ATATURK'UN COCUKLUK ANISI - KARGA PEŞİNDE* *
Mustafa, annesi ve kız kardeşi ile birlikte dayısının ciftliğine gitti. Akşamustu ciftliğe vardıklarında dayısı onları cok candan bir şekilde karşıladı. Hal-hatır sormalardan, iltifatlardan sonra akşam yemeği yendi. Yemekten sonra bir saat kadar daha sohbet edildi ve ardından geceyi gecirmek uzere odalarına cekildiler.
Ertesi sabah sabahın erken saatlerinde dayısı Mustafa’ya ciftliğin her tarafını gezdirip gosterdi. Oğle vaktine doğru bakla tarlasına gittiler. Tarlanın kenarına geldiklerinde dayısı parmağı ile tarlasındaki tohumları yemekte olan kargaları işaret ederek: “ Bak Mustafa, şu kargaları goruyor musun? İşte bunlar bizim baş duşmanımız. Ben uğraşayım, calışayım, onlar gelsinler tohumları yesin bitirsinler. Oh ne ala, ne ala! Kimseye faydası olmaz şu karga murdarının. Yaptıkları anca zarar, ziyan. Bir de şu korkuluğun omuzlarına, kafasına konarlar “ gak gak “ diye oterler yuzlu yuzlu. Korkuluğun sadece adı korkuluk. Şu hale bak. Dort beş karga omuzlarına konmuş, yemişler tohumları, doymuşlar, guneşleniyorlar. Gel Mustafa, kovalım şunları “ diye soylendi. Mustafa ile dayısının geldiklerini goren kargalar ucup gittiler. Daha sonra dinlenmek icin bir ağacın altına otururlarken Mustafa, dayısına: “ Dayıcığım, bu tarla hep boyle midir? “ dedi. “ Yani icinde calışan, bekleyen olmadığı zamanlar kargalar tohumları yerler mi? “Dayısı: “ Yerler Mustafa’m yerler. Bunlar sahipsiz bir tarla gormesinler. Onu, yirmisi toplanır gelir. Boyle gunduzleri tarlada beklemezsen birkac haftaya kalmaz toprakta bir tek tane bırakmazlar” dedi.
Bunun uzerine Mustafa konuyu toparlama ihtiyacı hissetti: “ Peki dayıcığım, o zaman kargalar tohumları yiyip bitirmesinler diye sabahtan akşama kadar bekcilik yapmak zorunda kalıyorsunuz. “
“ Aynen dediğin gibi oluyor Mustafa. Ciftlikte yapılacak bir suru iş varken, ben buraya gelip karga peşinde koşuyorum. Ne yaparsın ki, bu bakla tarlası cok onemli. Baklalar olgulaşınca hem kendimize yemeklik oluyor, hem de arabaya yukleyip pazarda satıyorum; iyi de para ediyor. “
“ Demek ki burada bekcilik yapmak işleriniz icin buyuk engel teşkil ediyor, sevgili dayıcığım. O halde izin verirseniz yarından tezi yok kardeşim Makbule ile gelip burada bekleriz. Siz de ciftlikteki işleri yoluna koyarsınız. Kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğimi bilmenizi isterim. “
“ Hay, sen aklınla bin yaşa, Mustafa! Bak bu hic aklıma gelmemişti. Daha once defalarca duşunup de icinden cıkamadığım bu buyuk sorunu kolayca cozuverdin. Bugun akşama kadar burada kalırız. Tarla bekciliği nasıl yapılır iyice oğrenirsin. Zaten zor bir tarafı yok canım. Biraz dikkatli olup kargaları kollaman yeterli. Akşama ciftliğe donunce annene ben soylerim. Onun da rızasını almak lazım. “
Ertesi sabah erkenden yengesinin hazırladığı borekleri bir torbaya koyan Mustafa kız kardeşi Makbule ile birlikte dayısının bakla tarlasına geldi. Gelir gelmez de, tarlaya inen kargaları kovalamaya başladılar. Oğle vaktine doğru ikisi de cok yorulmuştu. Bunun sebebi: Bir defa tarla oldukca buyuktu. Bir tarafa uc beş karga tohumları yemek icin gelseler Mustafa ile Makbule hemen koşuyorlar kargaları kovalıyorlardı. Aynı kargalar ucuyorlar, tarlanın oteki tarafına iniyorlardı. Tarlanın bir başından bir başına koşup durmak onları yormuştu. İşin icine başka kargalar da karışınca durum iyice cekilmez hal almıştı.
Oğle vakti bir koşede oturup yengesinin hazırladığı borekleri yerlerken Mustafa Makbule’ye sorunu kokunden halledecek bir yontem bulduğunu soyledi ve şunları ekledi: “ Makbule, kargaların bize oynadığı oyunun bilmem farkında mısın? Biz bu tarlaya gelir gelmez acemi olduğumuzu anladılar. Uygulamak istediğim yontem oldukca basit. Tarlanın ortasında bulunan kulubenin icinden tarlayı enlemesine bolen bir cizgi cektiğimizi farz edelim. Bu cizgi tarlayı iki eşit parcaya boler. Yukarı tarafta kalan parca biraz meyilli, burası benim olsun. Aşağı tarafta kalan parca dumduz, burası da senin olsun. Herkes kendi bolgesindeki kargaların kovalanmasından sorumlu olacak. Eğer kendi bolgenin ortalarına yakın bir yerde durmaya ozen gosterirsen sabahki yorgunluğunun iki kat azaldığını fark edeceksin. Şimdi konuyla ilgili bana sormak istediğin bir şey var mı? “
“ Ne diyebilirim ki Mustafa abi. Sen yapmamız gerekeni tam olarak anlattın. Burada bana duşen gorev anlattıklarını eksiksiz olarak uygulamamdır. ““ Aferin sana Makbule. Senin gibi soz dinleyen, kavrayışı kuvvetli bir yardımcı ile calışmak benim icin şereftir. Bu başarı sadece benim değil, ikimizin başarısı olacaktır. Şimdi biraz acele edelim, boreklerimizi yiyelim de işe başlayalım. Bak kargalara, meydanı boş bulunca nasıl da coğalıverdiler. Belki şu an icin tarlanın ustunde ucmaktan başka bir şey yaptıkları yok ama eğer acele etmezsek birer ikişer tarlaya inmeye başlayacaklarına eminim. Dayıma, kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğim, diyerek soz vermiştim. “
Mustafa’nın kendi buluşu olan yontem başarılı oldu. Akşamustu hava kararmaya başladığında kargalar geceyi gecirmek icin konaklama yerlerine giderlerken ac ve yorgundular. Ciftlikte yenen akşam yemeğinden sonra Makbule, o gun olanları ve kargaların uzgun ve perişan bir şekilde gidişlerini anlatırken, odada bulunanlar kahkahalarla gulmekten kendilerini alamıyorlardı. Annesi Zubeyde Hanım, “ Benim Mustafa’m cok akıllıdır “ diyerek sarı saclı, mavi gozlu oğlunu gururla alnından operken, Mustafa vakur halini hic bozmadan duruyor, sadece gulumsemekle yetiniyordu.
SON
-----------------------------------------------------------
VATAN SEVGİSİ
Mustafa’nın kız kardeşi Makbule rahatsızlandığı icin ciftlikte kalmıştı. Bugun Mustafa tek başına bakla tarlasında bekcilik yapacaktı. Şu karga kovalama işinin pek bir zorluğu kalmamıştı. Bakla tarlasına gelmeye başladığı ilk gunlerde kargalar Mustafa’nın ne derece zorlu bir rakip olduğunu anlamışlar ve onun uyguladığı yontemi muthiş bir mucadele orneği gostermelerine karşın boşa cıkaramamışlar, cekilip gitmişlerdi.
Mustafa sabah erkenden bakla tarlasına gelince tarlanın tam ortasında bulunan kulubenin onune bir sandalye cıkarıp oturdu. Aradan yarım saat gecmeden canı sıkılmaya başladı. Boyle boş oturmak O’na gore değildi. O, bir şeylerle meşgul olsun, bir işe yarasın, faydalı olsun isterdi. Dayısının bakla tarlasında bekcilik yapmakla bir işe yarıyordu, faydalı oluyordu, fakat bunlar yeterli miydi? Hayır, yeterli değildi. Ne yapabilirdi? Kulubede birkac tane ders kitabı vardı. Kitap en iyi arkadaştı. Okurdun, oğrenirdin, fikirlerin gelişirdi. Mustafa bir kitap alıp okumaya başladı. Boylesi cok daha iyiydi, hem artık canı da sıkılmıyordu.
Aradan iki saat gecmişti. Mustafa ilerideki tarlaların arasındaki patika yoldan yaşlı bir adamın geldiğini gordu. Yaşlı adamın yanında bir kuzu vardı. Onun gelip tarlanın kenarındaki bir ağacın altına oturmasını fırsat bilen Mustafa yerinden kalktı, kitabı kulubeye bıraktı ve yaşlı adamın yanına gitti. Mustafa soze şoyle bir giriş yaptı: “ Merhaba dede, nereye boyle? “
Yaşlı adam: “ Yolcuyum ben evlat, kasabaya oğlumun yanına gidiyorum. Bu kuzuyu toruna hediye olarak goturuyorum. Gecen ay koye gelmişlerdi, bir hafta kaldılar. Torun kuzu diye tutturmuştu. Ben de, şimdi cok kucukler, biraz buyusunler bir tane sana getiririm dediydim. Alsın kuzuyu besleyip buyutsun. Dunyada en onemli şey sevgidir. Sevgisiz kalmış bir insan kuru bir ağaca benzer. Zamanında onun kalbine sevgi tohumu ekilmemiştir, sevmek oğretilmemiştir. Bir bilinmezlik icinde bocalar durur. Yuzyıllardır suregelen anlamsız kargaşayı sevgi yoksunu insanlar cıkardılar. Toplumları birbirine duşman ettiler. Sonucta bunun acısını insanlık cekti. İnsanlara sevgiyle yaklaşmalı, onların kalplerine sevgi tohumu ekmeliyiz. Sevmek cok guzel bir duygudur ve insanı hayata bağlar. Sevelim, sevilelim, hayatın tadına varalım. “
Yaşlı adam konuşurken Mustafa oturmuş ve anlattıklarını ilgiyle dinlemişti. Şimdi soz hakkı Mustafa’nındı: “ Dede, bazı insanlar nedense vatanlarını sevmiyorlar. Ben vatanımı cok seviyorum ve bu vatanın evladı olduğum icin gurur duyuyorum. Şimdi vatanlarını sevmeyenler vatanını sevmeyi nasıl oğrenecek ve ben vatan sevgimi nasıl geliştirebilirim. Tavsiyelerin neler olacak? “
Mustafa’ nın coşku dolu konuşması yaşlı adamı şaşırtmıştı. On yaşlarındaki bir cocuğun bu derece bilgili ve kulturlu olması, duşuncesini korkusuzca soyleyebilmesi, oğrendiklerini yeterli bulmaması, yeni bir şeyler daha oğrenmek icin soru sorması akıl alır gibi değildi. Hani bu yaşlardaki kac cocuğun aklına gelirdi vatan sevgisi?
Yaşlı adam duşuncelerinden sıyrılınca, gulumseyerek: “ Evlat, adını demedin bana, neydi adın? “ deyince Mustafa: “ Dede, benim adım Mustafa “ dedi.
Bunun uzerine yaşlı adam: “ Sana tavsiyem Buyuk Vatan Şairi Namık Kemal olacak. Namık Kemal, turlu engellemelere karşın vatanını cok sevdiğini haykırmaktan cekinmedi. Bu uğurda cok acı cekti, fakat hicbir acı O’nu vatanına hizmetten alıkoyamadı. “
Mustafa: “ Bundan sonra Namık Kemal’in şiirlerini daha bir onem vererek okuyacağıma soz veriyorum. Dede, mutluluk nedir sence? Ben mutlu olmak insandan insana değişebilir diyorum “ dedi.
Yaşlı adamın mutluluk hakkında soyledikleri şunlar oldu: “ Mutluluk yaşamsal bir gercektir yani yaşamda mutluluk vardır ve her insanın mutluluğu ayrıdır. Hakkın olan mutluluğu başkalarının mutluluğuna golge duşurmeden istemek sana kalmıştır. Mutlu olmak icin buyuk şeyler istemek gerekmez. İnsan isterse bir kelebeğin ucuşunu gorup mutlu olabilir. Her neyse Mustafa yavaş yavaş kalkayım. Hava kararmadan kasabaya varmalıyım. Anlattıklarımın sana bir parca faydası olduysa ne mutlu bana. İyi gunler dilerim. “
Mustafa: “ Ne demek dede, hem de cok faydası oldu. Ben de sana iyi gunler dilerim. Yolun acık olsun “ dedi. Mustafa yaşlı adam gittikten sonra kulubeye dondu ve sandalyesine oturarak konuşulanları duşunmeye başladı.
---------------------------------------------------------------
CİFTLİKTEKİ HIRSIZ
Bir akşam yemeği sonrasında ciftlikteki odada oturulmuş ve gundelik olaylar konuşuluyordu. Huseyin Ağa: “ Yarın erkenden elma bahcesini capalayıp, yabani otları ayıklamaya gidecektim ama capayı bulamadım. Hanım, capayı bir yere koymuş olmayasın? “
Huseyin Ağa’nın karısı: “ Efendi, capanın alet dolabında olması lazım. İki gun once temizlik yaparken oradaydı. “
Huseyin Ağa: “ Oyle de bugun akşamustu baktım dolapta yoktu. Belki dedim sağa sola bırakmışlardır. Aradım, bulamadım. “
Huseyin Ağa’nın cocukları, Zubeyde Hanım, Mustafa ve Makbule capayı almadıklarını soylediler. Bunun uzerine Huseyin Ağa: “ Hanım, son gunlerde ciftliğe yabancı biri geldi mi? “ diye sordu.
Karısı: “ Hayır Efendi, kimse gelmedi. Hep biz bizeyiz. “
Huseyin Ağa: “ Desene capa sır olup uctu. “
Mustafa fikrini soylemek ihtiyacını hissetmişti: “ Dayıcığım, ciftliğe hırsız girmiş olamaz mı? “
Mustafa’nın sorusu odada bulunanların uzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Gozler Mustafa’dan yana dondu.
Huseyin Ağa: “ Ne hırsızı? “ diyebildi.
Mustafa: “ Bir hırsız gelmiştir, ciftliğe girip capayı calmıştır. “
Huseyin Ağa: “ İki gundur ben, yengen, annen ve cocuklar ciftliğin avlusundaydık. Ayrıca kopekler var. Onlar geceleri burada kuş ucurtmazlar. Hani dediğin olmaz diyemem ama biraz zor. Hem hırsız neden sadece capayı alsın, oteki aletleri de alıp goturebilirdi. Bırak capayı, aletleri, ciftlikte daha değerli pek cok eşya var. Bunlar dururken neden yalnızca capayı aldı? “
“ Dayıcığım, hırsızın ya capa cok işine yarıyor ya da capayı satmak kolayına geliyor. Sadece capayı almasının nedeni vereceği zararın buyuk olmasını istemediğinden, yani hırsız insaflı biri. Gunduz gelse goren olurdu. Kimse onu gormediğine gore gece geldi. Kopekler hırsızı tanıdıkları icin ses cıkarmadılar. Bu da hırsızın koyden biri olduğunu gosteriyor. “
“ Pes be Mustafa, senin zekÂna diyecek yok doğrusu. Aslında ben de zeki sayılırım ama sen benden cok ileridesin. Ortada fol yok, yumurta yok , alt tarafı bir capa kayboldu. Bana kalsa yarın capayı arar dururum. Sana inanıyorum Mustafa ve yarın capayı aramayacağım. Artık geceleri nobet tutacağız. İlk nobet benim. Eee, sen ne diyorsun Zubeyde, şu hırsız işine? “
“ Mustafa’nın dediklerine katılıyorum. O, boşuna konuşmaz. Soyledikleri hep doğru cıkar. Daha on yaşında ama cok akıllı. Bambaşka bir cocuk. Darısı butun cocukların başına. “
Huseyin Ağa gece yarısına kadar ciftliğin avlusunda nobet tuttu. Daha sonra nobeti Mustafa devraldı. Mustafa avluyu en iyi gorebileceği yer olan ciftlik evinin birinci kat merdiveninin orta sırasına oturdu. Alet dolabının bulunduğu kulube yan taraftaydı. Eğer hırsız gelirse onunden gececek ve onu rahatca gorecekti.
Aradan bir saat gecmişti ki, Mustafa karşıdaki ağaclıktan hızlı adımlarla yuruyerek gelen bir golgenin alet dolabının bulunduğu kulubeye girdiğini gordu. Golge, o kadar rahat hareket ediyordu ki, hayret edersin. Sanki babanın ciftliği, gel gir hic korkmadan, dimdik yuru, kazma, kurek, capa eline ne gelirse al git. Mustafa koyden olan bu adamı ay ışığı altında tanımıştı. Onun mert, durust biri olduğunu biliyordu. Konuşmuşlukları, tanışmışlıkları vardı. Bırak Huseyin Ağa’yı, bırak cifti-cubuğu, benim kucuk dostum, sen buyumuşsun kuculmuşsun ama yine buyuyorsun ve sonsuza dek buyuyeceksin diyen birinin yani bu adamın, kendisini hice saymasını, kendisinin de bulunduğu ciftlikten bir şeyler calmasını onuruna yediremedi. Mustafa kızgın bir şekilde yerinden kalktı, gitti kulubenin kapısının dort-beş metre gerisinde durdu, ellerini beline dayadı, bekledi. Biraz sonra kulubeden cıkan adam kapıyı kapadı. İki adım attı, Mustafa’yı gordu, elindeki kurek yere duştu. Adamın gozleri yaşardı, belli ağlıyordu. Adam elinin tersiyle gozyaşlarını sildikten sonra başını sağa-sola birkac kere salladı ve kureği yerden alarak Mustafa’nın yanından yurudu, gitti.
Mustafa o gece sabaha kadar nobet tuttu. Aslında Mustafa’dan sonra nobet sırası amcasının oğluna geliyordu ama Mustafa amcasının oğlunun yerine de nobet tutmuştu. Cunku O, yarın yapacağı girişimleri bir plan dahilinde belirlemek istiyordu. Adam capayı, kureği calmıştı ama bunun bir nedeni olmalıydı. Kimse durup dururken başkasının malını izinsiz almazdı. Bu bir suctu fakat sucluyu suc işlemeye iten nedenler vardı. Nedenlerin sebepleri vardı.
Mustafa ertesi gun oğle vakitleri adamın evine gitti. Kapıyı dokuz yaşındaki Ahmet actı.
Mustafa: “ Vay Ahmet, canım kardeşim. Nasılsın, iyi misin? Ben geldim. “
Ahmet: “ Hoş geldin, Mustafa abi. Sağ ol, iyiyim. “
Mustafa: “ Ayşe nerede? Neden buraya gelmiyor? “
Ahmet: “ Mustafa abi, Ayşe annemin yanında. Annem bir haftadır hasta. Babam annem olmesin diye dun kasabaya yuruyerek gitti. Birisi capa vermiş odunc diye, onu rehin bırakıp ilac almış. İlacı anneme icirdik. Bu sabah babam yine kasabaya gitti. Elindeki kureği rehin bırakıp ilac alacakmış. Daha sonra babam capayla kureği parasını odeyip geri alacak ve sahibine teslim edecekmiş. Babamın getireceği ilac annemi iyileştirecekmiş. Sence annem iyileşir mi Mustafa abi? “
İnsanın taş yurekli olması lazımdı bu durum karşısında ağlamaması icin. Mustafa gozyaşlarını tutamadı. Birkac dakika sonra Mustafa ile Ahmet iceri girdiler. Ayşe yatakta yatan annesinin başucundaki sandalyede oturuyordu. Mustafa’yı gorunce ayağa kalktı. Hasta kadın kollarını iki yana acarak Mustafa’nın sarılmasını bekledi. Mustafa sandalyeye oturdu ama bu davranışının sebebini acıklaması gerekti: “ Yengeciğim iyileşince birbirimize sarılırız. Yine eskisi gibi guzel gunlerimiz olacak. Bundan sonra daha fazla evinize geleceğim. Yanlış bir hareketiniz hastalığınızın artmasına yol acabilir. Bunun icin size sarılmadım. “
Hasta kadın zorlukla konuştu: “ Olur Mustafa. Dediğin gibi olsun. Ben de en kısa zamanda iyileşmeye bakarım. “
Daha sonra ciftliğe donen Mustafa olanlardan kimseye soz etmedi. Yeni gelen ilacları icen kadın on beş gun icinde iyileşti. Adam başkasının tarlasında calışarak kazandığı parayla capayı ve kureği rehinden kurtardı. Bir gece yarısı son defa ciftliğe girerek capayla kureği yerine bıraktı. Son sozu Mustafa soyledi: “ Akıl ve mantık cizgisinden ayrılmayan insan olmanın bilincine varır. İnsan iradesini kullanarak gercekleri gorur. Yanlışta bile olsan doğru gozunun onundedir. Gozunun onundekini gormek icin, goz kapaklarını aralarsın yani okuyup oğrenirsin.
------------------------------------------------------------
ARKADAŞ DEDİĞİN BOYLE OLUR
Bazı gunler Mustafa Makbule’yi bakla tarlasında yalnız bırakıp cevrede gezmeye cıkıyordu. Bir gun Mustafa gezerken bir kaval sesi duydu. Bu kavalı kimin caldığını merak edip kaval sesinin geldiği tarafa doğru yurudu. Biraz gidince baktı ilerdeki bir ağacın altında on yaşlarında bir coban kaval calıyor, etrafında da koyunlar otluyordu. Mustafa bu cocuğun kavalıyla yarattığı sihirli dunyasını bozmak istemedi. “ Varsın calsın garip “ diye duşundu. “ Ben de o kaval calmayı bırakıncaya kadar burada oturur, beklerim. “
Aradan yarım saat gecti. Cocuk, turkuler, oyun havaları caldıktan sonra kavalını ağaca yasladı ve azık torbasını acıp yanında getirdiği yiyecekleri yemeye başladı. Mustafa oturduğu yerden kalktı, cocuğun yanına doğru yurumeye başladı. Karşıdan birisinin gelmekte olduğunu otların hışırtısından duyan cocuk başını kaldırdı. Geleni tanımıyordu. “ Acaba kim ki? “ diye duşundu. Mustafa cocuğun yanına gelince gulumseyerek: “ Merhaba arkadaş, afiyet olsun “ dedi. “ Benim adım Mustafa. İzin verirsen yanına oturmak istiyorum. “
Coban cocuk: “ Tabii gel gel, buyur şoyle “ dedi. “ Hem bak acıktıysan hic cekinme ye bir şeyler karnını doyur. Yemezsen, darılırım. “
Mustafa cocuğun yanına oturdu. Sessizce ikisi birlikte yemeklerini yediler. Daha sonra Mustafa: “ Arkadaş, cok guzel kaval calıyorsun. Kendi kendine mi oğrendin yoksa bir oğreten mi oldu? “ diye sordu.
Coban cocuk: “ Koyluk yerde boyle eften puften işleri oğreten olmaz “ dedi. “ Benim dedem de coban, babam da coban, eh, ben de coban. Beş yaşına bastığımda babam, haydi bakalım Ali, al gut şu koyunları, deyip on tane koyun verdi bana. O gunden bu yana coban olup cıktık işte. Dedemi, babamı kaval calarken dinledimdi. Bir gun canım sıkıldı, bu kavalı yaptım. Oyle boyle derken oğrendim calmasını. Guzel caldığımı az once sen dediydin. Sağ olasın. “
“ Peki arkadaş, coban olarak yaşamını surdureceğini soyluyorsun. Tabiatla ic icesin, koyunlarını guduyorsun, dilediğince kavalını calıyorsun. İşine pek karışan olmaz. Ozgursun, belki mutlusun da. Fakat senden oncekilerden gorduğun, onların yaşadığı yaşam tarzının dışına cıkarak, dışarıya taşarak, daha aktif bir hayat yaşamayı arzulamaz mısın? Kendine bir hedef secersin ve hedefine varmak icin yeterli bilgiyi oğrenmeye okula gidersin. Bu on bilgiyi oğrendikce, oğrendiklerinin ışığında fikirlerini geliştirirsin. Eğer isterse kişi vatanına, milletine faydalı olabilecek pek cok iş başarır. “
“ Ne yalan soyleyeyim, soylediklerinin bazı yerlerini tam olarak anlayamadıysam da coğunu anladım. İyi guzel diyorsun da bizim koyde okul yok ki. Şehirdeki okula gitmeye kalksam, hic tanıdığımız yok orada, kalacak yerim yok. Zaten babamlar bırakmazlar gideyim. Belki onlar da isterler Ali amir-memur olsun ama şu gorduğun koyunların başına bir coban lazım. Herkes amir-memur olsa, cobanlığı kim yapacak? Boş ver beni be, duşunme beni be, bırak ben coban kalayım. Sen asıl kendinden haber ver, buralarda kimlere misafir geldin ki? Hem senin geldiğin şehir buyuk mu? Sizin okulda cok cocuk var mı okula giden? “
“ Bak arkadaş, hayatta insanın eline birtakım fırsatlar gecer. Onemli olan ele gecen bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirebilmektir. Bunun icin de gayret gereklidir. Eğer biz sectiğimiz hedefe ulaşmak icin yeterli gayreti gostermezsek, zaman icinde, hedefimize gittikce yaklaştığımızı değil, bilakis hedefimizden giderek uzaklaştığımızı fark ederiz. Kimsenin kimseye zorla meslek sectirmesine taraftar değilim. Severek yapılmayan bir iş, bir uğraş, kişiye hayatı anlamsız kılar. Boyle biri de, eğer cıkış yolu bulamazsa yani hayatını anlamsızlıktan kurtaramazsa vatanına, milletine gerektiği şekilde faydalı olamaz. Şimdi arkadaş, sen şehirdeki okula gitmeye kalksan orada yatılı bir okula girerdin ve kalacak yer diye bir sorunun olmazdı. Az onceki sozlerinden bunun icin birtakım engeller cıkabileceğinden cekindiğini anladım. Ayrıca da, senin buradaki yaşantından pek şikayetci olmadığını fark ettim. Fakat okuma-yazma isteği ile yanıp tutuştuğun belli. Benim okuduğum okulda okuyan cocukları merak etmen bunu gosteriyor.
Ben, annem ve kız kardeşimle birlikte Selanik’ten dayım Huseyin Ağa’nın yanına geldik. Kız kardeşimle birlikte dayımın bakla tarlasında bekcilik yapıyoruz. Fırsat buldukca cevrede gezintiye cıkıyorum. İşte boyle bir gezinti anında seni gordum, yanına geldim, oturduk, konuşuyoruz. İki ay kadar dayımın ciftliğinde kalacağız. Yani iki ay seninle bir arada olabiliriz demek istiyorum. Arkadaş, eğer istersen sana okuma-yazma oğretmek istiyorum. Biz buradan giderken sen okuma-yazma oğrenmiş olursun ve sana bırakacağım ders kitaplarını okuyup iyice oğrenirsin. Bu arada boş durmayıp arkadaşlarına da okuma-yazma oğretmek icin caba sarf edersin. Yakın bir gelecekte sizin koyun oğretmeni olursun. Ne dersin arkadaş, ister misin okuma-yazma oğrenmek? “
“ Tabii ki, isterim istemesine de, becerebilir miyim dersin okuma-yazma oğrenmeyi? “
“ Becerirsin, becerirsin. Sen istedikten, biraz da gayret gosterdikten sonra başarılı olmaman icin hicbir neden goremiyorum. “
Mustafa daha sonra konuşmasının bir bolumunde Selanik’te Şemsi Efendi’nin İlkokulunda okuduğunu fakat babası Ali Rıza Efendi’nin olumu uzerine, annesi ve kız kardeşiyle dayısının yanına geldiklerini anlattı. İlkokulu bitirdikten sonraki amacının Askeri Ruşdiye’nin imtihanlarını kazanarak oraya girmek, Ruşdiye’yi bitirdikten sonra yuksek oğrenimine devam ederek sonunda subay olmak olduğunu belirtti. Mustafa ile Ali bir sure daha konuşmalarına devam ettiler ve yarın aynı yerde buluşmak uzere birbirlerinden ayrıldılar.
Mustafa fırsat buldukca Coban Ali ile bir araya geldi; ona okuma-yazma oğretebilmek icin cırpınıp durdu. Mustafa’nın bu iyi niyetli cabaları boşa gitmedi. Bir sure sonra Ali, okuma-yazma oğrenmeye muvaffak oldu. Aradan birkac hafta gectikten sonra Mustafa: “ Arkadaş, annem beni Selanik’e teyzemin yanına gonderiyor. Yarın gidiyorum. Selanik’te okumaya devam edeceğim. İşte ders kitaplarımı getirdim. İlk tanıştığımız gunku konuştuklarımızı unutmadın sanırım. Bu kitapları iyice oku, oğren. Fakat oğrendiklerin sende kalmasın. Oğrendiklerini arkadaşlarına da oğret, onlara da okuma-yazma oğret. Bir ulkede cahiller ne kadar coksa, o ulke, o kadar geri kalmış demektir. Ulkemizin medeni milletler seviyesine erişebilmesi, her ferdin, uzerine duşen gorevi yapmasıyla gercekleşir. Sadece ben okuma-yazma biliyorum, ben bilgiliyim demekle olmaz. Başkalarına da okuma-yazma oğretmedikce, eğitmedikce, bilgilendirmedikce gorevin tamamlanmış sayılmaz, yarım kalır. Bunu sakın aklından cıkarma. En guzel gunler senin olsun arkadaş, hoşca kal. ” dedi ve elini uzattı.
Coban Ali, kendisine uzatılan dost eli sevgiyle sıktıktan sonra: “ Seni subay olmuş yururken gorur gibi oluyorum, Mustafa. İnşallah vatana, millete yararlı olursun. Mustafa adını hic unutmayacağım, sen de, Coban Ali adını unutma. Subay olunca fırsat bulursan gel gor beni, ben hep buralardayım, olur mu Mustafa? “ derken goz pınarlarından akan yaşları silmek gereğini duymuyordu.
SON
ATATURK'UN LİDERLİK SIRLARI
Tutku Yayınevi
7. Basım Haziran 2011
Sayfa 40 - 53
YAŞAMA YON VERENLER
Ataturk'un Cocukluk Anıları
Ata Yayıncılık - Ankara 2012
Sayfa 15 - 36
Ataturk'un Cocukluk Anısı: Karga Peşinde
Türkiye, Osmanlı ve Mustafa Kemal Atatürk0 Mesaj
●15 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Kültür
- Türkiye, Osmanlı ve Mustafa Kemal Atatürk
- Ataturk'un Cocukluk Anısı: Karga Peşinde
-
22-07-2022, 03:37:36