Sucluların iadesi, 20. yuzyılla beraber uluslararası hukuk metinlerine girmiş bir kavramdır. Aslında 20. yuzyılla beraber ozellikle de Avrupa ulkelerinde gelişen hukuk sistemi ile beraber bircok uluslararası sonuc doğurabilecek duzenlemelere de gidilmiştir. Bunlar icinde yer alan ve de en onemli olan şuphesiz ki, ”sucluların iadesi” meselesidir. Oncelikle bir fiilin ya da bir başka anlatımla eylemin suc […]
Sucluların iadesi, 20. yuzyılla beraber uluslararası hukuk metinlerine girmiş bir kavramdır. Aslında 20. yuzyılla beraber ozellikle de Avrupa ulkelerinde gelişen hukuk sistemi ile beraber bircok uluslararası sonuc doğurabilecek duzenlemelere de gidilmiştir. Bunlar icinde yer alan ve de en onemli olan şuphesiz ki, ”sucluların iadesi” meselesidir. Oncelikle bir fiilin ya da bir başka anlatımla eylemin suc olarak kabul edilebilmesi, soz konusu fiilin kendisini suc olarak tanımlayan bir yasal duzenlemeye sahip olmasına bağlıdır. Bu durum herhangi bir hareket ya da eylemin suc olarak kabul edilmesi bağlamında son derece onemli bir kuraldır. Yani hukuki ifade ile, sucun maddi tanımının bulunması ve de kıyas yasağını da nazara almak kaydıyla soz konusu sucun maddi acıdan gercekleşmiş olması, sucun varlığının kabulu acısından nazara alınacak ilk kriterdir. Sonrasında ise, kişinin gercekleştirdiği davranışın bir suc olmasından ote, bu davranışı gercekleştirdiği esnada, davranışına sebep olan iradesinin zihinsel olarak ne şekilde cereyan ettiğine bakmalıyız. Bu da sucun manevi unsuru olarak kabul edilir. Herhangi bir sucun maddi unsuru, yasal olarak sağlanmış olsa dahi manevi unsur acık bir şekilde tespit edilemiyorsa bu durumda sucun varlığından yasal olarak soz etmemiz mumkun değildir. Bu anlamda goruluyor ki, irade bir sucun varlığı bağlamında son derece kilit bir rol oynar.
Yani, kişinin suca sebebiyet veren davranışındaki niyeti her şeyden once nazara alınması gereken temel unsurlardandır. Kanuni tanımında ”kast” iradesi ile işlenilebilen bir sucta ”taksir” ile hareket edilmiş ise, bu durumda sucun varlığından soz etmemiz mumkun olamaz. Eğer yasal olarak bir sucun var olduğuna yonelik ulkelerin kendi mevzuatları uyarınca makul ya da kuvvetli suc şuphesi hasıl ise bu durumda kavuşturmaya başlanılabilir. Eğer bir sucun var olduğu delilerle sabit ya da mahkeme kararı ile zaten kesinleşmiş ise buna rağmen ”suclu” bir ulkenin egemenlik alanı dışında herhangi bir ulkede bulunuyorsa, bu durumda sucluların iadesi proseduru işletilerek, kişinin sucun işlendiği ulkeye iadesine karar verilebilir. Ancak bu durumda soz konusu kişiyi iade edip etmemek tamamıyla o kişiyi elinde bulunduran ulkenin inisiyatifindedir. Cunku burada her ne kadar yasal olarak ikili anlaşma yapsanız dahi, bu anlaşmaya uymak ya da uymamak o ulkenin tasarrufunda olan bir durumdur. Burada uymama eyleminden kasıt, yasal olarak iadeyi engelleyecek bir şekilde kendi acısından bir cezai ya da hukuki değerlendirmede bulunulması hadisesidir. Boyle bir durumda sizin o kişiyi iade talebi cercevesi altında istiyor olmanız herhangi bir sonuc doğurmaz.
Oncelikle şunu belirtmeliyiz ki, tarihte hicbir egemen devlet kendi pasaportunu taşıyan bir ”suclu”yu kendi iradesi ile talepci ulkeyi teslim etmez. Bu vatandaş olmanın getirdiği bir yasal korumadır. Cok istisnai durumlarda teslim olabilir ancak bu cok rastlanılan bir durum değildir. Sucluların iadesi hadisesinde ağırlıklı olarak istemci ulke kendi vatandaşını bir başka ulke sınırları icinde bulunduğu ve de boylelikle kendi egemenliği altında yargılayamadığı icin iade yoluyla kendisine teslim edilmesini ister ki, kendisi yargılasın. Ancak bu prosedur hic de kolay değildir. Ozellikle de siyasi nitelik taşıyan suclarda son derece zor bir yoldur. Buna karşın son yıllarda teror bazlı suclarda da sucluların iadesi oldukca gucleşmiş bir durumdadır. Buradaki mesele, sizin teror olarak kabul ettiğiniz bir hadiseyi anlaşmaya taraf olan ulkenin teror kapsamına dahil etmemesi ya da edememesi meselesidir. Bu anlamda Turkiye ozellikle Avrupa devletleriyle ciddi anlamda sorun yaşamıştır ve de yaşamaya devam etmektedir.
Yazar:Emir Karasu

Yani, kişinin suca sebebiyet veren davranışındaki niyeti her şeyden once nazara alınması gereken temel unsurlardandır. Kanuni tanımında ”kast” iradesi ile işlenilebilen bir sucta ”taksir” ile hareket edilmiş ise, bu durumda sucun varlığından soz etmemiz mumkun olamaz. Eğer yasal olarak bir sucun var olduğuna yonelik ulkelerin kendi mevzuatları uyarınca makul ya da kuvvetli suc şuphesi hasıl ise bu durumda kavuşturmaya başlanılabilir. Eğer bir sucun var olduğu delilerle sabit ya da mahkeme kararı ile zaten kesinleşmiş ise buna rağmen ”suclu” bir ulkenin egemenlik alanı dışında herhangi bir ulkede bulunuyorsa, bu durumda sucluların iadesi proseduru işletilerek, kişinin sucun işlendiği ulkeye iadesine karar verilebilir. Ancak bu durumda soz konusu kişiyi iade edip etmemek tamamıyla o kişiyi elinde bulunduran ulkenin inisiyatifindedir. Cunku burada her ne kadar yasal olarak ikili anlaşma yapsanız dahi, bu anlaşmaya uymak ya da uymamak o ulkenin tasarrufunda olan bir durumdur. Burada uymama eyleminden kasıt, yasal olarak iadeyi engelleyecek bir şekilde kendi acısından bir cezai ya da hukuki değerlendirmede bulunulması hadisesidir. Boyle bir durumda sizin o kişiyi iade talebi cercevesi altında istiyor olmanız herhangi bir sonuc doğurmaz.

Yazar:Emir Karasu