Hikmet-i Huda, seyahat ile bir cok yerleri gormeye sebep olan ben hakir ve fakir, daima kusuru cok olan seyyah, insan oğlunun kolesi siyasız evliya Derviş oğlu Mehmet Zilli daima Allah'dan yardım isteyip, Furka-ı Kerim suresi ve Yuce Kur'an' in ayetleri bereketleri ile butun gonlumle Cenab-ı Hak' dan duada bulunarak, doğum yerimiz olan İstanbul' da evimde, yuvarlak yastığıma uyumak icin yaslanmıştım.
1040 senesi Muharrem ayının Aşure gecesinde (20 Ağustos 1630), yarı uyku halinde iken, gordum ki:
Yetmiş iskelesi yakınında Ahi Celebi Camii ki helal para ile inşa olunmuş olup, duası kabul olan eski bir camidir.
Uykumda kendimi o camide gordum. Derhal caminin kapısı acıldı. Nurlu caminin ici baştan başa silahlı asker ve nurlu cemaat ile dolu idi. Sabah namazının sunnetini kıldıktan sonra salavat-ı şerife okumaya başladılar.
Ben hakir ise minber dibinde oturuyordum. Bu nur yuzlu cemaati hayranlıkla seyrediyordum. Hemen yanımda oturan cana bakıp :
- Sultanım ! Sizler kimlerdensiniz? İsminizi lutfediniz" dedim. Onlar ;
Aşere-i Mubeşşere' den kemankeşlerin piri Sa'd İbn Ebi Vakkas' ım" deyince, hemen mubarek ellerini optum.
-Ey sultanım! Bu sağ tarafta nura burunmuş sevimli cemaat kimlerdir? " dedim.
Onlar butun peygamberlerin ruhlarıdır. Geri safhadakiler evliyaların ve asfiyanın ruhlarıdır. Bunlar da sahabe-i kiram'ın, muhacirinin, ensar, sufe ehli ve Kerbela şehidlerindendir.
Mihrabın sağındakiler Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Omer' dir. Mihrabın solundakiler Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali' dir.
Mihrabın onundeki Hazret-i Veysel Karani' dir. Camiinin solunda, duvar dibindeki siyah ortulu kimse senin pirin Hazret-i Peygamber' in muezzini Bilal-i Habeşi' dir.
Bu ayakta duran, cemaat saf saf suzene koyan kısa boylu adam Amr-i Ayyar' dır. İşte bu kızıl renkli elbiseler giyip sancakla gelen askerler Hazret-i Hamza ve butun şehidlerin ruhlarıdır. " diye cami icinde bulunan butun cemaati birer birer bana anlattı. Onların hangisine baktıysam ellerimi goğsume koyup iyice baktım ve baktıkca can buldum.
"Ey sultanım! Bu cemaatin bu camide toplanmalarının sebebi nedir?" diye sordum. Bana:
- Azak taraflarında İslam askerlerinden Tatar askerleri sıkıntıya duşmuşlerdir. Hazret-i Peygamber' in himayesinde olanlar İstanbul' a gelip, buradan Tatar Hanı' na yardıma gideriz. Şimdi Hazret-i Risalet dahi İmam-ı Hasan, İmam-ı Huseyin, on iki imam ve bizden başka aşere-i mubeşşere ile gelecekler.
Sabah namazının sunneti kılınacak. Sonra sana "kamet getir" diye işaret buyururlar. Sende yuksek sesle kamet getir. Selamdan sonra Ayetel Kursi'yi oku. Bilal (Subhanallah) desin. Sen (Elhamdulillah), Bilal (Allahu Ekber) desin, sen (Amin) de. Sonra butun cemaat hep birden tevhid ederiz. Sonra sen (Ve salli ala cemiul enbiya-i vel mursalin vel hamdulillahi Rabu'l-alemin) deyip kalk.
Hemen, mihrabda, Hazreti Peygamber otururken mubarek elini op. (Şefaat ya Resulallah) de. Yardım iste, diyerek, Sa'd İbni Ebi Vakkas, yanımda oturup bana oğretti.
Onu gordum ki, camii kapısından bir nur-u mubin parladı. Cami ici nur dolu iken, nur ustune nur oldu. Butun sahabe-i kiram, nebi'ler ve evliyaların ruhları ayakta hazır durdular. Saadetle Hazret-i Peygamber, yeşil sancağı dibinde, yuzunde ortusu ile , elinde asası ve belinde kılıcı ile, sağında İmam-ı Hasan ve solunda İmam-ı Huseyin olduğu halde gorundu. Mubarek sağ ayaklarını (Bismillah) diyerek cami icine koydu. Mubarek yuzunden ortusunu actı ve:
-Esselamu aleyk ya ummeti" diye selam verdiler. Butun camide bulunanlar hep bir ağızdan
-Ve aleykumu's-selam Ya Resulallah ve Ya Seyyide'l-umen" diye selam aldılar. Hazret-i Peygamber, hemen mihraba gecip, sabah namazının iki rekat sunnetini kıldılar. Bana bir korku ve vucuduma titreme geldi. Hazret-i Peygamberin butun gorunuşune baktım. Hilye-i Hakani'de anlatıldığı şekilde idi. Yuzundeki ortu al şal idi. Mubarek sarığı on iki kolanlı ve beyaz şaş idi. Hırka-i şerifleri sırayı yakın deve yonundendi. Boynunda sarı renkli sof şalı vardı. Mubarek ayaklarına renkli cizmeler giymişti. Mubarek başlarındaki sarığı uzerinde bir misvak sokulmuştu. Selam verdikten sonra, bana bakıp sağ ile dizine vurup:
"Kamet Getir" dediler. Ben hemen Sa'd İbni Ebi Vakkas'ın oğrettiği gibi segah makamında kamet getirip tekbir ettim.
Hazret-i Peygamber de segah makamında hazin bir sesle Fatiha-i Şerif'i ve arkasından (Ve Vehebna) aşr-i şerifini okudu. Boylece butun cemaate imamlık etti.
Selam verdikten sonra ben (Ayete'l -Kursi)' yi okudum. Sonra Bilal ile sırayla muezzinlik yaptık. Duadan sonra bir sultani tevhid oldu ki, Allah aşkı ile kendimden gecip guya uykudan uyanır gibi oldum.
Uykumu kısacası, Sa'd İbn-i Ebi Vakkas'ın oğretmesiyle gorevi tamamladım. Hazret-i Peygamber, mihrab' da yanık bir sesle uzzal makamında bir Yasin-i şerif uc İza Cae suresi ve Muvazzeteyn suresini tamamen okudu. Bilal Fatiha dedi. Hazret-i Peygamber mihrabda ayak uzere duruken, Sa'd İbni Ebi Vakkas hazretleri beni elimden tutup Hazret-i Peygamberlerin huzuruna goturdu. Hz. Peygambere "sadık aşıkın, muştak ummetin Ebliya kulun, şefaatini riva eder" dedi. Bana da :
Mubarek ellerini op!" dedi. Ben o an ağlamaklı oldum. Hz. Peygamberin mubarek ellerine mustahca dudaklarımı kondurdum. Onun gorunuşunden (Şefaat ya Resulallah !) diyeceğime, hemen (Seyahat Ya Resulallah) demişim. Hz. Peygamber hemen tebessum edip (Şefaati, seyahat ve ziyareti sıhhat ve selametle kolay eyle Ya Rabbi) diyerek (Fatiha dediler. Butun sahabe-i kiram Fatiha yı okudular. Ben butun orada bulunanların mubarek ellerini operek, hayır dualarını alıp giderdim.
Kiminin mubarek eli mis gibi, kiminin anber, kiminin menekşe ve kiminin karanfil gibi kokuyordu. Amma bilhassa Hz. Peygamber' in kokusu zağferan ve kırmızı gul gibi kokuyordu. Sağ elini optuğumde sanki pamuk gibi kemiksiz bir et idi. Bu şekilde butun cemaatin ellerini optum. Hz. Peygamber, sonra yine Fatiha dedi. Butun eshab-ı guzin yuksek sesle Sebu'l-mesani yi okudular. Hz peygamber mihrabdan
"-Esselamu aleykum ey kardeşler!" deyip camiden cıkıp gittiler.
Hemen Sa'd hazretleri belinden ok muhafazasını cıkarıp benim belime kuşattı ve tekbir getirip:
-Yuru ok ve yay ile gaza eyle. Allah'ın muhafazasında ve emanetinde ol. Sana mujdeler olsun ki, bu toplulukta ne kadar ruhlar ile goruşup mubarek ellerini optunse, onların hepsini ziyaret etmen nasip olup, dunyayı gezer ve insanlar icinde tek olursun.
Ama, gezip gorduğun ulkeleri, kaleleri, beldeleri, nedir eserleri, her ulkenin guzel işlerini, yiyecek ve iceceklerini, toprakların eylem ve boylam derecelerini yazıp, guzel bir eser meydana getir ve ahiret oğlum ol.
Hak yolunu elden bırakma. Gonul huzursuzluğundan uzak ol. Ekmek ve tuz hakkını gozet. Sadık dost ol. Yaramazlarla yar olma. İyilerden iyilik oğren." diyerek nasihatte bulundu ve alnından opup; Ahi Celebi Camii' nden cıkıp gittiler.
Ben şaşkın bir halde rahat uykudan uyandım. "Acaba, bu benim halim midir, yoksa olan bir şeymidir, yoksa guzel bir ruyamıdır?" duşunerek, icime bir rahatlık gelip, gonlume neşe doldu. Sonra sabahleyin temiz bir abdest alıp, sabah namazını kıldım. İstanbul'dan Kasımpaşa tarafına gectim.
Ruya tabircisi İbrahim Efendiye gittim. Ruyamı tabir ettirdim. Bana " Cihanı susleyen bir dunya gezip dolaşan bir seyyah olup, işin iyi bir sonucla tamama erip, Hz. Peygamber' in şefaati ile cennete girersin" diyerek mujde verip (El- Fatiha) dedi.
Oradan Kasımpaşa Mevlevi hanesi Şeyhi Abdullah dede' ye gittim. Ellerini opup ruyamı ona da tabir ettirdim.
Bana "On iki imamın ellerinden opmuşsun, dunya da himmet sahibi olursun. Aşere-i Mubeşşerenin ellerinden opmuşsun cennete girersin. Dort halifenin ellerinden opmuşsun, dunya da butun padişahların şerefli sohbetlerine katılıp, sevdikleri kimselerden olursun. Mademki Hazret-i Peygamber'in temiz yuzlerini gorup mubarek ellerini opup, hayır duasını almışsın, iki cihanda da saadette erersin.
- Yuru, işin rasgele. El Fatiha" diyerek hayırlı duada bulundu.

__________________