Redcar’da, İngiltere’nin kuzeyindeki bir sahil kasabasında calıştığım zamanlardan birinde, 'Stride In Style' butiğinde oturmuş, oğle arasında Melody Maker okuyordum… Jon Lord’u, onundeki efsanevi orguyla beraber bir resimde gorduğumu hatırlıyorum…Ve resmin beraberindeki yazı şunu bildiriyordu: ‘Deep Purple hala şarkıcı bulamadı ve tanınmamış olanları değerlendiriyor.’ Hmm… neden olmasın?
Neticede Sheffield Universitesindeki bir Deep Purple konseri icin birkac yıl once acılış yapmıştım. Aklımda kaldığı kadarıyla, Roger Glover ve Ian Gillan katıldıktan hemen sonraki konser olmalıydı. Jon Lord adresimi soracak kadar etkilenmişti benden…ve eğer işler Ian’la yurumezse benimle bağlantı kuracağına soz vermişti… Ian’ın beni ovduğunu de hatırlıyorum. PA sistemimin kotu olmasının benim icin cok kotu olduğunu soylemişti…Teşekkurler, Ian…
Sonra deniz yoluyla Marske’deki evime dondum. (Tabi ki hayır, şaka yapıyorum.=) Bunun yerine, postamı haftalarca heyecanla kontrol ettim… Jon’dan bir mektup umarak, bir mektup icin dua ederek…Beni Londra’ya Purple’lar icin şarkıcı sıfatıyla davet eden bir mektup gormek icin surekli kontrol ettim.
İlk adımım yerel menajerlik yapan bir arkadaşımı aramak oldu. Roger Barker; bizim Redcar Jazz Club’ta ki yerel konserlerimizi duzenleyen kişi…Birkac kereliğine Purple ile calışmıştı, ve grubun idari ofisiyle iletişime gecmemde bana yardımcı olabileceğini duşundum… Hmm, guzel… Kahkahalarından bir sure sonra en sonunda; ‘Ciddisin değil mi?’ dedi. Sonra da neler yapabileceğini gormemizi onerdi.
Bir de sevgili arkadaşım Tony Z ile planlarımı paylaştığımı hatırlıyorum… Ağzından hemen kacırmıştı: ‘Ama sen onun yerini dolduramazsın…O İsa Peygamber’di.’ Bay Gillan’ın Andrew Lloyd Webber/Tim Rice’in muzikali: 'Jesus Christ...Superstar' daki mesih rolunu kastederek soylemişti bunu… Tony’i yeni kurtarıcı olmak gibi acil bir planım olmadığı konusunda ikna ettim… Mmm…Aslında, henuz gozum yeterince korkmamışken…
Tabi ki Purple şarkıcılığımı gosteren bir demo ve fotoğraf gondermemde ısrar etti. ‘Hayııır!!’ Partinin başlamadan bittiğini duşundum. Adam gibi hicbir resmim yoktu… Ben de annemden bir tane resmimi odunc aldım… İzci uniformaları icinde cok genc olduğum bir resimdi; resimde tanrı uğruna selam veriyordum…Neyse, ‘Her zaman hazırlıklı ol’, bu benim sloganımdı…Gruba yolladığım demo benim yerel grubum 'The Fabulosa Brothers'ı iceriyordu…'The Fabulosa Brothers'; Bir demet harika adam ve harika muzisyen… Yakın zamanda Harry Nilsson'dan 'Everybody's Talking'in bazı demolarını yapmıştık… Bill Wither'ın: 'Lonely Town, Lonely Street' ve buyuk ihtimalle 'Ain't No Sunshine' enerjik danslar icin yapılmıştı… Bu şarkıları alacak ve bizim funk/rock goruntumuze uygun hale getirecektik. Problem; Stockport’taki 10cc's Strawberry Sound Studios’un muhendisinden minimum desteği alınca, icmeye başlamamdı… Aslında, sorun cok fazla icmeye başlamamdı. Bu yuzden diksiyonum bir parca kotuydu… Daha sonra Ian Paice bana, onu ve Ritchie’yi etkileyenin ses tonum olduğunu soylemişti.
Bir diğer can sıkıcı şey ise; Glenn’in kısa bir sure once grubun bascısı/şarkıcısı ilan edilmiş olmasıydı… Bende sadece Glenn’in grubu Trapeze tarafından onun cıvıltılarını kontrol etmek icin alınmıştım…beklendiği gibi de incinmiştim… Evet, Bay Glenn inanılmaz yetenekli bir şarkıcıydı… Yazık… Kız arkadaşım bana bir bakış atarak şimdiden her şeyi unutmam gerektiğini soylemişti… İhtimaller benim aleyhimde yukseliyordu…
Roger Barker’ın bana soyleyeceği bir sonraki şey; Bir ses sınavı icin beni Londra’ya gotureceğiydi. Kucuk sınavımız Marylebone / Scorpio Sound’da gercekleşecekti, hemen altında Capitol Radio olan yer…
Seyahat cantamda buyuk bir şişe Bells Viski ile geziyordum… Ama sınavdan once Roger viskiyi buldu ve şarkıyı okurken cok aşırı gitmemem icin sakladı…Ancak burnumu bilenler bilir… Betonun altına gomulmuş bile olsa icki kokusunu alırım… Yani ickimi buldum… Ve gizlice yurutmeye başladım…
Hmm, oldukca sinir bozucu bir tecrubeydi!!!
Gittiğimde Paicey ve Lordy coktan studyodaydılar. Bay Lord son derece sıcak ve cana yakındı, Ian ‘Ludwig’ marka davullarıyla uğraşırken, Bay Lord beni rahatlatmak icin her şeyi yapıyordu. Daha sonra Ritchie geldi, eşi ve iki av kopeğiyle birlikte… Kontrol etmek icin kacamak bir bakış attı ve bunun dışında beni tamamen gormezden geldi. Goz goze geldiğimizde sadece kafasını salladı.
Redcar’dan, calıştığım dukkandan havalı olduklarını duşunduğum bazı giysiler odunc almıştım: Az cok renkli bir gomlek, bir cift boyalı kot, bir cift ağır sahne ayakkabısı...(Tumu umitsiz bir halde ve demode…) Ve hatırlaması en utanc vereni… Annemden aldığım maskarayla şekil verdiğim gosterişsiz, tuhaf bıyığımdı.(Ben olgun gosterdiğini duşunmuştum) Aslında ust dudağımın uzerinde uzanan bir tırtıldan farksızdı… Tanrım… O kahrolası kapıdan iceri kabul edilmem bile bir mucize…
Glenn gecikmişti... ve studyoya butun bagajıyla beraber tepetaklak, berbat bir halde girdi... guneş gozlukleri duşmek uzereydi, delirmiş gibi guluyordu!! Sanırım, aslında anlattığım kadar kotu değildi durumu, hmm, neyse… Gec kaldığı icin herkesten ozur diledi ve guzel, kırmızı Rickenbacker’ını kutusundan cıkarmaya başladı.
Glenn birlikte calıştığım en doğal muzisyenlerden biriydi… Onu hic ama hic pratik yaparken gormedim…Calışma zamanı geldiğinde enstrumanını eline alır ve her defasında kusursuz calardı… Herkes yavaşca, ama emin olarak calmaya başladılar… Bak ve seyret… Harika şeyler, doğaclamalar calıyorlardı… Purple parcaları değil… Sadece inanılmaz, harika doğaclamalar… Gittiği yere kadar caldılar…
Sınavımda(!) soylemek icin, bir veya iki şarkılarını oğrenirim diye bazı Purple albumlerini almıştım…ama, ama bu yaptıkları tam bana goreydi zaten… Doğaclamayı seviyordum… Uydurmak ve onu devam ettirmek… Kendi adıma konuşmak gerekirse, bu işte gercekten iyiyimdir…
Bu eğlenceliydi!!
Duyduğum cınlamalara son vermeye calıştım. (Zamanla biraz titremeye başlıyordum)…Duraksadım…Ve mikrofona doğru ilerlemeye başladım… Oh, harika, işte geliyor… Soylemeye başlamıştım. Rock… Blues… Cığlık konusunda biraz ihtiyatlıydım… Olumcul cığlıklar atabiliyor olsam dahi, sesimi orta seviyede ve biraz ağır tuttum… Onlara 'Strange Kind Of Woman'ı oğrendiğimi soyledim...Ritchie bana baktı ve şarkıyı yorumlama tarzımın, şarkıyı ilk yazdığında hayalinde canlandırdığı şekilde olduğunu soyledi. Ve sonra, ‘Tamam, sen rock soyleyebilirsin. Şimdi de bir ‘balad’la ne yapabileceğini gorelim. Soylemek istediğin bir şarkı var mı?’…Hmm…’Beatles şarkısı, ‘Yesterday’i ‘F’de biliyor musunuz?’ dedim…Emin değilim ama sanırım bana sınavı bu şarkı kazandırdı…
Daha sonra hep beraber gece olana kadar kaygısızca oturduk ve sohbet ettik…
Grup bana bir gece Londra’da kalmamı ve ertesi gun Purple yonetimiyle goruşmem gerektiğini soyledi… Roger Barker fısıldadı: ’Ohh, evet… Sanırım artık grubun bir parcasısın’…Aman Allah’ım… Bu gercekten olmuş muydu?..
Daha onceden istendiği gibi; Purple’ı temsil eden iki menajerden John Coletta’yla tanıştığım ‘25, Newman St, W1’, HEC Enterprises ofisindeydim… ve ofis oldukca urkutucuydu… Aniden Mr.Colletta’nın beklediği ve umduğu kişi olmadığımı hissettim ama yinede yeterince cana yakındı… Bana sabıkam olup olmadığını veya herhangi kotu bir şey yaşayıp yaşamadığımı, pasaportum olup olmadığını… sordu. Birde evli olup olmadığımı sordu ve hayır cevabından sonra rahatladığını fark etim. Sebebini hemen anlayamadım ama cok gecmeden oğrenecektim…
Bir hatıra aklıma takılıyor… ‘John elini cebine attı ve biraz nakit para cıkardı. Yaklaşık elli sterlin… Parayı bana sertce uzattı, ve gidip saclarımla ilgilenmemi(O sıralarda saclarım cok uzun ve darmadağınıktı) ve bazı yeni giysiler almamı soyledi.(Uzerimdekilerin nesi vardı ki?!) … Nasıl comert biri(!) diye duşunmuştum. King's Road’a, paramın coğuyla sac tıraşı olduğum yere doğru taksiye bindim…ve kalanını saklamayı tercih ettim. Sanırım John Coletta o gunlerde modayı takip etmenin ne kadar pahalı olduğunu bilmiyordu…Ben Yorkshire’ dandım…ama ben bile 50 lira’dan fazla tutacağını biliyordum.
Ian Paice beni, İngiltere’nin kuzeyine, evime giden treni yakalamam icin King's Cross istasyonuna Jaguar’ıyla bırakacak kadar iyi biriydi… Yeni giysiler almak icin aldığım paradan arta kalanı kullandım ve kendime Darlington’a birinci sınıf bir bilet ısmarladım.
‘…Bahcende her şeyin harika, pespembe gittiğini duşunduğunde her zaman icin yabani otları ortaya cıkaran bir şeyler olur???...’
Kasabama gittiğimde kız arkadaşım ve diğer arkadaşlar tarafından zafer kazmanmış biri gibi karşılandım… Hepimiz, ozellikle ben tabi ki, Purple’den işi aldığımı duşunuyorduk…Ve hemen mutevazı birikimlerimi sevgili arkadaşım Tony Z’nin Redcar’daki harika kulubu ‘Top Deck’te kutlama partilerine ve diğer ceşitli şeylere harcamaya başladım… İlk iki veya uc gun her şey harikaydı… Gercekten iyi eğleniyorduk… Ta ki Purple’dan henuz hicbir haber almadığımı fark edinceye kadar… Bir fısıltı bile gelmemişti kulağıma.... Bundan sonra savunmaya gecmiştim, Purple ile sahneye cıkma işini soranlara: ‘Bilirsin, duşunuyorum... Belki de bu tarz muzik bana uygun değil…’ diyerek işi alamama durumuma karşılık kendimi koruyordum…
Hafızamda kaldığı kadarıyla Deep Purple yonetiminden haber almamdan yaklaşık 1 hafta oncesine kadar durumum boyleydi. Yukarda adı gecen Tony Z(Ofisi evimden birkac kapı uzaktaydı)’nin ozel sekreterliğini yapan kız arkadaşım koşarak iceri geldi ve heyecanla Deep Purple menajerlerinden Tony Edwards’ın beni aradığını soyledi…( Tony Z. buyuk bir kibarlık yaparak, telefonum olmadığı icin onun ofisinin telefon numarasını vermemi kabul etmişti…)
‘Ee… David… nasılsın?? Dedi telefondaki Tony Edwards…’
‘Hmm…İyi… Tony, Teşekkurler…Hmm…Sen nasılsın?’
Sonra Mr. Edwards’ın hazırladığı dehşet verici bir kedi fare oyunu başladı telefonda… Konuşmayı dolduran, benim zorlukla dayanabildiğim bir oyun…
‘Orada havalar nasıl?...’
‘Arrrggghhh!!!’
‘… Tony, Allah aşkına konuya gel artık…’
Durumu cok ileri giderek zorladığının farkına varmış olmalıydı…
‘Ha, aklıma gelmişken…Cocuklar senle konuşmamı istedi…Artık Purple’dasın… En erken ne zaman Londra’da olabilirsin?’
‘Seni daha sonra arayacağım…’ Telefonu hızla kapadım… Tony Z bana bir bardak Glenfiddich hazırlamıştı… her iki sonuc icinde… Kutlama veya huzunlenme… ‘Purple’dayım!!!’ Bağırdım... ‘Purple’da, Lanet olası Purple’dayım artık!!!’ ve buyuk bir bardak dolusu altın iksiri tek yudumda ictim…
Lodra’ya kendimden oldukca memnun olarak dondum… Ta ki Purple yonetim ofisinde John Coletta’yla olayların iş yonunu konuşana kadar… Bana haftalık 80 pound verileceğini oğrendiğimde inanamadım… Heyy, Purple dunyanın en buyuk gruplarından biri değil miydi?!? Butikteki işimde bundan daha fazla kazanıyordum… ve grubumla yerel konserlere cıkıyordum!!! Grubun avukatı, Richard Bagehot bunun sadece benim nakit giderlerimi karşılamak icin olduğunu soyledi… Grubun muhasebecileri diğer butun giderlerimi karşılayacaklardı… Ohh… Anlıyorum, ama yine de az değil mi bu?!?.. Ve Richard grubun eşit pay alan beşinci uyesi olacağımı acıkladı… Ve bu bahsedilmeyen bir hazine demekti…oh, guzel, bu olmalıydı… Grubun comertliğine inanamadım… Tanrı onları kutsasın… Ve sonra puruzler ortaya cıktı… Mr. Coletta onumdeki masaya bir kontrat koydu ve noktalı kısmı imzalamamı soyledi…
Benim iyi arkadaşım ve akıl hocam Tony Zivanaris’a onun ve avukatlarının iyice incelemediği hicbir şeye imza atmayacağım konusunda soz vermiştim…Ve tamam diyerek evrakları incelemek icin yanıma aldım… Ohh, Tanrım, John Colletta neredeyse patlıyordu… ‘Sen ne demek istiyorsun?!’ İyi duşun, burada Deep Purple hakkında konuşuyoruz… Lanet Mick Jagger’ı alabilirdim, veya herhangi birini… Hangi lanet herif olduğunu duşunuyorsun ki?!.. Bunu imzala veya defol!!! Aman Allah’ım… Tamamen şoktaydım… Hic kimse, babam dahi benimle boyle konuşmamıştı şimdiye kadar… Bu adamın ofkesi korkutucuydu… Bu sırada grubun ozel avukatı Richard Bagehot orada oturmuş sadece izliyordu… Belirgin şekilde utanmış ve rahatsız gorunuyordu…ve, ve kahrolası bir kelime dahi soylemiyordu…
Yani bu durumda tek başımaydım… Ve tamamen gozum korkmuştu, tehdide inanmıştım, imzalamazsam Deep Purple’ı unutmam gerekeceğine, kıcıma tekmeyi yiyeceğime inanmıştım… Kucuk duştum…
…Ve imzayı attım… Hicbir şey duşunmeden attım…
……
Butun gecen yıllara rağmen, hala o kontratı imzalamaya zorlandığım icin kırgınlık hissediyorum. Kontrat on yıllıktı..sırası gelmişken soyleyeyim… Bunu Jon Lord dışında hic kimseye anlatmadım. O cok kızmıştı, imzalamamam gerektiğini soylemişti..ama tabi ki cok gecti. Ve arkadaşım Tony Z… o kızgın olmanın da otesindeydi.
Bu gune kadar… ne zaman muzik piyasasına girecek olan birileri nasihat istese… Onlara tereddutsuz şekilde, bağımsız bir avukat tutmalarını soyluyorum. Ve neyin icine girdikleri konusunda, her şeyi anlayana kadar hicbir şeyi imzalamamalarını…
Bu olaydan kısa sure sonra, Ritchie’nin evine, bir şarkı yazma toplantısına davet edildim. Hemen Ritchie’nin Purple’daki esas yaratıcı olduğunu anladım. O, ‘Burn’ albumunu oluşturacak olan ana materyalin coğunda beni de kullandı.
Ritchie Blackmore, Londra’nın dışında Surrey’de Camberley adında orta sınıf toplumdan oluşan sessiz bir kenar mahallede…‘Blockhutte' denen buyuk bir evde… Eşi Babs ve iki kıymetli kopeğiyle birlikte yaşıyordu. Kopeklerden biri Stroiky’di… Hatırladığım kadarıyla, Ritchie onun hakkında enstrumantal bir parca yazmıştı… Otekisi de 'Dennis'...veya 'Barry'di… veya onu gibi bir şey… Hmm… her neyse onu hatırlayamadım. Ama şirin Babs Blackmore’un bize yaratıcılık ateşimizi yakmak icin bitmek bilmeyen tabaklar dolusu Wensleydale veya Cheshire peyniri, cavdar ekmeği ve Branston turşusu getirdiğini acıkca hatırlıyorum… ve bu işe yaradı.
Ritchie, iki makaralı bir Revox uzerinde calıştı. Şarkı fikirlerini nasıl ikiye veya uce katlayacağını biliyordu. Demoları bana dinlettiğinde hepsi tam anlamıyla kulağı memnun eden ve iyi ses getiren parcalardı. (Ritchie ses duzeneğini, canlı şovlar sırasında gitarın sesinde eko yaratmak icin yanında taşırdı. Bunun icin aslında canlı calmadığına dair dedikodular cıkıyordu... Elbette canlı calıyordu.)
Ritchie’nin evinde bir de Alman bira mahzeni vardı. Ohh, Evet… ha şoyle! Kendi yerinde kendi barın var mı!! Hic fena değil Bay Blackmore… Bu yuzden, tahmin ettiğiniz gibi… yazmayı cok erteledik…
……
Telefonunun calmayı hic bırakmayacakmış gibi gorunmesinin, ne kadar sinir bozucu olduğunu duşunduğumu hatırlıyorum…Ve, bu telefon denen ‘şeytanın enstrumanını’ becerebildiğim kadar uzun sure evimden uzak tutmaya karar vermiştim.
Her neyse…şarkılara gelelim…
Ritchie tamamen meşguldu… Yeni, heyecanlı… ve grup hakkında araştırma yaparken duyduğum geleneksel Purple’dan biraz daha farklı fikirlerle. Bu yeni atılımlar, bana kalırsa, kuşkusuz doğru yondeydiler… ve coktan potansiyel olarak bu aşı pişirmek icin yaptığım katkıları hissedebiliyordum… sonunda da ortaya benim 'Shi-Fu-Ca-Wa' uzerinde calışmamla ‘Lay Down Stay Down’ ve diğerleri cıkmıştı… gerci arkadaşların bu apacık detayı hatırlayacaklarını sanmıyorum… aslında onu ben ve Glenn butun duygularımızla, buyuk zevkle soylemiştik… 'Sail Away'... 'You Fool No One'… aniden tatlı bir hava, heyecan verebileceğimi hissettiğim şarkılardı… ve tabiki ‘Burn’… hala, duyduğum en iyi acılış parcalarından biri.
Elimde şarkıların kopyalarıyla, sozleri yazmaya başlamak icin İngiltere’nin kuzeyine, Redcar’a dondum… ve benimle sozlerin yazımında calışacak olan Glenn Hughes’u bekledim.
Glenn, ona Purple’da yer alma imkanını sunan, sahibi olduğu yeni Rover meyhanesine gelmişti.
Cocuklar(Purple) Glenn’i grubu ‘Trapeze’yle izleyince acıkca şok olmuşlardı ve bu onun Purple’a katılmasına yetmişti… ama Ritchie hala daha ‘erkeksi’(Ritchie’nin sozleri) sesli bir ‘frontman’ de ısrar ediyordu… tahmin ettiğiniz gibi bu Glenn’i cok kotu etkilemişti… ama o gunlerde Ritchie’nin sozleri kanundu.(Bunu soylemekten memnunum.)
Aslında Glenn ve ben calıştığımızdan cok daha fazla zamanı Top Deck kulubunun merdivenlerinde surterek gecirdik… ama gercekten iyi vakit geciriyorduk… ve bağlanmaya başladık… dedikleri gibi bu gun hala devam eden samimi bir arkadaşlık oluştu.
Sonraki hamlemiz Gloucestershire’de Clearwell Castle’a taşınmak oldu… guzel Dean ormanının kıyısına… yeni şarkıları grubun kalanına sunduğumuz, provalara ve herkesin katkılarıyla araştırmalara başladığımız yere.
Eskiden olulerin gomulduğu bodrumda işe başladık… en azından iskelet Purple ekibi yerleşmişti… tapılası Baz Marshall, unutulmaz Magnet, ve Ritchie’nin gitar teknolojileri… cana yakın olan ve ozlediğimiz Ron Quinton, ve Colin Hart adındaki aniden şanssız anlaşmazlıklar yaşadığım ve ayrılışına sebep olduğum cocuk…
Jon Lord kaleye gelmekte birkac gun gecikmişti… ama Ritchie’ye telefon edip calışmaların nasıl gittiğini sordu… ve yeni cocuk nasıl gelişiyordu? ‘İyi’, ama hala kahrolası bir nota bile okumadı, demişti Ritchie.
Tahmin ettiğiniz gibi bundan sonra surekli; toplantılar, tartışmalar, kokteyller ve kısa sureli şarkı yazma hamleleri oldu… ama, şimdi orada durup şarkı soyleme sırası bendeydi… ve… gercekten anlaşılır bicimde, kendimi mahvediyordum, tam anlamıyla sıcıyordum.
Bunların hepsi Bay Lord iceri girdiğinde değişti. Hepimiz bir ceşit alkolik icecek icin Clearwell’in yerel barına gittik. Ve sarhoş olmuş bir halde donuşumuzde Jon ve ben eski bodrumda Beatles şarkılarını doğaclama calmaya, soylemeye başladık… Ah!.. İcinden gelen cesaret… cok iyi icki… Ondan sonra Jon’un nasıl sıra dışı bir muzisyen olduğunu gordum. Tanıdık Beatles şarkıları icin caldığı benzersiz tonlar beni kendime getirdi, surukledi… ve soylemem icin, daha fazlası icin esin kaynağı oldu. Teşekkurler, Jon… Beni ikinci kez kurtardığın icin… Seni ve comertliğini asla unutmayacağım. Daha sonra dışarıdaydım ve koşuyorum…
__________________
Tinder Tindersticks solisti Staples İstanbul’da. (muzik timi calışması)
Diğer Sosyal Medya Ağları0 Mesaj
●41 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Sosyal Medya Forumları
- Diğer Sosyal Medya Ağları
- Tinder Tindersticks solisti Staples İstanbul’da. (muzik timi calışması)