cevirmen
Siyasi, bilimsel ve kulturel etkinliklerde Turkce'den Arapca'ya tercumanlık yaptı. Mısır ziyaretleri sırasında Turkiye Cumhurbaşkanları Suleyman Demirel ve Abdullah Gul'un cevirmenliğini yaptı.
Sevim Hanım ’ın annesinin babası İhsan Adlı Serter, Uskudar mutasarrıfı idi. Cumhuriyetin ilanıyla Mısır ’a yerleşme kararı aldı. Kendisinden sonra gelen nesil Mısır'da yetişti.
Aslen Selanikli olan annesi İsmet Hanım, Kahire ’de doğup buyumesine rağmen Arapca oğrenmedi. Mısırlı eşiyle evliliği de uzun surmedi. Mısır Radyosu'nun Turkce yayın bolumunde ve Turk sefaretinde calıştı.
Sevim Hanım ’ın Perin ve Ahmet adlı iki cocuğu var.
HAKKINDA YAZILANLAR
MISIR'IN PAŞA TORUNU BEYAZ TURKLERİ
Aksiyon 10.10.2006
Dunyanın herhangi bir koşesinde ‘unutulmuş ’ Turklerden soz etmiyoruz bu kez. Mısır ’da refah icinde yaşayan padişah ve paşa torunları hem varlıklı hem eğitimliler. İstanbul kadar Paris ’i de ziyaret ediyorlar ve Turkiye ’den maddi-manevi bir beklenti icinde değiller
KAHİRE - Dunyanın herhangi bir koşesinde ‘unutulmuş ’ Turklerden soz etmiyoruz bu kez. Mısır ’da refah icinde yaşayan padişah ve paşa torunları hem varlıklı hem eğitimliler. İstanbul kadar Paris ’i de ziyaret ediyorlar ve Turkiye ’den maddi-manevi bir beklenti icinde değiller.
Kahire ’nin kalabalık caddelerinde savrulurken Âdet olduğu uzere ‘Enti min eyne - Nerelisin? ’ diye soran taksi şoforu, aldığı cevaptan pek hoşnut gorunuyor; “Turkiye ’den…” Koltuğunda biraz toparlanıyor, sırtını hafif dikleştirip, dikiz aynasına gulumsuyor; “Benim de ninem Turk ’tur.” Yolcu işkilleniyor. Şimdi nedir bu? Bir yabancıyla yakınlık kurma cabası mı? Bindiğiniz beş taksiden ikisinin şoforu nasıl oluyor da aslının Turk olduğunu iddia edebiliyor? Şaşkınlık kısa surmeli, burası Mısır ve tarihe biraz aşina olanlar muhakkak ki, bir Avrupalı turistten daha farklı bakmalı ulkeye. Gizemli piramitlerden ve bereketli Nil ’den daha otesi; 869 ’da Tolunoğulları ile başlayan ve 1952 ’ye kadar suren bir Turk hÂkimiyeti soz konusu olan. Aradaki Fatımi donemi haric, Memluklu ve Osmanlı ile devam eden ve Kral Faruk ’un tahttan indirilmesine kadar zayıflayarak da olsa suren yakın ilişkilerden bugune kalan; yerel Arapcaya bolca karışmış Turkce kelimeler ve halkın gururla soz ettiği ‘Turk nineler ve dedeler ’ den ibaret.
Evet, Turk olmak, Mısır ’da hÂl gurur vesilesi, soyluluk gostergesi, şimdi tek kelime Turkce konuşmuyor olsalar ve ortalama Mısırlılar gibi yaşasalar dahi, aile tarihinde sanki bir efsane gibi soylenegelen Turk gecmişine sıkı sıkı sarılıyorlar. Başka hangi ulkede, bir muze gorevlisi, bir cami bekcisi Turk ziyaretcisine ‘Ahsen-ul Nas - İnsanların daha guzeli ’ der ki! Yalnız, Mısır halkının bir konuda kafası epey karışık gorunuyor. Turklere ‘Musluman mısınız? ’ diye soruyorlar. Evet, aynen oyle, şaka yapmıyorlar, alay etmiyorlar, gayet masumane ve gercekten anlamak isteyen bakışlarla ‘Musluman mısınız? ’ diyorlar. Sorunun muhatabı -ki bu soruyu Huseyin Meydanı ’ndaki kaldırıma oturmuş mango suyu icerken, Fustat Carşısı ’ndan yasemin esansı alırken ya da Mısr-u Kadim ’deki camilerden birinin minaresinden şehri temaşa ederken sıklıkla duymuştur- aynaya bakma ihtiyacı hissediyor, “Rabbim kimlere benziyorum? Yoksa Musluman gibi gorunmuyor muyum?”
Fazla gecmeden anlaşılıyor ki, sorunun muhatabı butun Turkler… Peki niye soruyorlar, hele başında ortusu olan hanımlara? İclerinden biri, “Buraya cok yabancı geliyor, bazıları ortunuyor. Emin olmak istedim.” diyor. Cevap ikna edici değil, sebep nerede aranmalı? Soruyu yoneltenlerin cahilliğinde mi? Vaktiyle Mısır ’ı gezen Avrupalı seyyahların Turk kelimesini Musluman anlamında kullandığı hatırlanırsa… Ne tezat!..
İC İCE GECMİŞ İKİ KULTUR
Mısır ’da, ‘Mısırlı Turklerin ’ izini surmek, insanları gulumsetiyor. Abartılı olduğu aşikÂr bir iddiaya gore, ‘ulkenin yuzde sekseni aslen Turk ’ iken boylesi bir takip, imkÂnsız gorunuyor. Yuzde seksen gibi bir orana itibar edilemez elbette; fakat bir donem Mısır Buyukelciliği yapmış Yaşar Yakış ’ın ‘ucte bir ’ tahmini uzerinde durulabilir. Oldukca uzun suren ortak gecmişimizin bir ‘ic-icelik ’ oluşturduğu muhakkak. Bugun bir yanının Turk olduğunu soyleyen; fakat başkaca bilgiye sahip olmayan Mısırlılar, Kavalalı Mehmet Ali Paşa doneminde ulkeye akın eden Osmanlı memurlarının torunları olamaz mı?
Kendilerine toprak verildikten sonra tamamıyla Mısır ’a yerleşen, Arapcayı gunluk dilde kullanıp, Mısırlı kızlarla evlenen ve ulkenin yeni aristokrat sınıfını oluşturan memurların zaman alan entegrasyonu, fakir ve orta halli Turkler soz konusu olduğunda tam bir erimeyle sonuclanmış. İslam Konferansı Orgutu Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, son calışması ‘Mısır ’da Turkler ve Kulturel Mirasları ’nda, ‘eriyen ’ Turklerin iki meşhur temsilcisinden soz ediyor. Biri, Arap dunyasının 20. yuzyıldaki en unlu şairi, ‘emir-el şu ’ar ’ unvanına sahip Ahmed Şevki Bey, diğeri buyuk romancı ve entelektuel Yahya Hakkı. Mısır Turklerinin ucuncu nesline mensup olduğu halde cocukluğunda oğrenemediği Turkceyi ileri yaşlarında, dedesinin toprağında oğrenen Hakkı ’nın şu cumlesi, Turk-Mısır kaynaşmasını iyi acıklıyor: “Kendi hayatımı ve eserlerimi duşunduğumde anlamakta zorluk cektiğim şu olmuştu: Yakın Turk aslından olmama rağmen kendimi yoğun olarak Mısır toprağı ve halkı ile ic ice hissetmekteydim. Bu da beni derinden etkilemektedir.”
İhsanoğlu ’nun ilginc tespitlerinden biri de, Kafkaslardan getirilen ve sarayda tam bir Turk kulturuyle yetiştirildikten sonra yerli halkın ileri gelenleriyle evlendirilen Cerkez ve Gurcu cariyelerle ilgili. Turk-Osmanlı kulturunu, anneanneler ve anneler aracılığıyla devralan ucuncu neslin kız cocukları dili unutsalar da kulturu yaşatmaya devam etmişler. Şimdilerde manzara biraz daha bulanık; buyuklerden işitilen birkac sozden, fizikî benzerliklerden, hatta yemek kulturunden cıkardıkları ipuclarıyla yuruyenler var. İskenderiye ’deki Turk Konsolosluğu ’nda tanıdığımız Mustafa Fadıl da ninesi Turk olanlardan. Babası Turk, annesi Mısırlı Babaanne, evde hep Turk yemekleri pişirirmiş. O yaşlarda yemeklerin, annesinin yaptıklarından farklı olduğunu ayırt eden Fadıl, tariflerin kaynağını Turkiye ’de bulunca gerceği anlamış. 10 yıldır konsoloslukta calışan ve sık Turkiye ziyaretleriyle Turkcesini geliştiren Fadıl, “Ucak, İstanbul ’a inerken heyecanlanıyorum. Kan cekiyor galiba…” diyor. O, ‘ninem Turk ’ deyip de Turkce konuşabilen nadir Mısırlılardan biri. Tıpkı, İskenderiye Universitesi Edebiyat Fakultesi mezunu Al Suleyman gibi.
İskenderiye Kutuphanesi ’nde neredeyse fısıltıyla yaptığımız soyleşi, Al ’nın zayıf Turkcesi yuzunden biraz yorucu olsa da, Arapcayı devreye sokmuyoruz; cunku o, pek ender bulduğu Turkce pratik yapma fırsatını değerlendirmek istiyor. Arap Dili ve Edebiyatı Fakultesi ’nde okurken, ikinci sınıfta ek ders olarak Turkceyi secen ve iki yıllık bir eğitim sonucunda okuma-yazmayı oğrenen AlÂ, Ezher Universitesi Turkoloji Bolumu oğretim uyesi Abdulaziz Ivadullah ’ın İskenderiye ’ye taşıdığı yardımcı kitaplardan cok istifade etmiş. Yuksek lisansını Turk Masalları uzerine yapan AlÂ, son cevirdiği masaldan cok sevdiği bir cumleyi soyluyor; “Guldukce yuzunde guller acılan, ağladıkca gozunden inciler dokulen…” Masalların ileride kitaplaşmasını istiyor; ancak Turkiye ’ye gelip Turkcesini ilerletmeyi daha cok istiyor. Arkadaşlarının ve hocalarının Turk ’e benzettiği AlÂ, “Ninemin annesi Turk ’muş. Ninem, anneme soylemiş, annem de bana… Bunun dışında bir bilgiye sahip değiliz.” diyor.
ESKİ TURKLERDEN KİM KALDI?
Mısır ’da hÂlihazırda yaşayan padişah, paşa ya da tuccar torunlarının hemen hepsi, izdivac yoluyla Mısırlılarla akraba… Din farklılığının olmaması ve tarafların birbirlerini yabancı gibi gormemesi evlilikleri kolaylaştırıyor; ancak bir de mecburiyetler var. İskenderiye ’de Turk Konsolosluğu ’nun karşısındaki apartman dairesinde oturan Ayten Kutay, biri boşanma diğeri vefat yuzunden bitmiş evliliklerinden soz ederken; “Turk erkeği bulabildik mi ki evlenelim.” diyor. Tutun tuccarı babası, 1930 yılında ziyaret ettiği İskenderiye ’ye yerleşince, hayata gozlerini, Akdeniz ’in karşı kıyısındaki bu şehirde, ‘yarı Turk yarı Mısırlı ’ acan Kutay, ‘yarı Mısırlı ’ tespitini kabullenmek istemiyor. Doğup buyuduğu, cocuklarını doğurduğu şehirde, tıpkı yabancılar gibi oturma izniyle yaşamak pahasına Mısır vatandaşlığı almadığına bakılırsa…
Ancak neticede, cocuklarının babası Mısırlı, Arapcayı en az Turkce kadar guzel konuşuyor ve bundan sonraki hayatını İskenderiye ’deki dairesinde surdurmeye niyetli gorunuyor. Koltuğunu, konsolosluğun onundeki bayrağı gorecek şekilde yerleştirmiş. Oldukca duzgun bir Turkceyle eski gunlerden soz ediyor: “Babam Turk vatandaşlığını bize kaşıkla yedirdi. Evde Turkceden başka lisan yasaktı. Turkiye ’den Doğan Kardeş dergisi getirtip, evde yuksek sesle okurdu ki, duzgun Turkce duyalım. Ağabeyim askerliğini Turkiye ’de yaptı. Mısır ’da ailenin tek erkek cocuğu askerlikten muaf tutuluyordu. Arkadaşları, ‘Gonderme, Mısır vatandaşlığı alsın, burada kalsın. ’ dediler; ama o, ‘Katiyen ’ dedi, ‘Mısırlılar onu asla Arap saymayacak, askerlik yapmazsa Turkler ters bakacak. ’ HÂsılı biz Mısır terbiyesiyle buyumedik.”
Ayten Hanım ’ın kızı, oğlu hatta torunu hem Turk hem de Mısır vatandaşı; Mısırlı damadının da anneannesi Turk ’muş. Arkadaşları, ‘Oyle olmasaydı kızını vermezdin zaten. ’ diyorlarmış. Ancak, uzulduğu bir konu var ki, cocukları iyi anlamakla beraber Turkce konuşamıyor. 3,5 yaşındaki torunuyla bir umit, Turkce konuşuyor: “Yusuf, pabucu yarım, cık dışarı oynayalım.”
NASIR GELİNCE ATTAN DUŞMUŞE DONDUK
Ayten Kutay, İngiliz Koleji mezunu. Beş dilde okuyup yazabiliyor, İngilizcesi ve Arapcası haliyle cok iyi. Ustu acık bir arabada, yanında kopeği, kÂh yuzmeye kÂh at binmeye gitmeler… Kendi tabiriyle ‘şımarık bir hayat ’… Sonra o sayfa kapanıyor. Cemal Abdul Nasır ’ın devlet başkanlığına gelmesiyle Turklerin bircoğu ulkeyi terk ediyor. Kalanlar da eskiye kıyasla tecrit edilmiş bir hayat yaşıyor. Cocukken Turk arkadaşları var mıydı, aile gezmeleri, ev oturmaları? Kutay, cocukluk arkadaşlarını hatırlıyor, eski ‘amca ’ları… “Babam buraya kozmopolit yapısını sevdiği icin yerleşmişti. O yıllarda epeyce bir Turk aile vardı. İş Bankası ’ndan Muhittin Bey Amca ’yı hatırlıyorum şimdi, Betul Mardin ve rahmetli Arif Mardin cocukluk arkadaşlarımdı. İstanbul ’a gidince onlarda kalırım hÂlÂ. Şimdi benim kadar eski cok az insan var burada.”
Konsolosluk bir ara kapanınca, fahri konsolos gibi calışmış Kutay. Evini soyunma odası gibi kullanan sporcular mı dersiniz, yağmurlu bir gecede kapısını tıklatıp, Turk akrabasını arayanlar mı? Şimdi, ‘yeni ’ Turklerle goruşuyor. Konsoloslukta ve Evyap fabrikasında calışanların eşleriyle, haftalık, aylık kabul gunleri duzenliyorlar.
Biz oradayken, ‘İstanbul yolu gorundu. ’ diyordu Ayten Hanım. Bir alınacaklar listesi vardı elinde; aralık ayında doğum yapacak kızına loğusa şerbeti -Mısır şerbeti pek ağır oluyormuş, ama İstanbul ’dan goturulen loğusa şerbetinin o gune kadar bozulacağından endişe ediyor- bebeği ziyarete gelen komşulara verilmek uzere mavi boncuk -Kapalıcarşı ’dan alınacak, yerini biliyor artık- ağabeyi Arif Mardin ’i kaybeden Betul Mardin ’e başsağlığı… Turkiye ’ye inince, pasaport taşımıyormuş yanında, ne oyle yabancılar gibi… Nufus cuzdanıyla dolaşıyor, hani biri sorsa da gosterse, ‘Ben buralıyım. ’ dese… Şimdi bir duşuncesi var; cocuklarına gecekondu olsa bile İstanbul ’dan bir ev satın almak. Turkiye ’den ayakları kesilmesin diye…
KAVALALI DEDEMİZ OLUR
İskenderiyeli Turklerden biri de Mahmut Camaşırcı. Onun soyu eskilere, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ’ya dayanıyor. Kavalalı, Mısır ’ın babası, bizim ‘dedemiz ’. Kahire ’yi ziyaret etmiş bir Turk ’un en sık duyacağı isim budur. Oradaki soylenişiyle ‘Muhammed Ali Başa… ’ Kahire Kalesi icindeki ulkenin tek ince minareli camii, onun adıyla anılır ve ayakustu uc beş kelime konuştuğunuz her Mısırlı size onu hatırlatır, tanıyıp tanımadığınızı sorar. Nasıl bir cevap beklediklerini cok gecmeden oğrenirsiniz: ‘Cedduna-dedemiz… ’ Mahmut Camaşırcı ’nın Mısır ’a ilk gelen dedesi işte bu meşhur adamın yeğeniyle evlenmiş. Soy ağacının tepedeki yapraklarını gorebilme mutluluğuna erişmiş herkes gibi Mahmut Bey de evinin duvarlarını, dedelerinin fotoğraflarıyla suslemiş. En başta Kavalalı duruyor, yanında ona damat olan ve esasen Mısır ’a Osmanlı tarafından teftiş icin gonderilen Hasan Paşa duruyor. İskenderiye ’de kadılık yapan Omer Hafız, 2. Hasan Camaşırcı ve Mahmut Bey ’e adını veren son kuşak dede, ucu de kadılıktan emekli. Ancak baba bir pamuk fabrikasının başına gecmeyi tercih etmiş. Bir de Osmanlı kılıcı asılı duvarda. Kılıcın uzerindeki rozete dikkatimizi cekiyor Camaşırcı. Savaşan askerin hangi milletten olduğunu gosteren Turk bayrağı, onun gozunde soyunun nereye dayandığına ilişkin sağlam bir delil.
Evde ozenle saklanan parcalardan biri de Halife Abdulmecid Efendi ’nin ilk dede Hasan Paşa ’ya verdiği cam bardak. Sultanın tuğrası ve ‘Padişahım cok yaşa! ’ yazısıyla suslenmiş bardağın kısa; ama enteresan bir hikÂyesi var. Mısır ’a yerleştikten sonra, Mısır Âdetlerini benimseyen Hasan Paşa, İstanbul ’a, padişah Abdulmecid ’i ziyarete gidince farkında olmadan bir hata işler. Sultanın eteğini opmek yerine elini sıkmaya kalkışır ve haliyle cevredeki askerler kılıclarını kınlarından cıkarır. Olayı onemsemeyen Abdulmecid, protokol kurallarından bîhaber bu ‘yeni ’ Mısırlıyı affetmekle kalmaz, hediye olarak bir cam bardak verilmesini emreder. Mahmut Camaşırcı ’da başka hatıralar da var; bir zamanlar halterde Afrika şampiyonu olmuş bu adam, bir musabakaya Turk haltercinin de katılacağını oğrenince duygusal davranıp yarışmadan cekiliyor. Kendisinden dinleyelim: “Benim kategorimde Raif Ozel vardı; ama benden iki kilo daha zayıftı. Olur ki kazanırım diye musabakaya girmedim. Sırf o kazansın diye.”
Evyap ’ın İskenderiye ’deki fabrikasında bilgisayar sistemleri muduru olarak calışan Camaşırcı ’nın Turkcesi epey zayıf. Babası guzel Turkce konuşurmuş; ama anne tarafından Mısırlı olan annesi pek bilmezmiş. Osmanlıca okuyabiliyor ve konuşurken daha ziyade eski kelimeleri kullanıyor. Mesela vaktiyle kız kardeş anlamına gelen hemşire kelimesinin artık doktor yardımcısı icin kullanıldığını yeni oğrenmiş. O yine de bu kelimeyi eski anlamıyla kullanmayı tercih ediyor: “İstanbul ’a ilk indiğimde oyle hissettim ki herkes benim akrabam. Pasaportuma bakıp ‘Hoş geldiniz ’ diyen hanım, sanki hemşirem gibiydi.” Aidiyet sorunu, Turkiye ’yi iki kez gormesine rağmen, Camaşırcı icin de gecerli. İskenderiye Kutuphanesinin karşısındaki bir apartman dairesinde yaşıyor; ancak bu guzellik onu mutlu etmeye yetmiyor: “Mısır ’ı cok seviyorum; ama canım burada değil. Pencereden bakıyorum, deniz, tarih, bu şehir guzel; ama benim değil. Oysa Turkiye ’de her yer benim gibi. Nasıl bir şey bilmiyorum.”
İskenderiye ’de, Osmanlı ’nın son şeyhulislamı Mustafa Sabri ’nin izini surmeye kalkışanların neyle karşılaşacağını da şimdiden soylemeli. Bulbul sokaktaki villanın kapı zilinde oğlu İbrahim Sabri ’nin ismini gorurseniz hemen heyecanlanmayın. Bekci, kapıyı acıp, burada oyle birinin yaşamadığını soyleyecek ve size villanın sahibiyle konuşmanızı tavsiye edecek. Sonuc, vaktiyle İskenderiye Universitesi ’nde oğretim uyeliği yapan İbrahim Sabri Hakk ’ın rahmetine kavuşalı cok olmuş, iki kızından birinin Kahire ’de yaşadığı biliniyor. Kahire ’de 18 milyonun icinde…
İskenderiye Mısırlı Turklerin sayfiye şehri… Ancak hayat Kahire ’de… Ulaşım icin en uygun vasıta tren. Nil kıyısındaki bereketli tarlaları seyre dalanlar iki saatin sonunda yeniden Kahire ’de. Burada iz surmek daha zor, mazeret daha bol… Metropollere ozgu sorunlardan, hayat pahalılığından, komşuluk ilişkilerinin olduğunden, akraba ziyaretlerinin kesildiğinden, cocuk icin tutulan ozel hocalara para yetişmediğinden şikÂyet ediliyor. Ve butun bu keşmekeş icinde Kahireli Turklere ulaşmak gucleşiyor.
DEMİREL ’E TURKCE SORDU, MUBAREK TEBRİK ETTİ
Mısır televizyonunda hem spiker hem de muhabir olarak calışan Sevim Selahattin ’le buluşma mekÂnımızı kararlaştırmak yaklaşık bir hafta suruyor. Nihayet karar kıldığımız Ramses Hilton ’un nargile dumanından ve gurultuden girilmeyen kafesini terk edip kendimizi ordu evinin bahcesine atıyoruz. Sevim Hanım biraz cekingen ve sanki şaşkın. Sebebi sonra anlaşılıyor, şimdiye kadar roportaj yaptığı Turk politikacılardan ya da akademisyenlerden hicbiri ona ‘Turkceyi nereden oğrendin? ’ diye sormamışken, bir gazeteci kalkıp, hayat hikÂyesini dinlemek istiyor. “Demirel cumhurbaşkanlığı doneminde Kahire ’ye gelmişti. Basın toplantısında Turkce sordum. O da Turkce cevapladı. Husnu Mubarek cok memnun olmuş, bana ‘Aslın Turk mu? ’ diye sordu ve Demirel ’e yaptığım jest icin beni tebrik etti. Sonradan hem Demirel ’le hem de Abdullah Gul ile Turkce roportaj yaptım; ama ikisi de bu dili nasıl oğrendiğimi merak etmedi. Konferans icin gelen doktorlar da oyle, neredeyse ben onlara soracağım; “Yahu hic merak etmiyor musunuz, ben kimim, bu dili nasıl konuşuyorum?” Sanki Turkce de İngilizce kadar yaygın bir dilmiş gibi davranıyorlar.”
Sevim Hanım ’ın dedesi (annesinin babası) İhsan Adlı Serter, Uskudar mutasarrıfı imiş. Cumhuriyetin ilanıyla Mısır ’a yerleşme kararı alınca, kendisinden sonra gelen neslin kaderi değişmiş. Selahaddin, tam da yeni bir rejim gelmişken ulke değiştiren dedesini tohmetten kurtarmak istiyor: “Dedem, Ataturk ’e karşı değilmiş, hatta onun safındaymış, tafsilatını bilmiyorum; ama annem oyle anlatıyor.” Aslen Selanikli olan annesi Kahire ’de doğup buyumesine rağmen Arapca oğrenmeyi ve Mısırlılarla dostluk kurmayı reddetmiş. Mısırlı eşiyle evliliği de uzun surmemiş. Evde, Mısır radyosunun Turkce yayın bolumunde ve Turk sefaretinde calışan ve yalnızca Turklerle goruşen anne İsmet Hanım ve tek kelime Arapca konuşmayan anneanne Naciye Hanım…
Bu ortam, kucuk Sevim ’e duzgun denilebilecek bir Turkce kazandırmış; ama aynı zamanda annesinin hatasını fark etmesini sağlamış: “Arapcayı okulda oğrendim, hem de cok iyi oğrendim. Okula gelen bir mufettiş, kitaptan bir parcayı sesli okumamı istedi ve sonra bana dedi ki; ‘Herhalde senin bir yakının Arapca hocası. ’ İcimden, ‘Ah bilsen evde kimse Arapca bilmiyor. ’ diye gecirdim; ama soylemeye utandım. Annem şimdi mÂnen cok yorgun ve yalnız. Eskiden tanıdığı Turklerden kimse kalmadı. Arapcayı duzgun oğrenmemenin sıkıntılarını Nasır zamanında yaşamaya başlamıştı aslında. O donem, yabancı diller yasaklanmıştı ve annem mektup bile atamıyordu. Onu gorunce kendime dedim ki, Arapcayı iyi oğrenmelisin. Burada onlarla birlikte yaşıyorsun. Dilini iyi bilmezsen garip kalırsın.” Sevim Hanım ’ın iki cocuğu var; Perin ve Ahmet. 18 yaşındaki Perin, Turkcesini internet yoluyla geliştiriyor ve evde annesiyle daima Turkce konuşuyor; ancak Ahmet, dışarıda daha fazla vakit gecirdiği icin Turkce oğrenemiyor, evde olduğu zaman da İngilizce yayın yapan kanalları izlemeyi tercih ediyor.
ABBAS HİLMİ PAŞA ’NIN TORUNU
Telefonun diğer ucunda Prens Abbas Hilmi var. Mısır ’da prenslik mi kaldı? Kalmadı; ama o; yani Hidiv Abbas Hilmi Paşa ’nın torunu, hÂl bu unvanı taşıyor. Sesi tereddutlu; “Ben pek interview vermem; ama… PekÂla, goruşelim.” Ertesi gun, Nil kıyısındaki borsa şirketindeyiz. Prens Abbas biraz gecikiyor ve nihayet bir ozur cumlesi ve kuru bir selamla karşılıyor bizi. Roportaj vermek istemediğini bir kez daha hatırlatıyor; fakat caylar icilirken, masanın uzerine bırakılan minik ses alıcısına goz yumuyor. Turkceyi nasıl oğrendiğini soruyoruz. O, ne de olsa Mısır ’ın son kralı Faruk ile aynı soydan geliyor ve Ekmeleddin İhsanoğlu ’nun titiz calışmasında belirttiği uzere Turkce, Kral Faruk doneminde neredeyse tedavulden kalkıyor. Kimileri, kucuk yaşlarda İngilizce, Fransızca ve İtalyanca oğrendiği halde Turkce oğrenmeyen kralı ‘kendi ’ diline ilgisiz kalmakla sucluyor, kimileri de asıl hatayı babası Kral Fuad ’da arıyor.
Bu tartışmalar gosteriyor ki, Prens Abbas yalnızca baba tarafına guvenseydi bugun Turkce konuşamıyor olacaktı. Fakat Turkce onun icin tam anlamıyla ‘ana ’ dili. Ana kim? İstanbul ’da yaşayan son Osmanlılardan biri; Padişah Abdulmecid Efendi ’nin torunu Neslişah Sultan. “Sık sık İstanbul ’a giderim.” diyor Abbas Hilmi, “Annemden başka, kardeşim ve akrabalarım da orada. Kendi aramızda Turkce konuşuruz; fakat cocuklarım İngiltere ’de buyudukleri icin maatteessuf, anlıyorlar ama konuşamıyorlar.” Hem Mısır hem de Turkiye vatandaşı olan Prens Abbas da Turk asıllı bir Mısırlıyla evli. İki toplum arasındaki ic ice gecmişliği iki cumleyle ozetliyor: “Tarihteki ilk Musluman Turk devleti Tolunoğulları Mısır ’da kuruldu. Burada sadece Osmanlı soyundan değil, Memluklulardan kalan Asyalı Turklerin torunları da yaşıyor.”
İnci Osmanoğlu, soyadıyla musemma. Ufak bir değişiklikle yalnız, bir Osmanlı kızı… Sultan 2. Abdulhamid ’in dorduncu kuşak torunu… Abdulhamid ’in kızı Naime Sultan, Gazi Osman Paşa ’nın oğluyla evlenince, İnci Hanım ’ın babaannesi Adile Osman dunyaya gelmiş. Bir bucuk yıl once vefat eden baba Kubilay Osmanoğlu, son gunlerine kadar, Turkiye ’den gelen gazetecileri ve belgeselcileri kabul etmiş. “Babam normal bir hayat yaşadı.” diyor İnci Hanım. Arabasını kendisi kullanan, marketten alışverişini yapıp, kahvede cayını yudumlayan bir padişah torunu. Asıl zorluğu saraydan cıkıp Fransa ’ya gitmek zorunda kalan ve ardından Kahire ’ye yerleşen babaanne yaşamış. Kahire ’de Mısır kralından yakınlık goren ve iki yıl sarayda yaşayan Adile Osman, bir Mısırlı ile evlenip normal bir apartman dairesine yerleşince epey bocalamış. O gunlere ilişkin anlatılan hatıra, bugun herkesi gulumsetiyor. Omru saraylarda gecen ve hic ev işi yapmayan babaanne, evdeki ilk yemekten sonra, kirli tabakları ne yapacağını bilemeyerek şoyle diyor: “Atınız tabakları, bundan sonra ne işe yarayacaklar?” Sonra kararından vazgectiği ve parfum sıkılmış bir pamukla tabakları sildiği soyleniyor.
“Siz asıl, Paris ’teki halamı gorun.” diyor İnci Hanım, “Oturması, konuşması, hayatıyla tam bir hanım sultandır. Ablam da oyledir, sultan havasında yaşar. Ben, babam gibi yaptım, sokağa indim. On yıldır calışıyorum. Değişik insanlarla buluşuyorum, bir Mısırlı gibi yaşıyorum.” İnci Osmanoğlu, Kahire ’nin en buyuk seyahat şirketi Emeco ’da, kendi deyimiyle ‘buyuk mudur ’ olarak calışıyor. Kimi zaman gece yarısına kadar ofiste kaldığı oluyor ve ona gore bu, modern hayatın getirdiği bir zorunluluk. Babasının vefatından sonra İstanbul ’daki aile buluşmalarına ara vermesi de, aile tarihiyle ilgili belgeleri bir kitapta toplayamaması da vakitsizlikten. “Bir bucuk senedir babamın dolaplarını acamadım. Cok sayıda kaset, belge ve fotoğraf var. Geriye bir hatıra bırakmak istiyorum; ama calışırken bu cok zor. İyi bir aileye sahip olduğumuz icin fahur oluyoruz; ama bu yemek yedirmez ki bize.”
İnci Hanım, buyuk dedesinin prestijinden cocukken de istifade etmiş. İlkokul sıralarında, ‘Abdulhamid ’in torunu ’ diye parmakla gosterilirmiş. Arkadaşları, ‘Sen padişah torunusun, seninle oynayamayız. ’ diye takılırlarmış; ancak o yıllarda, ders kitaplarına giren Osmanlı duşmanlığından da nasibini almış: “Tarih kitapları Filistin siyasetinden dolayı Abdulhamid ’i methediyordu; ama ders kitaplarımızda oyle değildi. Hakikati bilmiyorlardı ya da soylemiyorlardı. Onun torunu olduğumu duyanlar, ‘Deden herkesi olduruyordu. ’ diyorlardı; ama hakikaten hic oyle değildi. Cok iyi bir adamdı.”
DEDEMİN SARAYINA PARAYLA GİRİYORUM
İnci Osmanoğlu, dedelerinden miras, kemerli burnu da gururla taşıyor. İşin acığı, her ne kadar ‘sokağa indim ’ dese de tavırlarında Osmanlı sultanlarına has bir incelik var. Babannesinin ve Abdulhamid ’in kızı olan buyuk ninesinin fotoğraflarına bakarken ic geciriyormuş: “Şimdi sarayda olsaydık nasıl olurdu diye hayal kurarım. Ben de bir hanım sultan olsam. Ne rahat ne rahat…” Oysa şimdi, fotoğraflara baka baka, babasından dinleye dinleye ezberlediği mekÂnları ‘bir ecnebi turist ’ gibi parayla ziyaret edebiliyor. Kubilay Bey de annesinin Yıldız Sarayı ’nda sergilenen elbisesini gormek icin para odemiş. Ne hazin! Tıpkı, İnci Osmanoğlu ve ablası Şehnaz ’ın Turkiye pasaportlarına yeni kavuşması gibi…
Cok arzu etmesine rağmen, Turkiye ’yi hic goremeden vefat eden bir babaannenin torunu oldukları duşunulurse gelinen noktanın hic fena olmadığı soylenebilir. Ancak, İnci Hanım Turk vatandaşlığına kabul edilmelerinin bu kadar zaman almasına yine de anlam veremiyor: “Babam oldukten bir ay sonra Turk gazeteciler roportaj icin geldiler, ‘Bir arzunuz var mı? ’ diye sordular. Ben de dedim ki, ‘Babam epeyce Turk idi, ben de İnşallah Turk kalabilirim, vatandaş olabilirim. ’ Altı ay sonra kabul edildim. Ablam on yıldır bekliyordu, o da artık Turk vatandaşı.” İnci Osmanoğlu, babasının, aile tarihi hakkında sınavdan gecirdiği ve olumlu not verdiği Mısırlı bir doktorla evli. Kızı Ferah 13 yaşında. Evde İngilizce ve Arapca konuşuluyor. Turkce yalnızca anne-kız arasında… Turkiye Buyukelciliği ’nde calışan kardeşi Ahmet Orhan ise neredeyse Turkce bilmiyor. İnci Hanım en cok da yeğeni kucuk Kubilay icin endişeleniyor: “Rahmetli babam cok guzel konuşurdu, annem Ankaralı zaten. Ancak Ahmet ’in oğlunun Turkce oğrenememe ihtimali uzucu. Boyle olmamalı. O bir Osmanoğlu.” İnci Hanım ’ın annesi, Mısır ’a, paşa dedelerinden kalma mirasın akıbetini araştırmaya gelmiş ve Kubilay Bey ’le tanışınca donememiş. “Annemle Kahire ’ye geldiğimde 18 yaşındaydım.” diyor Gonul Hanım ve gulerek devam ediyor; “Annem avukattı, vakıflarımızın peşine duşmuştu. Onlardan bir netice alamadık; ama ben vakıf olup burada kaldım.”
MEHMET ALİ PAŞA MUZESİ KURMAK İSTİYORUM
Mısırlı yayıncı Macit Farak, Mehmet Ali Paşa donemi uzerine uzmanlaşmış bir tarihci. Ancak ona sadece uzman demek az olur. Oğlunun ismini Muhammed Ali koyacak kadar tutkun Kavalalı ’ya. Mehmet Ali Paşa ’nın Mısır yonetimine gelişinin 200. yılının torenlerle kutlanmasını isteyince ortalık karışmış. Paşa ’nın torunlarından Yasmin Hanım ve bir grup gazeteciyle Kahire Kalesi icindeki mezara cicek koyma teşebbusleri de polis tarafından engellenmiş. Fakat gecen sene İskenderiye Kutuphanesi ’nde bir Mehmet Ali Paşa paneli duzenlendiğine bakılırsa, yazdığı makaleler ve basın desteği işe yaramış gorunuyor.
Uzunca bir donem cıkardığı Osmanlı dergisini yorulduğu icin bırakan Farak ’ın şimdiki hedefi Mehmet Ali donemine ait belgelerin, fotoğrafların ve objelerin sergileneceği bir muze kurmak. İstanbul ’da Ekmeleddin İhsanoğlu ile goruşen ve padişahın o donemde Mısır ’da cektirdiği fotoğrafları isteyen tarihci, fotoğrafların birer kopyasını bile alamadan donunce epey uzulmuş. Kavalalı donemi icin ‘Mısır tarihinin kayıp halkası ’ diyen Farak, belgelerin kasıtlı olarak yok edildiğine inanıyor: “1952 ’den sonra gelen hukumetler o donemi kotulediler. İyi noktaları kapattılar. En buyuk emelim Mısırlıların tarihiyle barışması. Ninemin annesi sadece Turkce bilirdi. Bununla da ovunuruz; ancak elli sene boyunca iki ulke arasındaki alÂka tamamen kesildi. Birbirini tanıyan nesil oldu. Buyuk ninemin akrabaları şimdi nerede ne iş yapar hic bilmiyoruz.”
* * *
İskenderiye ’deki evyap fabrikası ’nda bilgisayar muhendisi olarak calışan Mahmut Camaşırcı ’nın soyu Kavalalı ’ya dayanıyor. Camaşırcı, “Kendimi Turkiye ’ye ait hissediyorum.” diyor.
* * *
Borsa şirketi yoneticisi prens Abbas Hilmi, dedesi Hidiv Abbas ile aynı adı taşıyor. Fotoğraf cektirmek istemeyen prensin annesi de Abdulmecid ’in torunu neslişah sultan.
AKSİYON
Siyasi, bilimsel ve kulturel etkinliklerde Turkce'den Arapca'ya tercumanlık yaptı. Mısır ziyaretleri sırasında Turkiye Cumhurbaşkanları Suleyman Demirel ve Abdullah Gul'un cevirmenliğini yaptı.
Sevim Hanım ’ın annesinin babası İhsan Adlı Serter, Uskudar mutasarrıfı idi. Cumhuriyetin ilanıyla Mısır ’a yerleşme kararı aldı. Kendisinden sonra gelen nesil Mısır'da yetişti.
Aslen Selanikli olan annesi İsmet Hanım, Kahire ’de doğup buyumesine rağmen Arapca oğrenmedi. Mısırlı eşiyle evliliği de uzun surmedi. Mısır Radyosu'nun Turkce yayın bolumunde ve Turk sefaretinde calıştı.
Sevim Hanım ’ın Perin ve Ahmet adlı iki cocuğu var.
HAKKINDA YAZILANLAR
MISIR'IN PAŞA TORUNU BEYAZ TURKLERİ
Aksiyon 10.10.2006
Dunyanın herhangi bir koşesinde ‘unutulmuş ’ Turklerden soz etmiyoruz bu kez. Mısır ’da refah icinde yaşayan padişah ve paşa torunları hem varlıklı hem eğitimliler. İstanbul kadar Paris ’i de ziyaret ediyorlar ve Turkiye ’den maddi-manevi bir beklenti icinde değiller
KAHİRE - Dunyanın herhangi bir koşesinde ‘unutulmuş ’ Turklerden soz etmiyoruz bu kez. Mısır ’da refah icinde yaşayan padişah ve paşa torunları hem varlıklı hem eğitimliler. İstanbul kadar Paris ’i de ziyaret ediyorlar ve Turkiye ’den maddi-manevi bir beklenti icinde değiller.
Kahire ’nin kalabalık caddelerinde savrulurken Âdet olduğu uzere ‘Enti min eyne - Nerelisin? ’ diye soran taksi şoforu, aldığı cevaptan pek hoşnut gorunuyor; “Turkiye ’den…” Koltuğunda biraz toparlanıyor, sırtını hafif dikleştirip, dikiz aynasına gulumsuyor; “Benim de ninem Turk ’tur.” Yolcu işkilleniyor. Şimdi nedir bu? Bir yabancıyla yakınlık kurma cabası mı? Bindiğiniz beş taksiden ikisinin şoforu nasıl oluyor da aslının Turk olduğunu iddia edebiliyor? Şaşkınlık kısa surmeli, burası Mısır ve tarihe biraz aşina olanlar muhakkak ki, bir Avrupalı turistten daha farklı bakmalı ulkeye. Gizemli piramitlerden ve bereketli Nil ’den daha otesi; 869 ’da Tolunoğulları ile başlayan ve 1952 ’ye kadar suren bir Turk hÂkimiyeti soz konusu olan. Aradaki Fatımi donemi haric, Memluklu ve Osmanlı ile devam eden ve Kral Faruk ’un tahttan indirilmesine kadar zayıflayarak da olsa suren yakın ilişkilerden bugune kalan; yerel Arapcaya bolca karışmış Turkce kelimeler ve halkın gururla soz ettiği ‘Turk nineler ve dedeler ’ den ibaret.
Evet, Turk olmak, Mısır ’da hÂl gurur vesilesi, soyluluk gostergesi, şimdi tek kelime Turkce konuşmuyor olsalar ve ortalama Mısırlılar gibi yaşasalar dahi, aile tarihinde sanki bir efsane gibi soylenegelen Turk gecmişine sıkı sıkı sarılıyorlar. Başka hangi ulkede, bir muze gorevlisi, bir cami bekcisi Turk ziyaretcisine ‘Ahsen-ul Nas - İnsanların daha guzeli ’ der ki! Yalnız, Mısır halkının bir konuda kafası epey karışık gorunuyor. Turklere ‘Musluman mısınız? ’ diye soruyorlar. Evet, aynen oyle, şaka yapmıyorlar, alay etmiyorlar, gayet masumane ve gercekten anlamak isteyen bakışlarla ‘Musluman mısınız? ’ diyorlar. Sorunun muhatabı -ki bu soruyu Huseyin Meydanı ’ndaki kaldırıma oturmuş mango suyu icerken, Fustat Carşısı ’ndan yasemin esansı alırken ya da Mısr-u Kadim ’deki camilerden birinin minaresinden şehri temaşa ederken sıklıkla duymuştur- aynaya bakma ihtiyacı hissediyor, “Rabbim kimlere benziyorum? Yoksa Musluman gibi gorunmuyor muyum?”
Fazla gecmeden anlaşılıyor ki, sorunun muhatabı butun Turkler… Peki niye soruyorlar, hele başında ortusu olan hanımlara? İclerinden biri, “Buraya cok yabancı geliyor, bazıları ortunuyor. Emin olmak istedim.” diyor. Cevap ikna edici değil, sebep nerede aranmalı? Soruyu yoneltenlerin cahilliğinde mi? Vaktiyle Mısır ’ı gezen Avrupalı seyyahların Turk kelimesini Musluman anlamında kullandığı hatırlanırsa… Ne tezat!..
İC İCE GECMİŞ İKİ KULTUR
Mısır ’da, ‘Mısırlı Turklerin ’ izini surmek, insanları gulumsetiyor. Abartılı olduğu aşikÂr bir iddiaya gore, ‘ulkenin yuzde sekseni aslen Turk ’ iken boylesi bir takip, imkÂnsız gorunuyor. Yuzde seksen gibi bir orana itibar edilemez elbette; fakat bir donem Mısır Buyukelciliği yapmış Yaşar Yakış ’ın ‘ucte bir ’ tahmini uzerinde durulabilir. Oldukca uzun suren ortak gecmişimizin bir ‘ic-icelik ’ oluşturduğu muhakkak. Bugun bir yanının Turk olduğunu soyleyen; fakat başkaca bilgiye sahip olmayan Mısırlılar, Kavalalı Mehmet Ali Paşa doneminde ulkeye akın eden Osmanlı memurlarının torunları olamaz mı?
Kendilerine toprak verildikten sonra tamamıyla Mısır ’a yerleşen, Arapcayı gunluk dilde kullanıp, Mısırlı kızlarla evlenen ve ulkenin yeni aristokrat sınıfını oluşturan memurların zaman alan entegrasyonu, fakir ve orta halli Turkler soz konusu olduğunda tam bir erimeyle sonuclanmış. İslam Konferansı Orgutu Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, son calışması ‘Mısır ’da Turkler ve Kulturel Mirasları ’nda, ‘eriyen ’ Turklerin iki meşhur temsilcisinden soz ediyor. Biri, Arap dunyasının 20. yuzyıldaki en unlu şairi, ‘emir-el şu ’ar ’ unvanına sahip Ahmed Şevki Bey, diğeri buyuk romancı ve entelektuel Yahya Hakkı. Mısır Turklerinin ucuncu nesline mensup olduğu halde cocukluğunda oğrenemediği Turkceyi ileri yaşlarında, dedesinin toprağında oğrenen Hakkı ’nın şu cumlesi, Turk-Mısır kaynaşmasını iyi acıklıyor: “Kendi hayatımı ve eserlerimi duşunduğumde anlamakta zorluk cektiğim şu olmuştu: Yakın Turk aslından olmama rağmen kendimi yoğun olarak Mısır toprağı ve halkı ile ic ice hissetmekteydim. Bu da beni derinden etkilemektedir.”
İhsanoğlu ’nun ilginc tespitlerinden biri de, Kafkaslardan getirilen ve sarayda tam bir Turk kulturuyle yetiştirildikten sonra yerli halkın ileri gelenleriyle evlendirilen Cerkez ve Gurcu cariyelerle ilgili. Turk-Osmanlı kulturunu, anneanneler ve anneler aracılığıyla devralan ucuncu neslin kız cocukları dili unutsalar da kulturu yaşatmaya devam etmişler. Şimdilerde manzara biraz daha bulanık; buyuklerden işitilen birkac sozden, fizikî benzerliklerden, hatta yemek kulturunden cıkardıkları ipuclarıyla yuruyenler var. İskenderiye ’deki Turk Konsolosluğu ’nda tanıdığımız Mustafa Fadıl da ninesi Turk olanlardan. Babası Turk, annesi Mısırlı Babaanne, evde hep Turk yemekleri pişirirmiş. O yaşlarda yemeklerin, annesinin yaptıklarından farklı olduğunu ayırt eden Fadıl, tariflerin kaynağını Turkiye ’de bulunca gerceği anlamış. 10 yıldır konsoloslukta calışan ve sık Turkiye ziyaretleriyle Turkcesini geliştiren Fadıl, “Ucak, İstanbul ’a inerken heyecanlanıyorum. Kan cekiyor galiba…” diyor. O, ‘ninem Turk ’ deyip de Turkce konuşabilen nadir Mısırlılardan biri. Tıpkı, İskenderiye Universitesi Edebiyat Fakultesi mezunu Al Suleyman gibi.
İskenderiye Kutuphanesi ’nde neredeyse fısıltıyla yaptığımız soyleşi, Al ’nın zayıf Turkcesi yuzunden biraz yorucu olsa da, Arapcayı devreye sokmuyoruz; cunku o, pek ender bulduğu Turkce pratik yapma fırsatını değerlendirmek istiyor. Arap Dili ve Edebiyatı Fakultesi ’nde okurken, ikinci sınıfta ek ders olarak Turkceyi secen ve iki yıllık bir eğitim sonucunda okuma-yazmayı oğrenen AlÂ, Ezher Universitesi Turkoloji Bolumu oğretim uyesi Abdulaziz Ivadullah ’ın İskenderiye ’ye taşıdığı yardımcı kitaplardan cok istifade etmiş. Yuksek lisansını Turk Masalları uzerine yapan AlÂ, son cevirdiği masaldan cok sevdiği bir cumleyi soyluyor; “Guldukce yuzunde guller acılan, ağladıkca gozunden inciler dokulen…” Masalların ileride kitaplaşmasını istiyor; ancak Turkiye ’ye gelip Turkcesini ilerletmeyi daha cok istiyor. Arkadaşlarının ve hocalarının Turk ’e benzettiği AlÂ, “Ninemin annesi Turk ’muş. Ninem, anneme soylemiş, annem de bana… Bunun dışında bir bilgiye sahip değiliz.” diyor.
ESKİ TURKLERDEN KİM KALDI?
Mısır ’da hÂlihazırda yaşayan padişah, paşa ya da tuccar torunlarının hemen hepsi, izdivac yoluyla Mısırlılarla akraba… Din farklılığının olmaması ve tarafların birbirlerini yabancı gibi gormemesi evlilikleri kolaylaştırıyor; ancak bir de mecburiyetler var. İskenderiye ’de Turk Konsolosluğu ’nun karşısındaki apartman dairesinde oturan Ayten Kutay, biri boşanma diğeri vefat yuzunden bitmiş evliliklerinden soz ederken; “Turk erkeği bulabildik mi ki evlenelim.” diyor. Tutun tuccarı babası, 1930 yılında ziyaret ettiği İskenderiye ’ye yerleşince, hayata gozlerini, Akdeniz ’in karşı kıyısındaki bu şehirde, ‘yarı Turk yarı Mısırlı ’ acan Kutay, ‘yarı Mısırlı ’ tespitini kabullenmek istemiyor. Doğup buyuduğu, cocuklarını doğurduğu şehirde, tıpkı yabancılar gibi oturma izniyle yaşamak pahasına Mısır vatandaşlığı almadığına bakılırsa…
Ancak neticede, cocuklarının babası Mısırlı, Arapcayı en az Turkce kadar guzel konuşuyor ve bundan sonraki hayatını İskenderiye ’deki dairesinde surdurmeye niyetli gorunuyor. Koltuğunu, konsolosluğun onundeki bayrağı gorecek şekilde yerleştirmiş. Oldukca duzgun bir Turkceyle eski gunlerden soz ediyor: “Babam Turk vatandaşlığını bize kaşıkla yedirdi. Evde Turkceden başka lisan yasaktı. Turkiye ’den Doğan Kardeş dergisi getirtip, evde yuksek sesle okurdu ki, duzgun Turkce duyalım. Ağabeyim askerliğini Turkiye ’de yaptı. Mısır ’da ailenin tek erkek cocuğu askerlikten muaf tutuluyordu. Arkadaşları, ‘Gonderme, Mısır vatandaşlığı alsın, burada kalsın. ’ dediler; ama o, ‘Katiyen ’ dedi, ‘Mısırlılar onu asla Arap saymayacak, askerlik yapmazsa Turkler ters bakacak. ’ HÂsılı biz Mısır terbiyesiyle buyumedik.”
Ayten Hanım ’ın kızı, oğlu hatta torunu hem Turk hem de Mısır vatandaşı; Mısırlı damadının da anneannesi Turk ’muş. Arkadaşları, ‘Oyle olmasaydı kızını vermezdin zaten. ’ diyorlarmış. Ancak, uzulduğu bir konu var ki, cocukları iyi anlamakla beraber Turkce konuşamıyor. 3,5 yaşındaki torunuyla bir umit, Turkce konuşuyor: “Yusuf, pabucu yarım, cık dışarı oynayalım.”
NASIR GELİNCE ATTAN DUŞMUŞE DONDUK
Ayten Kutay, İngiliz Koleji mezunu. Beş dilde okuyup yazabiliyor, İngilizcesi ve Arapcası haliyle cok iyi. Ustu acık bir arabada, yanında kopeği, kÂh yuzmeye kÂh at binmeye gitmeler… Kendi tabiriyle ‘şımarık bir hayat ’… Sonra o sayfa kapanıyor. Cemal Abdul Nasır ’ın devlet başkanlığına gelmesiyle Turklerin bircoğu ulkeyi terk ediyor. Kalanlar da eskiye kıyasla tecrit edilmiş bir hayat yaşıyor. Cocukken Turk arkadaşları var mıydı, aile gezmeleri, ev oturmaları? Kutay, cocukluk arkadaşlarını hatırlıyor, eski ‘amca ’ları… “Babam buraya kozmopolit yapısını sevdiği icin yerleşmişti. O yıllarda epeyce bir Turk aile vardı. İş Bankası ’ndan Muhittin Bey Amca ’yı hatırlıyorum şimdi, Betul Mardin ve rahmetli Arif Mardin cocukluk arkadaşlarımdı. İstanbul ’a gidince onlarda kalırım hÂlÂ. Şimdi benim kadar eski cok az insan var burada.”
Konsolosluk bir ara kapanınca, fahri konsolos gibi calışmış Kutay. Evini soyunma odası gibi kullanan sporcular mı dersiniz, yağmurlu bir gecede kapısını tıklatıp, Turk akrabasını arayanlar mı? Şimdi, ‘yeni ’ Turklerle goruşuyor. Konsoloslukta ve Evyap fabrikasında calışanların eşleriyle, haftalık, aylık kabul gunleri duzenliyorlar.
Biz oradayken, ‘İstanbul yolu gorundu. ’ diyordu Ayten Hanım. Bir alınacaklar listesi vardı elinde; aralık ayında doğum yapacak kızına loğusa şerbeti -Mısır şerbeti pek ağır oluyormuş, ama İstanbul ’dan goturulen loğusa şerbetinin o gune kadar bozulacağından endişe ediyor- bebeği ziyarete gelen komşulara verilmek uzere mavi boncuk -Kapalıcarşı ’dan alınacak, yerini biliyor artık- ağabeyi Arif Mardin ’i kaybeden Betul Mardin ’e başsağlığı… Turkiye ’ye inince, pasaport taşımıyormuş yanında, ne oyle yabancılar gibi… Nufus cuzdanıyla dolaşıyor, hani biri sorsa da gosterse, ‘Ben buralıyım. ’ dese… Şimdi bir duşuncesi var; cocuklarına gecekondu olsa bile İstanbul ’dan bir ev satın almak. Turkiye ’den ayakları kesilmesin diye…
KAVALALI DEDEMİZ OLUR
İskenderiyeli Turklerden biri de Mahmut Camaşırcı. Onun soyu eskilere, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ’ya dayanıyor. Kavalalı, Mısır ’ın babası, bizim ‘dedemiz ’. Kahire ’yi ziyaret etmiş bir Turk ’un en sık duyacağı isim budur. Oradaki soylenişiyle ‘Muhammed Ali Başa… ’ Kahire Kalesi icindeki ulkenin tek ince minareli camii, onun adıyla anılır ve ayakustu uc beş kelime konuştuğunuz her Mısırlı size onu hatırlatır, tanıyıp tanımadığınızı sorar. Nasıl bir cevap beklediklerini cok gecmeden oğrenirsiniz: ‘Cedduna-dedemiz… ’ Mahmut Camaşırcı ’nın Mısır ’a ilk gelen dedesi işte bu meşhur adamın yeğeniyle evlenmiş. Soy ağacının tepedeki yapraklarını gorebilme mutluluğuna erişmiş herkes gibi Mahmut Bey de evinin duvarlarını, dedelerinin fotoğraflarıyla suslemiş. En başta Kavalalı duruyor, yanında ona damat olan ve esasen Mısır ’a Osmanlı tarafından teftiş icin gonderilen Hasan Paşa duruyor. İskenderiye ’de kadılık yapan Omer Hafız, 2. Hasan Camaşırcı ve Mahmut Bey ’e adını veren son kuşak dede, ucu de kadılıktan emekli. Ancak baba bir pamuk fabrikasının başına gecmeyi tercih etmiş. Bir de Osmanlı kılıcı asılı duvarda. Kılıcın uzerindeki rozete dikkatimizi cekiyor Camaşırcı. Savaşan askerin hangi milletten olduğunu gosteren Turk bayrağı, onun gozunde soyunun nereye dayandığına ilişkin sağlam bir delil.
Evde ozenle saklanan parcalardan biri de Halife Abdulmecid Efendi ’nin ilk dede Hasan Paşa ’ya verdiği cam bardak. Sultanın tuğrası ve ‘Padişahım cok yaşa! ’ yazısıyla suslenmiş bardağın kısa; ama enteresan bir hikÂyesi var. Mısır ’a yerleştikten sonra, Mısır Âdetlerini benimseyen Hasan Paşa, İstanbul ’a, padişah Abdulmecid ’i ziyarete gidince farkında olmadan bir hata işler. Sultanın eteğini opmek yerine elini sıkmaya kalkışır ve haliyle cevredeki askerler kılıclarını kınlarından cıkarır. Olayı onemsemeyen Abdulmecid, protokol kurallarından bîhaber bu ‘yeni ’ Mısırlıyı affetmekle kalmaz, hediye olarak bir cam bardak verilmesini emreder. Mahmut Camaşırcı ’da başka hatıralar da var; bir zamanlar halterde Afrika şampiyonu olmuş bu adam, bir musabakaya Turk haltercinin de katılacağını oğrenince duygusal davranıp yarışmadan cekiliyor. Kendisinden dinleyelim: “Benim kategorimde Raif Ozel vardı; ama benden iki kilo daha zayıftı. Olur ki kazanırım diye musabakaya girmedim. Sırf o kazansın diye.”
Evyap ’ın İskenderiye ’deki fabrikasında bilgisayar sistemleri muduru olarak calışan Camaşırcı ’nın Turkcesi epey zayıf. Babası guzel Turkce konuşurmuş; ama anne tarafından Mısırlı olan annesi pek bilmezmiş. Osmanlıca okuyabiliyor ve konuşurken daha ziyade eski kelimeleri kullanıyor. Mesela vaktiyle kız kardeş anlamına gelen hemşire kelimesinin artık doktor yardımcısı icin kullanıldığını yeni oğrenmiş. O yine de bu kelimeyi eski anlamıyla kullanmayı tercih ediyor: “İstanbul ’a ilk indiğimde oyle hissettim ki herkes benim akrabam. Pasaportuma bakıp ‘Hoş geldiniz ’ diyen hanım, sanki hemşirem gibiydi.” Aidiyet sorunu, Turkiye ’yi iki kez gormesine rağmen, Camaşırcı icin de gecerli. İskenderiye Kutuphanesinin karşısındaki bir apartman dairesinde yaşıyor; ancak bu guzellik onu mutlu etmeye yetmiyor: “Mısır ’ı cok seviyorum; ama canım burada değil. Pencereden bakıyorum, deniz, tarih, bu şehir guzel; ama benim değil. Oysa Turkiye ’de her yer benim gibi. Nasıl bir şey bilmiyorum.”
İskenderiye ’de, Osmanlı ’nın son şeyhulislamı Mustafa Sabri ’nin izini surmeye kalkışanların neyle karşılaşacağını da şimdiden soylemeli. Bulbul sokaktaki villanın kapı zilinde oğlu İbrahim Sabri ’nin ismini gorurseniz hemen heyecanlanmayın. Bekci, kapıyı acıp, burada oyle birinin yaşamadığını soyleyecek ve size villanın sahibiyle konuşmanızı tavsiye edecek. Sonuc, vaktiyle İskenderiye Universitesi ’nde oğretim uyeliği yapan İbrahim Sabri Hakk ’ın rahmetine kavuşalı cok olmuş, iki kızından birinin Kahire ’de yaşadığı biliniyor. Kahire ’de 18 milyonun icinde…
İskenderiye Mısırlı Turklerin sayfiye şehri… Ancak hayat Kahire ’de… Ulaşım icin en uygun vasıta tren. Nil kıyısındaki bereketli tarlaları seyre dalanlar iki saatin sonunda yeniden Kahire ’de. Burada iz surmek daha zor, mazeret daha bol… Metropollere ozgu sorunlardan, hayat pahalılığından, komşuluk ilişkilerinin olduğunden, akraba ziyaretlerinin kesildiğinden, cocuk icin tutulan ozel hocalara para yetişmediğinden şikÂyet ediliyor. Ve butun bu keşmekeş icinde Kahireli Turklere ulaşmak gucleşiyor.
DEMİREL ’E TURKCE SORDU, MUBAREK TEBRİK ETTİ
Mısır televizyonunda hem spiker hem de muhabir olarak calışan Sevim Selahattin ’le buluşma mekÂnımızı kararlaştırmak yaklaşık bir hafta suruyor. Nihayet karar kıldığımız Ramses Hilton ’un nargile dumanından ve gurultuden girilmeyen kafesini terk edip kendimizi ordu evinin bahcesine atıyoruz. Sevim Hanım biraz cekingen ve sanki şaşkın. Sebebi sonra anlaşılıyor, şimdiye kadar roportaj yaptığı Turk politikacılardan ya da akademisyenlerden hicbiri ona ‘Turkceyi nereden oğrendin? ’ diye sormamışken, bir gazeteci kalkıp, hayat hikÂyesini dinlemek istiyor. “Demirel cumhurbaşkanlığı doneminde Kahire ’ye gelmişti. Basın toplantısında Turkce sordum. O da Turkce cevapladı. Husnu Mubarek cok memnun olmuş, bana ‘Aslın Turk mu? ’ diye sordu ve Demirel ’e yaptığım jest icin beni tebrik etti. Sonradan hem Demirel ’le hem de Abdullah Gul ile Turkce roportaj yaptım; ama ikisi de bu dili nasıl oğrendiğimi merak etmedi. Konferans icin gelen doktorlar da oyle, neredeyse ben onlara soracağım; “Yahu hic merak etmiyor musunuz, ben kimim, bu dili nasıl konuşuyorum?” Sanki Turkce de İngilizce kadar yaygın bir dilmiş gibi davranıyorlar.”
Sevim Hanım ’ın dedesi (annesinin babası) İhsan Adlı Serter, Uskudar mutasarrıfı imiş. Cumhuriyetin ilanıyla Mısır ’a yerleşme kararı alınca, kendisinden sonra gelen neslin kaderi değişmiş. Selahaddin, tam da yeni bir rejim gelmişken ulke değiştiren dedesini tohmetten kurtarmak istiyor: “Dedem, Ataturk ’e karşı değilmiş, hatta onun safındaymış, tafsilatını bilmiyorum; ama annem oyle anlatıyor.” Aslen Selanikli olan annesi Kahire ’de doğup buyumesine rağmen Arapca oğrenmeyi ve Mısırlılarla dostluk kurmayı reddetmiş. Mısırlı eşiyle evliliği de uzun surmemiş. Evde, Mısır radyosunun Turkce yayın bolumunde ve Turk sefaretinde calışan ve yalnızca Turklerle goruşen anne İsmet Hanım ve tek kelime Arapca konuşmayan anneanne Naciye Hanım…
Bu ortam, kucuk Sevim ’e duzgun denilebilecek bir Turkce kazandırmış; ama aynı zamanda annesinin hatasını fark etmesini sağlamış: “Arapcayı okulda oğrendim, hem de cok iyi oğrendim. Okula gelen bir mufettiş, kitaptan bir parcayı sesli okumamı istedi ve sonra bana dedi ki; ‘Herhalde senin bir yakının Arapca hocası. ’ İcimden, ‘Ah bilsen evde kimse Arapca bilmiyor. ’ diye gecirdim; ama soylemeye utandım. Annem şimdi mÂnen cok yorgun ve yalnız. Eskiden tanıdığı Turklerden kimse kalmadı. Arapcayı duzgun oğrenmemenin sıkıntılarını Nasır zamanında yaşamaya başlamıştı aslında. O donem, yabancı diller yasaklanmıştı ve annem mektup bile atamıyordu. Onu gorunce kendime dedim ki, Arapcayı iyi oğrenmelisin. Burada onlarla birlikte yaşıyorsun. Dilini iyi bilmezsen garip kalırsın.” Sevim Hanım ’ın iki cocuğu var; Perin ve Ahmet. 18 yaşındaki Perin, Turkcesini internet yoluyla geliştiriyor ve evde annesiyle daima Turkce konuşuyor; ancak Ahmet, dışarıda daha fazla vakit gecirdiği icin Turkce oğrenemiyor, evde olduğu zaman da İngilizce yayın yapan kanalları izlemeyi tercih ediyor.
ABBAS HİLMİ PAŞA ’NIN TORUNU
Telefonun diğer ucunda Prens Abbas Hilmi var. Mısır ’da prenslik mi kaldı? Kalmadı; ama o; yani Hidiv Abbas Hilmi Paşa ’nın torunu, hÂl bu unvanı taşıyor. Sesi tereddutlu; “Ben pek interview vermem; ama… PekÂla, goruşelim.” Ertesi gun, Nil kıyısındaki borsa şirketindeyiz. Prens Abbas biraz gecikiyor ve nihayet bir ozur cumlesi ve kuru bir selamla karşılıyor bizi. Roportaj vermek istemediğini bir kez daha hatırlatıyor; fakat caylar icilirken, masanın uzerine bırakılan minik ses alıcısına goz yumuyor. Turkceyi nasıl oğrendiğini soruyoruz. O, ne de olsa Mısır ’ın son kralı Faruk ile aynı soydan geliyor ve Ekmeleddin İhsanoğlu ’nun titiz calışmasında belirttiği uzere Turkce, Kral Faruk doneminde neredeyse tedavulden kalkıyor. Kimileri, kucuk yaşlarda İngilizce, Fransızca ve İtalyanca oğrendiği halde Turkce oğrenmeyen kralı ‘kendi ’ diline ilgisiz kalmakla sucluyor, kimileri de asıl hatayı babası Kral Fuad ’da arıyor.
Bu tartışmalar gosteriyor ki, Prens Abbas yalnızca baba tarafına guvenseydi bugun Turkce konuşamıyor olacaktı. Fakat Turkce onun icin tam anlamıyla ‘ana ’ dili. Ana kim? İstanbul ’da yaşayan son Osmanlılardan biri; Padişah Abdulmecid Efendi ’nin torunu Neslişah Sultan. “Sık sık İstanbul ’a giderim.” diyor Abbas Hilmi, “Annemden başka, kardeşim ve akrabalarım da orada. Kendi aramızda Turkce konuşuruz; fakat cocuklarım İngiltere ’de buyudukleri icin maatteessuf, anlıyorlar ama konuşamıyorlar.” Hem Mısır hem de Turkiye vatandaşı olan Prens Abbas da Turk asıllı bir Mısırlıyla evli. İki toplum arasındaki ic ice gecmişliği iki cumleyle ozetliyor: “Tarihteki ilk Musluman Turk devleti Tolunoğulları Mısır ’da kuruldu. Burada sadece Osmanlı soyundan değil, Memluklulardan kalan Asyalı Turklerin torunları da yaşıyor.”
İnci Osmanoğlu, soyadıyla musemma. Ufak bir değişiklikle yalnız, bir Osmanlı kızı… Sultan 2. Abdulhamid ’in dorduncu kuşak torunu… Abdulhamid ’in kızı Naime Sultan, Gazi Osman Paşa ’nın oğluyla evlenince, İnci Hanım ’ın babaannesi Adile Osman dunyaya gelmiş. Bir bucuk yıl once vefat eden baba Kubilay Osmanoğlu, son gunlerine kadar, Turkiye ’den gelen gazetecileri ve belgeselcileri kabul etmiş. “Babam normal bir hayat yaşadı.” diyor İnci Hanım. Arabasını kendisi kullanan, marketten alışverişini yapıp, kahvede cayını yudumlayan bir padişah torunu. Asıl zorluğu saraydan cıkıp Fransa ’ya gitmek zorunda kalan ve ardından Kahire ’ye yerleşen babaanne yaşamış. Kahire ’de Mısır kralından yakınlık goren ve iki yıl sarayda yaşayan Adile Osman, bir Mısırlı ile evlenip normal bir apartman dairesine yerleşince epey bocalamış. O gunlere ilişkin anlatılan hatıra, bugun herkesi gulumsetiyor. Omru saraylarda gecen ve hic ev işi yapmayan babaanne, evdeki ilk yemekten sonra, kirli tabakları ne yapacağını bilemeyerek şoyle diyor: “Atınız tabakları, bundan sonra ne işe yarayacaklar?” Sonra kararından vazgectiği ve parfum sıkılmış bir pamukla tabakları sildiği soyleniyor.
“Siz asıl, Paris ’teki halamı gorun.” diyor İnci Hanım, “Oturması, konuşması, hayatıyla tam bir hanım sultandır. Ablam da oyledir, sultan havasında yaşar. Ben, babam gibi yaptım, sokağa indim. On yıldır calışıyorum. Değişik insanlarla buluşuyorum, bir Mısırlı gibi yaşıyorum.” İnci Osmanoğlu, Kahire ’nin en buyuk seyahat şirketi Emeco ’da, kendi deyimiyle ‘buyuk mudur ’ olarak calışıyor. Kimi zaman gece yarısına kadar ofiste kaldığı oluyor ve ona gore bu, modern hayatın getirdiği bir zorunluluk. Babasının vefatından sonra İstanbul ’daki aile buluşmalarına ara vermesi de, aile tarihiyle ilgili belgeleri bir kitapta toplayamaması da vakitsizlikten. “Bir bucuk senedir babamın dolaplarını acamadım. Cok sayıda kaset, belge ve fotoğraf var. Geriye bir hatıra bırakmak istiyorum; ama calışırken bu cok zor. İyi bir aileye sahip olduğumuz icin fahur oluyoruz; ama bu yemek yedirmez ki bize.”
İnci Hanım, buyuk dedesinin prestijinden cocukken de istifade etmiş. İlkokul sıralarında, ‘Abdulhamid ’in torunu ’ diye parmakla gosterilirmiş. Arkadaşları, ‘Sen padişah torunusun, seninle oynayamayız. ’ diye takılırlarmış; ancak o yıllarda, ders kitaplarına giren Osmanlı duşmanlığından da nasibini almış: “Tarih kitapları Filistin siyasetinden dolayı Abdulhamid ’i methediyordu; ama ders kitaplarımızda oyle değildi. Hakikati bilmiyorlardı ya da soylemiyorlardı. Onun torunu olduğumu duyanlar, ‘Deden herkesi olduruyordu. ’ diyorlardı; ama hakikaten hic oyle değildi. Cok iyi bir adamdı.”
DEDEMİN SARAYINA PARAYLA GİRİYORUM
İnci Osmanoğlu, dedelerinden miras, kemerli burnu da gururla taşıyor. İşin acığı, her ne kadar ‘sokağa indim ’ dese de tavırlarında Osmanlı sultanlarına has bir incelik var. Babannesinin ve Abdulhamid ’in kızı olan buyuk ninesinin fotoğraflarına bakarken ic geciriyormuş: “Şimdi sarayda olsaydık nasıl olurdu diye hayal kurarım. Ben de bir hanım sultan olsam. Ne rahat ne rahat…” Oysa şimdi, fotoğraflara baka baka, babasından dinleye dinleye ezberlediği mekÂnları ‘bir ecnebi turist ’ gibi parayla ziyaret edebiliyor. Kubilay Bey de annesinin Yıldız Sarayı ’nda sergilenen elbisesini gormek icin para odemiş. Ne hazin! Tıpkı, İnci Osmanoğlu ve ablası Şehnaz ’ın Turkiye pasaportlarına yeni kavuşması gibi…
Cok arzu etmesine rağmen, Turkiye ’yi hic goremeden vefat eden bir babaannenin torunu oldukları duşunulurse gelinen noktanın hic fena olmadığı soylenebilir. Ancak, İnci Hanım Turk vatandaşlığına kabul edilmelerinin bu kadar zaman almasına yine de anlam veremiyor: “Babam oldukten bir ay sonra Turk gazeteciler roportaj icin geldiler, ‘Bir arzunuz var mı? ’ diye sordular. Ben de dedim ki, ‘Babam epeyce Turk idi, ben de İnşallah Turk kalabilirim, vatandaş olabilirim. ’ Altı ay sonra kabul edildim. Ablam on yıldır bekliyordu, o da artık Turk vatandaşı.” İnci Osmanoğlu, babasının, aile tarihi hakkında sınavdan gecirdiği ve olumlu not verdiği Mısırlı bir doktorla evli. Kızı Ferah 13 yaşında. Evde İngilizce ve Arapca konuşuluyor. Turkce yalnızca anne-kız arasında… Turkiye Buyukelciliği ’nde calışan kardeşi Ahmet Orhan ise neredeyse Turkce bilmiyor. İnci Hanım en cok da yeğeni kucuk Kubilay icin endişeleniyor: “Rahmetli babam cok guzel konuşurdu, annem Ankaralı zaten. Ancak Ahmet ’in oğlunun Turkce oğrenememe ihtimali uzucu. Boyle olmamalı. O bir Osmanoğlu.” İnci Hanım ’ın annesi, Mısır ’a, paşa dedelerinden kalma mirasın akıbetini araştırmaya gelmiş ve Kubilay Bey ’le tanışınca donememiş. “Annemle Kahire ’ye geldiğimde 18 yaşındaydım.” diyor Gonul Hanım ve gulerek devam ediyor; “Annem avukattı, vakıflarımızın peşine duşmuştu. Onlardan bir netice alamadık; ama ben vakıf olup burada kaldım.”
MEHMET ALİ PAŞA MUZESİ KURMAK İSTİYORUM
Mısırlı yayıncı Macit Farak, Mehmet Ali Paşa donemi uzerine uzmanlaşmış bir tarihci. Ancak ona sadece uzman demek az olur. Oğlunun ismini Muhammed Ali koyacak kadar tutkun Kavalalı ’ya. Mehmet Ali Paşa ’nın Mısır yonetimine gelişinin 200. yılının torenlerle kutlanmasını isteyince ortalık karışmış. Paşa ’nın torunlarından Yasmin Hanım ve bir grup gazeteciyle Kahire Kalesi icindeki mezara cicek koyma teşebbusleri de polis tarafından engellenmiş. Fakat gecen sene İskenderiye Kutuphanesi ’nde bir Mehmet Ali Paşa paneli duzenlendiğine bakılırsa, yazdığı makaleler ve basın desteği işe yaramış gorunuyor.
Uzunca bir donem cıkardığı Osmanlı dergisini yorulduğu icin bırakan Farak ’ın şimdiki hedefi Mehmet Ali donemine ait belgelerin, fotoğrafların ve objelerin sergileneceği bir muze kurmak. İstanbul ’da Ekmeleddin İhsanoğlu ile goruşen ve padişahın o donemde Mısır ’da cektirdiği fotoğrafları isteyen tarihci, fotoğrafların birer kopyasını bile alamadan donunce epey uzulmuş. Kavalalı donemi icin ‘Mısır tarihinin kayıp halkası ’ diyen Farak, belgelerin kasıtlı olarak yok edildiğine inanıyor: “1952 ’den sonra gelen hukumetler o donemi kotulediler. İyi noktaları kapattılar. En buyuk emelim Mısırlıların tarihiyle barışması. Ninemin annesi sadece Turkce bilirdi. Bununla da ovunuruz; ancak elli sene boyunca iki ulke arasındaki alÂka tamamen kesildi. Birbirini tanıyan nesil oldu. Buyuk ninemin akrabaları şimdi nerede ne iş yapar hic bilmiyoruz.”
* * *
İskenderiye ’deki evyap fabrikası ’nda bilgisayar muhendisi olarak calışan Mahmut Camaşırcı ’nın soyu Kavalalı ’ya dayanıyor. Camaşırcı, “Kendimi Turkiye ’ye ait hissediyorum.” diyor.
* * *
Borsa şirketi yoneticisi prens Abbas Hilmi, dedesi Hidiv Abbas ile aynı adı taşıyor. Fotoğraf cektirmek istemeyen prensin annesi de Abdulmecid ’in torunu neslişah sultan.
AKSİYON