CENTERyazar, cevirmen
Bağdik Avedisyan (mustear ismi)
1935 yılında İstanbul'da doğdu. İki yaşındayken babasını kaybetti. Ekonomik sıkıntılar yuzunden ortaokuldan sonra oğrenciliği bırakıp calışmaya başladı. Asıl mesleği buzdolabı tamirciliği. 1990'lı yılların sonunda gazeteciliğe başladı. Agos gazetesinin kurucularından ve yazarlarındandır. Agos gazetesinde yazarlık yapıyor. Yayınlanmış kitapları var, ceviriler yaptı. 'Bağdik Avedisyan' mustear ismiyle Prof.Dr. Levon Hacikyan'ın, 'Hemşin Gizemi' kitabını Turkceye cevirdi. 'Gelecek Uzun Surer' adlı sinema filminde oyuncu olarak rol aldı.
ESERİ:
Ermeni Tanrıları Konuşuyor: Cangulum, Anahit ve Kazben
Sarkis Seropyan
Belge Yayınları
Tur Mitoloji
Matbaa Adı Ege Basım
Kacıncı Baskı 1
ISBN 9753442764
Genel Ozellikler 3. h., orijinal karton kapağında
Etiket Ermeni Mitolojisi
Dizi Adı Marenostrum, Mitos
Dil Turkce
Cilt / Sayfa 119 s.
Boyutlar 14x20
Basım Yılı 2003
Basım Yeri İstanbul
Barkod 9789753442763
İnsanlığın birbirine anlatılageldiği en eski oykudur mitoloji. Bir halkı tanımanın da en kestirme yolu, onun geleneksel halk soylencelerine, kahramanlarına, tanrılarına, tanrıcalarına bakmaktan gecer.
Bu kitapta konu edilen Ermeni mitolojisi de, Anadolu ’nun kadim halklarından Ermenilerin kuşaktan kuşağa devrolunan sozlu mirasından kesitler sunuyor... (Arka kapaktan)
FİLMOGRAFİ
Gelecek Uzun Surer (2011)
Dram | 108 dakika
Vizyon tarihi: 11 Kasım 2011
Dil: Turkce
Yapım: 2011 | Almanya | Fransa | Turkiye
Yonetmen: Ozcan Alper
Senaryo: Ozcan Alper
Başroller: Gaye Gursel, Durukan Ordu, Sarkis Seropyan
İstanbul'da bir universitede muzik araştırmaları yapan Sumru (28), tez calışması sırasındaki alan calışması icin birkac aylığına ulkenin guneydoğusuna yolculuğa cıkar. Kısa sureliğine cıktığı bu yolculuk, hayatının en uzun yolculuğuna donuşur. Bu yolculukta Sumru'nun yolu Diyarbakır sokaklarında korsan DVD satan Ahmet, Diyarbakır'da tek başına kalmış, yıkık dokuk kilisenin bekcisi Antranik amca ve bolgede surmekte olan savaşa tanıklık eden pek cok karakterle kesişir.
Sumru, uc ay boyunca kaldığı Diyarbakır'da peşinde olduğu ağıtların hikayelerini ararken kendi ertelediği acısıyla da yuzleşir. Diyarbakır'dan Hakkari'de bulunan boşaltılmış bir dağ koyune doğru yola cıkarken bu tehlikeli yolculuğa anlam veremeyen Ahmet'in "Neden bu koy, orada ne var?" sorularını yanıtsız bırakır.
HAKKINDA YAZILANLAR
ERİVAN GUNLUĞU – Birlikte şarkı soylemenin keyfi yaşamın kendisi kadar
Sayılı gunler cabuk geciyor… Konserler, fotoğraf sergileri ve bilimsel toplantılar derken zaman akıp gitti. Yeni yuzlerle karşılaştık. Onlarca dostumuzla kalıcı ilişkiler kurduk… Ulke kadar buyuk başkentte adım basmadığımız toprak kalmadı. Girdiğimiz cıktığımız her kapıda, her sokakta bizi duyanlar; bizlerle konuşma cabasına girişti. Sevindik, yadırgadık ama ilerleyen gunlerde şaşırmadık. Kardeşlerimizle olan buluşmamız cok ozel muhabbetlerle gelişiyor ve karşılıklılık gerekiyordu. Bunları da konuştuk.
Bizleri Erivan ’a davet eden Naregatsi Art Enstitute, bir sivil toplum kuruluşu… Amerika ’da bir yonetim merkezleri (2001), Erivan (2004) ve Karabağlar (2006) ’da da şubeleri var. Etkin yer başkentteki merkez. Karabağlar ’daki şubede yoksul cocuklara ucretsiz olarak; muzik, dikiş, halk oyunları, el sanatları, plastik sanatlar oğretiliyor. Beyrut Amerikan Universitesi ’nde İş Yonetimi okuyan (Gaziantepli) merkezin kurucusu Nareg Hartounian ’la konuşuyoruz…Din bilgesi Grigor Naregatsi adını verdikleri merkezin (sorularımız uzerine) fonlama kabul etmediğini ve proje bazındaki işleri yakın cevresiyle cozumlediğini soyluyor… Erivan ’daki merkezde 200 kişilik bircok amaclı etkinlik salonu, bir sergi salonu, bir sahne ve pek cok atolye odası var. Profesyonel olarak yonetimini surduren genclerle de konuşuyoruz. Hepsi, Ermenistan gencliğinin kultur ve sanat gereksinimleri icin bir şeyler yapmanın yoğun cabasından buyuk keyif duyduklarını soyluyor. Buna tanık oluyoruz. Halk oyunları provasına yuze yakın genc geliyor. Muzik calışması ve sonrasındaki konseri de 200 kadar insan izliyor. Tamamen katılımcılık esaslı bir program uygulaması var. Turkiye ’den Hemşin ’e ilişkin mimari ve portrelerden oluşan bir fotoğraf sergisi yollamıştık. Hemen ardından yağlı boya bir sergi başladı. Her nedense bir yayın yapmayı tasarlamadıklarını; işlerinin oğrenmek ve sunmak olduğunu; ‘kirlenmeyelim istiyoruz ’ diyerek, acıklıyor.
***
Araştırmalar surdukce gercekler ortaya cıkar…
Ermenistan ’a birlikte gitme keyfi ve deneyimini yaşadığımız cok değerli meslektaşımız, ahparikimiz Agos yoneticisi ve yazarı Sarkis Seropyan (ağabeyimiz) ile de konuşalım, dedik… Sozu ustaya bırakmak doğrusu: “Gencler acısından cok yeni bir bilgilenme duzeyi olabilir. Onun icin anlatmalıyım… 15-16 yıl once bir dostum 'Hemşin Ermenileri' adlı bir makale getirmişti. Turkce ’ye cevirirsen, kultur hizmeti yapmış olursun, demişti. Agos henuz yokken, zaten ceviriler yapıyordum. Bilimsel bir makaleydi. Fotokopiyi onume aldım ve hazırlanan onsozu de koyma ricasını dikkate almamı rica ettiği, ceviriye başladım. Ceviri bitti, yayınevi calışmamı genişletmemi istedi. Vartavar da olmak uzere kimi kultur aidiyetleri, sozcukleri vs. icin eklemeler yaptım. Bağdik Avedisyan mustear ismiyle Hemşin Gizemi adlı (Belge Yayınları; Levon Hacikyan ’ın) kitabı yapmış olduk. Paruyr Muradyan isimi Ermenistanlı bir profesorun hazırladığı değerli onsozlu kitap yıllar icinde cok ilgi gordu ve referans kitapların başında geldi. Makale halinde Ermenistan ’da bir dergide yayımlanmıştı. Ulusal Bilimler Akademisi ’nin bulteninde Sovyetler zamanında yayımlanmıştı.
Genclerin yeni yeni ilgilenmesinin nedeni; aynen Hıristiyan Turklerin var oluşunun oğrenilmesi gibi bir oğrenme durumudur. Romanya ’da, Moldavya ’da var biliyorsunuz. Muslumanlığı kabul etmiş; Ermeniler ’in kabul etmiş olduğunu oğrenmek onları heyecanlandırmış ve bilgilenmeye itmiştir. Kim ne der ve nasıl kabul eder bilemem tabii. Yoksa burada (Erivan ’daki) ‘fastfoodcu ’ gencler bu konularla ilgilenmezler bile.
Bana gore (akademisyen olmadığım halde) Hemşinliler aynı Ermenistan ’da ornek gosterebileceğimiz benzerleri (Karabağlılar) gibi, kendilerini herhangi bir milletin hukumranlığı altında gormek istemiyorlar. Sanki… Karabağlılar dağlık bir bolgede yaşar. Bunlara dunyanın neresinde rastlarsınız rastlayın Karabağlıyız derler. Bizim Hemşinliler de doğrudan Hemşinliyim der. Hatta Hamşentsiyim der. İlk aidiyetini boyle gormek lazım. Yakıştırmaktan ziyade kendilerini nasıl hissettekleri onemli. Bunları başkalarından ayıran en onemli etmen de doğal olarak dilleridir. Hopa Hemşinliler bu dili korur, Baş Hemşinliler de geleneklerini korur. Vartavar gununu aynı isimle herkes kullanılır. Sınırlar, yukseklikler aşılınca da farklılaşılabiliyor. 2 bin metre gecilince Vartovar kutlanıyor. Sahilde bu yoktur…
Dil konusunda bazı şeyler de soylemeliyim. Fazla soylenmiyor ama, terkedilmiş tarihi yoreler bilirsiniz, 10 santim toprakla ortulur. Her sene bu miktar artar ve hoyukler dola dola yukselir. Konuşulan diller de zaman icinde başka dil ve kulturlerden etkilenir. Bir zaman geliyor ki, beş yuz sene once kullanılan dille hic ilgisi olmadığını goruyoruz. Bin sene evvelki de bambaşka bir dildir. Yazılı dilde de boyledir. Klasik bir Ermenice vardır. Halkımıız bunu anlamaz… Hemşinliler de dağlık yorelerde yaşadıkları icin muhtemelen ve sahildekilerle ilgisi olmadıkları icin dilleri korumuşlar. Ozellikle kadınlar… Torun, ninesinden hangi dili oğrenmişse aile icinde bu dil kullanılmış. Erkekler, gurbet ve askerlik sırasında başka dilleri oğrenmişler ve etkilenmişler. Bu dil boyle korunmuş ve otantik haliyle bugunlere gelebilmiş. Batı Hemşinlilerin konuştuğu Ermenice diyalekt, aslında bin sene evvelki ;Ermenice dilinin ozudur, aynısıdır. Diğer Ermeniler, Soci ’de ve KrasNadar ’da başka diyalekt kullanırlar. Adapazarlılar ’da da farklıdır. Yayla koyleri orijinaldir. İstanbul ’daki ve Ermenistan ’daki insanlarımızın konuştukları dil muhtemelen ozgun haliyle Hemşin dilidir. Bana oyle geliyor. Ermeniler de gurbetcidir. Diyaspora nedeniyle dilde bozulma olmuş. Rus ve İran etkisi vardır Ermenistan ’da… Buranın Ermenileri Carlık dunyasının arka bahcesiydi. Burada butun gencler Rusya konuşurdu. Resmi dil Rusca ve Ermenice ’ydi. Bozulmalar bu yuzdendir… Tabii, butun bunlar bilim insanlarının işi. Yoksa, kim kendini ne hissediyorsa aslolarak da oyle kabul edilmelidir.”
Sarkis ahparike teşekkurlerimizle…
***
Bir tek şeye inanıyorum “BUYUK İNSANLIK”…
Gece Arto ’nun kulubundeyiz. Abisi Onno Tunc ile birlikte başta Sezen Aksu olmak uzere populer Turk muziğine buyuk katkıları olan Arto, konuştukca catallaşması artan sesiyle kulağımızda cınlıyor: “Buyuk Ermeniler, Buyuk Turkler falan yok. İstemiyorum. Once insan olunmalı. Sınıra yazmışlar: Her Turk Asker Doğar… Ben de karşısına gidip yazdım; Her Ermeni İnsan Doğar. Gidip, Ruslar ’a şikayet etmişler bizi. Bana geldiler. Kaldıracaksın, dediler. Kaldırmadım… Ayıp mı ettim? Ben, herkesin kardeşce sozler soylemesini ve barışcı bir ortamda yaşamasını istiyorum. Boburleneceğimiz tek yanımız kardeşliğimiz olmalı. Burada da bana itiraz edenler olmuştu. Beş yıl once yuhalamışlardı. Turkiye ’den gelen bir muzisyendim ve ne yapacağımı bilmiyorlardı. Şimdi herkesin gozbebeğiyim… Burada herkesin elcisiyim… Her dilin, her kulturun… Bu yanımı gorup, sevdiler artık… Benim dilim evrenseldir, muzik yapıyorum. Barıştan yan cizmiyorum… Samatyalı ’yım ben, sozlerim dobradır. Herkes işini yapsın, iyi yapsın isterim. Benim işim muzik yapmak ve insanlık beklemek… NÂzım ’ın dediği gibi ‘Buyuk İnsanlık ’… Başka bir derdim yok… Yaz bunları Adnan kardeşim, uyuma oyle…
Yazıyorum işte… Ustelik birlikte muzik bile yaptık. Başkalarının caldığı bir kulupte karşı karşıya oturduk ve ritim tuttuk. Bunu da yazayım da, kayıtlara gecsin… Arto guluyor. “Yaz Adnan abi, yaz. Soz ucar…” Hoş adam Arto…
Kaynak: Birgun, 08.08.2008
HAKKINDA YAZILANLAR
Sarkis'in anlatmadığı goc 'masal'ı
Celal BAŞLANGIC
Radikal 17/05/2004
Fazilet ve alcakgonulluluk anası, ureme ve bereketli sular tanrıcası Anahit'i anlatıyordu. Ardından Ermenilerin fırtına, yağmur, bulut, ateş, guc ve zafer tanrısı Vahakn'a geciyordu.
Sırada Ermenilerin en eski tanrılarından Ara ile Asur Kralicesi Flamiram'ın yani Semiramis'in oykusu vardı. Elcileriyle mektup gondermişti Flamiram, "Sana hitap ediyorum ey yakışıklı Ara. Sen benim eşim olup Ninova'ya ve benim dunyama hukmetmeyi reddettin, kalbin Ararat'ın ebedi buzlarından daha sert" diyor ve "Geri don" diye cağırıyordu Ara'yı. Elcilere "Ninova'ya don ve dunyaya hukmeden guneşine buzlarımın ancak kabuğum olduğunu, bu kabuğun icinde ise iki aşkın alevlerinin yukseldiğini anlat" diyordu Ara. Bu iki aşktan ilkinin vatanına, ulkesinin dağlarına, nehirlerine ve ağaclarına; ikincisinin ise eşi Nuart'a karşı olan sevgisi olduğunu anlattıktan sonra kesin bir tumceyle bitiriyordu mektubunu:
"Olumsuzluk onersen bile, ben Nuart'ımı alcaltmam."
Boylece uzayıp gidiyordu Sarkis Seropyan'ın peş peşe dizdiği masallar Beyoğlu'ndaki Tiyatro Seyr-i Mesel Sanat Atolyesi'nde. Demokratik Turkiye Girişimi 'halkların kardeşliğinin izlerini surmek, bir halkın varlığının nasıl diğerlerinin varlığıyla ic ice olduğunu gostermek, farklılıkların aynılığını sergilemek icin yola duşulecekse en iyi yol butun bu halkların masallarının izlerini surmektir' diyerek 'Masalların Duğunu' adı altında bir dizi etkinlik duzenlemişti. İlk etkinlik 'Kurmanci Masal'dı.
İkinci etkinlik ise 'Ermeni Masalı'ydı ve anlatıcı Agos gazetesinden Sarkis Seropyan'dı.
Bir yol hikÂyesi
"Bana masal anlatılmadı" diye başladı Seropyan, "Bana anlatılan masal, tehcirde Karadeniz sahilinde başlayan, Eğin'de suren ve Malatya'da bir yetimhanede noktalanan bir yol hikÂyesiydi. Annemin, anneannemin, teyzelerimin ve dayımın gectiği yoldan bahsediyorum. Hep bunu anlattılar bana. Gece uyumam icin ninni yerine bunu anlatırdı annem, anneannem. Sonra başka bir ulkede dayımı buldum. O da aynı masalı anlattı bana. Bu masalı size anlatmak istemiyorum, sizi uzmek istemiyorum. Cunku gercekten ağır bir masal."
Seropyan'ın o akşam anlatmadığı masal 1900'lu yılların başında Gumuşhane'de
başlıyordu. Anne dedesi Paranok Avadisyan askeri doktormuş. İstanbul eşrafından bir adamın Haskoylu kızıymış anneannesi Zaruhi. Kucukken Rum okuluna gitmiş. Bu yuzden Gumuşhane eşrafı geceleri doktor Avadisyan'ın evinde toplandıklarında karıkoca aralarında Rumca konuşurlarmış; "Cayı demledin mi, kahve ikram ediyor musun" gibisinden.
1899'da evlenmiş Paranok ile Zaruhi. 1900'de Sarkis'in dayısı Bağdik doğmuş. 1908'de de annesi Nuart-Roza. Sonra kucuk teyzeleri...
1915'te 'tehcir'e başlarken Mutasarrıfın emriyle oldurulur doktor Paranok. Sarkis'in anneannesi Zaruhi, bir erkek, iki kız cocuğu ile birlikte surgune gonderilir.
Ermeni kafilesi Eğin uzerinden Suriye'ye doğru yola cıkarken Zaruhi en kucuk kızını da komşuları 'başefendi'ye bırakır.
Hayat kurtaran şaka
Kafile Eğin'e geldiğinde karakolda gorevli polisler Zaruhi'nin Rumca konuştuğunu duyunca "Siz Rumsunuz. Bunu kanıtlayın, surgunden kurtulun" derler. Bir telgraf cekilir Gumuşhane'ye. "Doktor Paranok Avadisyan'ın ailesinin Rum olduğunun işarı" diye.
Ancak cevap gelmez. Bu arada birlikte geldikleri kafile yola devam eder. Yalnızca Avadisyan ailesi kalır Eğin'de. Yani bugunku Erzincan'ın Kemaliyesinde, Bu kez iki katı para odenerek 'cevaplı telgraf' cekilir. Cevap 'Evet Rum'dur' diye gelir. Aslında karıkoca aralarında Rumca konuşurken doktorun evinde toplanan Gumuşhane eşrafının "Eşiniz Rum mu" sorusuna doktor Paranok'un şaka olsun diye verdiği 'Evet' yanıtı kurtarmıştır hayatlarını. Bir yıl kadar Eğin'de ağacların arasında yaşarlar. Terk edilmiş evlerde buldukları yiyeceklerle karınlarını doyururlar.
Aile sonunda Malatya'daki Amerikan Yetimhanesi'ne yerleştirilir.
"Anneannem oğretmenlik yapmış orada. Annem daha kucuk, yedi yaşında. Aile yetimhaneye yerleşince o sıralar 16 yaşında olan dayısı Bağdik 'Beni almazlar' diye ayrılmış yanlarından. Zaten annesinin ve kardeşlerinin de son goruşu bu olmuş. Annem yetimhanede protestan eğitimi almış. Olene kadar da bu nedenle hep gece gozlerini kapatarak dua etti. Kendi evlatları yetmezmiş gibi Gurun tarafından gelen kafilede butun ailesini yitiren bir kız da gelip anneanneme 'Kimsem yok, ben senin kızın olayım. Cocuklarına bakarım' demiş. Yola cıkarken en kucuk cocuğunu komşuları 'başefendi'ye bırakan anneannem de kabul etmiş bunu. Sonra İstanbul'a donerlerken 1918'de Sivas'ta bir Ermeni usta ile evlendirmişler 'sonradan olan' teyzemi. O teyzem bana gercek teyzelik yapmıştır. O ve cocukları oz akrabalarım gibi kalmıştır. O teyzem birkac yıl once Fransa'da oldu. Anneannem ile annem İstanbul'a dondukten sonra Mahmutpaşa'da trikotaj atolyelerinde calışıyor anneannem."
Oykunun burasında bir soluk alıyor
Seropyan. "Anneannem hayatında kimseye beddua etmemiştir" diyor, "Bir tek kocasını olume gonderen mutasarrufa beddua etti. O adam da Cumhuriyet'in ilanından sonra İstiklal Mahkemesi'nde
idama mahkûm edildi ve Beyazıt Meydanı'nda asıldı."
Bulunamayan teyze
İstanbul Radyosu'nun kurulmasından sonra cok aramışlar, techcire giderken koşuları 'başefendi'ye verdikleri kucuk teyzelerini. 'Başefendi'nin adıyla radyodan surekli anons ettirmişler ama bulamamışlar.
Malatya'da yetimhanede ailenin yanından ayrılan dayısı Bağdik'in oykusune gelince...
"Dayım acıkgoz bir adam. Kacak gocek, asker kıyafetleriyle Trabzon'a kadar gidiyor. Gemiye binip İstanbul'a kacıyor. Zengin olan anneanesiyle dedesini bulacak. Ancak onlar bir sure once olmuşler. Kopru altında yatıyor. Sonra İstanbul'u işgal eden İngilizin yanında iş buluyor. Deniz motorunda cımacılıktan kaptanlığa kadar yukseliyor. Hatta Kurtuluş Savaşı'na katılmak isteyen Cerkez Ethem'i tekneyle İstanbul'dan Anadolu'ya kacırıyor. İşgal orduları cekilirken 'Sen de bizimle gel, yoksa başın belaya girer' diyor İngilizler. O da Yunanistan'a gidiyor. Yani 25 yaşından sonra yeni bir hayat kuruyor kendisine Yunanistan'da. Hatta bu arada Yunanistan'a kacan Cerkez Ethem gidip buluyor dayımı. Oturup konuşuyorlar."
Bağdik, once Anadolu'da, sonra da Yunanistan'da kendine iki ayrı yaşam kurduktan sonra bir ucuncusunu daha gercekleştirir.
Yunanistan'da işleri iyiymiş Bağdik'in. Kamyonları falan var. 1946'da Ermenistan nufusunu artırmak icin sınırlarını acınca satmış butun malını mulkunu. Altına cevirmiş. O altınları da bir borudan yaptığı asasının icine doldurmuş. Ver elini Ermenistan...
Aclık, sefillik var Ermenistan'da. Her hafta bir altın bozdurup ucuncu bir hayat kuruyor kendisine. Anneannesinin ve annesinin bir daha goremediği dayısı Bağdik'i gidip buluyor Ermenistan'da Seropyan:
"Gidip oturdum karşısına. Bana anlatmasını istedim Eğin'de, Malatya'da yaşanılanları. Anneannemin, annemin anlattıklarını kelimesi kelimesine aynen tekrar etti bana sabaha kadar. Her şey aynen ortuşuyordu. Soz birbirliği yapacak halleri yok. Ama aynı şeyleri, neredeyse aynı kelimelerle anlatıyorlar yaşadıklarına ilişkin. Bu yuzden şimdi bana kimse yaşananların yalan olduğunu iddia etmesin."
Yoksul bir ailenin cocuğu olarak Seropyan ortaokuldan sonra calışıyor. Anneannesi ve annesi ile tek goz bir evde yaşıyorlar. Evi hizmetcilik yaparak gecindiriyor anneannesi. Bir buzdolapcının yanında başlıyor işe Seropyan. İşleri geliştikce Tarlabaşı'ndaki tek oda yoksul evi, iki odalı, daha derli toplu bir konuta donuşuyor. Sonra kendi işini acıyor Seropyan. Ama bu arada surekli okuyor. Ermeni gazetelere yazılar yazıyor. Ceviriler yapıyor. 1995'te yani tam 60 yaşından sonra da gazeteciliğe başlıyor.
Başka oykuler de var
Seropyan'ın 'anlatmadığı' daha cok oyku var. O geceki 'Ermeni Masalı'nı, aynı kaynaklardan beslenen farklı etnik kokendeki duyarlı insanların aynı duyguları hissedeceğini ornekleriyle coğaltıyor Seropyan.
"Bin bir halkın bin bir masalıyla Anadolu'yu, onun bereketini, comertliğini, zenginliğini anlatalım istedik" diyerek 'Masalların Duğunu' etkinliklerini duzenliyor Demokratik Turkiye Girişimi. Amacları 'Nasıl bir demokrasi istiyoruz' sorusunun yanıtını Anadolu ve Mezopotamya halklarının sozlu tarihinin bir unsuru olan masallarda aramak, kulturel farklılıkları, bolen parcalayan değil esasen bu toprakların her bir damarı olarak vazgecilmezliğini ortaya koymak ve butun halkların eşit-ozgur birliğini
'birbirini anlama' cabası etrafında yorumlama.
Sırada Yezidi, Cerkez, Arap, Laz, Turkmen, Zaza masalları var. Bunların sonrasında da Rum ve Yahudi masalları da olacak. Masallar anlatıldıkca, herkes 'anlatılmayan masallar'ı da oğreniyor. Aynen Sarkis Seropyan'ın
'anlatmadığı' ama cocukluğunda hep ninni yerine dinlediği 'masal', daha doğru 'yaşanmış acı bir gercek' gibi. Demek ki masallar birbirlerine değdikce coğalıyor!
/CENTER
Sarkis Seropyan
Biyografiler0 Mesaj
●6 Görüntüleme