Paris Catacombu- Paris Yer altı Mezarlığı Fransa’nın başkenti Paris; La Ville Lumière (‘Işık Kenti’) anlamına gelir; bununla birlikte, 12 milyon insanın yaşadığı bu hareketli Avrupa kentinin altında, eski sakinlerinin 6 milyon ceset kalıntılarını tutan, karanlık bir yeraltı dunyası yatar . Buraya Paris Catacombu denir: eski mağaralar, taş ocakları ve yuzlerce kilometre uzanan tunel ağları ve […]
Paris Catacombu- Paris Yer altı Mezarlığı
Fransa’nın başkenti Paris; La Ville Lumière (‘Işık Kenti’) anlamına gelir; bununla birlikte, 12 milyon insanın yaşadığı bu hareketli Avrupa kentinin altında, eski sakinlerinin 6 milyon ceset kalıntılarını tutan, karanlık bir yeraltı dunyası yatar . Buraya Paris Catacombu denir: eski mağaralar, taş ocakları ve yuzlerce kilometre uzanan tunel ağları ve gorunuşte olulerin kemikleri ile kaplı bir ağ.Kısaca bir yer altı mezarlığı.
Paris Catacombs’un kokenleri kentin eteklerinde bulunan kirec taşı ocaklarına dayanır. Bu doğal kaynak, Romalılar zamanından beri kullanılmakta ve kentin binaları icin inşaat malzemesi sağlamanın yanı sıra şehrin buyumesine ve genişlemesine katkıda bulunmasıyla bilinmektedir. Bununla birlikte, ancak 18. yuzyılın ikinci yarısında sonra (şu anda yuzyıllar boyu genişleyen kentin altında kalan) eski kirec taşı madenleri mezarlığa donuşturulmuştur.
18. yuzyılda, Les Inocents gibi Paris mezarlıkları aşırı nufus artışı sebebiyle, uygun olmayan mezarlara neden oluyordu. Oldukca doğal olarak, bu tur yerlere yakın yaşayan insanlar, mezardan gelen hastalıkların yayılması ile ilgili şikayette bulunmaya başladılar.
1763 yılında, Louis XV tarafından başkentte, tum gomulerin yasaklanmasıyla ilgili bir bildiri yayınlandı. Ancak kilise mezarlıkta yatan oluleri rahatsız etmek ve taşımak istemediğinden bu bildiriye karşı cıktı. Sonuc olarak, hicbir şey yapılmadı. Durum 1780 yılına kadar devam etti. Olağandışı bir şekilde ilkbahar yağmuru Les Innocents etrafında bir duvarın cokmesine neden oldu, bu da cesetlerin komşu bir mulke dokulmesine neden oldu. Bu zaman zarfında, Fransız makamları harekete gecmeye zorlandı.
1786’da, eski Tombe-Issoire ocakları mubarek gorulup kutsandılar ve Paris Catacombs’a (Paris Yer altı Mezarlığı) donuşturulduler. Les Innocents’tan gelen tum kemiklerin mezarlığa nakledilmeleri iki yıl aldı. Sonraki on yıllar boyunca, olulerin kemikleri, Paris cevresindeki mezarlıklardan kaldırıldı. Ayrıca, yeni oluleri mezarlığa gommek, Fransız Devrimi’nden sonra başladı.
1859 yılında yalnızca Georges-Eugène Haussmann tarafından Paris’in yenilenmesi sırasında kemiklerin son aktarımına gidildi ve iş sonunda 1860 yılında tamamlandı. Yedi yıl sonra mezarlar halka acıktı. Bu yer altı mezarı toplamda 300 kilometreden oluşmaktadır.
Paris Catacombs bugun hala halka acık olsa da, erişim bolgenin yalnızca kucuk bir kesimi ile sınırlıdır. Mezar katlarının diğer kısımlarına girmek 1955’ten bu yana yasaklanmış bulunmaktadır.
Yine de, 1970’li ve 80’li yıllar boyunca katafomlar, Cataphiles olarak bilinen Parisli kentsel kaşifler tarafından yasa dışı olarak araştırıldı. Bazı alanlar restore edilmiş ve yaratıcı mekanlar olarak tasarlanmıştır. Orneğin, bu yeraltı mağaralarından biri, dev bir sinema ekranı, projeksiyon aleti, birkac film ve koltukla tamamlanmış gizli bir amfi tiyatroya donuşturulmuştur. Komşu alan, tam teşekkullu bir bar ve bir restoran haline getirildi, bu sayede, anfitiyatro muşterileri bir atıştırmalık veya bir yemek sipariş edebilmektedir.
Her hafta yaklaşık 300 Cataphiles’ın mezarlığa gizli girişlerle girdiği tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, Cataphiles’lar ve turistler genellikle pek hoş karşılanmamaktadır.
18. yuzyılda bir kirec taşı ocağı başlangıcından olulerin gomulmesine kadar olan kullanımı ve bugun oynadığı rol sayesinde Paris yer altı mezarlığı, şehrin onemli bir ozelliğidir.
Portekiz/ Quinta da Regaleira, Sintra,
Şovalyeler ve gizli masonik sembollerle dolu muthiş bir yapı topluluğu: Quinta da Regaleira, Sintra
Quinta da Regaleira, Sintra kasabasında yer alan dekoratif bir 20. yuzyıl konutudur. Buyuk ev beş kata bolunmuştur ve suslu bir gotik cepheye sahiptir, ancak asıl cazibe, buyuleyici arka bahceler ile arka planda yatmaktadır. Quinta da Regaleira’nın bahceleri, gizli tuneller ve gizlenmiş sembolizmle, eski bilgelikleri temsil etmek uzere tasarlanmıştır.
Tarihce: 1697 ve 1817 yılları arasında ceşitli zamanlarda el değiştirdikten sonra, bu yapı, Quinta da Torre olarak anıldı. Porto’da, zengin bir tuccar olan Alfredo Allen’in kızı Baroness da Regaleira tarafından 1840’da satın alınan mulkiyet, saray evi ve şapel ile şık bir yazlık evine donuşturulmuş, adı Quinta da Regaleira olarak değiştirilmiştir.
1893’te Brezilya‘da bir servet biriktiren, muazzam bir kultur adamı olan António Augusto Carvalho Monteiro (1848-1920) tarafından acık artırmada kazanılır. Ardından Monteiro, mulk sınırlarının mevcut beşgen taslağını veren arazinin cevresindeki arazileri ekledi. Carvalho Monteiro, donemin “canlanma dini” Neo-Manueline mimarisinden derinden etkilenen Pena Sarayı’nın yapısal ve dekoratif eklektizminden ve Palacio do Bucaco’nun Neo-Manueline stilinden gelen sarayın ve şapelinin inşası icin ilham aldı. Peyzaj mimarı Luigi Manini (1848-1936) tarafından tasarlandı. Proje 1911’de tamamlandı. Quinta da Regaleira Mart 1997’de Sintra Belediye Meclisi tarafından satın alındı ve o zamandan beri geniş bir koruma ve rehabilitasyon programına tabi tutulmaktadır.
Muhteşem bahceleri, şapelleri ve mimarisiyle Quinta da Regaleira nefes kesen bir eser olmasının yanı sıra icerisinde bulundurduğu ters kulesiyle, evet yanlış duymadınız, yukarıya değil aşağıya doğru inen ters kulesiyle, insanları, adeta başka Âlemlere goturmenin sozunu veriyor.
Rakotzbrucke Devil’s Bridge/ Şeytan Koprusu.
Kromlau’daki yemyeşil yapraklar arasında yer alan Almanya‘nın Kromlauer Parkı, altındaki sulara yansıdığında ozellikle bir daire oluşturacak şekilde inşa edilmiş olan Rakotzbrucke ya da Şeytan Koprusu. olarak bilinen ince, kemerli bir koprudur.
1860’ta yerel şehrin şovalyesi tarafından yaptırılan, Rakotzsee suları uzerinde uzanan ince kemer, kabaca ceşitli yerel taşlarla inşa edilmiştir. Avrupa’da birbirine benzeyen pek cok tehlikeli yapıda olduğu gibi, Rakotzbrucke, bu tur koprulerin Şeytan tarafından yapılmış olması gerektiğini akla getirdiğinden şeytan koprusu olarak tanınmıştır.
Kopru (diğerleriyle olduğu gibi) fani eller tarafından oluşturulurken, inşaatcılar kopru estetiği icin cok uğraş vermişlerdir.
Rakotzbrucke’nin her iki ucuda, acısal olmamasına rağmen doğal cıkıntılar gibi gorunen ince kaya kıvrımlarıyla suslenmiştir. Buna ek olarak, koprunun parabol kısmı mukemmel bir cemberin yarısı olacak şekilde tasarlanmıştır, boylece tam bir taş daire illuzyonu yaratır.Bugun, kopru parktan hala izlenebilmektedir ancak onu korumak icin tarihi kopruden geciş yasaklanmıştır.
Su altı parkı- Green Lake- Avusturya
Cevredeki dağlardan kar eriyince her yıl yaratılan sualtı parkı Green Lake-Avusturya.
Karst dağlarındaki karlar eriyince, lagun suyu, her yıl 2000’den 4000 metrekareye cıkmaktadır. Gol normalde yalnızca bir metre derinliğindedir, ancak cozulme sonrasında 12 metreye kadar yukselir.
İlk bakışta, bir sualtı dunyasının derinliklerini keşfetmek uzere olduğunuzu duşunebilirsiniz. Ancak daha dikkatli bakarsanız, suyun icinde, bir ağac, bir kopru ve hatta bir park bankı goreceksiniz.
Aslında bu inanılmaz goruntuler, cevredeki her şeyi kapsayan ve her sene su basan bir Avusturya golunden başka bir şey değildir.
Karlı Karst dağlarının arasında yer alan Avusturya, Tragoess’deki Yeşil Gol, sadece bir metre derinliğindedir. Yılın coğunda, bu ilginc guzellikteki alana giden ziyaretciler, pitoresk lagun cevresinde dolaşabilir ve su kenarı yakınında bulunan banklardan birinde oturarak carpıcı manzarayı keyifle izleyebilir, birkac patikada dolaşır ve bircok kucuk kopruden birini gecebilirler. Ancak her yıl kar eridiğinde, gol taşar ve onu cevreleyen her şey su altına alır. Su, ağacları, patikaları, bankları ve kopruleri kaplar. Su seviyesi, 2.000 metrekareye kadar cıkar.Buraya gelen ve su altında kalan parkı, dalarak gezen insanlar: Su altında olduklarında sanki buyulu bir dunyada yuzuyormuş gibi hissettiklerini, ambiyansın muhteşem olduğunu, yeşil cimen, cicek, yollar, kayalar ve ağacların uzerinden yuzmenin akla peri masallarını ziyaret ediyormuş duşuncesini getirdiğini soylemişlerdir.Dalış sadece ilkbaharda bir ay boyunca mumkundur. Yıl boyunca golun derinliği cok duşuktur. Ortak kanı ise şu: Goruntu inanılmaz guzel. Genellikle sadece tropikal denizlerde boyle su gorursunuz.
Rhone ve Arve nehirleri: Birbirlerine karışmayan nehirler İsvicre.
Rhone, Avrupa’nın en buyuk nehirlerinden biridir ve İsvicre’den doğar, guneydoğu Fransa’dan gecer., İsvicre’nin Cenevre kentindeki Rhone ve Arve nehirleri yan yana gider ama suları birbirine karışmaz.. Soldan giden nehir sadece Lehman Golu’nden cıkan Rhone’dur. Sağdan akan nehir, Cenevre’nin batısındaki Rhone’a akmadan once Chamonix vadisinin (coğunlukla Mer de Glace) bircok buzulundan su alan Arve’dir; burada cok daha yuksek seviyeli silt (bir ceşit kum)gelir ve iki nehir arasında carpıcı bir kontrast oluşturur, boylece sular birbirlerine karışmaz.
Yıldız denizi-Vaadhoo Adası Maldivler.
Gece olduğunda sahilin ve denizin pırıl pırl parladığını duşunun. Deniz,dalgalar ve ayışığı altında ne muazzam bir goruntu olur değil mi? Ama bu sadece bir fantezi değil gercek. Maldivlerde, Vaadhoo Adasına gittiğinizde goreceğiniz fevkalade bir manzara.
Maldiv sahilinin gercekustu gorunuşu, aslında, Lingulodinium polyedrum olarak adlandırılan, biyolojik olarak parlak bir fitoplankton sebebiyle oluşmaktadır.Kucuk organizmalar gece olunca ışık sacarlar ve boylece masal diyarını andıran pırıl pırıl parlayan goruntuler oluşur.Bu fantastik adanın parıldayan sahili, Life Of Pi (Pi’nin yaşamı) adlı filmin unlu yonetmeni Ang Lee tarafından, aynı adlı filmde kullanılmıştır. Yonetmen bilhassa, filmin kahramanını aydınlatmak icin fitoplankton kullanmıştır. Bu akıllıca secim, ona Oscar’a giden yolda yardımcı olmuştur.
Dev Kristal Mağara- Meksika
Bir super kahramanın kalesine benzese de ve iceri girmek neredeyse zor olsa da, bu kendini işine adamış araştırmacıları, Meksika’nın olumcul ve tehlikeli dev kristal mağarasına girmekten alıkoyamamıştır.Buz soğutmalı kıyafetlerle donatılmış ekipler, biyolojik gizemler keşfetti ve nadir kristal oluşumlarıyla kaplı keşfedilmemiş bir mağarada “Buz Sarayı” da bulundu. Kompleksin parcaları yakında doğal, batık olarak ilan edilebilir.
Bin metre yer altındaki Mağara Kristalleri, sadece Chihuahuan Colu’ndeki Naica dağında bulunan mağaralardan biridir. Kompleksin coğu mağaralarda gumuş, cinko, kurşun ve diğer minerallerin madenciliğini kolaylaştıran endustriyel pompalar icin değil, doğal olarak kavurucu suyla doludur.
İki katlı, futbol sahası boyutundaki, Dev kristal mağara, dunyanın en buyuk dikey, kristallerinden biri olan muazzam alcıtaşı kirişleri, tavan, taban ve duvarlardan gelişiguzel bir şekilde gorulebilmektedir. Kristaller, keskin, geometrik gorunuşuyle sportif, doğal bir guzellik sergilemektedir.Bu mucevher benzeri goruntu, dev kristalleri gercekten benzersiz kılmaktadır. Bu mağara keşfedilmeden evvel, bilim insanları, bu denli, morfolojik olarak mukemmel kristallerin elde edilmesinin mumkun olmadığını duşunduklerini beyan etmişlerdir.
Yarı saydam sutunlar ayrıca dev buz sutunlarına benzemekle birlikte, yer altı magma odalarından sızan aşırı ısıtılmış hava ile ısınmaktadır. Mağaranın icinde yuzde 90 nem ve 118 derece Fahrenheit (48 derece santigrat) sıcaklık kombinasyonu, hazırlanmamış, ozel kıyafetler giymemiş bir insanı sadece 30 dakika icinde oldurebilir.
Vinicunca Gokkuşağı Dağı- Peru
Peru And Dağları’nın Ausangate dağlık bolgesindeki zirveleri tamamıyla renklidir: Bazıları terra cotta, bazı lavanta, diğerleri canlı bir turkuazdır. Yukseklik ve izolasyonun okyanusa yakın olması nedeniyle bolgenin tortusu ve atmosferi tarafından renklendirilmektedir. Ancak hicbiri Rainbow Dağı/ Gokkuşağı Dağı olarak da bilinen Vinicunca kadar olağanustu ozelliklere sahip değildir.
Tum carpıcı renkleri icin Rainbow Dağı bulmak kolay iş sayılmaz. Burası, dağ sıralamasında derin bir konuma sahiptir ve son derece tecrubeli rehberlerle en usta gezginler bile onu bulmakta gucluk cekmekte, en kısa surede tepesine ulaşmak icin altı gun yuruyuş gerekmektedir.
Yonaguni Anıtı
Yonaguni Jima, Japonya‘nın Ryukyu takımadalarının guney ucunun yakınında, Tayvan’ın doğu kıyısından 75 mil (120 kilometre) uzakta bulunan bir adadır
Tam anlamıyla “Yonaguni Adası Denizaltı Topografyası” olarak tercume edilen Yonaguni-jima Kaitei Chikei, Japonya’nın Ryukyu Adaları kıyılarındaki sualtında bulunan gizemli bir yerdir.
Buyuk sualtı kaya oluşumunun 10,000 yıldan fazla var olduğu tahmin edilmektedir, ancak oluşumun tamamen insan yapımı, tamamen doğal ya da insan eliyle değiştirilmiş olup olmadığı hÂl tartışmaya acık bir konudur.
Anıt, ilk kez 1986 yılında, cekic başlı kopek balıklarını izlemek icin iyi bir yer arayan bir dalgıc tarafından keşfedildi. Bulunduktan sonra, Ryukyu Universitesi’nden bir deniz jeologu olan Masaaki Kimura, yaklaşık on yıl boyunca anıtı araştırdı. Kimura, arazinin suyun ustundeyken binlerce yıl once oyulmuş olduğunu duşunmektedir. Kimura’ya gore Yonaguni’nin cok sayıda bulunan dik acıları, stratejik olarak yerleştirilmiş delikleri ve estetik ucgenleri, onun insan eseri olabileceğinin işaretleridir. Ayrıca, Kaida’nın senaryosunu andıran oymaların anıtlarda olduğunu iddia etmektedir. Yapıda bir piramit, kaleler, yollar, anıtlar ve bir stadyumun var olduğuna inanılmaktadır. Bu eserin kayıp kıta Atlantise değer bir kalıntı olduğu duşunulmektedir.
Kayıp medeniyetler teorileri ile olduğu gibi, Kimura da inanclarıyla ilgili goruşlerde bulunmuştur. Boston Universitesi profesoru Robert Schoch, bolgede dalış yapmış ve formasyonun, “yapı boyunca kırılma eğilimi gosteren kumtaşları icin temel jeoloji ve klasik stratigrafi” olduğunu acıklamıştır ve ozellikle , bu yapının oluşumunda, cok sayıda fay ve tektonik aktivite bulunduğunu kaydetmiştir.
Kumtaşı yapıları tipik olarak katı formasyonlara donuşur ve gorunen yapı gizli bir kaya kutlesi ile bağlantılı olduğu icin yapının tamamıyla insan yapımı olması muhtemel değildir. Kayacların kendine ozgu şeklini jeoloji ve guclu akımlar acıklayabilir, ancak orada bulunan, muhtemelen M.O. 2500 yıllarına dayanan canak comlek, taş aletler ve şomineleri acıklayamazlar. Bununla birlikte, oğeler sadece bolgenin bir zamanlar yerleşim gorduğunu ve anıtın doğal bir jeolojik oluşumdan başka bir şey olmadığını belirtmemiştir.
Yonaguni, 20 milyon yıl oncesine dayanan kumtaşı ve camurtaşından muteşekkildir. Hem Japon Hukumetinin Kultur İşleri Ajansı hem de Okinawa Bolgesi Hukumeti, Yonaguni’yi tarihi bir kultur bolgesi olarak henuz tanımamış olsalar da gercekten mistik yapısı ve suyun derinliklerinde olmasıyla insanları cezbetmektedir.

Fransa’nın başkenti Paris; La Ville Lumière (‘Işık Kenti’) anlamına gelir; bununla birlikte, 12 milyon insanın yaşadığı bu hareketli Avrupa kentinin altında, eski sakinlerinin 6 milyon ceset kalıntılarını tutan, karanlık bir yeraltı dunyası yatar . Buraya Paris Catacombu denir: eski mağaralar, taş ocakları ve yuzlerce kilometre uzanan tunel ağları ve gorunuşte olulerin kemikleri ile kaplı bir ağ.Kısaca bir yer altı mezarlığı.
Paris Catacombs’un kokenleri kentin eteklerinde bulunan kirec taşı ocaklarına dayanır. Bu doğal kaynak, Romalılar zamanından beri kullanılmakta ve kentin binaları icin inşaat malzemesi sağlamanın yanı sıra şehrin buyumesine ve genişlemesine katkıda bulunmasıyla bilinmektedir. Bununla birlikte, ancak 18. yuzyılın ikinci yarısında sonra (şu anda yuzyıllar boyu genişleyen kentin altında kalan) eski kirec taşı madenleri mezarlığa donuşturulmuştur.
18. yuzyılda, Les Inocents gibi Paris mezarlıkları aşırı nufus artışı sebebiyle, uygun olmayan mezarlara neden oluyordu. Oldukca doğal olarak, bu tur yerlere yakın yaşayan insanlar, mezardan gelen hastalıkların yayılması ile ilgili şikayette bulunmaya başladılar.
1763 yılında, Louis XV tarafından başkentte, tum gomulerin yasaklanmasıyla ilgili bir bildiri yayınlandı. Ancak kilise mezarlıkta yatan oluleri rahatsız etmek ve taşımak istemediğinden bu bildiriye karşı cıktı. Sonuc olarak, hicbir şey yapılmadı. Durum 1780 yılına kadar devam etti. Olağandışı bir şekilde ilkbahar yağmuru Les Innocents etrafında bir duvarın cokmesine neden oldu, bu da cesetlerin komşu bir mulke dokulmesine neden oldu. Bu zaman zarfında, Fransız makamları harekete gecmeye zorlandı.
1786’da, eski Tombe-Issoire ocakları mubarek gorulup kutsandılar ve Paris Catacombs’a (Paris Yer altı Mezarlığı) donuşturulduler. Les Innocents’tan gelen tum kemiklerin mezarlığa nakledilmeleri iki yıl aldı. Sonraki on yıllar boyunca, olulerin kemikleri, Paris cevresindeki mezarlıklardan kaldırıldı. Ayrıca, yeni oluleri mezarlığa gommek, Fransız Devrimi’nden sonra başladı.
1859 yılında yalnızca Georges-Eugène Haussmann tarafından Paris’in yenilenmesi sırasında kemiklerin son aktarımına gidildi ve iş sonunda 1860 yılında tamamlandı. Yedi yıl sonra mezarlar halka acıktı. Bu yer altı mezarı toplamda 300 kilometreden oluşmaktadır.
Paris Catacombs bugun hala halka acık olsa da, erişim bolgenin yalnızca kucuk bir kesimi ile sınırlıdır. Mezar katlarının diğer kısımlarına girmek 1955’ten bu yana yasaklanmış bulunmaktadır.
Yine de, 1970’li ve 80’li yıllar boyunca katafomlar, Cataphiles olarak bilinen Parisli kentsel kaşifler tarafından yasa dışı olarak araştırıldı. Bazı alanlar restore edilmiş ve yaratıcı mekanlar olarak tasarlanmıştır. Orneğin, bu yeraltı mağaralarından biri, dev bir sinema ekranı, projeksiyon aleti, birkac film ve koltukla tamamlanmış gizli bir amfi tiyatroya donuşturulmuştur. Komşu alan, tam teşekkullu bir bar ve bir restoran haline getirildi, bu sayede, anfitiyatro muşterileri bir atıştırmalık veya bir yemek sipariş edebilmektedir.
Her hafta yaklaşık 300 Cataphiles’ın mezarlığa gizli girişlerle girdiği tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, Cataphiles’lar ve turistler genellikle pek hoş karşılanmamaktadır.
18. yuzyılda bir kirec taşı ocağı başlangıcından olulerin gomulmesine kadar olan kullanımı ve bugun oynadığı rol sayesinde Paris yer altı mezarlığı, şehrin onemli bir ozelliğidir.
Portekiz/ Quinta da Regaleira, Sintra,
Şovalyeler ve gizli masonik sembollerle dolu muthiş bir yapı topluluğu: Quinta da Regaleira, Sintra
Quinta da Regaleira, Sintra kasabasında yer alan dekoratif bir 20. yuzyıl konutudur. Buyuk ev beş kata bolunmuştur ve suslu bir gotik cepheye sahiptir, ancak asıl cazibe, buyuleyici arka bahceler ile arka planda yatmaktadır. Quinta da Regaleira’nın bahceleri, gizli tuneller ve gizlenmiş sembolizmle, eski bilgelikleri temsil etmek uzere tasarlanmıştır.
Tarihce: 1697 ve 1817 yılları arasında ceşitli zamanlarda el değiştirdikten sonra, bu yapı, Quinta da Torre olarak anıldı. Porto’da, zengin bir tuccar olan Alfredo Allen’in kızı Baroness da Regaleira tarafından 1840’da satın alınan mulkiyet, saray evi ve şapel ile şık bir yazlık evine donuşturulmuş, adı Quinta da Regaleira olarak değiştirilmiştir.

Muhteşem bahceleri, şapelleri ve mimarisiyle Quinta da Regaleira nefes kesen bir eser olmasının yanı sıra icerisinde bulundurduğu ters kulesiyle, evet yanlış duymadınız, yukarıya değil aşağıya doğru inen ters kulesiyle, insanları, adeta başka Âlemlere goturmenin sozunu veriyor.
Rakotzbrucke Devil’s Bridge/ Şeytan Koprusu.
Kromlau’daki yemyeşil yapraklar arasında yer alan Almanya‘nın Kromlauer Parkı, altındaki sulara yansıdığında ozellikle bir daire oluşturacak şekilde inşa edilmiş olan Rakotzbrucke ya da Şeytan Koprusu. olarak bilinen ince, kemerli bir koprudur.
1860’ta yerel şehrin şovalyesi tarafından yaptırılan, Rakotzsee suları uzerinde uzanan ince kemer, kabaca ceşitli yerel taşlarla inşa edilmiştir. Avrupa’da birbirine benzeyen pek cok tehlikeli yapıda olduğu gibi, Rakotzbrucke, bu tur koprulerin Şeytan tarafından yapılmış olması gerektiğini akla getirdiğinden şeytan koprusu olarak tanınmıştır.

Rakotzbrucke’nin her iki ucuda, acısal olmamasına rağmen doğal cıkıntılar gibi gorunen ince kaya kıvrımlarıyla suslenmiştir. Buna ek olarak, koprunun parabol kısmı mukemmel bir cemberin yarısı olacak şekilde tasarlanmıştır, boylece tam bir taş daire illuzyonu yaratır.Bugun, kopru parktan hala izlenebilmektedir ancak onu korumak icin tarihi kopruden geciş yasaklanmıştır.
Su altı parkı- Green Lake- Avusturya
Cevredeki dağlardan kar eriyince her yıl yaratılan sualtı parkı Green Lake-Avusturya.
Karst dağlarındaki karlar eriyince, lagun suyu, her yıl 2000’den 4000 metrekareye cıkmaktadır. Gol normalde yalnızca bir metre derinliğindedir, ancak cozulme sonrasında 12 metreye kadar yukselir.
İlk bakışta, bir sualtı dunyasının derinliklerini keşfetmek uzere olduğunuzu duşunebilirsiniz. Ancak daha dikkatli bakarsanız, suyun icinde, bir ağac, bir kopru ve hatta bir park bankı goreceksiniz.
Aslında bu inanılmaz goruntuler, cevredeki her şeyi kapsayan ve her sene su basan bir Avusturya golunden başka bir şey değildir.
Karlı Karst dağlarının arasında yer alan Avusturya, Tragoess’deki Yeşil Gol, sadece bir metre derinliğindedir. Yılın coğunda, bu ilginc guzellikteki alana giden ziyaretciler, pitoresk lagun cevresinde dolaşabilir ve su kenarı yakınında bulunan banklardan birinde oturarak carpıcı manzarayı keyifle izleyebilir, birkac patikada dolaşır ve bircok kucuk kopruden birini gecebilirler. Ancak her yıl kar eridiğinde, gol taşar ve onu cevreleyen her şey su altına alır. Su, ağacları, patikaları, bankları ve kopruleri kaplar. Su seviyesi, 2.000 metrekareye kadar cıkar.Buraya gelen ve su altında kalan parkı, dalarak gezen insanlar: Su altında olduklarında sanki buyulu bir dunyada yuzuyormuş gibi hissettiklerini, ambiyansın muhteşem olduğunu, yeşil cimen, cicek, yollar, kayalar ve ağacların uzerinden yuzmenin akla peri masallarını ziyaret ediyormuş duşuncesini getirdiğini soylemişlerdir.Dalış sadece ilkbaharda bir ay boyunca mumkundur. Yıl boyunca golun derinliği cok duşuktur. Ortak kanı ise şu: Goruntu inanılmaz guzel. Genellikle sadece tropikal denizlerde boyle su gorursunuz.

Rhone, Avrupa’nın en buyuk nehirlerinden biridir ve İsvicre’den doğar, guneydoğu Fransa’dan gecer., İsvicre’nin Cenevre kentindeki Rhone ve Arve nehirleri yan yana gider ama suları birbirine karışmaz.. Soldan giden nehir sadece Lehman Golu’nden cıkan Rhone’dur. Sağdan akan nehir, Cenevre’nin batısındaki Rhone’a akmadan once Chamonix vadisinin (coğunlukla Mer de Glace) bircok buzulundan su alan Arve’dir; burada cok daha yuksek seviyeli silt (bir ceşit kum)gelir ve iki nehir arasında carpıcı bir kontrast oluşturur, boylece sular birbirlerine karışmaz.
Yıldız denizi-Vaadhoo Adası Maldivler.
Gece olduğunda sahilin ve denizin pırıl pırl parladığını duşunun. Deniz,dalgalar ve ayışığı altında ne muazzam bir goruntu olur değil mi? Ama bu sadece bir fantezi değil gercek. Maldivlerde, Vaadhoo Adasına gittiğinizde goreceğiniz fevkalade bir manzara.
Maldiv sahilinin gercekustu gorunuşu, aslında, Lingulodinium polyedrum olarak adlandırılan, biyolojik olarak parlak bir fitoplankton sebebiyle oluşmaktadır.Kucuk organizmalar gece olunca ışık sacarlar ve boylece masal diyarını andıran pırıl pırıl parlayan goruntuler oluşur.Bu fantastik adanın parıldayan sahili, Life Of Pi (Pi’nin yaşamı) adlı filmin unlu yonetmeni Ang Lee tarafından, aynı adlı filmde kullanılmıştır. Yonetmen bilhassa, filmin kahramanını aydınlatmak icin fitoplankton kullanmıştır. Bu akıllıca secim, ona Oscar’a giden yolda yardımcı olmuştur.
Dev Kristal Mağara- Meksika
Bir super kahramanın kalesine benzese de ve iceri girmek neredeyse zor olsa da, bu kendini işine adamış araştırmacıları, Meksika’nın olumcul ve tehlikeli dev kristal mağarasına girmekten alıkoyamamıştır.Buz soğutmalı kıyafetlerle donatılmış ekipler, biyolojik gizemler keşfetti ve nadir kristal oluşumlarıyla kaplı keşfedilmemiş bir mağarada “Buz Sarayı” da bulundu. Kompleksin parcaları yakında doğal, batık olarak ilan edilebilir.
Bin metre yer altındaki Mağara Kristalleri, sadece Chihuahuan Colu’ndeki Naica dağında bulunan mağaralardan biridir. Kompleksin coğu mağaralarda gumuş, cinko, kurşun ve diğer minerallerin madenciliğini kolaylaştıran endustriyel pompalar icin değil, doğal olarak kavurucu suyla doludur.
İki katlı, futbol sahası boyutundaki, Dev kristal mağara, dunyanın en buyuk dikey, kristallerinden biri olan muazzam alcıtaşı kirişleri, tavan, taban ve duvarlardan gelişiguzel bir şekilde gorulebilmektedir. Kristaller, keskin, geometrik gorunuşuyle sportif, doğal bir guzellik sergilemektedir.Bu mucevher benzeri goruntu, dev kristalleri gercekten benzersiz kılmaktadır. Bu mağara keşfedilmeden evvel, bilim insanları, bu denli, morfolojik olarak mukemmel kristallerin elde edilmesinin mumkun olmadığını duşunduklerini beyan etmişlerdir.
Yarı saydam sutunlar ayrıca dev buz sutunlarına benzemekle birlikte, yer altı magma odalarından sızan aşırı ısıtılmış hava ile ısınmaktadır. Mağaranın icinde yuzde 90 nem ve 118 derece Fahrenheit (48 derece santigrat) sıcaklık kombinasyonu, hazırlanmamış, ozel kıyafetler giymemiş bir insanı sadece 30 dakika icinde oldurebilir.

Peru And Dağları’nın Ausangate dağlık bolgesindeki zirveleri tamamıyla renklidir: Bazıları terra cotta, bazı lavanta, diğerleri canlı bir turkuazdır. Yukseklik ve izolasyonun okyanusa yakın olması nedeniyle bolgenin tortusu ve atmosferi tarafından renklendirilmektedir. Ancak hicbiri Rainbow Dağı/ Gokkuşağı Dağı olarak da bilinen Vinicunca kadar olağanustu ozelliklere sahip değildir.
Tum carpıcı renkleri icin Rainbow Dağı bulmak kolay iş sayılmaz. Burası, dağ sıralamasında derin bir konuma sahiptir ve son derece tecrubeli rehberlerle en usta gezginler bile onu bulmakta gucluk cekmekte, en kısa surede tepesine ulaşmak icin altı gun yuruyuş gerekmektedir.
Yonaguni Anıtı
Yonaguni Jima, Japonya‘nın Ryukyu takımadalarının guney ucunun yakınında, Tayvan’ın doğu kıyısından 75 mil (120 kilometre) uzakta bulunan bir adadır
Tam anlamıyla “Yonaguni Adası Denizaltı Topografyası” olarak tercume edilen Yonaguni-jima Kaitei Chikei, Japonya’nın Ryukyu Adaları kıyılarındaki sualtında bulunan gizemli bir yerdir.
Buyuk sualtı kaya oluşumunun 10,000 yıldan fazla var olduğu tahmin edilmektedir, ancak oluşumun tamamen insan yapımı, tamamen doğal ya da insan eliyle değiştirilmiş olup olmadığı hÂl tartışmaya acık bir konudur.
Anıt, ilk kez 1986 yılında, cekic başlı kopek balıklarını izlemek icin iyi bir yer arayan bir dalgıc tarafından keşfedildi. Bulunduktan sonra, Ryukyu Universitesi’nden bir deniz jeologu olan Masaaki Kimura, yaklaşık on yıl boyunca anıtı araştırdı. Kimura, arazinin suyun ustundeyken binlerce yıl once oyulmuş olduğunu duşunmektedir. Kimura’ya gore Yonaguni’nin cok sayıda bulunan dik acıları, stratejik olarak yerleştirilmiş delikleri ve estetik ucgenleri, onun insan eseri olabileceğinin işaretleridir. Ayrıca, Kaida’nın senaryosunu andıran oymaların anıtlarda olduğunu iddia etmektedir. Yapıda bir piramit, kaleler, yollar, anıtlar ve bir stadyumun var olduğuna inanılmaktadır. Bu eserin kayıp kıta Atlantise değer bir kalıntı olduğu duşunulmektedir.
Kayıp medeniyetler teorileri ile olduğu gibi, Kimura da inanclarıyla ilgili goruşlerde bulunmuştur. Boston Universitesi profesoru Robert Schoch, bolgede dalış yapmış ve formasyonun, “yapı boyunca kırılma eğilimi gosteren kumtaşları icin temel jeoloji ve klasik stratigrafi” olduğunu acıklamıştır ve ozellikle , bu yapının oluşumunda, cok sayıda fay ve tektonik aktivite bulunduğunu kaydetmiştir.

Yonaguni, 20 milyon yıl oncesine dayanan kumtaşı ve camurtaşından muteşekkildir. Hem Japon Hukumetinin Kultur İşleri Ajansı hem de Okinawa Bolgesi Hukumeti, Yonaguni’yi tarihi bir kultur bolgesi olarak henuz tanımamış olsalar da gercekten mistik yapısı ve suyun derinliklerinde olmasıyla insanları cezbetmektedir.