yazar, cevirmen
nakkal (hikaye nakledici, tarihci
1972 yılında İstanbul ’da doğdu. Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi ve İstanbul Universitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bolumu ’nu bitirdi. Bir sure turist rehberliği yaptı, ardından uzun sure Can Yayınları ’nın Fransızca editorluğunu yuruttu. Aralarında José Saramago, Yves Simon, Romain Gary, Fernando Pessoa, Paulo Coelho ’nun bulunduğu ceşitli yazarların kitaplarını Turkce ’ye cevirdi.
ESERLERİ:
1.Yuz Elli Yılın Tanığı Notre Dame de Sion - Yazar (Yapı Kredi)
2.İstanbul'dan Kapadokya'ya - Yazar
Yayıma Hazırlama- Ceviri
Ağır Olum - Yayıma Hazırlayan (Can)
Ah Şu Sinekler - Cevirmen (Merkez Kitaplar)
Alan Savunması - Cevirmen (Can)
Arthur 4'lu Set - Cevirmen (Can)
Arthur İki Dunyanın Savaşı - Cevirmen (Can)
Arthur ile Minimoylar - Cevirmen (Can)
Arthur-Maltazar'ın İntikamı - Cevirmen (Can)
Aşk ve Fantazya - Yayıma Hazırlayan (Can)
Aşkın En Guzel Tarihi - Cevirmen (İş Bankası)
Ateşkes - Yayıma Hazırlayan (Can)
Başarısızlıkla Nasıl Baş Etsem? - Cevirmen (Can)
Bedenin Tarihi-1 - Ronesans'tan Aydınlanma'ya - Cevirmen (Yapı Kredi)
Bedenin Tarihi-3 - Bakıştaki Değişim: 20. Yuzyıl - Cevirmen (Yapı Kredi)
Benim Becerekli Babam! - Cevirmen (Merkez Kitaplar)
Benim Kucuk Prensesim - Cevirmen (Literatur)
Bensiz - Yayıma Hazırlayan (Can)
Bir Sovyet Kahramanının Kızı - Cevirmen (Can)
Boğaz Cocuğu - Cevirmen (Can)
Buyuk İskender -İkinci Kitap- - Yayıma Hazırlayan (Can)
Buyuk İskender -Ucuncu Kitap- - Yayıma Hazırlayan (Can)
Cukulata - Cikolatanın Yerli Tarihi - Yazar (Yapı Kredi)
Dehşet Cocuklar - Cevirmen (Turkuvaz)
Duygular Labirenti - Yayıma Hazırlayan (Can)
Duşunurlerin Eşliğinde - Yayıma Hazırlayan (Can)
Elif - Cevirmen (Can)
Gulunesi Aşklar - Yayıma Hazırlayan (Can)
Gunbatımının Cağrısı - Yayıma Hazırlayan (Can)
Hoyrat Dunyayla Nasıl Baş Etsem? - Cevirmen (Can)
Huzursuzluğun Kitabı - Cevirmen (Can)
Huzursuzluğun Kitabı - Mini Kitap - Cevirmen (Can)
İlişkisel Estetik - Cevirmen (Bağlam)
İstanbul Fotoğrafcılar Sultanlar - 1840-1900 - Cevirmen (İş Bankası)
İstanbul Latin Cemaati ve Kilisesi - Cevirmen (Kitabevi)
İstanbul'un Kopekleri - Cevirmen (Yapı Kredi)
KÂbil'den Semerkand'a Arkeologlar Orta Asya'da - Cevirmen (Yapı Kredi)
Kahire'nin Mucevheri - Yayıma Hazırlayan (Can)
Kara Sohbet - Yayıma Hazırlayan (Can)
Kensington Bahceleri - Cevirmen (Yapı Kredi)
Keskin Nişancı - Cevirmen (Everest)
Keşke Gercek Olsa - Cevirmen (Can)
Keşke Gercek Olsa - Cevirmen (Can)
Kıran Kırana - Yayıma Hazırlayan (Can)
Klingsor'un İzinde - Yayıma Hazırlayan (Can)
Kral,Bilge Ve Soytarı - Yayıma Hazırlayan (Can)
Kuşatılmış Yaşamlar - Yayıma Hazırlayan (Can)
Kucuk Prens -Antoine de Saint-Exupéry'nin Eserinden- - Cevirmen (Turkuvaz)
Kulturumuzun Şafağı Babil - Editor (Yapı Kredi)
Manolito Gulmekten Kırılıyor - Yayıma Hazırlayan (Can)
Martıya Ucmayı Oğreten Kedi - Cevirmen (Can)
Matmazel Chambon - Cevirmen (Can)
Mavi Ay - Yayıma Hazırlayan (Can)
Mutluluğun En Guzel Tarihi - Cevirmen (İş Bankası)
Narkissos'un Duşuşu - Cevirmen (Can)
Neredesin - Yayıma Hazırlayan (Can)
Okulla Nasıl Baş Etsem ? - Cevirmen (Can)
Okyanus Kokusu Ve Angolı Mala - Yayıma Hazırlayan (Can)
On Bir Dakika - Cevirmen (Can)
Pıtırcık'ın Kırmızı Balonu - Cevirmen (Can)
Portekizli Seyyahlar - Yayıma Hazırlayan (Kitap)
Ricardo Reis'in Olduğu Yıl - Cevirmen (Kırmızı Kedi)
Ricardo Reis'in Olduğu Yıl - Cevirmen (Can)
Roman Sanatı - Yayıma Hazırlayan (Can)
Romeo ve Julyet - Cevirmen (Can)
Seni Unutursam İstanbul... - Cevirmen (Kitap)
Tek Cocuk Olmakla Nasıl Baş Etsem? - Cevirmen (Can)
Tienanmen'de İsyan - Yayıma Hazırlayan (Can)
Usta İle Margarita - Yayıma Hazırlayan (Can)
Utanc Gomleği - Yayıma Hazırlayan (Can)
Ve Birden Sonsuzluk - Yayıma Hazırlayan (Can)
Yıldızyiyiciler - Cevirmen (Can)
SOYLEŞİ
Etrafta kitap olunca kendimi guvende hissediyorum
Ocak 2019
Saadet Ozen; mektepli bir arkeolog, alaylı edebiyatcı, profesyonel rehber ve sahada yeni bir tarihci... 10 yılı aşkın suredir, iddiadan uzak bir tavırla; belgeseller, kurum ve şehir tarihi calışmaları, muze ve arşiv projeleri gibi onemli işler yapıyor. İki yıl kadar once başladığı sosyal medya paylaşımlarından once, Saadet Hanım'dan ve işlerinden sınırlı bir cevre haberdardı. Yapımına katkı sağladığı belgeseller aracılığıyla tanıştığı film arşivleri, onun gibi pek cok takipcisi icin de yeni ufuklar actı. Saadet Ozen'le Nakkaliye'de; babasının marangoz tezgÂhından devşirdiği masasının başında buluştuk. Makedonya'dan Rusya'ya, Yeni Zelanda'dan Hollanda'ya dunyanın ceşitli yerlerindeki arşivlerden bulup cıkardığı goruntulerden hareketle projelerini, yakın gecmişte yeniden şekillenen tarihcilik anlayışını ve goruntulerin hangi katmanlarda hangi sorulara cevap verdiğini konuştuk. Buyrun sohbete...
Twitter paylaşımlarınızla geniş bir kitleyi tarih tartışmalarının icine dahil ettiniz. Ne kadar oldu bu paylaşımları yapmaya başlayalı?
2 sene, 29 Ekim olduğu icin aklımda kalmış. Kendi kendine oldu aslında. Eskiden televizyonda kultur kanalları, hic değilse bir iki kultur programı; dergilerde, gazetelerde kultur sanat sayfaları vardı. Bunlar kalmadı artık. Aslında ihtiyac var ve bunu gonullu yapan herkese az cok ilgi gosteriliyor. Mukemmeliyet gerektiren bir şey değil, bildiğimizi soyluyoruz. 50 seneye kalmayacak; eğitim sistemi, universite dahil her şey değişecek bana kalırsa. Kimsenin elindeki veriyi saklamaması lazım. Biz kendi aramızda bunu duşunebiliyoruz ama devlet kurumlarında aynı anlayış yok. Mesela sinema arşivleri. Yıllardan beri acamıyorlar. Bildiğim uc kurumsal sinema arşivi var Turkiye'de; biri Genel Kurmay bunyesinde, diğerleri Mimar Sinan Universitesi'nde ve Sinema Genel Mudurluğu'nde. Genel Kurmay'dakini ve Mimar Sinan Universitesi'ndekini goremiyoruz! Onlar ne kadarını paylaşırsa o kadarını biliyoruz. En rahat ulaşılanı Sinema Genel Mudurluğu'ndeki. Onlar cok iyi calışıyor, bir sure sonra acacaklar inşallah.
Bu arşivlerin envanteri var mı?
Yok. Varsa da biz goremiyoruz, gostermiyorlar. Buyuk ihtimalle iyi niyetle, korumak amacıyla başlamıştır bu uygulama. Eminim korumuşlardır da. Kaybolabilecek bir suru şey bu sayede korunmuştur ama olay bunun cok dışında artık.
Birbirleriyle bağlantıları var mı? Arşivlerinde ne olduğunu biliyorlar mı?
Bir nebze, az ama. Bilen birileri varsa da onu ben bilmiyorum. Bizde arşivle ilgili bir algı var; problem ondan kaynaklanıyor sanırım. "Arşivden oyle şeyler cıkacak ki kıyamet kopacak. Bildiğimiz her şey alt ust olacak. Tarih değişecek!" diye duşunuluyor. Oyle bir şey yok! Hicbir arşivin boyle bir gucu yok. Bilginin ve bilginin yarattığı heyecanın eskime hızını duşunursek abarttığımızı goruruz. Diyelim ki Cumhuriyet'in 1923'te değil de 25'te ilan edildiğini gosteren bir belge cıktı. Bunu heyecanı bile 10 dakika surer. Ustelik 'Arşive bakınca gecmişin tamamını anlayacağız!' cok eski bir goruş. Boyle olmadığını artık biliyoruz. Bir belge tek başına tarihi değiştiremez. Ancak bakış acımızı değiştirebilir.
Ne zamandır ilgilisiniz arşiv malzemesiyle?
Birkac farklı tarih var aslında. Ortalama 2005'ten beri diyebilirim.
Ne yapıyordunuz o tarihlerde?
Notre Dame de Sion Lisesi kitabını yazıyordum. Fotoğraflarla, o kitabın yazım surecinde karşılaştım. Filmlerle ise bir iki sene sonra. Yaptığım işler dolayısıyla, tarih konusunda hic de bir şey bilmeden, girdim sahaya. Dame de Sion'un Roma'daki arşivi daha once girilmemiş bir yerdi. Sadece benden once Turkoz Hanım calışmıştı, o biliyordu.
Teklif onlardan mı geldi?
Hayır! Dame de Sion mezunuyum. Okulun kuruluşunun 150. yılı yaklaşıyordu. Okuluma bir hediye vermek istedim, ben teklif ettim. Arşiv, beklenmedik derecede zengindi. Rahibelerin gunlukleri, yazışmalar, fotoğraflar... Hicbir arşivde 150 sene boyunca her gun yazılmış gunluk bulamazsınız. Mezunlar Derneği de işi organize etti, buyuk bir seferberlikle muazzam bir koleksiyon bir araya geldi. Orada, icguduyle fark ettim ki yazılı metinler ve fotoğraflar farklı şeyler soyluyor. Gunluklerde sanki 150 sene boyunca hicbir şey değişmemiş gibi bir hava vardı. Gunlukleri okuyunca bende uyanan his şuydu; 'Evet, okul cok şey gecirmiş ama hic değişmemiş!' Ozellikle disiplin aynı gibiydi. İnsan icinde bulunduğu duzenin ne kadar değiştiğini hissetmeyebilir. Bu, geriye donunce anladığımız bir şey ya daha cok. Belki ondan! Fakat fotoğrafları kronolojik olarak onume serdiğimde dedim ki, 'Fotoğraflar başka bir hikaye anlatıyor!' Değişim cok daha net izleniyordu orada, gizlenemiyordu ya da. Gorsel malzemenin onemini orada fark ettim.
Hangi işaretlerden hareketle bu sonuca vardınız?
Mesela kıyafetler! Dame de Sion'da kıyafet yonetmeliği cok serttir. Şimdi de sorsanız cocuklar; "Bizim okulda kıyafet konusunda cok buyuk disiplin var!" der. Ben de oyle hissederdim. Gercekten bir hassasiyet de vardı. Fakat fotoğraflara bakınca tavırların, beden dilinin, etek boyunun... her şeyin 20 sene oncesine gore bile cok değiştiği anlaşılıyordu. O zaman kendi kendime dedim ki, goruntuler onemli! Prof. Dr. Arzu Ozturkmen yayınlandıktan sonra kitabı okumuş, Boğazici'nde hocaydı. Bir gun geldi, 'Gelmelisin!' dedi. Aklıma o soktu master'i. Belli alanlarda birikimim vardı ama tarih cercevesinde değildi bu birikim. Edebiyatla alaylı olarak ilgilenen biriydim.
Arkeoloji eğitiminiz bir altyapı sağlamıyor muydu size?
Arkeoloji başka tabii. Film arşivlerinde calışmak arkeolojinin verdiği zevkin devamı bence. Bilim sadece akılla yapılmıyor, o metodoloji kısmı. Bunu amac haline getirebilmek, devam edebilmek tamamen keyifle ilgili. Arkeoloji eğitimini tamamladıktan sonra universitede kalacaktım aslında. Tek tercihle girmiştim, cok seviyordum arkeolojiyi. Ama sonra farklı bir tercih yaptım, memnunum da bu tercihten. Akademide, şimdi tanıdığım ve bildiğim pek cok şeyi tanımadan kalabilirdim... Arkeolojiyi sevmemden de anlaşılıyor ki orijinal malzemeye ilgim varmış.
Kitabın belgeselini de yaptınız değil mi?
Evet, Can Dundar hazırlamıştı. O belgesel cok ilginc oldu, film nasıl kullanılır orada oğrendim.
Sizin goreviniz neydi?
Danışmandım. Orada bir yola girdim ve sonra belgeseller icin araştırma yapmaya başladım. O zamanlar belgeselcilik yaygın bir iş değildi, birkac yer yapıyordu. Yurt dışında cok arşiv tanıdım o yıllarda. İnternet şimdiki kadar yaygın değildi, gitmek gerekiyordu.
Yuksek lisansa başlamış mıydınız?
O sırada başladım. 2008'de girdim okula, arşivleri biraz tanıyordum. Makedonya'daki arşivlerde 16 dakikalık Meşrutiyet filmleri bulmuştum. Okula bir teklif goturdum. "Sinema tarihi yapmak istemiyorum. Film malzemesi tarihî belge olarak nasıl kullanılır? Bunu tartışayım!" dedim. Bu mevzunun daha eski bir gecmişi olduğunu sanıyordum, yokmuş. Dunyada da hÂl cok az kullanılıyor.
Gorsel malzemenin tarihî vesika olarak kullanımı ne zaman başlamış?
Cok yeni, zannedilenden cok daha yeni. Bunların bir vesika kıymetine sahip olabileceğini, tarih hakkında kayıt olarak kullanılabileceğini ilk sinemacılar duşunmuş. Matuzewsky daha 1897'de, 98'de bununla ilgili bir kitap yazmış. Ondan sonra fotoğrafla ilgili kitaplar yazılıyor ama Huizinga gibi gorsel malzemeye hic de uzak olmayan cok onemli bir tarihci, Hollanda'da film arşivi kurulmasına karşı cıkıyor.
Gerekcesi ne?
'Bu kayıtlar gundelik hayata ait.' diyor. Tarihten ne anladığımızla ilgili bir itiraz bu. Paradigmaların değişmesi lazım ki yaklaşım farklılaşsın. Mikro tarihin one cıkması, bizim oradaki kayıtlardan bir şey cıkaracağımıza ikna olmamız lazım. Ya, "Zaten biliyoruz bunları!" diyorlar ya da "Hemen onemini kaybediyor!" diye itiraz ediyorlar. Buyuk kurguyu etkilemeyeceği duşunuluyor. 70'lerde farklı anlayışlar devreye girmeye başladı. O zaman malzemelerimizi de ceşitlendirmek zorunda kaldık. Anılar, basın cok daha kolay girdi tarihcilerin gundemine. Film icin aynı şeyi soylemek zor. Bugun dahi film, hemen hicbir yerde tam olarak belge kabul edilmiyor.
İceriğinin bu kadar zengin olmasına rağmen mi?
Zengin ama sorun şu; insanların, hÂlÂ, temel iletişim aracı soz! Genişlemeye başladı ama daha geciş donemindeyiz. Sozun hicbir zaman onemini kaybedeceğini zannetmiyorum. Soz, kelimeler curmunden fazla ateş yakar. Zamanları aşarak, bir anda, zamanı genleştirebilir. Yazarken de yorumlarımızı buna gore yaparız. Gorsel malzemedeyse nasıl goreceğimiz ve yorumlayacağımız meselesi var. 'Okumak' deniyor, ben 'okumak'tan yana değilim. Nasıl bakacağımızı henuz bilmiyoruz! Bir filme baktığınız zaman ne gorduğunuzu ancak o gorduklerinizi zaten tanıyorsanız bilebilirsiniz.
İtiraz spekulatif olmasından mı kaynaklanıyor?
Spekulatiflikten ziyade filmin ve fotoğrafın kendine has ozellikleri olmasından diyelim. Şoyle soyleyeyim; size bir ulkenin filmini gosterdim. Binalar var, vesaire. Eğer orada tanıdığınız bir şey yoksa ne soyleyebilirsiniz? Hele de siyah beyaz ve sessiz bir filmse... Bir filmi anlamlandırmak butun belgelerde olduğu gibi derin bir analiz gerektiriyor. Sessiz filmler, sadece eski oldukları icin cok heyecanlandırabilir sizi. Bu heyecan başka şeyler uretmeye itebilir, roman yazdırabilir mesela. Rasyonel bir cercevede, tarih cercevesinde kullanmak istiyorsanız o zaman bazı sorulara cevap vermesi gerekir. Kim uretti? Kim sakladı? Kimin icin uretti? Nasıl karşılandı? Ve; ne goruyoruz? Yazılı arşivlerdeki envanter bu ihtiyaca cevap veriyor. Film arşivlerinin coğunda boyle bir şey yok. Henuz yok, cunku arşivler cok yeni oluşuyor. Bir de şu var; film hep uluslararası bir şeydi. Ozellikle sessiz filmler. Burada cekilmiş ama başka bir yere satılmış. Meşhur ornek, Yeni Zelanda'dan, Hollanda'dan bize ait, bizi cok ilgilendiren filmler cıkıyor. Biz bakınca hemen tanıyoruz ama Yeni Zelanda'da kimse heyecanlanmıyor. Cunku tanımıyorlar. Dolayısıyla arşivde o filmin ne olduğuna dair hicbir iz bulunmayabiliyor.
Akademi de sizlerin duyduğu heyecanı paylaşmıyor mu?
Heyecanı paylaşmamaktan ote arşivlere ulaşma sorunu var. Butun arşivler dijital değil, iş birlikleri zayıf. Yoksa bence heyecan duyanlar var. Akademide, 10 sene oncesine gore muazzam bir ilgi var. Bu cağın cocukları bizden daha kolay kavrayacak bu malzemeyi. Filmi anlamlandırmakta bizden daha onde olabilirler. Cunku bir filmi cozmenin en kolay yontemlerinden biri film yapmış olmak. Bir filmin nasıl yapıldığını bildiğinizde, kameranın belli bir şeyi, belli bir teknikle neden gosterdiğini anlarsınız. Gencler farkında olmasalar da durmadan film cekiyorlar. Neyi gosterirlerse nasıl bir etki yaratacağını biliyorlar.
Belgesellerde kazandığınız tecrube sizin işinizi kolaylaştırdı mı?
Tabii. Sonra ben de belgesel yaptım. Ortak yapımlarda yer aldım. Birini yakın arkadaşım Hacı Mehmet Duranoğlu ile beraber yonettim. Kamera arkasında calıştığınızda bir goruntunun acılarını tespit etmeyi ve yorumlamayı biliyorsunuz. Temel seviyede de olsa kurgu bildiğinizde goruntuyu anlamlandırmak daha kolay oluyor. Ham film kurgulanırken bir secim yapılıyor. O secim neye gore yapılıyor?
Ve secilmeyenler?
Evet secilmeyenler neden dışarıda bırakılıyor? Bunu pratik daha kolay oğretiyor. Tek başına yeterli değil elbette, geri kalanı tarih calışması. Bilmekte fayda olduğunu duşunuyorum. Bana cok yararı dokunuyor.
Bir gorsel malzemeyi yorumlarken sorduğunuz bazı sorular var. 'Neyi gostermemiş' de sorulardan birisi mi?
Tabii ki! Her zaman! Ozellikle benim calıştığım haber filmlerinde bunu sormak zorundasınız. Haber filmi doğrudan bir secme. Bugun de televizyon kanallarında kimin ne gostereceğini ve gostermeyeceğini biliyoruz. Sultanahmet mitinglerinin filmleri var, onlarla ilgili calışırken bir şey gordum. Mitinglerde İtilaf devletlerine, Wilson Prensipleri uzerinden hayal kırıklıkları ifade ediyorlar. Wilson Prensipleri'nin 12.sine cok guvenmişler bir donem. O madde diyor ki; 'Turklerin nufus olarak ağırlıkta olduğu yerlerde, yonetimde Turklere oncelik verilecektir!' Buna gercekten bel bağlanmış. İzmir işgal edilince ciddi bir hayal kırıklığı yaşanmış haliyle. O mitinglerde de İtilaf Devletleri'ni protesto ediyorlar. Fakat bir İngiliz gazetesi mitingleri haber yapmış ve "İstanbul'da kuvvetlerimizi desteklemek icin miting duzenlendi!" demiş. Başlık bu! Gazetede okuduğunuz bir şeyin doğruluğuna inanabilirsiniz. Olay olmuştur ama yansıtıldığı gibi mi olmuştur? Ya da herkes oyle mi duşunmuştur? Muhalif gazeteye de bakmak lazım.
Neredeyse 15 yıldır arşivlerde calışıyorsunuz. Peki siz arşivci misiniz?
İster istemez. Yaptığım işler dolayısıyla merak sardım biriktirmeye. Dame de Sion kitabını yazarken kendim de malzeme toplamaya başladım. İnternet cağı yeni yeni başlıyordu. Muzayedeler hayatıma o zaman, internetle beraber girdi. Yoksa buyuk ihtimalle cesaret edemezdim, gidip bir yerde el kaldırayım falan. Oyle girişken bir insan değilim. Hele o zaman hic değildim. İnternetle beraber fark ettim ki bir araya geldiğinde anlam kazanabilecek, kullanılabilecek cok şey var... Hangi konuyu calışıyorsam ilgim o alanda oluyor haliyle. Calıştığım butun projelerde, butcede arşiv malzemesi icin pay ayrılmasında ısrarcı oldum. Ticari işlerde olması gereken bir kalem bu ama eğitim icin ya da sosyal icerikli projelerde aynı imkana sahip olamayabiliyorsunuz. Bu yuzden cok yuksek paralar istenmesini hic doğru bulmuyorum. Bu tavır, cağı anlamamak anlamına geliyor bence. Hicbir malzeme hazine değil, ancak biz paylaşırsak anlam kazanır. Daha once de soylediğim icin rahatca tekrar edeceğim; mesela Omer Koc koleksiyonu. Bir yandan, kaybolmuş, kaybolabilecek, yurt dışına gitmiş bir suru malzemeyi bir araya topladığı icin minnettarım. Ote yandan şu da var; koleksiyon sahibi birinin, muze kuracak, yayın yapacak gucu varsa; ister istemez sergi salonlarında onun seckisini izliyoruz. Osmanlı'da fotoğrafın tarihi buyuk studyo fotoğraflarından ibaret zannedildi uzun zaman. Bunun temel sebebi, Omer Koc her sene neyi paylaşmaya karar verdiyse biz onu gorebildik. Orneğin fotoğrafın yaygınlaşmasını sağlayan araclar hic itibar kazanamadı. Oysa kartpostallar, reklam kartları, ilanlar, afişler... Milyonlarca malzeme var. Aslında bunlar cok daha yaygındı. Coğunluğun kulturunu oluşturan, hayatına etki eden ve onun hayata etki etmesini sağlayan bu kucuk malzemeydi... Efemeranın vesika kıymetine sahip olduğunu duşununce toplamaya başladım ben de. Amacım hicbir zaman koleksiyon yapmak olmadı. Zaten oyle bir maddi imkÂnım da yok.
Saadet Ozen
Ne zaman başladınız toplamaya?
Dame de Sion zamanında, ama asıl olarak yuksek lisansa girdikten sonra, 2008'de. Konu olarak Sultan Abdulhamid'le başladım. Yuksek lisans tezim Meşrutiyet uzerineydi. Arşivden gelen, koleksiyonerlerin de gormediği cok malzeme vardı. Filmleri zaten kimse gormemişti. Sonra hangi projeyi yapsak ona uygun malzeme topladım. Epey bir Ankara fotoğrafımız var. Cikolata, kuruyemiş... Onlar da projeydi. Cikolata kitabını hazırlarken birinde bir broşur olduğunu duyduk. Sorduk, varmış hakikaten. Ermenice guzel bir broşur. Kullanmak istedik, "Bulamam ki!" dedi. Koleksiyoner alıyor ve kolilerin icinde tutuyor malzemeyi. Bunu da cok onemsemiyor. Oyle kitap biriktirenler de var. Bilmem kac yuz bin kitap ama 'Şu kitap var mı?' dediğinizde "Var ama bulamam!" cevabını alıyorsunuz. Aynı duruma duşmemek icin aldığım tum malzemenin kaydını tutmaya başladım. Her zaman başarılı olamadım, o ayrı. Gecen seneden beri bana yardımcı olan bir arkadaşım var, Mert. O hepsini taradı ve duzenli bir envanter icin kayda gecti. Cikolata kitabının sponsoru Nestle'ydi. Dediler ki "Biz bu malzemeyi kullanmak isteriz ama nasıl kullanalım; bilmiyoruz!" Cok basit bir sistem kuralım dedim. Buyutmeye ve abartmaya gerek yok. Onemli olan kullanılacak kadar kolay olması, malzemenin istendiğinde bulunabilmesi. Beykoz Kundura Fabrikası icin de aynı şeyi yaptık.
Projeyi bitirdikten sonra o konuyu zihninizde de bitirebiliyor musunuz?
Yok, bitmiyor tabii. Araya başka konu girdiği icin mecburen biraz geriye duşuyor, yine de bir şey gorduğum zaman projeyi kimin icin yaptıysak mutlaka haber veriyorum. Sonucta bir butun oluşuyor ve butunu tamamlayacak her şey o aldığınız toplam zevkin bir parcası. Ben şanslıydım cunku bu calışmaları yaparken karşımızdakiler de bizim kadar heyecanlıydı. Normalde buyuk şirketlere bunu anlatmak cok zor. Ozellikle Beykoz Kundura bu bakımdan ayrı bir ornektir, onlar projeyi kendi başlatmıştı, biz sonradan dahil olduk.
Şahsi arşiviniz, koleksiyonunuz var mı?
Var tabii. Calıştığımız konularda teslim ettiklerimizin dışında şeyler de oluyor. Cikolata ile ilgili malzemeler var, kuruyemiş biriktiriyorum. Abdulhamid var, soylemiştim. Hic Abdulhamid portresi olmadığı soylenir hep. Fotoğraf cektirmediği gibi yaygın bir inanış var, ben malzemeye baktıkca olduğunu goruyordum. Aynı malzemeyi benden once gorenler olmuş ama istisna sayarak bir kenara atmışlar. Fotoğraf cektirmediği kabulu yeni bir gozle bakmaya engel olmuş. Yanlış değilse de tam da oyle olmadığını, biraz daha farklı bakılabileceğini duşunerek Sultan Abdulhamid'in gorunduğu malzemeleri biriktirmeye başladım. Hicbir zaman binlerce parcaya ulaşan bir koleksiyon olmayacak, kısıtlı malzemeden soz ediyoruz ama onemli. Tartışmaya sebebiyet verecek guzel parcalar var icinde.
O konuyla ilgili bir projeniz var mı?
Bir yazı yazdım, sonra belgeseli de olur bence. Sultan Abdulhamid'in filminin olduğunu da yıllar once Pathé'nin kataloğundan oğrenmiştim.
Filmi gordunuz mu?
Sonra Rus arşivlerinden bulup kullandık. Bir tane daha olduğunu duşunuyorum. Aslında cekilmiş olduğunu biliyorum da, film hÂl duruyorsa bulacağız.
İlk sinemacıları İstanbul'a davet eden isim değil mi Abdulhamid? Filminin cıkması şaşırtmalı mı bizi?
Davet ediyor denemez. Yeniliklere karşı merakı var, bu yanılgıya sebep oluyor. Kitle iletişim araclarının gelişmesi iktidar / kitle ilişkisinde bir sıcramaya neden oluyor. İktidar kendi temsilinin istediği şekilde kitlelere nufuz etmesi icin bu araclardan yararlanıyor, yararlanmak istiyor. Aynı araclar kitlenin kendi tercihlerini yapma ihtimalini de cok artırıyor. Kontrolden cıkma, kendi temsilini dayatma, kendisine dayatılan temsile itiraz etme ihtimalleri doğuyor. Sultan Abdulhamid de yaşıyor bunu. Maruz kalıyor butun olan bitene. Yararlanmaya calışıyor ama kimi zaman kontrolden cıktığı da oluyor, cok normal. Bu tur durumlarda hep iki taraflı duşunmek gerekiyor. Abdulhamid'in her şeyi kontrol edebildiğini ya da hicbir şeyi kontrol edemediğini duşunmek cok yanlış. Deniyordu ve surekli yeniliklere maruz kalıyordu.
İlgili ama bu ilgi gonullu mu, zorunlu mu? Tartışmalı olan o herhalde?
Evet, onu bilemeyiz. Bence ilgiliydi, oyle gorunuyor ama hep bir tereddut var. Sinema geliyor ama ne olacak? Bir gosterim sırasında Arap İzzet Paşa'nın konağı yanıyor. Sadece politik bir şey değil yani! Şehir hayatına, guvenliğe de etkisi var. Bize cok garip ve uzak gelebilir ama bunlar onemli sorunlardı. Haliyle bocalıyorlar.
Koleksiyonunuz bu başlıklarla mı sınırlı?
'Osmanlı topraklarında turizm' var bir de. Doktora tezimin konusu bu. Toplamaya daha once başlamıştım. Osmanlı doneminde yazılmış, Osmanlı toprakları ile ilgili rehber kitaplar, fotoğraf, broşurler topluyorum. Benim ilgimi daha cok seri olmayan, ara ara cıkmış rehber kitaplar cekiyor. Mesela manastırın biri hac yolculuğuna cıkıp kendi başına gezmek isteyen misafirleri icin bir rehber basmış.
Nerede? İstanbul'da mı?
Hayır, Kudus'te... 19. yy'da, gemi, tren gibi vasıtalarla yolculuk yapılması mumkun olduğu icin seyahat, onceki asırlara gore cok değişiyor. Osmanlı da bu değişimden payına duşeni alıyor. Abdulhamid doneminde turistlere rehberlik yapacaklar icin nizamnameler hazırlanıyor. Oteller, seyahat guzergahları turistlere gore yeniden şekilleniyor. İstanbul dışında da turistik rotalar var. Ozellikle Kudus, Kahire, Balbek ve Şam gibi yerlere cok turist gidiyor. Turizm başladıktan sonra Rusya'dan İstanbul'a gelen Musluman hacılar icin hazırlanmış rehberler kitaplar var. Yuşa Tepesi o zaman daha cok ziyaret edilmeye başlanmış. Eyup tavsiye ediliyor. 'Cuma selamlığına gidin. Halifenizi gorun!' deniliyor... Tezim, turizmin idaresi hakkında. Turizm, genellikle seyyahların gozunden anlatılıyor, ben diğer taraftan bakıyorum. Oryantalizm demeden 19. yy'la ilgili hicbir şey konuşamıyoruz bugun. Oryantalizm dedektoru gibi hangi metni okusak teşhisi hemen koyuyoruz. O gunku idareciler bunu gormuyor muydu acaba? Onlar ne hissediyordu? Yoksa biz farklı mı duşunuyoruz? Buradan başladım calışmaya. Ne gosterilmek isteniyor, nasıl etkilemeye calışıyorlar? gibi sorularım var.
Turistlerin gormek istediklerinden farklı şeyler gosterilmek istendiği oluyor mu?
Gorduklerini başka turlu anlamalarını sağlamaya calışıyorlar ama cok handikap var. Bugun de aynı aslında. Fransa'ya gittiğimizde Fransızların hic de her gun gormeyi duşunmedikleri yerlere gidiyoruz. Bu turizmin yarattığı bir dil... Bir de şu var; zannediyoruz ki seyyah dediğimiz insanlar yolculuk esnasında buyuk zorluklar yaşamış. 'Turist konfor, seyyah macera demek' diye duşunuyoruz. Aslında modern donemden once bizim seyyah dediğimiz insanlar ya diplomat, ya tuccar, ya asker... Gezmek icin yola cıkmış değiller. Bir kere ortam buna hic musait değil. Korsanlık var Akdeniz'de. 1840'larda gemiler hızlanmış guya, yine de Marsilya'dan İstanbul'a gelmek yirmi gunden fazla suruyor. O yuzden, o gunlerde yola cıkanlar kendi donemlerinin en konforlu araclarıyla seyahat ediyor. Hic de oyle macera icin yola cıkmış değiller. Evliya Celebi mesela. Cok gezer ama orduyla birlikte, korunarak gezer. Yoksa gezemez, gezse de biz bilemeyiz cunku yazmadan olur muhtemelen...
Koleksiyonunuzdaki malzemeleri nerelerden alıyorsunuz?
İnternet cok onemli bir kaynak. Burada, İstanbul'la ilgili bir kartpostal almak istediğim zaman dunyanın parasını istiyorlar. Takip ederseniz cok bilinmeyen yabancı bir sitede cok daha uyguna bulabiliyorsunuz. Bakıyorum, fiyatı makul olursa alıyorum ama bir cılgınlığa donuşmesini de istemiyorum, o zaman batarım!
Kontrol edebiliyor musunuz peki?
Ediyorum, mecburen ediyorum. Mumkun olduğu kadar sevdiğim konularda proje yapıyorum. Proje yaparken butce ayırmaya calışıyorum. Boylelikle o duyguyu tatmin ediyorum.
Cocukluğunuzda bugunku meraklarınıza dair ipucu var mı?
Cok kitap okuyordum ve biriktiriyordum. Kitaplarıma hic kıyamıyordum. Sonra birkac kere kutuphane dağıtmak zorunda kaldım. Bir daha olmasını hic istemem.
Kutuphanenizde neler var?
Populer tarih dergileri alıyorum. Hayat Tarih, Resimli Tarih, resimli başka dergiler. Pirelli, Yedigun dergilerinin, La Turquie Kémaliste'lerin tamamını aldım. Eninde sonunda karşıma cıkacağını duşunduğum şeylere kayıtsız kalamıyorum. Galiba kitabı nesne olarak da seviyorum, sadece iceriğe yonelik bir ilgi değil benimki. Etrafta kitap olunca kendimi guvende hissediyorum, ev gibi oluyor ortam. Bir ayrım yaptım, edebiyat kitapları evde. Oraya tarih kitabı goturmemeye calışıyorum. Kaptırdığım zaman 24 saat calışıyorum cunku. Hayattaki en buyuk zevkim kitap okumak. Bir donem ceviri yapmaktan kitap okuyamaz olmuştum. Sonra dedim ki; bu doğru bir yontem değil! O yuzden evde daha cok kitap okumaya calışıyorum.
Osmanlıca biliyor musunuz?
Okuyorum, her şeyi okuyamıyorum tabii ki. Hic yiğitlik yapmam, her zaman sorarım.
Ne zaman ve neden oğrendiniz?
Tamamen merakla başlamıştım. Yuksek lisansa başlamadan once İstanbul Universitesi hocalarından Husamettin Aksu'dan ders aldım. Onunla birkac ay calıştıktan sonra Muammer Ulker'le tanıştım. Suleymaniye Kutuphanesi mudurluğunden emekli olmuştu. Muammer Hoca'dan Osmanlıca değil de başka bir devirde doğmuş olmanın ne demek olduğunu oğrendim.
Nasıl tanıştınız Muammer Ulker'le?
Oğullarını tanıyordum, "Osmanlıca oğrenmeyi cok istiyorum." dedim. Dediler ki "Babamız sana oğretir.' Tanıştım, "Gel kızım!" dedi. Her Carşamba Zincirlikuyu'daki evine gitmeye başladım. Belli bir duzenimiz vardı. Telefonu kapatıyorum, "Koy bakalım cayımızı!" diyor. Cayı nasıl koyacağımı da oğretti ama, demlik tezgÂha bırakılmayacak mesela, cunku soğur. Ne kadar cay koyulacak falan, olculeri oğrendim. Sonra derse geciyorduk. Metin okutuyordu ama aslında başka bir şey yapıyordu. Kendi oğrendiği gibi oğretmeye calışıyordu sanırım. Kulturun icine girebilirsem gerisi kendiliğinden gelecek diye duşunuyordu. Umarım yuzunu kara cıkarmamışımdır... Binlerce şiir biliyordu. Her gittiğimde bir şiir ezberletiyordu. Coğunu hatırlamadığımı itiraf edeyim. Onlarınki ayrı bir hafızaydı. Hafızdı hoca, babası da hafızmış. Bazen Hayber Cengi gibi kitaplar okuyorduk. Bazen de hafiften takılıyordu, "Evladım sen istersen Calıkuşu'nu oku!" diye.
Hangi yıllarda gittiniz Muammer Hoca'ya?
2008 - 2010 arası. 2 yıl kadar duzenli, her Carşamba gunu gittim. Hoca beni daha sakin, başka bir insan yaptı galiba. Cok şefkatliydi. Cok ince ruhlu bir insandı. Cevresiyle cok ilgiliydi. Sonra başka hocalarla da calıştım. Yucel Demirel'den ders aldım. Bana cok hız kazandırdı, sonra her ne zaman istek yanımızda oldu. Şimdi, hocam demeyeceğim, cunku artık arkadaşım, kardeşim; aklım karıştığında fikrini almadan rahat edemediğim Uzeyir Karataş var. Onlardan da cok şey oğrendim tabii ama Muammer Hoca'yla baba kız ilişkisi gibiydi ilişkimiz. Allah gani gani rahmet eylesin. Hafif takılarak ama hic kotu hissettirmeden, cehaletimi yuzume vurmadan, yavaş yavaş oğretiyordu... HÂl mukemmel okumuyorum, buna gerek var mı onu da bilmiyorum. Bircok şeyle aynı anda uğraşıyoruz. Emin olmak icin yardım istemek her zaman mumkun. Yardımlaşmak iyidir! Hayat boyu boyle alışverişler bitmesin, birbirimize muhtac olalım. Bilgiye muhtac olmak guzel şey.
Sizin yaptığınız turden calışmalar mikro tarih kapsamında değerlendiriliyor. Bu calışmalar makro tarihe nerede eklemleniyor? Ve kabul goruyor mu?
Bence o ayrım giderek netliğini kaybediyor. Tarihciler yirminci yuzyılda 'olayların tarihinden, onları peş peşe dizmekten uzaklaşalım!' dediler. Olaylar katmanının altında daha uzun suren şeylere dikkat kesildiler. Bazı Fransız duşunurlerin İkinci Dunya Savaşı'ndan sonra determinizme yeniden bakışıyla beraber başka perspektifler ortaya cıktı. Butun bunlar 'Geniş bir perspektifimiz olmazsa yaptığımız şey vak'anuvislikten ibaret kalır!' diye bir duşunce doğurdu. Filmler henuz belge değil, sadece malzeme olarak varlar. Biz onları belge haline getiriyoruz. Ama bir butunun icinde kullanmazsak bu bizi gercekten vak'anuvisliğe surukler. Mesela 1923'te yapılan secimlerin filmi cok guzel bir kayıt. Tek tek cozduk, kim gorunmuş? Neredelermiş? Nereye gitmişler? Kim cekmiş? Neyi cekmiş?.. Cozduğumuz goruntuler, o filmi tıpkı bir belge gibi daha geniş bir calışmanın icinde kullanılabilir hale getirdi. O yuzden makro / mikro ayırımı cok kalmadı diyorum. Artık her şeyin bir tarihi olduğunu ve yazılan her tarihin farklı anlatıların bir parcası olabileceğini biliyoruz. O yuzden biri diğerinden daha itibarlı gibi bir ayrım kalmadı. Nasıl yaklaştığınızla ilgili.
Bu bahsettiğiniz yeni tarihcilik anlayışı daha disiplinler arası bir yaklaşımı zorunlu kılıyor...
Disiplinler arası sınırlar ister istemez eriyor. Eskiden belki vardı bu; sanat tarihcileri bir tabloya bakarken tarihî arka planını mutlaka duşunuyorlardı ama daha ziyade form uzerinden değerlendiriyorlardı. Bu, bir yerden sonra envantere donuşmeye başladı. Diyelim ki Dolmabahce Sarayı'ndaki mobilyaların tarihini yaptık. Belgelere bakıp hangi tarihte, nereden, ne alınmış? Kayıtları ve tipolojilerini cıkardık. Sonuc? Bunu zaten yapmak zorundayız ama bu calışmanın bir şey soylemesi lazım. Tek bir koltuğun gelişi uzerinden bir zihniyet tarihi yazabilirsiniz. Niye gelmiş? Nasıl gelmiş? Kim getirmiş? Ne anlam taşıyor? Kim kullanmış? Cıkacak sonuc, malzemenin ya da alanın genişliğiyle değil, sizin ondan ne istediğinizle ilgili. Ben, alan daraldığında imkÂnın arttığını duşunuyorum. Daha ayrıntılı bakma, derinleşme mumkun oluyor.
Fotoğraf, film, kartpostal dedik. Az once mobilyalardan soz ettiniz. Her tur obje tarihin malzemesi olabilir mi?
Elbette olabilir. İnsan hayatının her vechesi tarihin konusudur. Disipline uygun bir bakış acısıyla ele alınan her şey tarihin malzemesidir. Bu arada, şunu da belirtmek gerekir ki, gecmişle bağlantı kurma hakkı sadece tarihcilere verilmedi. Herkes, gecmişle farklı şekillerde bağ kurabilir. Bunu illa ki tarihin yontemleriyle yapmak zorunda da değil. Cok saygı değer calışmalar goruyor ve okuyorum. Fakat bazı şeyleri korumak cok onemli; mesela belgeye nasıl yaklaşacağız? Soru sormayı bilmek lazım. İnsanlar bunu seviyor anladığım kadarıyla. Populer tarih, bilgi kazanmaktan ote bu tur yontemlerin yaygınlaşmasına hizmet ederse faydalı olur. Tarihcilerin ele aldıkları konuyu herkes icin anlaşılır kılmak gibi bir gorevi yok. Urettikleri bilgi de oyle bir bilgi değil zaten. Mesleki disiplin, jargon elbette ki var yoksa zaten tarih olmaz. Ama akademinin bu dilin etrafında rutbe bekleyen bir topluluğa donuşmemesi lazım. Uretilen bilginin paylaşılabileceği, birtakım yontemlerin aktarılabileceği kanallar kurmak gerekiyor.
Şehir tarihi de calışıyorsunuz değil mi?
Evet, mecburen. O biraz kendi zevkim, rehberlik sebebiyle başladı. Aslıda butun işlerin kokeninde de rehberlik var galiba. Turist rehberliği kokartımı 1997'de almıştım. Başta yabancılarla calıştım. Sonra bana cok uymadığını fark ettim ve yolumu değiştirdim. Daha fazla seveceğim bir formata kaydım. İstanbul turları yapmaya başladım. Bu geziler en cok bana yaradı. İstiklal caddesi ve cevresini gezmek 4 gun suruyor şimdi. Bu demektir ki her sokaktan en azından bir şey oğrenmişim. Bu vesileyle eski haritaları, hatıratı keşfettim.
Bunları da topluyor musunuz?
Tabii, topluyorum. Beyoğlu'nda kimler yaşamış diye baktığımda cok şey oğrendim. İsimler, olaylar keşfettim. Şehirle ilgili cok duşundum ister istemez. Bitmedi, bitmeyecek de. Omur boyu surecek tek zevk herhalde.
Topladığınız malzeme ve hikayeler ayrıca bir yayına donuşecek mi? Sizi edebiyata kaydırabilir mi?
Bilmiyorum. Yayıncılıkla uğraşıp da birtakım denemeler yapmayan yoktur herhalde. Yayınevlerinin cekmecelerinde ne Kafka kitapları yatıyor! Uzun zamandır yaşadığım sokaktaki insanlarla, komşularımla konuşuyorum. Hemen karşımda Sait Naim Duhani oturmuş. Bir ayakkabıcımız var, babası acmış dukkÂnı, 50 senedir buradalar... Bu hikayeler sonunda bir şeye doner ama boyle planlarım yok. İnsanın omrunun sonuna kadar vakti var, olacağı varsa olur herhalde...
Arkeoloji, turizm, edebiyat ve tarih... bunlar peş peşe sıralanmış bilincli adımlar mıydı, yoksa yuruduğunuz yol mu sizi bu noktaya getirdi?
Cok bilincli. Arkeolojiye tek tercihle girdim. Klasik arkeoloji dahi yazmadım. Hic pişman olmadım. Bana somut malzemeyle calışmayı ve onun uzerine yorum yapmayı orası oğretti. Birinden oğrendiğimi diğerinde kullandım. Mutlaka birbirlerini bir yerde tamamlıyorlar. O yuzden en korktuğum sorulardan biri 'Ne iş yapıyorsun?'
Soranlara ne cevap veriyorsunuz?
O an ne iş yapıyorsam onu soyluyorum. Oğrenciyim diyorum, esnafım diyorum.
Şimdi ne iş yapıyorsunuz?
Burası Nakkaliye, esnaf dukkanı. Esnafım.
Neyin ticareti donuyor burada?
HikÂye ticareti. Başta tek hayalim kitap okuyacağım bir yerimin olmasıydı. Sonra kendiliğinden ortak bir mekÂna donuştu. İnsanlar gelip gitmeye başlayınca dedim ki 'Niye tek başına durayım?' Sonra Mert geldi ve beraber calışmaya başladık. Sanata, iyi şeylerin olmasına yardım etmek icin holding sahibi olmak şart değil. Burada bir masamız var, yemeğimiz var. Bir şey asmak isteyene duvarımız var. Bazen dışarı duyuruyoruz, bazen duyurmuyoruz ama burada surekli bir faaliyet var. Yaptığımız iş tam da hikayecilik. 'Nakkal', nakledici, hikaye anlatan demek. Nakkaliye ise bir dukkÂn, bakkal gibi bir yer ama hikaye var icinde. Yaptığım turların guzergahları burada belirleniyor. Cevirileri burada yapıyorum. Arşiv projelerini hep burada tamamladık. Birkac tane muze projesinin araştırma kısmını ustlendik ve o hikayeleri burada kurguladık. Gezerek, filmini yaparak, konuşarak surekli hikaye anlatıyoruz.
Sahaflarla ve muzayedelerle aranız nasıl?
Cok paramı alıyorlar! Buradaki malzemenin buyuk kısmı sahaflardan ve nadirkitap.com'dan geliyor. Birkac sahaf tanıdığım var, bir şey alacak olduğumda onlara soyluyorum. Muteferrika... Simurg... İşin ayrıntısını bilmem, benim icin guven esastır. Fiyat bilgim de yok. Aldıktan sonra 'Başka yerde ne kadarmış?' diye de araştırmam arkasını. Tanıdığım, sevdiğim, guvendiğim biri bana 'Şunu al!' diyorsa vardır bir bildiği. Param yoksa, 'Bu ay yok!' derim... Muzayede takip etmiyorum. Yerinde yapılan muzayedeye gitmek ayrı bir kultur. Orada da guc ilişkileri var. Sadece kitap almıyor, fiziken de varlığınızı gosteriyorsunuz, bir muhite dahil oluyorsunuz. Her yerde olduğu gibi kucuk iktidar grupları var. Oyle, malumatfuruşluk esasına dayanan bir iktidarın icinde olmak istemiyorum. Bilginin ya da belgenin yarıştırıldığı ortamlar bana iyi gelmiyor.
nakkal (hikaye nakledici, tarihci
1972 yılında İstanbul ’da doğdu. Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi ve İstanbul Universitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bolumu ’nu bitirdi. Bir sure turist rehberliği yaptı, ardından uzun sure Can Yayınları ’nın Fransızca editorluğunu yuruttu. Aralarında José Saramago, Yves Simon, Romain Gary, Fernando Pessoa, Paulo Coelho ’nun bulunduğu ceşitli yazarların kitaplarını Turkce ’ye cevirdi.
ESERLERİ:
1.Yuz Elli Yılın Tanığı Notre Dame de Sion - Yazar (Yapı Kredi)
2.İstanbul'dan Kapadokya'ya - Yazar
Yayıma Hazırlama- Ceviri
Ağır Olum - Yayıma Hazırlayan (Can)
Ah Şu Sinekler - Cevirmen (Merkez Kitaplar)
Alan Savunması - Cevirmen (Can)
Arthur 4'lu Set - Cevirmen (Can)
Arthur İki Dunyanın Savaşı - Cevirmen (Can)
Arthur ile Minimoylar - Cevirmen (Can)
Arthur-Maltazar'ın İntikamı - Cevirmen (Can)
Aşk ve Fantazya - Yayıma Hazırlayan (Can)
Aşkın En Guzel Tarihi - Cevirmen (İş Bankası)
Ateşkes - Yayıma Hazırlayan (Can)
Başarısızlıkla Nasıl Baş Etsem? - Cevirmen (Can)
Bedenin Tarihi-1 - Ronesans'tan Aydınlanma'ya - Cevirmen (Yapı Kredi)
Bedenin Tarihi-3 - Bakıştaki Değişim: 20. Yuzyıl - Cevirmen (Yapı Kredi)
Benim Becerekli Babam! - Cevirmen (Merkez Kitaplar)
Benim Kucuk Prensesim - Cevirmen (Literatur)
Bensiz - Yayıma Hazırlayan (Can)
Bir Sovyet Kahramanının Kızı - Cevirmen (Can)
Boğaz Cocuğu - Cevirmen (Can)
Buyuk İskender -İkinci Kitap- - Yayıma Hazırlayan (Can)
Buyuk İskender -Ucuncu Kitap- - Yayıma Hazırlayan (Can)
Cukulata - Cikolatanın Yerli Tarihi - Yazar (Yapı Kredi)
Dehşet Cocuklar - Cevirmen (Turkuvaz)
Duygular Labirenti - Yayıma Hazırlayan (Can)
Duşunurlerin Eşliğinde - Yayıma Hazırlayan (Can)
Elif - Cevirmen (Can)
Gulunesi Aşklar - Yayıma Hazırlayan (Can)
Gunbatımının Cağrısı - Yayıma Hazırlayan (Can)
Hoyrat Dunyayla Nasıl Baş Etsem? - Cevirmen (Can)
Huzursuzluğun Kitabı - Cevirmen (Can)
Huzursuzluğun Kitabı - Mini Kitap - Cevirmen (Can)
İlişkisel Estetik - Cevirmen (Bağlam)
İstanbul Fotoğrafcılar Sultanlar - 1840-1900 - Cevirmen (İş Bankası)
İstanbul Latin Cemaati ve Kilisesi - Cevirmen (Kitabevi)
İstanbul'un Kopekleri - Cevirmen (Yapı Kredi)
KÂbil'den Semerkand'a Arkeologlar Orta Asya'da - Cevirmen (Yapı Kredi)
Kahire'nin Mucevheri - Yayıma Hazırlayan (Can)
Kara Sohbet - Yayıma Hazırlayan (Can)
Kensington Bahceleri - Cevirmen (Yapı Kredi)
Keskin Nişancı - Cevirmen (Everest)
Keşke Gercek Olsa - Cevirmen (Can)
Keşke Gercek Olsa - Cevirmen (Can)
Kıran Kırana - Yayıma Hazırlayan (Can)
Klingsor'un İzinde - Yayıma Hazırlayan (Can)
Kral,Bilge Ve Soytarı - Yayıma Hazırlayan (Can)
Kuşatılmış Yaşamlar - Yayıma Hazırlayan (Can)
Kucuk Prens -Antoine de Saint-Exupéry'nin Eserinden- - Cevirmen (Turkuvaz)
Kulturumuzun Şafağı Babil - Editor (Yapı Kredi)
Manolito Gulmekten Kırılıyor - Yayıma Hazırlayan (Can)
Martıya Ucmayı Oğreten Kedi - Cevirmen (Can)
Matmazel Chambon - Cevirmen (Can)
Mavi Ay - Yayıma Hazırlayan (Can)
Mutluluğun En Guzel Tarihi - Cevirmen (İş Bankası)
Narkissos'un Duşuşu - Cevirmen (Can)
Neredesin - Yayıma Hazırlayan (Can)
Okulla Nasıl Baş Etsem ? - Cevirmen (Can)
Okyanus Kokusu Ve Angolı Mala - Yayıma Hazırlayan (Can)
On Bir Dakika - Cevirmen (Can)
Pıtırcık'ın Kırmızı Balonu - Cevirmen (Can)
Portekizli Seyyahlar - Yayıma Hazırlayan (Kitap)
Ricardo Reis'in Olduğu Yıl - Cevirmen (Kırmızı Kedi)
Ricardo Reis'in Olduğu Yıl - Cevirmen (Can)
Roman Sanatı - Yayıma Hazırlayan (Can)
Romeo ve Julyet - Cevirmen (Can)
Seni Unutursam İstanbul... - Cevirmen (Kitap)
Tek Cocuk Olmakla Nasıl Baş Etsem? - Cevirmen (Can)
Tienanmen'de İsyan - Yayıma Hazırlayan (Can)
Usta İle Margarita - Yayıma Hazırlayan (Can)
Utanc Gomleği - Yayıma Hazırlayan (Can)
Ve Birden Sonsuzluk - Yayıma Hazırlayan (Can)
Yıldızyiyiciler - Cevirmen (Can)
SOYLEŞİ
Etrafta kitap olunca kendimi guvende hissediyorum
Ocak 2019
Saadet Ozen; mektepli bir arkeolog, alaylı edebiyatcı, profesyonel rehber ve sahada yeni bir tarihci... 10 yılı aşkın suredir, iddiadan uzak bir tavırla; belgeseller, kurum ve şehir tarihi calışmaları, muze ve arşiv projeleri gibi onemli işler yapıyor. İki yıl kadar once başladığı sosyal medya paylaşımlarından once, Saadet Hanım'dan ve işlerinden sınırlı bir cevre haberdardı. Yapımına katkı sağladığı belgeseller aracılığıyla tanıştığı film arşivleri, onun gibi pek cok takipcisi icin de yeni ufuklar actı. Saadet Ozen'le Nakkaliye'de; babasının marangoz tezgÂhından devşirdiği masasının başında buluştuk. Makedonya'dan Rusya'ya, Yeni Zelanda'dan Hollanda'ya dunyanın ceşitli yerlerindeki arşivlerden bulup cıkardığı goruntulerden hareketle projelerini, yakın gecmişte yeniden şekillenen tarihcilik anlayışını ve goruntulerin hangi katmanlarda hangi sorulara cevap verdiğini konuştuk. Buyrun sohbete...
Twitter paylaşımlarınızla geniş bir kitleyi tarih tartışmalarının icine dahil ettiniz. Ne kadar oldu bu paylaşımları yapmaya başlayalı?
2 sene, 29 Ekim olduğu icin aklımda kalmış. Kendi kendine oldu aslında. Eskiden televizyonda kultur kanalları, hic değilse bir iki kultur programı; dergilerde, gazetelerde kultur sanat sayfaları vardı. Bunlar kalmadı artık. Aslında ihtiyac var ve bunu gonullu yapan herkese az cok ilgi gosteriliyor. Mukemmeliyet gerektiren bir şey değil, bildiğimizi soyluyoruz. 50 seneye kalmayacak; eğitim sistemi, universite dahil her şey değişecek bana kalırsa. Kimsenin elindeki veriyi saklamaması lazım. Biz kendi aramızda bunu duşunebiliyoruz ama devlet kurumlarında aynı anlayış yok. Mesela sinema arşivleri. Yıllardan beri acamıyorlar. Bildiğim uc kurumsal sinema arşivi var Turkiye'de; biri Genel Kurmay bunyesinde, diğerleri Mimar Sinan Universitesi'nde ve Sinema Genel Mudurluğu'nde. Genel Kurmay'dakini ve Mimar Sinan Universitesi'ndekini goremiyoruz! Onlar ne kadarını paylaşırsa o kadarını biliyoruz. En rahat ulaşılanı Sinema Genel Mudurluğu'ndeki. Onlar cok iyi calışıyor, bir sure sonra acacaklar inşallah.
Bu arşivlerin envanteri var mı?
Yok. Varsa da biz goremiyoruz, gostermiyorlar. Buyuk ihtimalle iyi niyetle, korumak amacıyla başlamıştır bu uygulama. Eminim korumuşlardır da. Kaybolabilecek bir suru şey bu sayede korunmuştur ama olay bunun cok dışında artık.
Birbirleriyle bağlantıları var mı? Arşivlerinde ne olduğunu biliyorlar mı?
Bir nebze, az ama. Bilen birileri varsa da onu ben bilmiyorum. Bizde arşivle ilgili bir algı var; problem ondan kaynaklanıyor sanırım. "Arşivden oyle şeyler cıkacak ki kıyamet kopacak. Bildiğimiz her şey alt ust olacak. Tarih değişecek!" diye duşunuluyor. Oyle bir şey yok! Hicbir arşivin boyle bir gucu yok. Bilginin ve bilginin yarattığı heyecanın eskime hızını duşunursek abarttığımızı goruruz. Diyelim ki Cumhuriyet'in 1923'te değil de 25'te ilan edildiğini gosteren bir belge cıktı. Bunu heyecanı bile 10 dakika surer. Ustelik 'Arşive bakınca gecmişin tamamını anlayacağız!' cok eski bir goruş. Boyle olmadığını artık biliyoruz. Bir belge tek başına tarihi değiştiremez. Ancak bakış acımızı değiştirebilir.
Ne zamandır ilgilisiniz arşiv malzemesiyle?
Birkac farklı tarih var aslında. Ortalama 2005'ten beri diyebilirim.
Ne yapıyordunuz o tarihlerde?
Notre Dame de Sion Lisesi kitabını yazıyordum. Fotoğraflarla, o kitabın yazım surecinde karşılaştım. Filmlerle ise bir iki sene sonra. Yaptığım işler dolayısıyla, tarih konusunda hic de bir şey bilmeden, girdim sahaya. Dame de Sion'un Roma'daki arşivi daha once girilmemiş bir yerdi. Sadece benden once Turkoz Hanım calışmıştı, o biliyordu.
Teklif onlardan mı geldi?
Hayır! Dame de Sion mezunuyum. Okulun kuruluşunun 150. yılı yaklaşıyordu. Okuluma bir hediye vermek istedim, ben teklif ettim. Arşiv, beklenmedik derecede zengindi. Rahibelerin gunlukleri, yazışmalar, fotoğraflar... Hicbir arşivde 150 sene boyunca her gun yazılmış gunluk bulamazsınız. Mezunlar Derneği de işi organize etti, buyuk bir seferberlikle muazzam bir koleksiyon bir araya geldi. Orada, icguduyle fark ettim ki yazılı metinler ve fotoğraflar farklı şeyler soyluyor. Gunluklerde sanki 150 sene boyunca hicbir şey değişmemiş gibi bir hava vardı. Gunlukleri okuyunca bende uyanan his şuydu; 'Evet, okul cok şey gecirmiş ama hic değişmemiş!' Ozellikle disiplin aynı gibiydi. İnsan icinde bulunduğu duzenin ne kadar değiştiğini hissetmeyebilir. Bu, geriye donunce anladığımız bir şey ya daha cok. Belki ondan! Fakat fotoğrafları kronolojik olarak onume serdiğimde dedim ki, 'Fotoğraflar başka bir hikaye anlatıyor!' Değişim cok daha net izleniyordu orada, gizlenemiyordu ya da. Gorsel malzemenin onemini orada fark ettim.
Hangi işaretlerden hareketle bu sonuca vardınız?
Mesela kıyafetler! Dame de Sion'da kıyafet yonetmeliği cok serttir. Şimdi de sorsanız cocuklar; "Bizim okulda kıyafet konusunda cok buyuk disiplin var!" der. Ben de oyle hissederdim. Gercekten bir hassasiyet de vardı. Fakat fotoğraflara bakınca tavırların, beden dilinin, etek boyunun... her şeyin 20 sene oncesine gore bile cok değiştiği anlaşılıyordu. O zaman kendi kendime dedim ki, goruntuler onemli! Prof. Dr. Arzu Ozturkmen yayınlandıktan sonra kitabı okumuş, Boğazici'nde hocaydı. Bir gun geldi, 'Gelmelisin!' dedi. Aklıma o soktu master'i. Belli alanlarda birikimim vardı ama tarih cercevesinde değildi bu birikim. Edebiyatla alaylı olarak ilgilenen biriydim.
Arkeoloji eğitiminiz bir altyapı sağlamıyor muydu size?
Arkeoloji başka tabii. Film arşivlerinde calışmak arkeolojinin verdiği zevkin devamı bence. Bilim sadece akılla yapılmıyor, o metodoloji kısmı. Bunu amac haline getirebilmek, devam edebilmek tamamen keyifle ilgili. Arkeoloji eğitimini tamamladıktan sonra universitede kalacaktım aslında. Tek tercihle girmiştim, cok seviyordum arkeolojiyi. Ama sonra farklı bir tercih yaptım, memnunum da bu tercihten. Akademide, şimdi tanıdığım ve bildiğim pek cok şeyi tanımadan kalabilirdim... Arkeolojiyi sevmemden de anlaşılıyor ki orijinal malzemeye ilgim varmış.
Kitabın belgeselini de yaptınız değil mi?
Evet, Can Dundar hazırlamıştı. O belgesel cok ilginc oldu, film nasıl kullanılır orada oğrendim.
Sizin goreviniz neydi?
Danışmandım. Orada bir yola girdim ve sonra belgeseller icin araştırma yapmaya başladım. O zamanlar belgeselcilik yaygın bir iş değildi, birkac yer yapıyordu. Yurt dışında cok arşiv tanıdım o yıllarda. İnternet şimdiki kadar yaygın değildi, gitmek gerekiyordu.
Yuksek lisansa başlamış mıydınız?
O sırada başladım. 2008'de girdim okula, arşivleri biraz tanıyordum. Makedonya'daki arşivlerde 16 dakikalık Meşrutiyet filmleri bulmuştum. Okula bir teklif goturdum. "Sinema tarihi yapmak istemiyorum. Film malzemesi tarihî belge olarak nasıl kullanılır? Bunu tartışayım!" dedim. Bu mevzunun daha eski bir gecmişi olduğunu sanıyordum, yokmuş. Dunyada da hÂl cok az kullanılıyor.
Gorsel malzemenin tarihî vesika olarak kullanımı ne zaman başlamış?
Cok yeni, zannedilenden cok daha yeni. Bunların bir vesika kıymetine sahip olabileceğini, tarih hakkında kayıt olarak kullanılabileceğini ilk sinemacılar duşunmuş. Matuzewsky daha 1897'de, 98'de bununla ilgili bir kitap yazmış. Ondan sonra fotoğrafla ilgili kitaplar yazılıyor ama Huizinga gibi gorsel malzemeye hic de uzak olmayan cok onemli bir tarihci, Hollanda'da film arşivi kurulmasına karşı cıkıyor.
Gerekcesi ne?
'Bu kayıtlar gundelik hayata ait.' diyor. Tarihten ne anladığımızla ilgili bir itiraz bu. Paradigmaların değişmesi lazım ki yaklaşım farklılaşsın. Mikro tarihin one cıkması, bizim oradaki kayıtlardan bir şey cıkaracağımıza ikna olmamız lazım. Ya, "Zaten biliyoruz bunları!" diyorlar ya da "Hemen onemini kaybediyor!" diye itiraz ediyorlar. Buyuk kurguyu etkilemeyeceği duşunuluyor. 70'lerde farklı anlayışlar devreye girmeye başladı. O zaman malzemelerimizi de ceşitlendirmek zorunda kaldık. Anılar, basın cok daha kolay girdi tarihcilerin gundemine. Film icin aynı şeyi soylemek zor. Bugun dahi film, hemen hicbir yerde tam olarak belge kabul edilmiyor.
İceriğinin bu kadar zengin olmasına rağmen mi?
Zengin ama sorun şu; insanların, hÂlÂ, temel iletişim aracı soz! Genişlemeye başladı ama daha geciş donemindeyiz. Sozun hicbir zaman onemini kaybedeceğini zannetmiyorum. Soz, kelimeler curmunden fazla ateş yakar. Zamanları aşarak, bir anda, zamanı genleştirebilir. Yazarken de yorumlarımızı buna gore yaparız. Gorsel malzemedeyse nasıl goreceğimiz ve yorumlayacağımız meselesi var. 'Okumak' deniyor, ben 'okumak'tan yana değilim. Nasıl bakacağımızı henuz bilmiyoruz! Bir filme baktığınız zaman ne gorduğunuzu ancak o gorduklerinizi zaten tanıyorsanız bilebilirsiniz.
İtiraz spekulatif olmasından mı kaynaklanıyor?
Spekulatiflikten ziyade filmin ve fotoğrafın kendine has ozellikleri olmasından diyelim. Şoyle soyleyeyim; size bir ulkenin filmini gosterdim. Binalar var, vesaire. Eğer orada tanıdığınız bir şey yoksa ne soyleyebilirsiniz? Hele de siyah beyaz ve sessiz bir filmse... Bir filmi anlamlandırmak butun belgelerde olduğu gibi derin bir analiz gerektiriyor. Sessiz filmler, sadece eski oldukları icin cok heyecanlandırabilir sizi. Bu heyecan başka şeyler uretmeye itebilir, roman yazdırabilir mesela. Rasyonel bir cercevede, tarih cercevesinde kullanmak istiyorsanız o zaman bazı sorulara cevap vermesi gerekir. Kim uretti? Kim sakladı? Kimin icin uretti? Nasıl karşılandı? Ve; ne goruyoruz? Yazılı arşivlerdeki envanter bu ihtiyaca cevap veriyor. Film arşivlerinin coğunda boyle bir şey yok. Henuz yok, cunku arşivler cok yeni oluşuyor. Bir de şu var; film hep uluslararası bir şeydi. Ozellikle sessiz filmler. Burada cekilmiş ama başka bir yere satılmış. Meşhur ornek, Yeni Zelanda'dan, Hollanda'dan bize ait, bizi cok ilgilendiren filmler cıkıyor. Biz bakınca hemen tanıyoruz ama Yeni Zelanda'da kimse heyecanlanmıyor. Cunku tanımıyorlar. Dolayısıyla arşivde o filmin ne olduğuna dair hicbir iz bulunmayabiliyor.
Akademi de sizlerin duyduğu heyecanı paylaşmıyor mu?
Heyecanı paylaşmamaktan ote arşivlere ulaşma sorunu var. Butun arşivler dijital değil, iş birlikleri zayıf. Yoksa bence heyecan duyanlar var. Akademide, 10 sene oncesine gore muazzam bir ilgi var. Bu cağın cocukları bizden daha kolay kavrayacak bu malzemeyi. Filmi anlamlandırmakta bizden daha onde olabilirler. Cunku bir filmi cozmenin en kolay yontemlerinden biri film yapmış olmak. Bir filmin nasıl yapıldığını bildiğinizde, kameranın belli bir şeyi, belli bir teknikle neden gosterdiğini anlarsınız. Gencler farkında olmasalar da durmadan film cekiyorlar. Neyi gosterirlerse nasıl bir etki yaratacağını biliyorlar.
Belgesellerde kazandığınız tecrube sizin işinizi kolaylaştırdı mı?
Tabii. Sonra ben de belgesel yaptım. Ortak yapımlarda yer aldım. Birini yakın arkadaşım Hacı Mehmet Duranoğlu ile beraber yonettim. Kamera arkasında calıştığınızda bir goruntunun acılarını tespit etmeyi ve yorumlamayı biliyorsunuz. Temel seviyede de olsa kurgu bildiğinizde goruntuyu anlamlandırmak daha kolay oluyor. Ham film kurgulanırken bir secim yapılıyor. O secim neye gore yapılıyor?
Ve secilmeyenler?
Evet secilmeyenler neden dışarıda bırakılıyor? Bunu pratik daha kolay oğretiyor. Tek başına yeterli değil elbette, geri kalanı tarih calışması. Bilmekte fayda olduğunu duşunuyorum. Bana cok yararı dokunuyor.
Bir gorsel malzemeyi yorumlarken sorduğunuz bazı sorular var. 'Neyi gostermemiş' de sorulardan birisi mi?
Tabii ki! Her zaman! Ozellikle benim calıştığım haber filmlerinde bunu sormak zorundasınız. Haber filmi doğrudan bir secme. Bugun de televizyon kanallarında kimin ne gostereceğini ve gostermeyeceğini biliyoruz. Sultanahmet mitinglerinin filmleri var, onlarla ilgili calışırken bir şey gordum. Mitinglerde İtilaf devletlerine, Wilson Prensipleri uzerinden hayal kırıklıkları ifade ediyorlar. Wilson Prensipleri'nin 12.sine cok guvenmişler bir donem. O madde diyor ki; 'Turklerin nufus olarak ağırlıkta olduğu yerlerde, yonetimde Turklere oncelik verilecektir!' Buna gercekten bel bağlanmış. İzmir işgal edilince ciddi bir hayal kırıklığı yaşanmış haliyle. O mitinglerde de İtilaf Devletleri'ni protesto ediyorlar. Fakat bir İngiliz gazetesi mitingleri haber yapmış ve "İstanbul'da kuvvetlerimizi desteklemek icin miting duzenlendi!" demiş. Başlık bu! Gazetede okuduğunuz bir şeyin doğruluğuna inanabilirsiniz. Olay olmuştur ama yansıtıldığı gibi mi olmuştur? Ya da herkes oyle mi duşunmuştur? Muhalif gazeteye de bakmak lazım.
Neredeyse 15 yıldır arşivlerde calışıyorsunuz. Peki siz arşivci misiniz?
İster istemez. Yaptığım işler dolayısıyla merak sardım biriktirmeye. Dame de Sion kitabını yazarken kendim de malzeme toplamaya başladım. İnternet cağı yeni yeni başlıyordu. Muzayedeler hayatıma o zaman, internetle beraber girdi. Yoksa buyuk ihtimalle cesaret edemezdim, gidip bir yerde el kaldırayım falan. Oyle girişken bir insan değilim. Hele o zaman hic değildim. İnternetle beraber fark ettim ki bir araya geldiğinde anlam kazanabilecek, kullanılabilecek cok şey var... Hangi konuyu calışıyorsam ilgim o alanda oluyor haliyle. Calıştığım butun projelerde, butcede arşiv malzemesi icin pay ayrılmasında ısrarcı oldum. Ticari işlerde olması gereken bir kalem bu ama eğitim icin ya da sosyal icerikli projelerde aynı imkana sahip olamayabiliyorsunuz. Bu yuzden cok yuksek paralar istenmesini hic doğru bulmuyorum. Bu tavır, cağı anlamamak anlamına geliyor bence. Hicbir malzeme hazine değil, ancak biz paylaşırsak anlam kazanır. Daha once de soylediğim icin rahatca tekrar edeceğim; mesela Omer Koc koleksiyonu. Bir yandan, kaybolmuş, kaybolabilecek, yurt dışına gitmiş bir suru malzemeyi bir araya topladığı icin minnettarım. Ote yandan şu da var; koleksiyon sahibi birinin, muze kuracak, yayın yapacak gucu varsa; ister istemez sergi salonlarında onun seckisini izliyoruz. Osmanlı'da fotoğrafın tarihi buyuk studyo fotoğraflarından ibaret zannedildi uzun zaman. Bunun temel sebebi, Omer Koc her sene neyi paylaşmaya karar verdiyse biz onu gorebildik. Orneğin fotoğrafın yaygınlaşmasını sağlayan araclar hic itibar kazanamadı. Oysa kartpostallar, reklam kartları, ilanlar, afişler... Milyonlarca malzeme var. Aslında bunlar cok daha yaygındı. Coğunluğun kulturunu oluşturan, hayatına etki eden ve onun hayata etki etmesini sağlayan bu kucuk malzemeydi... Efemeranın vesika kıymetine sahip olduğunu duşununce toplamaya başladım ben de. Amacım hicbir zaman koleksiyon yapmak olmadı. Zaten oyle bir maddi imkÂnım da yok.
Saadet Ozen
Ne zaman başladınız toplamaya?
Dame de Sion zamanında, ama asıl olarak yuksek lisansa girdikten sonra, 2008'de. Konu olarak Sultan Abdulhamid'le başladım. Yuksek lisans tezim Meşrutiyet uzerineydi. Arşivden gelen, koleksiyonerlerin de gormediği cok malzeme vardı. Filmleri zaten kimse gormemişti. Sonra hangi projeyi yapsak ona uygun malzeme topladım. Epey bir Ankara fotoğrafımız var. Cikolata, kuruyemiş... Onlar da projeydi. Cikolata kitabını hazırlarken birinde bir broşur olduğunu duyduk. Sorduk, varmış hakikaten. Ermenice guzel bir broşur. Kullanmak istedik, "Bulamam ki!" dedi. Koleksiyoner alıyor ve kolilerin icinde tutuyor malzemeyi. Bunu da cok onemsemiyor. Oyle kitap biriktirenler de var. Bilmem kac yuz bin kitap ama 'Şu kitap var mı?' dediğinizde "Var ama bulamam!" cevabını alıyorsunuz. Aynı duruma duşmemek icin aldığım tum malzemenin kaydını tutmaya başladım. Her zaman başarılı olamadım, o ayrı. Gecen seneden beri bana yardımcı olan bir arkadaşım var, Mert. O hepsini taradı ve duzenli bir envanter icin kayda gecti. Cikolata kitabının sponsoru Nestle'ydi. Dediler ki "Biz bu malzemeyi kullanmak isteriz ama nasıl kullanalım; bilmiyoruz!" Cok basit bir sistem kuralım dedim. Buyutmeye ve abartmaya gerek yok. Onemli olan kullanılacak kadar kolay olması, malzemenin istendiğinde bulunabilmesi. Beykoz Kundura Fabrikası icin de aynı şeyi yaptık.
Projeyi bitirdikten sonra o konuyu zihninizde de bitirebiliyor musunuz?
Yok, bitmiyor tabii. Araya başka konu girdiği icin mecburen biraz geriye duşuyor, yine de bir şey gorduğum zaman projeyi kimin icin yaptıysak mutlaka haber veriyorum. Sonucta bir butun oluşuyor ve butunu tamamlayacak her şey o aldığınız toplam zevkin bir parcası. Ben şanslıydım cunku bu calışmaları yaparken karşımızdakiler de bizim kadar heyecanlıydı. Normalde buyuk şirketlere bunu anlatmak cok zor. Ozellikle Beykoz Kundura bu bakımdan ayrı bir ornektir, onlar projeyi kendi başlatmıştı, biz sonradan dahil olduk.
Şahsi arşiviniz, koleksiyonunuz var mı?
Var tabii. Calıştığımız konularda teslim ettiklerimizin dışında şeyler de oluyor. Cikolata ile ilgili malzemeler var, kuruyemiş biriktiriyorum. Abdulhamid var, soylemiştim. Hic Abdulhamid portresi olmadığı soylenir hep. Fotoğraf cektirmediği gibi yaygın bir inanış var, ben malzemeye baktıkca olduğunu goruyordum. Aynı malzemeyi benden once gorenler olmuş ama istisna sayarak bir kenara atmışlar. Fotoğraf cektirmediği kabulu yeni bir gozle bakmaya engel olmuş. Yanlış değilse de tam da oyle olmadığını, biraz daha farklı bakılabileceğini duşunerek Sultan Abdulhamid'in gorunduğu malzemeleri biriktirmeye başladım. Hicbir zaman binlerce parcaya ulaşan bir koleksiyon olmayacak, kısıtlı malzemeden soz ediyoruz ama onemli. Tartışmaya sebebiyet verecek guzel parcalar var icinde.
O konuyla ilgili bir projeniz var mı?
Bir yazı yazdım, sonra belgeseli de olur bence. Sultan Abdulhamid'in filminin olduğunu da yıllar once Pathé'nin kataloğundan oğrenmiştim.
Filmi gordunuz mu?
Sonra Rus arşivlerinden bulup kullandık. Bir tane daha olduğunu duşunuyorum. Aslında cekilmiş olduğunu biliyorum da, film hÂl duruyorsa bulacağız.
İlk sinemacıları İstanbul'a davet eden isim değil mi Abdulhamid? Filminin cıkması şaşırtmalı mı bizi?
Davet ediyor denemez. Yeniliklere karşı merakı var, bu yanılgıya sebep oluyor. Kitle iletişim araclarının gelişmesi iktidar / kitle ilişkisinde bir sıcramaya neden oluyor. İktidar kendi temsilinin istediği şekilde kitlelere nufuz etmesi icin bu araclardan yararlanıyor, yararlanmak istiyor. Aynı araclar kitlenin kendi tercihlerini yapma ihtimalini de cok artırıyor. Kontrolden cıkma, kendi temsilini dayatma, kendisine dayatılan temsile itiraz etme ihtimalleri doğuyor. Sultan Abdulhamid de yaşıyor bunu. Maruz kalıyor butun olan bitene. Yararlanmaya calışıyor ama kimi zaman kontrolden cıktığı da oluyor, cok normal. Bu tur durumlarda hep iki taraflı duşunmek gerekiyor. Abdulhamid'in her şeyi kontrol edebildiğini ya da hicbir şeyi kontrol edemediğini duşunmek cok yanlış. Deniyordu ve surekli yeniliklere maruz kalıyordu.
İlgili ama bu ilgi gonullu mu, zorunlu mu? Tartışmalı olan o herhalde?
Evet, onu bilemeyiz. Bence ilgiliydi, oyle gorunuyor ama hep bir tereddut var. Sinema geliyor ama ne olacak? Bir gosterim sırasında Arap İzzet Paşa'nın konağı yanıyor. Sadece politik bir şey değil yani! Şehir hayatına, guvenliğe de etkisi var. Bize cok garip ve uzak gelebilir ama bunlar onemli sorunlardı. Haliyle bocalıyorlar.
Koleksiyonunuz bu başlıklarla mı sınırlı?
'Osmanlı topraklarında turizm' var bir de. Doktora tezimin konusu bu. Toplamaya daha once başlamıştım. Osmanlı doneminde yazılmış, Osmanlı toprakları ile ilgili rehber kitaplar, fotoğraf, broşurler topluyorum. Benim ilgimi daha cok seri olmayan, ara ara cıkmış rehber kitaplar cekiyor. Mesela manastırın biri hac yolculuğuna cıkıp kendi başına gezmek isteyen misafirleri icin bir rehber basmış.
Nerede? İstanbul'da mı?
Hayır, Kudus'te... 19. yy'da, gemi, tren gibi vasıtalarla yolculuk yapılması mumkun olduğu icin seyahat, onceki asırlara gore cok değişiyor. Osmanlı da bu değişimden payına duşeni alıyor. Abdulhamid doneminde turistlere rehberlik yapacaklar icin nizamnameler hazırlanıyor. Oteller, seyahat guzergahları turistlere gore yeniden şekilleniyor. İstanbul dışında da turistik rotalar var. Ozellikle Kudus, Kahire, Balbek ve Şam gibi yerlere cok turist gidiyor. Turizm başladıktan sonra Rusya'dan İstanbul'a gelen Musluman hacılar icin hazırlanmış rehberler kitaplar var. Yuşa Tepesi o zaman daha cok ziyaret edilmeye başlanmış. Eyup tavsiye ediliyor. 'Cuma selamlığına gidin. Halifenizi gorun!' deniliyor... Tezim, turizmin idaresi hakkında. Turizm, genellikle seyyahların gozunden anlatılıyor, ben diğer taraftan bakıyorum. Oryantalizm demeden 19. yy'la ilgili hicbir şey konuşamıyoruz bugun. Oryantalizm dedektoru gibi hangi metni okusak teşhisi hemen koyuyoruz. O gunku idareciler bunu gormuyor muydu acaba? Onlar ne hissediyordu? Yoksa biz farklı mı duşunuyoruz? Buradan başladım calışmaya. Ne gosterilmek isteniyor, nasıl etkilemeye calışıyorlar? gibi sorularım var.
Turistlerin gormek istediklerinden farklı şeyler gosterilmek istendiği oluyor mu?
Gorduklerini başka turlu anlamalarını sağlamaya calışıyorlar ama cok handikap var. Bugun de aynı aslında. Fransa'ya gittiğimizde Fransızların hic de her gun gormeyi duşunmedikleri yerlere gidiyoruz. Bu turizmin yarattığı bir dil... Bir de şu var; zannediyoruz ki seyyah dediğimiz insanlar yolculuk esnasında buyuk zorluklar yaşamış. 'Turist konfor, seyyah macera demek' diye duşunuyoruz. Aslında modern donemden once bizim seyyah dediğimiz insanlar ya diplomat, ya tuccar, ya asker... Gezmek icin yola cıkmış değiller. Bir kere ortam buna hic musait değil. Korsanlık var Akdeniz'de. 1840'larda gemiler hızlanmış guya, yine de Marsilya'dan İstanbul'a gelmek yirmi gunden fazla suruyor. O yuzden, o gunlerde yola cıkanlar kendi donemlerinin en konforlu araclarıyla seyahat ediyor. Hic de oyle macera icin yola cıkmış değiller. Evliya Celebi mesela. Cok gezer ama orduyla birlikte, korunarak gezer. Yoksa gezemez, gezse de biz bilemeyiz cunku yazmadan olur muhtemelen...
Koleksiyonunuzdaki malzemeleri nerelerden alıyorsunuz?
İnternet cok onemli bir kaynak. Burada, İstanbul'la ilgili bir kartpostal almak istediğim zaman dunyanın parasını istiyorlar. Takip ederseniz cok bilinmeyen yabancı bir sitede cok daha uyguna bulabiliyorsunuz. Bakıyorum, fiyatı makul olursa alıyorum ama bir cılgınlığa donuşmesini de istemiyorum, o zaman batarım!
Kontrol edebiliyor musunuz peki?
Ediyorum, mecburen ediyorum. Mumkun olduğu kadar sevdiğim konularda proje yapıyorum. Proje yaparken butce ayırmaya calışıyorum. Boylelikle o duyguyu tatmin ediyorum.
Cocukluğunuzda bugunku meraklarınıza dair ipucu var mı?
Cok kitap okuyordum ve biriktiriyordum. Kitaplarıma hic kıyamıyordum. Sonra birkac kere kutuphane dağıtmak zorunda kaldım. Bir daha olmasını hic istemem.
Kutuphanenizde neler var?
Populer tarih dergileri alıyorum. Hayat Tarih, Resimli Tarih, resimli başka dergiler. Pirelli, Yedigun dergilerinin, La Turquie Kémaliste'lerin tamamını aldım. Eninde sonunda karşıma cıkacağını duşunduğum şeylere kayıtsız kalamıyorum. Galiba kitabı nesne olarak da seviyorum, sadece iceriğe yonelik bir ilgi değil benimki. Etrafta kitap olunca kendimi guvende hissediyorum, ev gibi oluyor ortam. Bir ayrım yaptım, edebiyat kitapları evde. Oraya tarih kitabı goturmemeye calışıyorum. Kaptırdığım zaman 24 saat calışıyorum cunku. Hayattaki en buyuk zevkim kitap okumak. Bir donem ceviri yapmaktan kitap okuyamaz olmuştum. Sonra dedim ki; bu doğru bir yontem değil! O yuzden evde daha cok kitap okumaya calışıyorum.
Osmanlıca biliyor musunuz?
Okuyorum, her şeyi okuyamıyorum tabii ki. Hic yiğitlik yapmam, her zaman sorarım.
Ne zaman ve neden oğrendiniz?
Tamamen merakla başlamıştım. Yuksek lisansa başlamadan once İstanbul Universitesi hocalarından Husamettin Aksu'dan ders aldım. Onunla birkac ay calıştıktan sonra Muammer Ulker'le tanıştım. Suleymaniye Kutuphanesi mudurluğunden emekli olmuştu. Muammer Hoca'dan Osmanlıca değil de başka bir devirde doğmuş olmanın ne demek olduğunu oğrendim.
Nasıl tanıştınız Muammer Ulker'le?
Oğullarını tanıyordum, "Osmanlıca oğrenmeyi cok istiyorum." dedim. Dediler ki "Babamız sana oğretir.' Tanıştım, "Gel kızım!" dedi. Her Carşamba Zincirlikuyu'daki evine gitmeye başladım. Belli bir duzenimiz vardı. Telefonu kapatıyorum, "Koy bakalım cayımızı!" diyor. Cayı nasıl koyacağımı da oğretti ama, demlik tezgÂha bırakılmayacak mesela, cunku soğur. Ne kadar cay koyulacak falan, olculeri oğrendim. Sonra derse geciyorduk. Metin okutuyordu ama aslında başka bir şey yapıyordu. Kendi oğrendiği gibi oğretmeye calışıyordu sanırım. Kulturun icine girebilirsem gerisi kendiliğinden gelecek diye duşunuyordu. Umarım yuzunu kara cıkarmamışımdır... Binlerce şiir biliyordu. Her gittiğimde bir şiir ezberletiyordu. Coğunu hatırlamadığımı itiraf edeyim. Onlarınki ayrı bir hafızaydı. Hafızdı hoca, babası da hafızmış. Bazen Hayber Cengi gibi kitaplar okuyorduk. Bazen de hafiften takılıyordu, "Evladım sen istersen Calıkuşu'nu oku!" diye.
Hangi yıllarda gittiniz Muammer Hoca'ya?
2008 - 2010 arası. 2 yıl kadar duzenli, her Carşamba gunu gittim. Hoca beni daha sakin, başka bir insan yaptı galiba. Cok şefkatliydi. Cok ince ruhlu bir insandı. Cevresiyle cok ilgiliydi. Sonra başka hocalarla da calıştım. Yucel Demirel'den ders aldım. Bana cok hız kazandırdı, sonra her ne zaman istek yanımızda oldu. Şimdi, hocam demeyeceğim, cunku artık arkadaşım, kardeşim; aklım karıştığında fikrini almadan rahat edemediğim Uzeyir Karataş var. Onlardan da cok şey oğrendim tabii ama Muammer Hoca'yla baba kız ilişkisi gibiydi ilişkimiz. Allah gani gani rahmet eylesin. Hafif takılarak ama hic kotu hissettirmeden, cehaletimi yuzume vurmadan, yavaş yavaş oğretiyordu... HÂl mukemmel okumuyorum, buna gerek var mı onu da bilmiyorum. Bircok şeyle aynı anda uğraşıyoruz. Emin olmak icin yardım istemek her zaman mumkun. Yardımlaşmak iyidir! Hayat boyu boyle alışverişler bitmesin, birbirimize muhtac olalım. Bilgiye muhtac olmak guzel şey.
Sizin yaptığınız turden calışmalar mikro tarih kapsamında değerlendiriliyor. Bu calışmalar makro tarihe nerede eklemleniyor? Ve kabul goruyor mu?
Bence o ayrım giderek netliğini kaybediyor. Tarihciler yirminci yuzyılda 'olayların tarihinden, onları peş peşe dizmekten uzaklaşalım!' dediler. Olaylar katmanının altında daha uzun suren şeylere dikkat kesildiler. Bazı Fransız duşunurlerin İkinci Dunya Savaşı'ndan sonra determinizme yeniden bakışıyla beraber başka perspektifler ortaya cıktı. Butun bunlar 'Geniş bir perspektifimiz olmazsa yaptığımız şey vak'anuvislikten ibaret kalır!' diye bir duşunce doğurdu. Filmler henuz belge değil, sadece malzeme olarak varlar. Biz onları belge haline getiriyoruz. Ama bir butunun icinde kullanmazsak bu bizi gercekten vak'anuvisliğe surukler. Mesela 1923'te yapılan secimlerin filmi cok guzel bir kayıt. Tek tek cozduk, kim gorunmuş? Neredelermiş? Nereye gitmişler? Kim cekmiş? Neyi cekmiş?.. Cozduğumuz goruntuler, o filmi tıpkı bir belge gibi daha geniş bir calışmanın icinde kullanılabilir hale getirdi. O yuzden makro / mikro ayırımı cok kalmadı diyorum. Artık her şeyin bir tarihi olduğunu ve yazılan her tarihin farklı anlatıların bir parcası olabileceğini biliyoruz. O yuzden biri diğerinden daha itibarlı gibi bir ayrım kalmadı. Nasıl yaklaştığınızla ilgili.
Bu bahsettiğiniz yeni tarihcilik anlayışı daha disiplinler arası bir yaklaşımı zorunlu kılıyor...
Disiplinler arası sınırlar ister istemez eriyor. Eskiden belki vardı bu; sanat tarihcileri bir tabloya bakarken tarihî arka planını mutlaka duşunuyorlardı ama daha ziyade form uzerinden değerlendiriyorlardı. Bu, bir yerden sonra envantere donuşmeye başladı. Diyelim ki Dolmabahce Sarayı'ndaki mobilyaların tarihini yaptık. Belgelere bakıp hangi tarihte, nereden, ne alınmış? Kayıtları ve tipolojilerini cıkardık. Sonuc? Bunu zaten yapmak zorundayız ama bu calışmanın bir şey soylemesi lazım. Tek bir koltuğun gelişi uzerinden bir zihniyet tarihi yazabilirsiniz. Niye gelmiş? Nasıl gelmiş? Kim getirmiş? Ne anlam taşıyor? Kim kullanmış? Cıkacak sonuc, malzemenin ya da alanın genişliğiyle değil, sizin ondan ne istediğinizle ilgili. Ben, alan daraldığında imkÂnın arttığını duşunuyorum. Daha ayrıntılı bakma, derinleşme mumkun oluyor.
Fotoğraf, film, kartpostal dedik. Az once mobilyalardan soz ettiniz. Her tur obje tarihin malzemesi olabilir mi?
Elbette olabilir. İnsan hayatının her vechesi tarihin konusudur. Disipline uygun bir bakış acısıyla ele alınan her şey tarihin malzemesidir. Bu arada, şunu da belirtmek gerekir ki, gecmişle bağlantı kurma hakkı sadece tarihcilere verilmedi. Herkes, gecmişle farklı şekillerde bağ kurabilir. Bunu illa ki tarihin yontemleriyle yapmak zorunda da değil. Cok saygı değer calışmalar goruyor ve okuyorum. Fakat bazı şeyleri korumak cok onemli; mesela belgeye nasıl yaklaşacağız? Soru sormayı bilmek lazım. İnsanlar bunu seviyor anladığım kadarıyla. Populer tarih, bilgi kazanmaktan ote bu tur yontemlerin yaygınlaşmasına hizmet ederse faydalı olur. Tarihcilerin ele aldıkları konuyu herkes icin anlaşılır kılmak gibi bir gorevi yok. Urettikleri bilgi de oyle bir bilgi değil zaten. Mesleki disiplin, jargon elbette ki var yoksa zaten tarih olmaz. Ama akademinin bu dilin etrafında rutbe bekleyen bir topluluğa donuşmemesi lazım. Uretilen bilginin paylaşılabileceği, birtakım yontemlerin aktarılabileceği kanallar kurmak gerekiyor.
Şehir tarihi de calışıyorsunuz değil mi?
Evet, mecburen. O biraz kendi zevkim, rehberlik sebebiyle başladı. Aslıda butun işlerin kokeninde de rehberlik var galiba. Turist rehberliği kokartımı 1997'de almıştım. Başta yabancılarla calıştım. Sonra bana cok uymadığını fark ettim ve yolumu değiştirdim. Daha fazla seveceğim bir formata kaydım. İstanbul turları yapmaya başladım. Bu geziler en cok bana yaradı. İstiklal caddesi ve cevresini gezmek 4 gun suruyor şimdi. Bu demektir ki her sokaktan en azından bir şey oğrenmişim. Bu vesileyle eski haritaları, hatıratı keşfettim.
Bunları da topluyor musunuz?
Tabii, topluyorum. Beyoğlu'nda kimler yaşamış diye baktığımda cok şey oğrendim. İsimler, olaylar keşfettim. Şehirle ilgili cok duşundum ister istemez. Bitmedi, bitmeyecek de. Omur boyu surecek tek zevk herhalde.
Topladığınız malzeme ve hikayeler ayrıca bir yayına donuşecek mi? Sizi edebiyata kaydırabilir mi?
Bilmiyorum. Yayıncılıkla uğraşıp da birtakım denemeler yapmayan yoktur herhalde. Yayınevlerinin cekmecelerinde ne Kafka kitapları yatıyor! Uzun zamandır yaşadığım sokaktaki insanlarla, komşularımla konuşuyorum. Hemen karşımda Sait Naim Duhani oturmuş. Bir ayakkabıcımız var, babası acmış dukkÂnı, 50 senedir buradalar... Bu hikayeler sonunda bir şeye doner ama boyle planlarım yok. İnsanın omrunun sonuna kadar vakti var, olacağı varsa olur herhalde...
Arkeoloji, turizm, edebiyat ve tarih... bunlar peş peşe sıralanmış bilincli adımlar mıydı, yoksa yuruduğunuz yol mu sizi bu noktaya getirdi?
Cok bilincli. Arkeolojiye tek tercihle girdim. Klasik arkeoloji dahi yazmadım. Hic pişman olmadım. Bana somut malzemeyle calışmayı ve onun uzerine yorum yapmayı orası oğretti. Birinden oğrendiğimi diğerinde kullandım. Mutlaka birbirlerini bir yerde tamamlıyorlar. O yuzden en korktuğum sorulardan biri 'Ne iş yapıyorsun?'
Soranlara ne cevap veriyorsunuz?
O an ne iş yapıyorsam onu soyluyorum. Oğrenciyim diyorum, esnafım diyorum.
Şimdi ne iş yapıyorsunuz?
Burası Nakkaliye, esnaf dukkanı. Esnafım.
Neyin ticareti donuyor burada?
HikÂye ticareti. Başta tek hayalim kitap okuyacağım bir yerimin olmasıydı. Sonra kendiliğinden ortak bir mekÂna donuştu. İnsanlar gelip gitmeye başlayınca dedim ki 'Niye tek başına durayım?' Sonra Mert geldi ve beraber calışmaya başladık. Sanata, iyi şeylerin olmasına yardım etmek icin holding sahibi olmak şart değil. Burada bir masamız var, yemeğimiz var. Bir şey asmak isteyene duvarımız var. Bazen dışarı duyuruyoruz, bazen duyurmuyoruz ama burada surekli bir faaliyet var. Yaptığımız iş tam da hikayecilik. 'Nakkal', nakledici, hikaye anlatan demek. Nakkaliye ise bir dukkÂn, bakkal gibi bir yer ama hikaye var icinde. Yaptığım turların guzergahları burada belirleniyor. Cevirileri burada yapıyorum. Arşiv projelerini hep burada tamamladık. Birkac tane muze projesinin araştırma kısmını ustlendik ve o hikayeleri burada kurguladık. Gezerek, filmini yaparak, konuşarak surekli hikaye anlatıyoruz.
Sahaflarla ve muzayedelerle aranız nasıl?
Cok paramı alıyorlar! Buradaki malzemenin buyuk kısmı sahaflardan ve nadirkitap.com'dan geliyor. Birkac sahaf tanıdığım var, bir şey alacak olduğumda onlara soyluyorum. Muteferrika... Simurg... İşin ayrıntısını bilmem, benim icin guven esastır. Fiyat bilgim de yok. Aldıktan sonra 'Başka yerde ne kadarmış?' diye de araştırmam arkasını. Tanıdığım, sevdiğim, guvendiğim biri bana 'Şunu al!' diyorsa vardır bir bildiği. Param yoksa, 'Bu ay yok!' derim... Muzayede takip etmiyorum. Yerinde yapılan muzayedeye gitmek ayrı bir kultur. Orada da guc ilişkileri var. Sadece kitap almıyor, fiziken de varlığınızı gosteriyorsunuz, bir muhite dahil oluyorsunuz. Her yerde olduğu gibi kucuk iktidar grupları var. Oyle, malumatfuruşluk esasına dayanan bir iktidarın icinde olmak istemiyorum. Bilginin ya da belgenin yarıştırıldığı ortamlar bana iyi gelmiyor.