İRAN'DA KADIN OLMAK !
sokaktan kovulan bir kadının , tara'nın kaleminden ....
kış mevsiminin kırkıncı gecesiydi. ay ışığını arayan kucuk kara balıklardık. bu topraklarda doğmuş, bu topraklarda olecektik. bir başka dunya yoktu, ne de bir başka hayat.
kış mevsiminin kırkıncı gecesiydi. vakit hızla sabaha yaklaşıyordu. biz binlerce kucuk kara balıktık, kendi sularını arayan binlerce kucuk kara balık. devrim bize ozgurluğumuzu verecekti ve biz oradan, toplumsal başkaldırıdan hareketle varacaktık kendi sularımıza.
belki cok genctik. kim bilir değil, kesinlikle cok yukluyduk, cok fazla ozlem yuklu. kor bir sevince kaptırmıştık kendimizi. ansızın ciceklenmişti butun sokaklar, kuşlar cıvıl cıvıldı icimizde. kış ortasında bahar. herkes oyle diyordu : devrimin ilkbaharı!..
hayatımızın en guzel kışıydı, oyle sanıyorduk. yaşlılar, gencler, politik bir guruba bağlı olanlar, olmayanlar, sağ ya da sol goruş sahipleri, herkes ama herkes bir birlik aldanışı icindeydi. ozgurluk ve demokrasi talep etmiştik ve talebimizin bir ruya olmaktan cıkacağı hic aklımıza gelmemişti o gunlerde. cok genctik. başarmış olmanın, zalimi devirmiş olmanın coşkusu yetiyordu bize. sonrası mı?... hep birlikte demokrasi icinde ozgurce yaşayacaktık. bunun ne buyuk gaflet, daha doğrusu, en buyuk bir aldanış olduğunu 1979 şubatı'nı takip eden ilk beş-altı ay icinde daha iyi anlayacaktık.
bugun tarih kitaplarında 1979 şubat devrimi, " islami devrimi " başlığı altında veriliyor. okullarda cocuklar devrimin solcular, ılımlı sağcılar ve insanın ozgurluğune inananlar tarafından değil de şeriat yanlısı muslumanlar tarafından yapıldığını okuyorlar. iktidarı ele geciren " tarihi yapan " olma hakkını da ele gecirmiş oluyor. tarih kitapları otekilerden hic soz etmiyor. oysa 1978'de jale meydanı'nda tank paletleri altında ezilenler, tahran universitesi onunde kurşunlananlar, evin zindanında uzun işkenceler sunucunda oldurulenler şeriatın yılmaz bekcileri değildi. sadece "gercek muslumanlar” değil hepimiz olduk; ozgurluk uğruna olmeyi goze alabilecek denli yurekli olan herkes.
korkunc bir kıyım bu. insanın fiziki yok edilişinden değil, devrim gibi toplumsal bir olayın gercekleşmesinde fonksiyon sahibi olanların tarihsel işlevlerinin yok sayılmasından soz ediyorum.
boyle bir terimin olup olmadığını bilmiyorum, oyle bir adlandırma yapmanın ne kadar doğru olduğunu da. ama 1979'da halk tarafından yapılan devrimden hemen sonra bir islami darbe yapıldı. bir askeri darbe kadar planlı ve şah’ın " beyaz devrimi'ne şapka cıkarttıracak denli ustaca bir " yeşil darbe ".
darbe mi, karşı devrim mi? karşı devrim demek belki daha doğru. yonetimin değişmesiyle sınırlı değildi cunku. butun hayatın kontrol edilmesini, insanların ozel yaşantılarına kadar uzanan bir ayrıntıda tum bir ilişkiler sisteminin değiştirilmesini amaclıyordu. mollalar sadece iktidarı devralmadılar; iktidarla birlikte 2500 yıllık devlet geleneğini de devraldılar. ve bu gelenek kendilerine bir gecede elli milyon insanı bir başka hayat tarzına alıştıramayacaklarını, değiştirmek icin kucuk tavizler elde etmeleri gerektiğini soyluyordu.
tavizler... onemsiz gibi gozuken kucuk tavizler. her şey " bunu kabul etsem ne olur ki " denilerek verilen tavizlerle başladı. bir farkında olmasak bile onlar bu onemsiz gibi gozuken kucuk tavizlerin nasıl bir alışkanlık yaratacağını biliyorlardı. oyle ki her bir taviz diğerine eklenecek ve sonucta her şeyin cok eskiden beri oyle olduğuna inanan, itiraz etmeyi unutmuş insanlar alacaktır.
evet, her şey kucuk ve onemsiz gibi gorunen o tavizleri vermekle başladı. 1979 şubat'ının uzerinden yedi ay gecmiş, okullar acılmıştı. ozel okulların hepsi kapatılmış, kız ve erkek oğrenciler ayrı okullara alınmıştı. değişikliğin bununla sınırlı olacağını sanıyorduk; değilmiş. ceket ve etekten oluşan eski uniformalarımızla gitmiştik okula. kapıda iki kadın devrim muhafızı bekliyordu. başortu takmamız gerektiğini, yarın başortusuz gerdiğimiz takdirde okula alınmayacağımızı soylediler. neyle karşılaştığını anlamamanın, nasıl bir tepki gostereceğini bilmemenin şaşkınlığıyla gulmeye başladık. oğrenciler, hocalar hepimiz guluyorduk. gulduk ama istenileni de yaptık. onemsizdi cunku, komikti.
sabah kapıda devrim muhafızı kadınlarla karşılaştığımızda buruş buruş mendillerimizi cantamızdan cıkarıp, onların gozlerine baka baka alay edercesine bir guluşle başımıza takıyorduk. onlar gulmuyordu. cunku o kucuk tavizin bize ne kaybettirdiğini, kendilerine ise ne kazandırdığını en başından beri biliyorlardı. cok genctik, isterse bir saat; başortuyu yanımıza aldığımız an har şeyin bittiğini bilemeyecek kadar genc.
evet, 1979 şubatı'nın ilk gunlerinden itibaren şeriat devleti isteyen bir " onlar " ve uc-beş ay sonra adil duzenin midesine indirileceğinden habersiz bir " biz " hep vardı. ve biz, mollaların rejimi hızla yerleşirken, tıpkı bahrengi'nin masalındaki gibi pelikan kuşunun torbasında hapis olduğu halde kendisini hÂl ırmakta sanan kucuk balıklar durumundaydık. tavizlerin bir turlu sonu gelmiyordu. artık bir islam cumhuriyeti vardı ve devlet, okula kayıt olurken, resmi dairelere girerken ya da yolda yururken bile birtakım kurallar dayatıyordu. kuran ve arapca dersleri zorunlu hale getirilmişti.
bir tarafta islamın insanı nasıl ozgurleştirdiğinden soz ediliyor, diğer taraftan da oğrenciler kırık disiplin notu almamak icin namaz kılmaya zorlanıyordu. islamın kurallarıyla celişen kitaplar ya sansurle yayımlanıyor ya da toplatılıyordu. şah'ın boğarak oldurttuğu bahrengi'nin kitapları once serbest bırakılıyor, sonra da yasaklanıyordu. konser salonları kapatılıyor, filmler tek tek sansurden geciriliyor. zindanlardan uzun kortejler eşliğinde cıkarılmalarının uzerinden henuz bir yıl gecmemişken bircok devrim onderi gıyaplarında idama mahkûm ediliyordu.
ve butun bunlar, gorunmez bir orumcek ağı gibi durmaksızın etrafımızı sarıyor. artık şiddet aracılığıyla korka yaymak gundemdeydi. butun totaliter rejimlere egemen olan " korku ve aldatma yoluyla yonetme " politikası artık iran islam cumhuriyeti icin de gecerliydi. sokaklar onlarındı . kendilerini islamın bekcileri olarak gorenler" emre be maruf ve nehye be monker " kuralını uygulamak icin her yerde hazır ve nazırdılar. islam kadına hicbir dinin vermediği ozgurluğu vermişti, ama ona ortunmeyi de emretmişti. ortunmeyene hakaret, ortunmeyene dayak, ortunmeyene jilet mustahaktı. devrimin ilk yıldonumunde gosterin arşiv filmlerinde artık bir tek başortusuz kadına bile rastlanmıyordu. hep başortu, hep kara carşaf... mollalar... pastarlar .. ne solculara rastlanıyordu film karelerinde film karelerinde ne de mucahitlere. sanki hic olmamışlardı, verilmiş vaatler gibi yavaş yavaş silinip goruntuleri.
" ozgurluğun baharı herkese kutlu olsun / kalemi ile kanı ile zulme karşı cıkan butun insanların ozgurluk baharı kutlu olsun
numayişin rengi değişmişti ve sokağın dili. birlik ve demokrasi vaatleri gibi birlikte soylenmiş marşlar da unutulmuştu. sokaklardan kovulan birlik ve ozgurluk goruntulerinin yerini tek tip insan insan almıştı ve şarkıların yerini tek tipleştirmenin marşı... "herkes" sozcuğu "iyi muslumanlar”la yer değiştirmişti. iran gunluk yaşamda arapca ağırlıklı sozler yaygınlaşırken, devlet televizyonunda yayımlanan marş kliplerinde şeriata uygun kadın ve erkek tipoloji olarak boy gosteriyordu. once psikolojik baskı, sonra fiziki şiddet. bu sıralama hic değişmedi. şeriata uygun giyinip davranmayan kadınlar sozel hakaretle kurtulduklarında kendilerini şanslı saydılar. iclerinde bekÂret kontrolunden gecirilenler de oldu, tırnakları ojeli diye pastaların sarı minibusleri icinde hazır bekletilen bocek dolu poşetlere elleri sokulanlar da...
diktatorluk rejimlerinde korku ve şiddetin uygulayıcıları genellikle resmi gorevlilerdir. ama islam da dine aykırı davranışlara mudahale etmek her muslumanın gorevi olduğu icin, gorevli sozcuğu potansiyel bir buyume dinamiğini surekli icinde taşır. bu, korkunun, daha tam bir deyişle korku yayıcısının cehresinin değişmesi anlamına gelir. sokaklar bir tehlikedir artık. sakallı erkekten ya da carşaflı bir kadından " mustehcen " giyindiğin gerekcesiyle gorduğun hakaret icin başvurabileceğin herhangi bir merci yoktur. sokaktan kovulmuşsundur. bir sure sonra evinin de -her sığınak gibi- durumu zorunlu bir kabullenişten ibaret olduğunu anlarsın. komşuların tarafından ihbar edilebileceğin korkusuyla ne ozgurce dolaşabilirsin evinde ne de istediğin muziği dinleyebilirsin. hayatın en ozel ve gorunmez yerlerine yonelik bu mudahale oylesine bir kuşatmayı icerir ki cıldıracağını hissedersin.
cıldırmadık. buyuk coğunluk, cıldırmakla sonuclanacak bir tepkidense uzlaşmayı tercih etti. her gecen gun biraz daha eksildik. insan ister istemez nerede hata yaptık diye soruyor kendi kendine. her şey daha farklı olabilir miydi ? kim bilir, belki ?
devrimden hemen sonra " islam cumhuriyeti'ne evet mi, hayır mı ? "ikilemiyle sunulan referanduma verilen " evet " yanıtının, tavizlerin yasal bir zorunluluk altında organize edilmesine hizmet edeceğini bilseydik eğer...
yuzyılların alışkanlığı anlamına da gelen verili değer yargılarının "islam" sozcuğu ile başlayan bir cumhuriyete hayır diyememek gibi bir koşullanma yarattığını ve soz konusu koşullanmanın etkisiyle verilen her evet oyunun bir sure sonra kadınların şehir mezarlığında zina sucuyla taşlanmasına onay vermek anlamına geleceğini bilseydik eğer…
islam ve demokrasi... bunun buyuk bir yalan olduğunu; amacları olan şeriat devletine ulaşmak icin her yolu mubah goren şeriatcılarla ittifakın intihar anlamına geleceğini bilseydik eğer...
ve eğer onumuzde ders alabileceğimiz bir iran ve cezayir orneği olsaydı, kimbilir belki de her daha farklı olurdu.
humeyni... rafsancani.. mameney.. oysa hayyam'ın, bahrengi'nin ve furuğ'un ulkesiydi iran. ve bizler, en buyuk duşu, balıkcının attığı ağı arkadaşlarıyla birlikte denizin dibine olan kucuk kara balıklardık.
ilk kırkıncı gunun uzerinden 15 yıl gecti. soğuk mevsimin gectiğine inandırmaya calışıyorlar bizi. ama biliyorum: soğuk mevsimin başlangıcındayız hÂlÂ?
ve orada, onbirbindokuzyuzdoksandokuz kucuk balığın yuvalarında uykuya cekildikleri bir ulkede bir kucuk kırmızı balığın gozunu kırpmadan denizi duşunduğunu bilmek beni rahatlatıyor.
................
Ne olur turbana sarınıp dolaşan kardeşlerimiz gidip İran, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, neresi olursa, bir "İslam" ulkesine gidip orada kadınların ne halde odluğunu gorsunler. Oyle yaşamak istiyorlar mı bir kendilerine sorsunlar.. Burada oyle yaşamayacağız. Oyle yaşamamak icin herşeyi yapacağız. Ama ne olur gidip bir "İslam Devleti"nde kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu gorun. Turkiye'ye donunce toprağı opup once Allah'a, sonra Ataturk'e şukredeceksiniz. (Bunu bilerek boyle yazdım, cunku Ataturk'e şukretmekten bahsedince Ataturk'u Allah ile bir tuttuğumuz gibi salakca bir iddiayı one surenler oluyor. Şu kadarını soyleyeyim, her gece dua ederken şeriatcılara fırsat verme Allahım diye bitiyorum. Gercektne inanclı olan insan şeriatcı olamaz)
cumhuriyet kadınıyım ben
Kadınca0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kadınlar Kulübü
- Kadınca
- cumhuriyet kadınıyım ben