Michel Foucault duysaydı şu ‘nal’ meselesini belki bir cilt daha eklerdi, Deliliğin Tarihi’ne.

Uc ilacın; haloperidol, biperiden ve klorpromazinin ticari adlarının baş harfleri: NAL. Acile getirilen ‘akıl hastaları’nın genelde ilk tanıştıkları ilaclar bunlardı. Bir enjeksiyona belli dozlarda cekilir ve hastaya enjekte edilirdi. Bazı kliniklerde bu işlemin adı, iğrenc bir zekilikle, insan sevmezlikle bulunmuştu bile: NALLAMAK.

İlac şirketlerince nemalanmadan once kirli, şimdilerde pırıl pırıl servislerin boyaları kazınsa, bazı hocaların, bazı şeflerin dillerinden duvarlara yapışmış kelimeler sıvalarla dokulebilir hala: “Niye ajite bu hasta?.. NALLAYIN ŞUNU!”
Kurum varsa, o kurumlarda kurumlananlar varsa duvarın, soğuğun, zincirin, pencereden sızan gun ışığının da belleği var. Birikir. Ortak bir hatıra defterine donuşur işte! Okuyacağınız her metinde insanlık halinden kopmaya kopartılmaya, bu zulme bir direniş bazen gizli bazen acık… var. İnsan tukenmiyor, tukenmez kardeşim, diyor her biri.

“...O yıllarda meşhur olmuştu R.G.O'nun guzel şiiri…

Cok iyi, cok dengeli bir derleme olan NAL anısına o guzel şiir nasıl başlıyordu hep beraber hatırlayalım:

"Aşkımın şiddetinden koptu gonlun freni!../ Doktor beni sanıyor hÂl şizofreni!.."

Kanat Atkaya, Hurriyet

(Pdf cs)
Telos Yayınevi genişletilmiş 2. Basım 2013, 438 sayfa
Gizli İçerik:
Gizli içeriği görmek için mesaj yazmalısınız.