyor. Husrev'in bol bol ovulduğu sayfaları atlıyoruz. Ama kitabın son bolumu konumuz acısından onemli bazı bilgileri iceriyor. "Rabnuma oynayan" muritlerle ilgili bolum bu. Anladığımız kadarıyla, bu oyuna başlayan, ya da aşağıda goreceğimiz nedenle bu oyunu bırakanlardan devralan muritler, oynadıkları ikinci hamleden sonra altı hamle sonraya, dorduncu hamlenin ardındansa yirmi dort hamle sonraya kadar vb... mevcut pozisyondan hareketle gercekleştirilebilecek butun kombinezonları kestirebiliyorlarmış. Zaman gectikce, gerek kendileri ve gerekse dış dunya hakkındaki herşeyi duşuncelerinden soyutlayıp kafalarını bir kombinezonlar sonsuzluğuyla dolduruyorlar ve hatta, yemeyi icmeyi bile akıllarına getiremiyorlarmış. Husrevname?de bu konuda şoyle bir oyku anlatılıyor. "Muritlerden biri daha oyunun başlarındayken Rabnuma'yı bırakarak zevk ve eğlence icinde yaşamak istediğini soyleyip tarikattan ayrılmış. Ne var ki, oyunu bırakışının daha ikinci gununde "vezir desteğinde kale"yle ilgili bir kombinezon kurmaya başlamış. Uzadıkca uzuyormuş kombinezon; oyle bir an gelmiş ki, onu yemez icmez bir durumda bulmuşlar. Uc gun sonra da olmuş. Husrevname?de, oyuna başladıktan sonra vazgecmenin, bir koşul dışında, olanaksız olduğu yazıyor: Bu koşulsa, oyuncunun bir guzele aşık olması. İşte o zaman oyuncu, bir kombinezonlar dizisini değil de aşık olduğu guzeli temaşa edermiş. Husrevname?den, tarikat icinde bu durumların hoş gorulduğu anlaşılıyor: Sufi geleneğine koşut olarak bu tarikat, "akl"a olduğu kadar "aşk"a da değer veriyor. Zaten eserde Rabnuma, "Aşkın mantığı " olarak da tanımlanıyor.
Rabnuma'nın oynanmasına Hicri 509 yılı Recep ayının ikinci cumasında başlandığını yine aynı eserden oğreniyoruz. Husrevname?nin yazıldığı Hicri 539 yılına kadar altı bin hamle yapılıp altı ayrı deftere duzenli olarak kaydedilmiş. Bu kayıtların tarikat uyeleri icin Tanrı'nın vahyi değerini taşıdığını belirtmemize bilmem gerek var mı? Rabnuma'nın H.539 yılından sonraki bilinmedik bir tarihte yarım bırakıldığı anlaşılıyor. Buyuk bir olasılıkla Brodnikov'la yardımcısı, tapınakta buldukları bu yarım bırakılmış oyunu surdurmeye kalkışmışlar. Arkeologla yardımcısının trajik sonları da boylece belli oluyor...
Dr. İhsan Oktay Anar / Ege Universitesi Felsefe Bol. Oğretim Uyesi
Oyku kısadır tumu yukarıda verilmiş bu pdf hali kapak dahil 4 sayfa