romancı, yazar
25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul ’da doğdu. İstanbul Universitesi Edebiyat Fakultesi ’ni bitirdi (1912). Bursa ’da başladığı (1913) oğretmenlik hayatına ceşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim mufettişi (1931) oldu. Canakkale milletvekili (1933-43)secildi.
1954 yılında Paris Kultur Ateşesi'yken emekli oldu.
Yazı hayatına Birinci Dunya Savaşı sonlarında (1917) başladı. İlk eseri Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917 ’de basıldı.
1918 ’de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımladı. Bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Buyuk Mecmua, 1919) yazıyordu.
Calıkuşu ’nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir un kazandı. Bu roman doğal ve canlı diliyle toplumun her kesimini kendine bağladı.
7 Aralık 1956 tarihinde kanser tedavisi icin gittiği Londra ’da vefat etti. İstanbul ’da Karacaahmet Mezarlığı ’nda gomulu.
ESERLERİ:
Hikaye kitapları:
Tanrı Misafiri (1927), Sonmuş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930).
Gezi yazıları:
Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966).
Romanları:
Gizli El (1922), Calıkuşu (1922), Damga (1924), Dudaktan Kalbe (1925), Akşam Guneşi (1926), Bir Kadın Duşmanı (1927), Yeşil Gece (1928),Acımak (1928), Yaprak Dokumu (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gokyuzu (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen (1944), Miskinler Tekkesi (1946), Harabelerin Ciceği (1953), Kavak Yelleri (1950), Son Sığınak (1961),Kan Davası (1955).
Oyunları:
Balıkesir Muhasebecisi (1953), Tanrıdağı Ziyafeti
(1955)
Reşat Nuri'nin Yazın Ozellikleri
Reşat Nuri ’nin hemen butun romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri cevre, tip, ceşitli problem ve goruşleriyle Anadolu atmosferi gorulur.
Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, kucuk hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekler.
Yazdığı, cevirdiği, kitap bicimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tum eserlerinin toplamı 100'u bulur. Bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı.
Yazdığı, cevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar.
HAKKINDA YAZILANLAR
1.Reşat Nuri Guntekin Turkan Poyraz – Muazzez Albek (Ankara, 1957)
2.Reşat Nuri Guntekin Hayatı, sanatı ve eserleri Muzaffer Uyguner (Varlık Yay;1967)
3.Romanıyla Reşat Nuri Guntekin İbrahim Zeki Burdurlu (İzmir Eğitim Ens. Yay., 1971)
4.Reşat Nuri ’nin Tiyatro ile İlgili Makaleleri Prof.Dr.Kemal Yavuz Kultur Bakanlığı Y.
5.Reşat Nuri Guntekin ’in Romanlarında Şahıslar Dunyası Birol Emil (1984) adlı docentlik tezi.
HAKKINDA YAZILANLAR
CALIKUŞU AİLESİ
Cemal Kalyoncu
Aksiyon 20 Nisan 2002 s.385
Başta Calıkuşu romanı olmak uzere eserleriyle Turk edebiyatının klasiklerine imza atanlardan biri olan Reşat Nuri Guntekin'in, hayatta olan eşi Hadiya Hanım ve kızı Ela Guntekin, Reşat Nuri'yi ve aileyi ilk defa Aksiyon'a anlattı
Calıkuşu'yla beraber Anadolu'yu gezenlerimiz az değildir. Dudaktan Kalbe, Acımak, Akşam Guneşi, Kavak Yelleri ve Yaprak Dokumu'ndeki kahramanların sevincleriyle sevinen, uzuntuleriyle huzunlenen, hele Ateş Gecesi'yle bir insanın ic dunyasına yolculuğa cıkanlar oldukca fazladır. Reşat Nuri Guntekin sayısı 30'u aşan eseri ile cağdaş Turk edebiyatının onculerinden biridir. Turkiye'de kitap okurlarından hemen herkes Reşat Nuri Guntekin'in eserlerinden birini okumuş, okumayanlar da filme alınmış eserlerinden birini mutlaka izlemiştir. Yani Reşat Nuri Guntekin, eserlerinde, beslendiği toplumdan kopmayarak halktan karakterlere yer verdiğinden okur nezdinde ilgiyle karşılanmış birisidir.
25 Kasım 1889 yılında İstanbul'da doğan Reşat Nuri Guntekin'in babası askeri doktor olan Nuri Bey'dir. Annesi ise Anadolu'da valiliklerde bulunmuş Cerkez Yaver Paşa'nın kızı Lutfiye Hanım. Nuri—Lutfiye cifti Reşat dışında Reşide adlı bir de kız cocuğu getirir dunyaya. Ancak Reşide cok genc yaşta vefat edecektir.
Reşat Nuri oğrencisi ile evleniyor
Askeri doktor Nuri Bey'in peşinde Reşat Nuri de Anadolu'nun bir cok yerini dolaşır. İlkokula Canakkale İptidai Mektebi'nde başlar. Bir sure de sadece gayrimuslimlerin okuduğu İzmir Frere'ler Okulu'nda okur. Kızı Ela Guntekin anlatıyor: "Muslumanları almıyorlar oraya. Ancak babam bir gayrimuslim adıyla kayıt yaptırıyor. Bir sure sonra da hic bir neden olmadan babası oradan alıyor ve 'Oğlum sen gez, dolaş. İnsanlara bak, doğayı tanı' diyor. Bunun uzerine babam koylere gidiyor, uzum bağlarını dolaşıyor, insanlarla konuşuyor ve boylece başıboş bir yıl geciriyor. Sonra babam bunu niye yaptı? diye aklına takılıyor. Farisice bilen, Arapca ve Fransızca buyuk bir kutuphanesi olan babası, yani dedem de utana sıkıla 'Ben seni Rousseau'nun Emil'i gibi yetiştirmek istedim' cevabını veriyor ona." Reşat Nuri'nin yazar olmasında bu hadisenin onemli rolu olmuştur herhalde: "Bu olay babamı, birtakım olayları duşunmeye, izlemeye yoneltmiştir diye duşunuyorum." Reşat Nuri daha sonra İstanbul'a gelir ve Saint Joseph'ten mezun olur. 1912'de Darulfunun Edebiyat Fakultesi'ni bitirir. Bir yıl sonra da uzun yıllar surecek oğretmenliğe ilk adımını Bursa Sultanisi'nde Fransızca oğretmenliği yaparak atar. İstanbul'a doner, Vefa ve Erenkoy Lise'lerinde mudurluk, Kabataş, Galatasaray, İstanbul Erkek Lisesi ile Camlıca ve Erenkoy Kız Liselerinde de 1931 yılına kadar Turkce, edebiyat ve felsefe dersleri başta olmak uzere ceşitli dersler verir. 1917'den itibaren eserleri gazetelerde tefrika edilen Reşat Nuri Guntekin 1927 yılında da, Erenkoy Kız Lisesi'nden yeni mezun olan oğrencisi Hadiye Hanım ile evlenir: "Annemin sesi cok guzelmiş. Okul idaresi eğitim icin yurt dışına gondermeyi duşunmuş ama annemin babası izin vermemiş. Annem parıltıları olan bir kadın. Okusaydı iyi bir yere gelebilir ya da iyi bir opera sanatcısı olabilirdi." Hadiye Guntekin, sıtma konusunda yapmış olduğu mucadeleleri ile bilinen İzmitli Dr. Feyzullah İzmidi'nin torunudur: "Hic birikimi olmayan bir adamın gidip burjuva ailesinin kızıyla evlenmesi sıradan bir şey değil. Babam halk adamı ama kendisini yetiştirmişti."
Feyzi Paşa ailesinin diğer fertleri soyadı kanunundan sonra 'paşaoğlu' dememek icin Generalfeyzioğlu soyadını alır. Aileden Erol ve Feyzi iş adamı olur. Reşat Nuri'nin kayınpederi, yani Hadiye Hanım'ın babası ise damadının Guntekin olan soyadını alacaktır. Bugun 94 yaşında olan Hadiye Guntekin ise, eşiyle beraber son yıllarını gecirdiği Levent'teki, duvarları kocasının resimleriyle dolu evinde yaşamaya devam etmektedir.
Yazar, buyukelci ve milletvekili Ruşen Eşref Unaydın'ın teyzesinin oğlu olan Reşat Nuri Guntekin, 1931'den 1939 senesine kadar Milli Eğitim mufettişliği yapar. 1939'da ise milletvekili secilerek Canakkale'yi temsilen bir donem Meclis'te bulunur: "Parti (CHP) adına Canakkale'ye gidip teşkilatın duzensizliğini rapor ederek Canakkale'nin CHP icin elden gitmekte olduğunu anlattığı bir belge gecmişti elime. Ama babamın aktif bir siyasi hayatı olduğunu duşunmuyorum." Piyes de yazan Reşat Nuri Guntekin milletvekilliğinden sonra 1947 yılına kadar Milli Eğitim Başmufettişliği yapar. Bundan sonra 1954'e kadar da Paris Kultur Ataşeliği gorevinde bulunur. UNESCO'da Turkiye Temsilciliği ve talebe mufettişliği onun son resmi gorevidir.
Ela kızla yapılan yuruyuşler
Guntekin cifti evliliklerinin uzerinden uzun sure gectikten sonra cocuk sahibi olur. 1941'de doğan tek cocukları icin Reşat Nuri kızının hatıra defterine bakın neler yazmıştır: "11 Mart 1951, Ela kızım, ben cocukken, senin yaşında iken, gokyuzundeki aya bakardım, 'Ay dede ay dede, oğlun kızın cok dede, birini bana versene, Allah sana cok vere' diye dua ederdim. Ay dede beni işitti. Cocuklarının birini bana verdi 'adı Ela kız olsun' dedi. 'Benim kadar cok omru, benimkiler kadar guzel cocukları olsun' dedi. Ela kızın babası Reşat Nuri Guntekin."
Aile Paris'te olduğu yıllarda Ela da eğitimine burada başlar: "Hem Almanlar'ın muttefiki hem Musluman olduğumuz icin o zaman okulda cok aşağılandığımı biliyorum. Ama ben intikamımı iyi notlarla aldım." Aile Turkiye'ye donuş yaptığında kucuk Ela da ilkokul beşinci sınıfı Nişantaşı'ndaki Nilufer Hatun İlkokulu'nda okur. Ela Guntekin, o yıllarda Reşat Nuri icin cok iyi bir yuruyuş arkadaşıdır: "Cok nazik bir adam. O zaman babalar şimdikiler gibi değil. Ne bileyim, cocuklarını dizlerinde hoplatmazlar, beraber birtakım şeyler paylaşmazlardı. Cocuk daha ayrı bir kategoride idi. Bir de tabii yaş farkı vardı. 1951'de taşındık Levent'teki bu eve. Karşımız mısır tarlası, dutluktu ve deniz gorunurdu. Onumuzdeki şu Nispetiye Caddesi daracık ve camurlu bir patika idi. Uzun uzun yuruyuşler yapardık babamla burada."
— Ne konuşurdu yuruyuşlerde?
Bir kere didaktik bir konuşması yoktu. Fakat ne bileyim gokteki bir yıldıza takılırdı. Fuzuli'nin derinliğinden, Allah kavramından, etikten bahsederdi ama butun bunlar oğretici bir şey değildi. Sanki kendi kendine konuşuyormuş gibiydi daha cok.
— Siz kac yaşında idiniz?
12—13 ama bizim eve cok kitap girerdi. Cok okurdum. Ben bir de Dame de Sion'da okuyordum. Oranın da teşvik edici bir yanı vardı. Cok kucuk yaşta duşunmeye başladım diyebilirim. Zannediyorum ben de arada sorular soruyordum. Hatta son yaz Buyukada'da yaptığımız uzun yuruyuşlerde şunu dediğim olmuştur. Ben bunların hepsini kavrayamıyorum. Babam bunları bana niye anlatıyor?
— Sizi dert ortağı gibi mi goruyordu?
Olabilir ama dert ortağı da doğru bir laf değil. Yani icinin dolu ve konuşmak ihtiyacında olduğunu hissediyordum. Mesela isim vermeden ne bileyim, uğradığı duş kırıklıklarından soz ediyordu. Bir arkadaşın dostluğundan kaynaklanabilecek duş kırıklıklarından, insanların buna hazır olmaları gerektiğine kadar... Fakat sevgi dolu bir insandı. Birine ne kadar kızsa, ofkeli ofkeli gelir, anlatır, sonra 'Hay Allah' derdi. Boyle kin tutmayan, herşeyi geniş goren, son derece de nazik. Kimseye kotu bir soz soylediğini, bir kalp kırdığını gormedim. Fakat yine de tabii evde bir otoritesi vardı.
— Peki nereden besleniyordu?
Bu gezintileri yapıyoruz dedim ya. Levent carşısı yeni kurulmuş, Teksas'ta bir kasaba gibi bir yer burası. Cıkardık babamla, ayakkabıcı, bakkal, aktar, kasap kim varsa dolaşırız. 'O buyur Reşat Bey, bir cay, kahve ic' derlerdi. Ve sohbet ederdi o insanlarla.
'Evimiz manastır gibi idi'
— Ne konuşurdu halkla?
Kitap konuşulmazdı bir kere. Biraz memleket meselesi konuşulurdu. Konuştuğu kişinin oturduğu yere dair bilgiler alırdı. Ama hic bir zaman evde, oturulsun da, rakı sofrası kurulsun da, başka yazarlar da gelsin hep beraber icelim boyle bir şey yoktu. Bizim evimiz bir manastır gibi idi. Keyifsiz bir manastır değil ama, boyle bir yazar cizer takımı gelmezdi. Sonra, iki gun evde otursa 'Benim canım biraz sefalet istiyor' derdi.
— Sefalet?
Yağmur camur. Eskiden buradan (Levent'ten) Babıali'ye gitmek kolay değildi. 40 dakikada bir otobus vardı, yollar camur icindeydi, sonra kendisi cok genc değildi.
Yalnız aile dostu bir doktor Talat Bey vardı. Daha cocukluğumda da iki tane arkadaşı vardı, Tatar Abdurrahman Bey ve Giritli Fahri Bey. Galiba bir yerde memurdular. Giritli Fahri Bey keyifli bir adamdı, Ada'ya gelirken yanına gramofonunu getirir Rum plakları calar, şarkılar soylerdi filan.
'Babam pratik biri değildi'
— Kitaplarından iyi para kazanabiliyor muydu?
Hayır, hayır, hayır. Cok az, belki biraz Calıkuşu'ndan kazanmıştır. Babamın hic pratik birşeysi olmadığı icin kimse de ona bir telif hakkı odemiyordu. Vefatından sonra annem gercekten bir mucadele verdi ve eserlerin topluca İnkilap'ta basılmasını sağladı.
Annem daha pratikti. Ne bileyim annemle bir bankaya gidecek olursak mudurun yanına cıkar beş dakikada işimiz hallolurdu. Babamla bir yere gidecek olursak kuyruğa girerdik. Ya da bir kitabını basmışlar, yayınevinden alacağı var, para odemiyorlar, Babıali'den aşağı inerken kaldırım değiştirir 'O kitapcının onunden gecmeyeyim, Reşat Nuri para istiyor demesinler' diye duşunurdu. Bunlar cok zamanı gecmiş şeyler. Şovalye gibi.
— Yalnızlık ne derece etkindi hayatında? Yurumeniz dışında başka neler yapardı?
Yalnızlık dediğimiz zaman mesela o UNESCO'da gorevli olduğu zaman birtakım toplantılardan sonra eve gelir ve anneme mi anlatırdı, kendi kendine mi konuşurdu bilmiyorum ama evde uzun uzun boyle dolaşarak kızgınlıkla bir şeyler anlattığını hatırlıyorum. Mısır veya Araplar'ın Turkler'e karşı birtakım girişimlerinden soz eder, kendi yaptığı birtakım mudahalelerden bahsederdi. Yalnızlık derken odasında yalnızdı tabii. Ama bir meyhaneye gitsin, bir kahveye gitsin, boyle şeyleri yoktu. O şeyleri belki coktan kapatmıştı.
— Sizin anlattıklarınızdan evcimen bir yazar tipi cıkıyor ortaya. Yazısını yazan, işine giden, onun dışında cok fazla bir şeye karışmayan...
'Kahvaltımı babam hazırlardı'
Evet ama ben ona evcimen demem. Evin idaresi, bilmem nesi annemin ustunde idi. Şoyle bir şey var, cocukken, benim odam onunkinin karşısında idi. Ben yatardım ama onun odasından ışık vurur ve daktilo sesi gelirdi. O daktilo sesi muthiş bir guven verirdi bana. O ses buyulemiştir beni. Orada yalnızdı.
— Yazılarını ne zaman yazardı?
Gunduz yazmıyordu. Akşam mesela 21:30 —22:00'de odasına cekilir sabaha kadar... Ama yazıyor mu, calışıyor mu, okuyor mu? Fakat ben hep o daktilo sesini duyardım. Sabah da beni 7:00'de kaldırır, bana kahvaltı verir —corba pişirir, ekseriyetle de irmik corbası— beni uğurlar ve ondan sonra yatardı. Ama bu 7—7:30'u bulurdu.
— Mutfak işlerine yardım ediyordu yani..
Yardım etmiyordu. Gece yazısının arasında mesela 12'de mutfağa girer, cok guzel yemekler pişirirdi. Fakat sonra o mutfağa girilmezdi tabii.
— Daha cok ne tur yemekler yapardı?
Alaturka yemekler. Patlıcanlı pilav filan gibi mesela. Yemek yapmak zannediyorum onun icin bir hobi idi.
— Annenizden daha fazla girdiği oluyor muydu mutfağa?
Annem girmezdi.
— Başka ne tur hobisi vardı?
Radyo dinlerdi. O zamanlar radyonun ne muthiş bir icad olduğundan soz ederdi. Alaturka musikiyi buyuk ilgiyle dinlerdi. Bir de radyoya cok sokulurdu. Cunku annem o tur musikiden hoşlanmazdı.
— Evde annenizin sozu geciyordu o zaman.
Bazen birinin, bazen diğerinin ama annemin sozu gecer gibiydi.
— Dini yaşantısı nasıldı? Konuşur muydu sizinle bu konularda?
Yeşil Gece kitabını biliyorsunuz. Ondan başka soyleyecek bir şeyim yok.
— Yazmayı iş edinenler genelde cok sigara tuketir. Babanız da cok sigara icer miydi?
Gunde dort paket. O zamanın sigaraları incecikti fakat olumu de ondan oldu zaten."
Reşat Nuri, 1956 yılında Londra'da tedavi gorurken hayatını kaybeder: "Hastanede anneme demiş ki 'İyi ki Ela burada değil. Ne kadar acı cektiğimi gormuyor. Ona şukrediyorum.' Tabii olumuyle beni cok kotu bir zamanda ortada bıraktı. Gelişme cağında idim. Ondan sonra kararlarımı, suruklenmelerimi hep kendim goturmek zorunda kaldım. Yani o konuşmalar, sohbetler olmasa belki ben daha duz, belki daha sağlam, ayağı yere basan insan olurdum. Ondan sonra cok bocaladım tabii.
İlk eşi buyukelci Tanşuğ Bleda
— Siz ne olmak istiyordunuz?
"Bilir miyim o yaşta? Sadece edebiyata ve okumaya buyuk merakım vardı. O donemde Levent carşısında bir kitapcı vardı. Aziz Nesin işletiyordu onu. Sabahları da gazete dağıtımı yapıyordu butun Levent mahallesine. Oraya sık sık gidip Pekos Bil vs. okuyordum. O zaman gelen bir gazeteci sormuş 'Ne olmak istiyorsun?' diye, ben de Teksas'a gidip kovboy olmak istiyorum demişim. Ve bu da gazetelerde cıkmış."
Ela Guntekin annesinin etkisiyle girdiği Dame de Sion'dan babasının vefatından iki yıl sonra, 1958'de mezun olur: "Sonra yurt dışında siyaset bilim okumak istiyordum, annem bir şekilde onu engelledi." Sonra İstanbul Universitesi Sosyoloji ve Felsefe Bolumune girer. Ardından Sorbonne'da edebiyat uzerine eğitimine devam eder. Ela Guntekin bu yıllarda evlidir. Dışişleri'nde calışan teyzesi Gaye Guntekin vesilesi ile tanıştığı, diplomasi merdivenlerini henuz tırmanmaya başlayan Tanşuğ Bleda ile evlenir (1961). Bleda, Mithat Şukru ile akraba olmayıp, Paris, Tiran, Roma, Bonn'da gorev yapan, Tahran'da buyukelci, Paris'teki OECD'de Daimi Temsilci olan ve Paris Buyukelciliği sırasında meslekte 42 yılını doldurarak emekliye ayrılan bir hariciyecidir. Ela Guntekin, Bleda ile 1967—68'e kadar evli kalır. Bu donem Tanşuğ Bleda'nın Paris'e ucuncu katip olarak atandığı donemdir. (Bleda, Hariciye'deki anılarını Maskeli Balo adıyla Doğan Kitap'tan yayınlamış ama Ela Hanım ile yaptığı evliliğe değinmemiştir.) Guntekin, eşinden boşandığı bu yıllarda TRT'de Merkez Program Dairesi'nde program uzmanı olarak calışmaya başlar. Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncularından Mehmet Keskiner de TRT'dedir. Ela Guntekin ikinci evliliğini Keskiner'le yapar ve Uzum adında bir kız ve Yağmur adında bir erkek cocuk getirir dunyaya: "Sevgi ve Mumtaz Soysal cok yakın dostlarımdı. Bir akşam arabamın icinde Sevgi Soysal ve Mehmet Keskinoğlu ile birlikte iken İsrail Buyukelciliği'nin onune geldiğimizde durduk ve bir tartışma yuzunden Mehmet'e 'Yeter' diye bağırdım. Arabanın cevresini birden polisler sardı. Mumtaz Soysal hapiste, ben de mimli bir yer olan TRT'de calıştığım icin, icra—i rezaletten kendimi once karakolda, sonra Mamak Cezaevi'nde buldum. Bir aya yakın cezaevinde kaldıktan sonra TRT'ye gittik. Genel Mudur Musa Oğun Paşa idi. 10 dakika sonra cağrılarak işimize son verildiği soylendi. Orada bazıları 'Sen Reşat Nuri'nin kızısın, senin icin Musa Paşa'ya bir şey yapabiliriz' dedi. Ben de o ekmekten yemem dedim ve Mehmet'le birlikte istifa ettik."
Bundan sonra Guntekin'e kolay iş vermezler. Turkiye'deki yabancılara sağlık sigortası hizmeti veren bir şirkette kısa bir sure calıştıktan sonra oradan da atılır. Sonrasında bir yabancı dil okulunda calışır fakat burada da fazla tutunamaz.
'İnsanlar Reşat Nuri'nin kızı ne yaptı diye soruyorlar'
1973 veya 74'te de Mehmet Keskinoğlu'ndan ayrılan Ela Hanım, 1991'de emekli olduktan sonra Boğazici Universitesi'nde oğretim gorevlisi olarak calışır. Yine bu sırada ozel dersler verir. Bu donemde başladığı ceviri yapma işi, hayatının daha sonraki bolumlerinde yapacağı tek iş olacaktır. Şeyh Bedrettin'in Hayatı, Hatice Sultan ve Melling Kalfa gibi eski cevirilerinin yanında Osmanlılar ve Olum gibi eserlerle cevirilerine devam eder.
— Babanızdan dolayı sıkıntılar veya kolaylıklar yaşadığınız oldu mu?
"Dame de Sion'da okurken babam oraya mufettiş olarak gelmişti. Sonra bir ders arasında beni de mudirenin odasına cağırdılar, cay iciyorlardı. Ertesi gun, bir şey yapmadığım halde sudan bir bahane ile bana ceza verdiler. Ben de geldim babama yakındım. 'Şımarmandan korkmuşlardır' dedi. Yıllar sonra o Sor'u Fransa'da bulup aynı soruyu ona sorduğumda aynı cevabı verdi. Babamın bir sozu vardı 'Şohretler bedelini odemek zorundadır' diye. Belki ondan dolayı ben onun kızı olmakla ovunmedim, onu one cıkarmadım, televizyona cıkmak istemedim, roportajlar yapmak istemedim, yani bir ceşit tevazu, herkes gibi olma, sıradan olmak arzusu... Onun icin ayrıcalıklı bir muamele de gormedim. Ama babamdan dolayı en sıradan insanlardan cok sevgi, saygı gordum. Ona da minnet duydum. Ne mutlu size. Halbuki yani bunun da bir bedeli var. İnsanlar karşınıza dikilip 'Sen ne yaptın bakalım?' gibi sualler soruyorlar."
25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul ’da doğdu. İstanbul Universitesi Edebiyat Fakultesi ’ni bitirdi (1912). Bursa ’da başladığı (1913) oğretmenlik hayatına ceşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim mufettişi (1931) oldu. Canakkale milletvekili (1933-43)secildi.
1954 yılında Paris Kultur Ateşesi'yken emekli oldu.
Yazı hayatına Birinci Dunya Savaşı sonlarında (1917) başladı. İlk eseri Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917 ’de basıldı.
1918 ’de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımladı. Bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Buyuk Mecmua, 1919) yazıyordu.
Calıkuşu ’nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir un kazandı. Bu roman doğal ve canlı diliyle toplumun her kesimini kendine bağladı.
7 Aralık 1956 tarihinde kanser tedavisi icin gittiği Londra ’da vefat etti. İstanbul ’da Karacaahmet Mezarlığı ’nda gomulu.
ESERLERİ:
Hikaye kitapları:
Tanrı Misafiri (1927), Sonmuş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930).
Gezi yazıları:
Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966).
Romanları:
Gizli El (1922), Calıkuşu (1922), Damga (1924), Dudaktan Kalbe (1925), Akşam Guneşi (1926), Bir Kadın Duşmanı (1927), Yeşil Gece (1928),Acımak (1928), Yaprak Dokumu (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gokyuzu (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen (1944), Miskinler Tekkesi (1946), Harabelerin Ciceği (1953), Kavak Yelleri (1950), Son Sığınak (1961),Kan Davası (1955).
Oyunları:
Balıkesir Muhasebecisi (1953), Tanrıdağı Ziyafeti
(1955)
Reşat Nuri'nin Yazın Ozellikleri
Reşat Nuri ’nin hemen butun romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri cevre, tip, ceşitli problem ve goruşleriyle Anadolu atmosferi gorulur.
Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, kucuk hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekler.
Yazdığı, cevirdiği, kitap bicimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tum eserlerinin toplamı 100'u bulur. Bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı.
Yazdığı, cevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar.
HAKKINDA YAZILANLAR
1.Reşat Nuri Guntekin Turkan Poyraz – Muazzez Albek (Ankara, 1957)
2.Reşat Nuri Guntekin Hayatı, sanatı ve eserleri Muzaffer Uyguner (Varlık Yay;1967)
3.Romanıyla Reşat Nuri Guntekin İbrahim Zeki Burdurlu (İzmir Eğitim Ens. Yay., 1971)
4.Reşat Nuri ’nin Tiyatro ile İlgili Makaleleri Prof.Dr.Kemal Yavuz Kultur Bakanlığı Y.
5.Reşat Nuri Guntekin ’in Romanlarında Şahıslar Dunyası Birol Emil (1984) adlı docentlik tezi.
HAKKINDA YAZILANLAR
CALIKUŞU AİLESİ
Cemal Kalyoncu
Aksiyon 20 Nisan 2002 s.385
Başta Calıkuşu romanı olmak uzere eserleriyle Turk edebiyatının klasiklerine imza atanlardan biri olan Reşat Nuri Guntekin'in, hayatta olan eşi Hadiya Hanım ve kızı Ela Guntekin, Reşat Nuri'yi ve aileyi ilk defa Aksiyon'a anlattı
Calıkuşu'yla beraber Anadolu'yu gezenlerimiz az değildir. Dudaktan Kalbe, Acımak, Akşam Guneşi, Kavak Yelleri ve Yaprak Dokumu'ndeki kahramanların sevincleriyle sevinen, uzuntuleriyle huzunlenen, hele Ateş Gecesi'yle bir insanın ic dunyasına yolculuğa cıkanlar oldukca fazladır. Reşat Nuri Guntekin sayısı 30'u aşan eseri ile cağdaş Turk edebiyatının onculerinden biridir. Turkiye'de kitap okurlarından hemen herkes Reşat Nuri Guntekin'in eserlerinden birini okumuş, okumayanlar da filme alınmış eserlerinden birini mutlaka izlemiştir. Yani Reşat Nuri Guntekin, eserlerinde, beslendiği toplumdan kopmayarak halktan karakterlere yer verdiğinden okur nezdinde ilgiyle karşılanmış birisidir.
25 Kasım 1889 yılında İstanbul'da doğan Reşat Nuri Guntekin'in babası askeri doktor olan Nuri Bey'dir. Annesi ise Anadolu'da valiliklerde bulunmuş Cerkez Yaver Paşa'nın kızı Lutfiye Hanım. Nuri—Lutfiye cifti Reşat dışında Reşide adlı bir de kız cocuğu getirir dunyaya. Ancak Reşide cok genc yaşta vefat edecektir.
Reşat Nuri oğrencisi ile evleniyor
Askeri doktor Nuri Bey'in peşinde Reşat Nuri de Anadolu'nun bir cok yerini dolaşır. İlkokula Canakkale İptidai Mektebi'nde başlar. Bir sure de sadece gayrimuslimlerin okuduğu İzmir Frere'ler Okulu'nda okur. Kızı Ela Guntekin anlatıyor: "Muslumanları almıyorlar oraya. Ancak babam bir gayrimuslim adıyla kayıt yaptırıyor. Bir sure sonra da hic bir neden olmadan babası oradan alıyor ve 'Oğlum sen gez, dolaş. İnsanlara bak, doğayı tanı' diyor. Bunun uzerine babam koylere gidiyor, uzum bağlarını dolaşıyor, insanlarla konuşuyor ve boylece başıboş bir yıl geciriyor. Sonra babam bunu niye yaptı? diye aklına takılıyor. Farisice bilen, Arapca ve Fransızca buyuk bir kutuphanesi olan babası, yani dedem de utana sıkıla 'Ben seni Rousseau'nun Emil'i gibi yetiştirmek istedim' cevabını veriyor ona." Reşat Nuri'nin yazar olmasında bu hadisenin onemli rolu olmuştur herhalde: "Bu olay babamı, birtakım olayları duşunmeye, izlemeye yoneltmiştir diye duşunuyorum." Reşat Nuri daha sonra İstanbul'a gelir ve Saint Joseph'ten mezun olur. 1912'de Darulfunun Edebiyat Fakultesi'ni bitirir. Bir yıl sonra da uzun yıllar surecek oğretmenliğe ilk adımını Bursa Sultanisi'nde Fransızca oğretmenliği yaparak atar. İstanbul'a doner, Vefa ve Erenkoy Lise'lerinde mudurluk, Kabataş, Galatasaray, İstanbul Erkek Lisesi ile Camlıca ve Erenkoy Kız Liselerinde de 1931 yılına kadar Turkce, edebiyat ve felsefe dersleri başta olmak uzere ceşitli dersler verir. 1917'den itibaren eserleri gazetelerde tefrika edilen Reşat Nuri Guntekin 1927 yılında da, Erenkoy Kız Lisesi'nden yeni mezun olan oğrencisi Hadiye Hanım ile evlenir: "Annemin sesi cok guzelmiş. Okul idaresi eğitim icin yurt dışına gondermeyi duşunmuş ama annemin babası izin vermemiş. Annem parıltıları olan bir kadın. Okusaydı iyi bir yere gelebilir ya da iyi bir opera sanatcısı olabilirdi." Hadiye Guntekin, sıtma konusunda yapmış olduğu mucadeleleri ile bilinen İzmitli Dr. Feyzullah İzmidi'nin torunudur: "Hic birikimi olmayan bir adamın gidip burjuva ailesinin kızıyla evlenmesi sıradan bir şey değil. Babam halk adamı ama kendisini yetiştirmişti."
Feyzi Paşa ailesinin diğer fertleri soyadı kanunundan sonra 'paşaoğlu' dememek icin Generalfeyzioğlu soyadını alır. Aileden Erol ve Feyzi iş adamı olur. Reşat Nuri'nin kayınpederi, yani Hadiye Hanım'ın babası ise damadının Guntekin olan soyadını alacaktır. Bugun 94 yaşında olan Hadiye Guntekin ise, eşiyle beraber son yıllarını gecirdiği Levent'teki, duvarları kocasının resimleriyle dolu evinde yaşamaya devam etmektedir.
Yazar, buyukelci ve milletvekili Ruşen Eşref Unaydın'ın teyzesinin oğlu olan Reşat Nuri Guntekin, 1931'den 1939 senesine kadar Milli Eğitim mufettişliği yapar. 1939'da ise milletvekili secilerek Canakkale'yi temsilen bir donem Meclis'te bulunur: "Parti (CHP) adına Canakkale'ye gidip teşkilatın duzensizliğini rapor ederek Canakkale'nin CHP icin elden gitmekte olduğunu anlattığı bir belge gecmişti elime. Ama babamın aktif bir siyasi hayatı olduğunu duşunmuyorum." Piyes de yazan Reşat Nuri Guntekin milletvekilliğinden sonra 1947 yılına kadar Milli Eğitim Başmufettişliği yapar. Bundan sonra 1954'e kadar da Paris Kultur Ataşeliği gorevinde bulunur. UNESCO'da Turkiye Temsilciliği ve talebe mufettişliği onun son resmi gorevidir.
Ela kızla yapılan yuruyuşler
Guntekin cifti evliliklerinin uzerinden uzun sure gectikten sonra cocuk sahibi olur. 1941'de doğan tek cocukları icin Reşat Nuri kızının hatıra defterine bakın neler yazmıştır: "11 Mart 1951, Ela kızım, ben cocukken, senin yaşında iken, gokyuzundeki aya bakardım, 'Ay dede ay dede, oğlun kızın cok dede, birini bana versene, Allah sana cok vere' diye dua ederdim. Ay dede beni işitti. Cocuklarının birini bana verdi 'adı Ela kız olsun' dedi. 'Benim kadar cok omru, benimkiler kadar guzel cocukları olsun' dedi. Ela kızın babası Reşat Nuri Guntekin."
Aile Paris'te olduğu yıllarda Ela da eğitimine burada başlar: "Hem Almanlar'ın muttefiki hem Musluman olduğumuz icin o zaman okulda cok aşağılandığımı biliyorum. Ama ben intikamımı iyi notlarla aldım." Aile Turkiye'ye donuş yaptığında kucuk Ela da ilkokul beşinci sınıfı Nişantaşı'ndaki Nilufer Hatun İlkokulu'nda okur. Ela Guntekin, o yıllarda Reşat Nuri icin cok iyi bir yuruyuş arkadaşıdır: "Cok nazik bir adam. O zaman babalar şimdikiler gibi değil. Ne bileyim, cocuklarını dizlerinde hoplatmazlar, beraber birtakım şeyler paylaşmazlardı. Cocuk daha ayrı bir kategoride idi. Bir de tabii yaş farkı vardı. 1951'de taşındık Levent'teki bu eve. Karşımız mısır tarlası, dutluktu ve deniz gorunurdu. Onumuzdeki şu Nispetiye Caddesi daracık ve camurlu bir patika idi. Uzun uzun yuruyuşler yapardık babamla burada."
— Ne konuşurdu yuruyuşlerde?
Bir kere didaktik bir konuşması yoktu. Fakat ne bileyim gokteki bir yıldıza takılırdı. Fuzuli'nin derinliğinden, Allah kavramından, etikten bahsederdi ama butun bunlar oğretici bir şey değildi. Sanki kendi kendine konuşuyormuş gibiydi daha cok.
— Siz kac yaşında idiniz?
12—13 ama bizim eve cok kitap girerdi. Cok okurdum. Ben bir de Dame de Sion'da okuyordum. Oranın da teşvik edici bir yanı vardı. Cok kucuk yaşta duşunmeye başladım diyebilirim. Zannediyorum ben de arada sorular soruyordum. Hatta son yaz Buyukada'da yaptığımız uzun yuruyuşlerde şunu dediğim olmuştur. Ben bunların hepsini kavrayamıyorum. Babam bunları bana niye anlatıyor?
— Sizi dert ortağı gibi mi goruyordu?
Olabilir ama dert ortağı da doğru bir laf değil. Yani icinin dolu ve konuşmak ihtiyacında olduğunu hissediyordum. Mesela isim vermeden ne bileyim, uğradığı duş kırıklıklarından soz ediyordu. Bir arkadaşın dostluğundan kaynaklanabilecek duş kırıklıklarından, insanların buna hazır olmaları gerektiğine kadar... Fakat sevgi dolu bir insandı. Birine ne kadar kızsa, ofkeli ofkeli gelir, anlatır, sonra 'Hay Allah' derdi. Boyle kin tutmayan, herşeyi geniş goren, son derece de nazik. Kimseye kotu bir soz soylediğini, bir kalp kırdığını gormedim. Fakat yine de tabii evde bir otoritesi vardı.
— Peki nereden besleniyordu?
Bu gezintileri yapıyoruz dedim ya. Levent carşısı yeni kurulmuş, Teksas'ta bir kasaba gibi bir yer burası. Cıkardık babamla, ayakkabıcı, bakkal, aktar, kasap kim varsa dolaşırız. 'O buyur Reşat Bey, bir cay, kahve ic' derlerdi. Ve sohbet ederdi o insanlarla.
'Evimiz manastır gibi idi'
— Ne konuşurdu halkla?
Kitap konuşulmazdı bir kere. Biraz memleket meselesi konuşulurdu. Konuştuğu kişinin oturduğu yere dair bilgiler alırdı. Ama hic bir zaman evde, oturulsun da, rakı sofrası kurulsun da, başka yazarlar da gelsin hep beraber icelim boyle bir şey yoktu. Bizim evimiz bir manastır gibi idi. Keyifsiz bir manastır değil ama, boyle bir yazar cizer takımı gelmezdi. Sonra, iki gun evde otursa 'Benim canım biraz sefalet istiyor' derdi.
— Sefalet?
Yağmur camur. Eskiden buradan (Levent'ten) Babıali'ye gitmek kolay değildi. 40 dakikada bir otobus vardı, yollar camur icindeydi, sonra kendisi cok genc değildi.
Yalnız aile dostu bir doktor Talat Bey vardı. Daha cocukluğumda da iki tane arkadaşı vardı, Tatar Abdurrahman Bey ve Giritli Fahri Bey. Galiba bir yerde memurdular. Giritli Fahri Bey keyifli bir adamdı, Ada'ya gelirken yanına gramofonunu getirir Rum plakları calar, şarkılar soylerdi filan.
'Babam pratik biri değildi'
— Kitaplarından iyi para kazanabiliyor muydu?
Hayır, hayır, hayır. Cok az, belki biraz Calıkuşu'ndan kazanmıştır. Babamın hic pratik birşeysi olmadığı icin kimse de ona bir telif hakkı odemiyordu. Vefatından sonra annem gercekten bir mucadele verdi ve eserlerin topluca İnkilap'ta basılmasını sağladı.
Annem daha pratikti. Ne bileyim annemle bir bankaya gidecek olursak mudurun yanına cıkar beş dakikada işimiz hallolurdu. Babamla bir yere gidecek olursak kuyruğa girerdik. Ya da bir kitabını basmışlar, yayınevinden alacağı var, para odemiyorlar, Babıali'den aşağı inerken kaldırım değiştirir 'O kitapcının onunden gecmeyeyim, Reşat Nuri para istiyor demesinler' diye duşunurdu. Bunlar cok zamanı gecmiş şeyler. Şovalye gibi.
— Yalnızlık ne derece etkindi hayatında? Yurumeniz dışında başka neler yapardı?
Yalnızlık dediğimiz zaman mesela o UNESCO'da gorevli olduğu zaman birtakım toplantılardan sonra eve gelir ve anneme mi anlatırdı, kendi kendine mi konuşurdu bilmiyorum ama evde uzun uzun boyle dolaşarak kızgınlıkla bir şeyler anlattığını hatırlıyorum. Mısır veya Araplar'ın Turkler'e karşı birtakım girişimlerinden soz eder, kendi yaptığı birtakım mudahalelerden bahsederdi. Yalnızlık derken odasında yalnızdı tabii. Ama bir meyhaneye gitsin, bir kahveye gitsin, boyle şeyleri yoktu. O şeyleri belki coktan kapatmıştı.
— Sizin anlattıklarınızdan evcimen bir yazar tipi cıkıyor ortaya. Yazısını yazan, işine giden, onun dışında cok fazla bir şeye karışmayan...
'Kahvaltımı babam hazırlardı'
Evet ama ben ona evcimen demem. Evin idaresi, bilmem nesi annemin ustunde idi. Şoyle bir şey var, cocukken, benim odam onunkinin karşısında idi. Ben yatardım ama onun odasından ışık vurur ve daktilo sesi gelirdi. O daktilo sesi muthiş bir guven verirdi bana. O ses buyulemiştir beni. Orada yalnızdı.
— Yazılarını ne zaman yazardı?
Gunduz yazmıyordu. Akşam mesela 21:30 —22:00'de odasına cekilir sabaha kadar... Ama yazıyor mu, calışıyor mu, okuyor mu? Fakat ben hep o daktilo sesini duyardım. Sabah da beni 7:00'de kaldırır, bana kahvaltı verir —corba pişirir, ekseriyetle de irmik corbası— beni uğurlar ve ondan sonra yatardı. Ama bu 7—7:30'u bulurdu.
— Mutfak işlerine yardım ediyordu yani..
Yardım etmiyordu. Gece yazısının arasında mesela 12'de mutfağa girer, cok guzel yemekler pişirirdi. Fakat sonra o mutfağa girilmezdi tabii.
— Daha cok ne tur yemekler yapardı?
Alaturka yemekler. Patlıcanlı pilav filan gibi mesela. Yemek yapmak zannediyorum onun icin bir hobi idi.
— Annenizden daha fazla girdiği oluyor muydu mutfağa?
Annem girmezdi.
— Başka ne tur hobisi vardı?
Radyo dinlerdi. O zamanlar radyonun ne muthiş bir icad olduğundan soz ederdi. Alaturka musikiyi buyuk ilgiyle dinlerdi. Bir de radyoya cok sokulurdu. Cunku annem o tur musikiden hoşlanmazdı.
— Evde annenizin sozu geciyordu o zaman.
Bazen birinin, bazen diğerinin ama annemin sozu gecer gibiydi.
— Dini yaşantısı nasıldı? Konuşur muydu sizinle bu konularda?
Yeşil Gece kitabını biliyorsunuz. Ondan başka soyleyecek bir şeyim yok.
— Yazmayı iş edinenler genelde cok sigara tuketir. Babanız da cok sigara icer miydi?
Gunde dort paket. O zamanın sigaraları incecikti fakat olumu de ondan oldu zaten."
Reşat Nuri, 1956 yılında Londra'da tedavi gorurken hayatını kaybeder: "Hastanede anneme demiş ki 'İyi ki Ela burada değil. Ne kadar acı cektiğimi gormuyor. Ona şukrediyorum.' Tabii olumuyle beni cok kotu bir zamanda ortada bıraktı. Gelişme cağında idim. Ondan sonra kararlarımı, suruklenmelerimi hep kendim goturmek zorunda kaldım. Yani o konuşmalar, sohbetler olmasa belki ben daha duz, belki daha sağlam, ayağı yere basan insan olurdum. Ondan sonra cok bocaladım tabii.
İlk eşi buyukelci Tanşuğ Bleda
— Siz ne olmak istiyordunuz?
"Bilir miyim o yaşta? Sadece edebiyata ve okumaya buyuk merakım vardı. O donemde Levent carşısında bir kitapcı vardı. Aziz Nesin işletiyordu onu. Sabahları da gazete dağıtımı yapıyordu butun Levent mahallesine. Oraya sık sık gidip Pekos Bil vs. okuyordum. O zaman gelen bir gazeteci sormuş 'Ne olmak istiyorsun?' diye, ben de Teksas'a gidip kovboy olmak istiyorum demişim. Ve bu da gazetelerde cıkmış."
Ela Guntekin annesinin etkisiyle girdiği Dame de Sion'dan babasının vefatından iki yıl sonra, 1958'de mezun olur: "Sonra yurt dışında siyaset bilim okumak istiyordum, annem bir şekilde onu engelledi." Sonra İstanbul Universitesi Sosyoloji ve Felsefe Bolumune girer. Ardından Sorbonne'da edebiyat uzerine eğitimine devam eder. Ela Guntekin bu yıllarda evlidir. Dışişleri'nde calışan teyzesi Gaye Guntekin vesilesi ile tanıştığı, diplomasi merdivenlerini henuz tırmanmaya başlayan Tanşuğ Bleda ile evlenir (1961). Bleda, Mithat Şukru ile akraba olmayıp, Paris, Tiran, Roma, Bonn'da gorev yapan, Tahran'da buyukelci, Paris'teki OECD'de Daimi Temsilci olan ve Paris Buyukelciliği sırasında meslekte 42 yılını doldurarak emekliye ayrılan bir hariciyecidir. Ela Guntekin, Bleda ile 1967—68'e kadar evli kalır. Bu donem Tanşuğ Bleda'nın Paris'e ucuncu katip olarak atandığı donemdir. (Bleda, Hariciye'deki anılarını Maskeli Balo adıyla Doğan Kitap'tan yayınlamış ama Ela Hanım ile yaptığı evliliğe değinmemiştir.) Guntekin, eşinden boşandığı bu yıllarda TRT'de Merkez Program Dairesi'nde program uzmanı olarak calışmaya başlar. Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncularından Mehmet Keskiner de TRT'dedir. Ela Guntekin ikinci evliliğini Keskiner'le yapar ve Uzum adında bir kız ve Yağmur adında bir erkek cocuk getirir dunyaya: "Sevgi ve Mumtaz Soysal cok yakın dostlarımdı. Bir akşam arabamın icinde Sevgi Soysal ve Mehmet Keskinoğlu ile birlikte iken İsrail Buyukelciliği'nin onune geldiğimizde durduk ve bir tartışma yuzunden Mehmet'e 'Yeter' diye bağırdım. Arabanın cevresini birden polisler sardı. Mumtaz Soysal hapiste, ben de mimli bir yer olan TRT'de calıştığım icin, icra—i rezaletten kendimi once karakolda, sonra Mamak Cezaevi'nde buldum. Bir aya yakın cezaevinde kaldıktan sonra TRT'ye gittik. Genel Mudur Musa Oğun Paşa idi. 10 dakika sonra cağrılarak işimize son verildiği soylendi. Orada bazıları 'Sen Reşat Nuri'nin kızısın, senin icin Musa Paşa'ya bir şey yapabiliriz' dedi. Ben de o ekmekten yemem dedim ve Mehmet'le birlikte istifa ettik."
Bundan sonra Guntekin'e kolay iş vermezler. Turkiye'deki yabancılara sağlık sigortası hizmeti veren bir şirkette kısa bir sure calıştıktan sonra oradan da atılır. Sonrasında bir yabancı dil okulunda calışır fakat burada da fazla tutunamaz.
'İnsanlar Reşat Nuri'nin kızı ne yaptı diye soruyorlar'
1973 veya 74'te de Mehmet Keskinoğlu'ndan ayrılan Ela Hanım, 1991'de emekli olduktan sonra Boğazici Universitesi'nde oğretim gorevlisi olarak calışır. Yine bu sırada ozel dersler verir. Bu donemde başladığı ceviri yapma işi, hayatının daha sonraki bolumlerinde yapacağı tek iş olacaktır. Şeyh Bedrettin'in Hayatı, Hatice Sultan ve Melling Kalfa gibi eski cevirilerinin yanında Osmanlılar ve Olum gibi eserlerle cevirilerine devam eder.
— Babanızdan dolayı sıkıntılar veya kolaylıklar yaşadığınız oldu mu?
"Dame de Sion'da okurken babam oraya mufettiş olarak gelmişti. Sonra bir ders arasında beni de mudirenin odasına cağırdılar, cay iciyorlardı. Ertesi gun, bir şey yapmadığım halde sudan bir bahane ile bana ceza verdiler. Ben de geldim babama yakındım. 'Şımarmandan korkmuşlardır' dedi. Yıllar sonra o Sor'u Fransa'da bulup aynı soruyu ona sorduğumda aynı cevabı verdi. Babamın bir sozu vardı 'Şohretler bedelini odemek zorundadır' diye. Belki ondan dolayı ben onun kızı olmakla ovunmedim, onu one cıkarmadım, televizyona cıkmak istemedim, roportajlar yapmak istemedim, yani bir ceşit tevazu, herkes gibi olma, sıradan olmak arzusu... Onun icin ayrıcalıklı bir muamele de gormedim. Ama babamdan dolayı en sıradan insanlardan cok sevgi, saygı gordum. Ona da minnet duydum. Ne mutlu size. Halbuki yani bunun da bir bedeli var. İnsanlar karşınıza dikilip 'Sen ne yaptın bakalım?' gibi sualler soruyorlar."