Ulu Onder Ataturk ve Yemek Kulturu
Türkiye, Osmanlı, Atatürk0 Mesaj
●27 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Gündemdeki Konular - Haberler
- Türkiye, Osmanlı, Atatürk
- Ulu Onder Ataturk ve Yemek Kulturu
-
22-07-2022, 03:36:52
Buyuk devlet ve siyaset adamı, buyuk kumandan ve buyuk devrimci olarak kalıcı ve yaşayan bir deha olan Cumhuriyetimizin kurucusu Ataturk'un yaşamında ve anılarında buyuk bir yer tutan sofraları, servis bicimleri, konukları ve fikir sohbetleriyle renklenen bir tur akademiydi.
Ataturk, yalnızlığını gidermek; dostları ile sık sık bir arada olacağı ortamı yaratmak; eğlenme, dinlenme ihtiyacını gidermek (coğunlukla ciddi konular ve ilmi tartışmalarla gecen geceler olduğu gibi bazı gecelerde de alaturka saz getirilerek eğlenilirdi; Ataturk sevdiği şarkıları soyledikce neşelenir ve misafirlerine donerek sık sık kadeh kaldırırdı) gorev vereceği kişileri turlu yonlerden yoklamak; gerekli durumlarda da kamuoyu oluşturmak; dostlarıyla (ve bazen duşmanlarıyla da) ic politika, dış politika, iktisadi politika, dil, coğrafya vb. bircok ilmi konular, gunun onemli sorunları, devrim hareketleri, her ceşit milli sorunları tartışmak icin (sofranın dağılması goruşulen konunun onemine gore olup, coğu zaman sabahlandığı gibi erken saatlerde dağıldığı da olurdu ve ayrıca Ataturk, fikir ve kanaatlerin serbestce acıklanması icin musamahakar kalırdı, ama, dedikodu konularına hic musaade etmezdi), calışma ve uyku dışındaki zamanının coğunu akşam sofralarında gecirmeyi bir yaşam tarzı olarak benimsemişti.
UC TUR KONU?U VARDI
Ataturk'un sofralarının, cok eskiden beri ilişkisinin olduğu yakın dostları (Selanikli, uzaktan yakın akrabası da olan yaveri Salih Bozok; Selanik'ten arkadaşı olan ve Mustafa Kemal'e Kemal diye hitap edebilen iki kişiden biri olan Kurmay Albay Nuri Conker; Latife Hanım; kendisine uzun sure yaverlik yapan Cevat Abbas; koruması Kılıc Ali); gunaşırı ya da hafta aşırı konukları olan duşun adamları ve gazeteciler (sofraya eşleriyle katılarak Ataturk'un yalnızlığını gideren Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ruşen Eşref Unaydın ve Nadir Nadi) ve duşunce alışverişinde bulunmak icin ozel olarak davet ettiği konuklar olmak uzere uc tur konuğu vardı. Sofranın surekli konukları olan eski askerlerin hepsi de, sofrada bile cift tabanca ile oturarak ve konukların yoğun olduğu gecelerde az icki icip dikkatlice etrafı kollayarak Ataturk'un yakın korumalığını yapan kişilerdi. Ayrıca, bu korumalar, yurt gezilerinde de Ataturk'un cevresinde canlı kalkan oluştururlardı. Ataturk'un sofrasına, cağrısız girebilen tek kişi İsmet Paşa idi.
SOFRAYA OZEN GOSTERİRDİ
Cok dikkatli bir insan olan Ataturk, sofraya otururken; sofra ortusunden tabaklara, bardaklardan catal bıcaklara varıncaya kadar her şeyin duzenli olarak yerli yerinde olmasına ozen gosterirdi (sofraya oturmadan once, catal bıcaklarda bir duzensizlik gorurse; bunu bizzat kendisi duzelterek sofraya otururdu). Sofranın karşısında, tebeşirleri ve silgisiyle birlikte bir buyuk kara tahta bulunurdu. (Karşılıklı fikir ve bilgi alışverişinin yapıldığı sofradan bircok profesor, milletvekili ve bakan kara tahtaya kalkardı). Gelen davetliler koşkun bilardo salonunda toplanarak Ataturk'u beklerlerdi. Davetlilerini bekletmemeye ozen gosteren Ataturk, koşke geldiğinde davetlilere: "Hoş geldiniz" diyerek ellerini sıktıktan sonra: "Buyurun, sofraya oturalım" derdi ve sofraya oturulurdu. Eğer Ataturk, koşkun dışında bir gezintide değilse, bilardo salonuna inip bilardo oynayarak konuklarını beklerdi ve konukları gelince de bir yandan bilardo oynarken bir yandan da sohbet ederdi. Sofraya oturma zamanı geldiğinde de "Buyurun, sofrada devam ederiz" diyerek davetlilerle birlikte sofraya gecerdi.
YEMEK SECMEZDİ
Sofrada titizlik gostererek yemek secmeyen Ataturk'un, ısrarlı yemek isteği olmazdı ve coğunlukla monude ne varsa onları yerdi. Yemek secmemekle birlikte Ataturk'un sevdiği başlıca yemekler, omlet, patlıcan, karnıyarık, yağlı fasulye diye adlandırdığı kuru fasulye idi. Patlıcan karnıyarık ile pilavı birbirine karıştırarak yemeyi cok severdi. Meyveyi olgun yerdi ama curutmezdi.
SOFRASINDA KİMSEYİ İCMEYE ZORLAMAZDI
İcki olarak rakıyı ve yanında da baş meze olarak leblebi, beyaz peynir ve kavunu tercih ederdi (bira, şarap, viski ve şampanyayı nadiren icerdi). Gunduzleri ve onemli konuların goruşuleceği sofralarda icki bulundurmayan ve kahve icen Ataturk, gorev başında icki icilmesini de hoş gormezdi. "Sağlığın korunması icin, ozellikle dimağın canlılığı, zihnin acıklığı icin alkol almamalı" diyen ve icmediği gunlerde, hem uyumak hem de bağırsaklarını harekete gecirmek icin devamlı olarak ilac kullanmak zorunda kalan Ataturk, sağlığı icin icmemesini isteyen genel sekreteri Hasan Rıza Soyak'a, "Haklısın bunları ben de bilmez değilim cocuk. Fakat ne yapayım ki icmeğe mecburum; kafam cok, ama beni rahatsız edecek kadar cok ve hızlı calışıyor; vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum... Zihnim bir meseleye takılıyor, onu duşune duşune kafam şişiyor, uykum kacıyor... İcmediğim zamanlar uyuyamıyorum, ıstırap icinde bunalıyorum. Aynı zamanda icki bağırsaklarımı da duzenliyor..." demişti. (Ataturk Kurtuluş Savaşı sırasında ise hic icki icmemişti). Sarhoşluktan hic hoşlanmayan ve hayatında hic sarhoş olmamış olan Ataturk sofrasında, alkolun tesiri altında kalanlara fazla rahatsız olmamaları icin hemen izin verirdi. Az icki icen Ataturk, sofrasında kimseyi ickiye zorlamazdı.
GENELDE KENDİNİ YALNIZ HİSSEDERDİ
Akşamları sofrasında konukları eksik olmayan ve buna rağmen, kendini genelde yalnız hisseden Ataturk, 1936 sonlarında bir gun genel sekreteri Hasan Rıza Soyak'a şoyle icini doktu: "Bunalıyorum cocuk, bunalıyorum... Ben burada bir nevi mahpus hayatı yaşıyorum. Cunku gunduzleri ekseriye yalnızım. Herkes işinde gucunde... Benim ise coğu gunler, butun gunumu değil, bir saatimi dahi dolduracak işim yok. Şu halde ya uyuyabilirsem uyuyacağım, yahut bir şeyler yazacağım. Arada biraz dinlenmek ve hava almak ihtiyacını duyarsam şehir icinde ve dışında ancak otomobiller ile gezinti yapacağım. Ya sonra? Sonra gene bu hapishaneye doneceğim. Ve kendi kendime bilardo oynayıp, sofra zamanını bekleyeceğim. Bari sofrada değişiklik olsa... Ne gezer... Bu sofra nerede kurulursa kurulsun karşımda aşağı yukarı hep aynı insanlar... aynı yuzler... Hasılı bıktım, usandım cocuk..."
SON İSTE?İ ENGİNAR OLDU
1938 yılının Ekim ayında, Ataturk oldukca ağır hastaydı. 29 Ekim 1938'den 7 Kasım 1938'e kadarki 10 gunu yarı uyur yarı uyanık bir halde gecirerek, genellikle kendinde olmayan Ataturk, hastalığının son aşamasındaydı ayıldıkca da yulaf unundan poric, sut, pirinc suyu ve meyve sularından oluşan monusuyle karnını doyuruyordu. O gunlerde Ataturk'un canı enginar yemeği istedi. Ancak o zaman İstanbul'da bulunmadığı icin Hatay'dan ısmarlanan enginarlar; olum doşeğinde derin bir uykuda olan Ataturk'e kısmet olmadı.