Her ne kadar artık internet ve diğer teknolojik kolaylıklar sayesinde muzik uretmek ve onu diğer insanlara ulaştırabilmek daha kolay olsa da, dunyada muziğin nabzını belirleyen birkac şehir var. New York, Londra, Stockholm… Son yıllarda bu uc şehrin yanında Montreal ismini de sıkca duyar olduk.
Mucizenin kokenleri
Peki dunyanın gozunu Kanada’nın bu şehrine cevirmesindeki sebep neydi? Cok değil, birkac yıl once dunyanın her yanından binlerce gencin takip ettiği cizgi dizi South Park’ta Kanadalı muzisyenlerin nasıl alay konusu edildiğini hatırlayalım. Diziyi yazan Matt Stone ve Trey Parker ikilisi haksız da sayılmazdı. Uzun yıllar boyunca Kanada muziği populer olanın bir kopyasını uretmekten oteye gidememişti. Orneğin ABD’nin Barbra Streisand’ı varsa Kanada’nın da Celine Dion’u olmalıydı. Yine Amerika’yı bir donem etkisi altına alan Nu-metal salgını sırasında Kanada’dan Nickelback cıktı. Kanadalı rockcı Alanis Morissette albumu satış rekorları kırdı ve “Jagged Little Pill” hatırı sayılır bir kritik başarısı elde etti ama onun başarısına yine Amerikan muzik sektorunun katkısı yadsınamaz.
Gunumuze geri donduğumuzde, Kanada'yı iyi muziğin kalesi ve Montreal’i de onemli bir muzik kenti olarak goruyoruz. Indie ve post-rock akımına onculuk eden cok sayıda muzisyen ve grubuyla Montreal artık trend’lerden etkilenen değil, trend belirleyen bir kent. Dilerseniz Montreal mucizesini, Montrealli grupları tanıyarak irdelemeye başlayalım.
Godspeed You! Black Emperor
Montreal muziği iki koldan dunyayı kucaklıyor. Bu kollardan ilki post-rock, diğeri de yılların koklu indie geleneği. Post-rock dendiğinde ise ilk akla gelen isimlerden biri Montrealli grup “Godspeed You! Black Emperor”. 1994’te kurulan grubun dunyada yarattığı etkiyi bir fenomen olarak nitelendirebiliriz. Cunku sekiz elemanlı grup, akıntıya karşı kurek cekti her zaman. Kimi zaman 20 dakikayı aşan şarkılara, muziğinin soyutluğuna, dinleyebilmek icin sizden bir mod talep etmesine, ilk cıktıkları andan itibaren muzik medyası tarafından muziklerinin anlaşılmamasına rağmen, grup ismini dunyanın en uzak koşelerine kadar duyurmayı başardı. 28 Days Later filmine yaptıkları muziklerle isimlerini iyice duyurduklarında, “Lift Your Skinny Fists Like Antennas to Heaven ve Yanqui U.X.O.” albumleri ile post-rock’a başyapıtlar armağan edip bu muziğe gonul vermiş bircok genci peşlerine taktıklarında, bir zamanlar onları anlaşılmaz bulan bircok muzik dergisi onları kapağa taşımak zorunda kaldı. Plak şirketleri Constellation Records, onlar sayesinde gelirini artırdı ve kazandığı para ile bircok Montrealli grubun albumunu finanse etme ve dunyaya tanıtma şansı yakaladı.
The Arcade Fire
2005 yılında muzik yazarları yıl sonu listelerinde sozleşmişcesine tek bir albumu “yılın en iyi albumu” adı ile yayınlanan listelerin tumune taşıdılar. Grup “The Arcade Fire”, album ise “The Funeral” idi. Arcade Fire’ın işi Godspeed You! Black Emperor’a gore daha kolay oldu. Montrealli bircok grubun muziğinde artık gelenek haline gelmiş yaylıları ve enstruman zenginliğini kullandılar, ruhlarındaki renkliliği ve duygusallığı indie muziğinin icine akıtıp, ona yeni bir form verdiler. Muziklerine hicbir indie sever, hicbir muzik dergisi, muzik ilahı, David Bowie bile kayıtsız kalamadı. 2004 yılında yayınlanan album, 2005’te İngiltere, ABD ve Avrupa’da buyuk yankı yarattı. The Funeral albumuyle yitip giden dostlar, komşular ve tunellere uzanan bir yolculuğa cıkardılar dinleyicilerini. Son olarak da isabetli bir kararla, muzikten kazandıklarını yine muziğe yatırmaya karar verip studyo gibi kullanacakları bir kilise satın aldılar. Cıkış tarihi Mart 2007 olarak belirlenen bir sonraki The Arcade Fire albumunden radyolarda calınan şarkılar ve grup uyelerinin verdikleri demeclerden kilisenin atmosferinin grubun muziğine bayağı yansıdığını goruyoruz. Yeni albumu merakla beklemekteyiz.
A Silver Mt. Zion
Altı elemanlı A Silver Mt. Zion’un uc elemanı Efrim Manuck, Sophie Trudeau ve Thierry Amar aynı zamanda Godspeed You! Black Emperor’da calmaktadır. Bu grubun başarısı ne yazık ki A Silver Mt. Zion icin bir handikap oldu, bircok muziksever, grubu bir yan proje olarak gordu. Ama zaman icinde grup kendine yeni ve farklı bir dinleyici kitlesi edindi. Grubun başyapıtı “He Has Left Us Alone but Shafts of Light Sometimes Grace the Corner of Our Rooms...”da bir şarkı vardır ki grubun tum varoluş sebebini acıklar. Sonsuz huzun, ilham, duygu, gozyaşı deposu, “For Wanda…” şarkıdaki matem havasından şarkının olen birine yazıldığı bellidir. Ama şaşırtıcı bir şekilde Wanda, grubun itici gucu Efrim’in o GYBE ile turnedeyken hayata gozlerini yuman kopeğidir. Efrim bu olaydan sonra muzikten iyice soğumuş; bir gun piyanosunun başına tekrar oturana kadar… Wanda’nın anısına bir album yapmak ister Efrim ama grubu GYBE’nin formatı buna musait değildir. Ayrıca Efrim’in kafasına, muzik yazmaktan cok neyin kulağa daha iyi geleceğini deneyecek, kimi zaman tum muzikal kuralların yerle bir edildiği bir grup kurma fikri gelir. Buradan yola cıkılarak bir başyapıt doğar: Grubun cıkış albumu “He Has Left Us Alone but Shafts of Light Sometimes Grace the Corner of Our Rooms...”. Born into Trouble as the Sparks Fly Upward isimli diğer guzel bir ASMZion yapıtı da 2001 yılında dinleyicisiyle buluşur. 2005 cıkışlı son albumleri Horses in the Sky’da vokalli şarkılar iyiden iyiye ağırlığını hissettirir. Ama He Has Left Us Alone… albumune obsesif bir tutkuyla bağlı kimi Zion fanlarını rahatsız etse de bircok fan bu durumdan pek şikÂyetci değildir. Sozler oylesine şairanedir ki muziklerinin ruhuyla uyuşur ve ondan bağımsız değerlendirilemez. Ustelik sozler son derece politiktir. Cok az grup politik ve guzel bir şarkı yazmayı başarabilir. Zion da onlardan biridir işte.
The Dears
2000’lerde gruplar muziğini internet sayesinde dinleyicisine daha kolay ulaştırır oldu. MySpace, YouTube gibi siteler, muzik blogları, paylaşım programları, grupların albumlerinin yayınlanmadığı ulkelerde bile dinleyiciler edinmesini sağladı. İş sağlam muziğe bakıyor artık. Muziğiniz gercekten sağlamsa dunyanın ceşitli yerlerindeki “sağlam kulaklar” muziğinize kayıtsız kalamıyor. The Dears da bu kayıtsız kalınamayan Montrealli indie gruplardan biri. 2002’de yayınladıkları The Protest EP ve bu EP’deki The Summer Of Protest isimli şarkı grubun isminin duyulmasında onemli rol oynadı. 2003 yılında yayınlanan No Cities Left, The Dears, gercekten de tadına doyulmaz bir albumdu. Albumde tek bir kotu şarkı olmayınca, herkesin favori şarkısı da farklı oluyor haliyle. Ama albumun en sevilen şarkılarından biri “Warm and Sunny Days”. Şarkı, eğer şarkının ismindeki gibi ılık ve guneşli bir gunde dinlenirse, o gun yalnızsanız ve moraliniz biraz bozuksa insanı feci vuruyor. “Gang of Losers” ise grubun son yayınlanan ve başarısını surduren bir album oldu.
Wolf Parade
Kayıtsız kalınamayan bir diğer Montrealli indie grubu da Wolf Parade. “You Are A Runner and I’m My Fathers Son”, “Shine A Light”, “Grounds For Devorce” şarkılarını, verdikleri konserlerde dinleyicilerine bir marş gibi soyleten grup, ilk EP’lerini 2003 yılında yayınladı ve diğer EP’ler bunları izledi. 2004 ve 2005’te yayınlanan iki EP’nin ardından nihayet grup anlaşma imzaladığı uluslararası şirket Sub Pop’tan ilk albumleri “Apologies to the Queen Mary”i 2005’te dinleyicisine sundu. Grubun orkestral sound’u, onların “Frog Eyes”, “Modest Mouse” ve “The Arcade Fire” gibi gruplarla kıyaslanmalarına sebebiyet veriyor.
Ve diğerleri…
Montreal’den yukselen cığlıklar dinmek bilmiyor. Grupların tumunu tanıtmaya kalkarsak bu yazının sonu gelmeyecek gibi. Bir iki kelimeyle de olsa diğer onemli Montreal gruplarını analım. Godspeed You! Black Emperor’ı bunyesinde barındıran Constellation Records’un, artık cıkardığı her iş ilgiyle takip edilen bir firma olduğunu soylemiştik. Firma Black Ox Orkestar, Fly Pan Am, Hangedup, Hrsta gibi diğer post-rock gruplarına ev sahipliği yapıyor. Bu gruplardan Fly Pan Am’in hayli deneysel albumu N'Ecoutez Pas’a, Hangedup’ın dort nala giden yaylılar ile canavar davul vuruşlarını buluşturduğu Kicker in Tow uzun calarına kulak vermenizi şiddetle oneririz. Diğer bir bağımsız muzik şirketi olan Alien8 Recordings, Montrealli iki onemli grup olan The Unicorns ve Set Fire To Flames’e ev sahipliği yapıyor. Set Fire To Flames’in 2001 yılında yayınladığı Sings Reign Rebuilder isimli album en onemli post-rock albumlerinden biri olarak goruluyor. Grubun, hayvan barınaklarında muzik yapıp geri planlardaki sesleri de muziğe ekleme gibi hayli radikal sayılabilecek yaklaşımları var. Montrealli diğer bir indie grubu olan The Stills’i ve radyoların bir ara calmaya doyamadıkları “Still in Love Song”u hatırlayıp onları da unutmamış olalım.
Sonuc
Montreal’de uretilen muziğin on yıl oncesine ve on yıl sonrasına baktığımızda arada devasa bir fark olduğunu goruyoruz. Montreal Mucizesi dikkatli incelenir ve iyi anlaşılırsa bircok şehir “muziğin kalbinin attığı şehirler” kervanına katılabilir. Umarız gunun birinde İstanbul’u da bu kentler arasında goruruz. Montreal’de yaşanan bu patlama bizdeki muzik piyasası icin de bazı odevler sunuyor. Her şeyden once muzik ureten genclerin ufuklarını geniş tutmaları, guncel muziği cok iyi takip etmeleri gerek. Yaşanan muzikal kirlilik onları yıldırmamalı ve yeni, daha once denenmemiş tınıların, ifadelerin peşinden koşmalılar. Urettikleri muziği duyurmak icin internet’in nimetlerinden en iyi şekilde faydalanmanın yollarını aramalılar. Bu iş icin diğer bir olmazsa olmaz ise, cesur produktorlerin ve risk almayı seven plak şirketlerinin muzisyenlere destek vermesi. Onumuzdeki on yıl icerisinde Montreal Mucizesi’nden bahsettiğimiz gibi, bir İstanbul Mucizesi’nden soz edebilmek dileğiyle…
__________________
Kimler muzik aleti calıyo bilelim
Müzik0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Dizi - Film - Sanat Forumu
- Müzik
- Kimler muzik aleti calıyo bilelim