Tuğra, en kısa ve net anlamıyla Turklerin devlet işlerinde kullandıklar imzadır. Bu imza ile devlet işleri doner bu imza ile emirler yerine getirilirdi. Bu bakımdan da cumhuriyet donemine kadar, tuğra onemini korumuş ve hatta tuğra bir sanat haline getirilip padişaha uygun en guzel imza cıkartılmaya calışılmıştır. Matematiğin, sanatın ve siyasetin buluştuğu tuğralar maalesef araştırmacıların uzerine durmadıkları bir konu olarak kalmıştır. İnanıyoruz ki tuğra ve tuğracılık konusu hakkettiği yere kavuşacaktır ama biz once, tuğrayı en basit haliyle sizlere anlatmak istiyoruz.
Tuğra Turkcedir…
Tuğra Turkce bir kelimedir; sozcuğun aynı anlama gelen Arapcası “alamet” ya da “tevki”; Farscası ise “nişan” ’dır. Anadolu topraklarında kurulan Turk devletleri tuğraları icin yukarıda bahsi gecen dillerdeki sozcukleri kullanmışlardır; ozellikle Selcuklular, devlet dillerinin Farsca olması yuzunden bu terimlere daha cok aşinadır.
Neden Tuğraya İhtiyac Duyuldu?
İletişimin şimdiki kadar sık ve kolay olmadığı zamanlardan bahsediyoruz. Bu bakımdan ulke duzeni ve sahtekarlığın onlenmesi icin padişahlar cıkardıkları emirlere kendi imzalarını koyarlardı; bu, cıkarılan emirlerin onlara ait olduğunu gosterirdi. Boylelikle ulkede “padişah emri” adı altında kişilerin kendi yararlarına kullanacakları sahte emirler gezmezdi.
Tuğraları devletten sadece padişah yazardı ama daha sonra devlet sınırları genişledikce bu gorevi vezirler de şehzadeler de ustlenmeye başladı. Padişah tuğraları da onlarda bulunuyordu. Yalnız denetim kağıdın denetimi ile sağlanıyordu. Padişahlar beyaz tuğralı ahkam kağıtlara emirler yazıyordu, bu kağıtlar padişah savaşa gitmeden once sınırlı sayıda devlet yetkililerine verilir, buraya gereken emirler yazılır, gereken kişilere yollanırdı; daha sonra padişah İstanbul ’a dondukten sonra ahkam kağıtlarının ve emirlerin hesabı verilirdi. Bu şekilde emirlerin kontrolu sağlanırdı. Osmanlı, imparatorluk olunca emir yazma işi, vezirler, şehzadeler ve valiler tarafında da yapılmaya başlanınca bu uygulama ile emirlerin kontrolu sağlanmaya başlamıştır.
Tuğranın İceriği Nedir?
Tuğra, kişisel imzaydı; doğal olarak imzanın sahibinin olması gerekirdi. O donemde soy isim değil, baba adından kişileri tanıma durumu vardı. Bu bakımdan tuğrada padişahın ismi ve Arapca baba ismi soylemi yer alırdı. Orneğin Orhan Gazi ’nin tuğrasında : Osman bin Orhan yazar; yani Osman ’ın oğlu Orhan.
Orhan Gazi ’nin tuğrasında en basit şekilde imza atılmıştır ama ilerleyen zamanlarda bu imzaya “han”, “şan” lakapları ve “el muzaffer daima” duası eklenip zenginleştirilmiştir. Boylelikle kalabalıklaşan tuğra, bolumlere ayrılmak zorunda kalmıştır. Tuğranın bolumleri de şu şekildedir:
Kursu: Burada padişah ismi, padişahın babasının ismi ve yukarıda bahsettiğimiz , “her zaman zafer kazansın” anlamında “el muzaffer daima” duası eklenir. Bu kısma “sere” de denir.

Beyzalar: Kursuden sola doğru kavislenerek giden ic ice iki “Beyza” denen şekiller bulunur.

Uc tuğ: Kursuden yukarıya doğru uzanan elif harfleri vardır.

Uc zulfe : Tepeden sol aşağıya doğru kıvrılan uc adet zuluf vardır.
İslam Ulkelerinden Selcuklulara Kadar Tuğra Geleneği…
İslam ulkelerinde Divan-ı İnşa adıyla anılan ve bizim tuğra geleneğimize benzeyen durum soz konusuydu. Divan-i İnşa ’da da padişahın lakabı, padişahın adı ve dua kısmı vardı. Selcuklu Devleti ’nde ise bu makam Divan-ı Tuğra adıyla Tuğrul Bey zamanında kurulmuş gibi gorunuyor; ayrıca ilk tuğranın da Selcuklu paralarında da rastlanan ok ve yaydan oluşan, kendi soylarının yani Kınıkların bayraklarındaki damgalardan oluştuğu on gorulmektedir. Yalnız bunun somut kanıtları elimize ulaşmamıştır.
Yalnızca “sultan” yazan birkac adet Selcuklu tuğrasına rastlanmaktadır. Bu tuğranın İslam dunyasında kullanıla nişanların sadeleştirilmesine elde edildiğini duşunen tarihci ve araştırmacılar da vardır.
İşin ilginc yani Selcuklularda kullanılan tuğra ile Osmanlılar da kullanılan tuğra arasında pek bir ilişki yoktur. Selcukluların kullandıkları tuğra modelinin Eyyubilerden alındığı tahmin edilmektedir.
Osmanlılarda İlk Tuğra ve Tuğra Geleneği
Osmanlılar ’da tuğra geleneği 1324 yılında Orhan Gazi ile başlar. Osman Gazi ’nin tuğrasının varlığı bilinmemektedir.
Orhan Gazi ’nin tuğrası en sade en gosterişsiz tuğradır. Sadece “Orhan bin Osman” ifadesi yer almaktadır. Altta da gorduğunuz gibi kucuk bir beylik olan Osmanlı Beyliği ’nden beklenen sadeliktedir.
Orhon Gazi ’nin tuğrası 1348 yılında harflerle oynanarak biraz daha suslu hale getirilmiştir. I. Murad zamanında harflerin daha suslu yazılması geleneği devam etmiştir, tuğralara daha da ozenilmeye başlanmıştır.

Yıldırım Beyazıd zamanında artık guclu bir devlet olan Osmanlılar, tuğralarına “baba” yerine “han” ifadesi kullanılmaya başlanmıştır. Bu uygulama I.Mahmud doneminde şekil değiştirmiş, han ifadesi baba adı yerine değil direk donemin padişahı adına konmuştur.
II. Suleyman doneminde dua kısmı kesinlik kazanmıştır. II. Suleyman ’a kadar I. Murad dua kısmını “muzaffer daima”, Fatih Sultan Mehmet “el muzaffer daima” yazmıştır. Fatih ’ten sonra gelen padişahlar da Arapcadan gelen “el” ifadesi kullanılmış ama bu kullanım II. Suleyman zamanında netlik ve kesinlik kazanmıştır.
Yavuz Sultan Selim itibariyle “Şah” unvanı kullanılmaya başlanmıştır; Yavuz Sultan Selim zamanındaki tuğra iceriği şu şekildedir: “Selîm Şah b. BÂyezîd Han el-muzaffer dÂim”
Kanuni Sultan Suleyman zamanında ise aynı unvanlar baba icin de eklenmeye başlar : “Suleyman Şah b. Selîm Şah Han el-muzaffer dÂimÂ.”


Kanuni Sultan Suleyman ’ın kesinleştirdiği bu kullanım III. Mehmed dışında tahta gecen her padişah tarafından II. Mahmud donemine kadar kullanılmıştır.
Osmanlılarda Tuğra Sadece Padişah Tarafından mı Cekilirdi?
İlk zamanlarda, yani bir devlet teşkilatı yokken padişah ya da beyler kendi tuğralarını cekiyor olabilirdi ama Osmanlı bir devlet haline gelince tuğra cekme işini padişahın kendisinin yapması olanaksız hale geldi. Bu durumda, padişahın tuğrasını cekmekle ilgilenen ust duzey devlet gorevlileri vardı. Bu kişilere “nişancı”, “tuğrai”, “tevkii”, “muvakki” adı verilirdi. Tuğranın oğrenilmesine ve oğenim suresine de “meşk-i tuğra” denirdi. Meşk-i tuğra eğitiminden gectikten sonra tuğra cekmeyi oğrenenlere ve tuğra cekenlere “tuğrakeş” adı verilirdi. Bu meslek 1922 yılına kadar suregelmiştir.
Tuğra padişahın her fermanında olmak zorunda değildi. İstanbul icinde Divan-ı Humayun ’dan cıkmak şartı ile tuğrasız fermanlar cıkabilirdi ama taşrada yani İstanbul dışında tuğrasız ferman olamazdı.
Padişahların yanı sıra şehzadelerin, sadrazamların, vezirlerin de tuğra cekme yetkisi vardı ama bu ahkam kağıdı denilen ozel bir kağıt kullanmak zorundaydılar. Eğer padişah savaştaysa ahkam kağıdı sınırlı sayıda uretilir ve ahkam kağıdının miktarı emir yazan tarafından bir ust makama bildirilirdi. Ama sadrazamları ve vezirlerin coğalmasıyla Kemankeş Mustafa Paşa bu uygulamayı kaldırmıştır.
Tuğra dışında “pence” adı verilen muhurler de kullanılmaktaydı. Osmanlı eyaletlerindeki vezirler, uc beyleri, sancak beyleri, beylerbeyi emir cıkaracakları zaman imza yerine pence denilen muhru kullanırlardı.
Muhurden Sanata Donuşen Tuğralar…
Tuğra, Osmanlılar icin artık bir sanat olmaya başlamıştı. Tuğranın nasıl cekileceği, tuğrada kullanılacak renkler, varaklar ve hatta renk bile bu sanatın konusu olmaya başlamıştı. Orhan Gazi ’de kullanılan sade tuğra gitmiş yerine kuralları olan, gosterişli ve bir matematiği olan tuğralar işlenmeye başlamıştı.
Tuğralarda 16.yy ’da cok fazla gosteriş vardı ve bu gosteriş tuğraların matematiksel kusurlarını ortuyordu. Bir ara, tuğralar kadar cafcaflı o kadar gosterişli yapılmaya başlandı ki tuğra okunmaz hale geldi. Hele ki bir resmi andıran Arap harflerinin aşırı birleştirilmesi, cok fazla varak kullanılması gercekten de normal bir insanın okuyamayacağı tuğralar ortaya cıkardı ama bu varaklar, boyalar sayesinde de tuğranın yukarıda bahsedilen eksiklikleri kapatıldı. Nitekim 18.yy ’da tezhip sanatı kullanmadan oluşturulan tuğralar, sadece murekkeple yazılınca eksikliler anlaşılmıştır. Ve yine aynı yuzyılda fark edilen bu eksiklikleri gidermek icin calışmalar yapılmış tuğralara bir olcu getirilmiştir.
Tuğra sanatı ve duzenlenmesi konusunda adını en sık duyduğumuz sanatcı Mustafa Rakım Efendi ’dir. 19.yy ’da tuğradaki bu eksiklikleri gormuş ve bunu gidermek icin tuğraya bazı duzenlemeler getirmiştir. Bu duzenlemeleri dilimiz donduğunce anlatmaya calışalım:
1. Harflerin nasıl yazılacağını tek tek duzenlemiş, iyileştirmiştir. Bunu neden yaptığını şuan anlamak zor olabilir ama o donemin şartlarını duşunmek gerekiyor. O donemlerde murekkep ve kamış kalemle yazılar yazılıyordu. Kamış kalemi tutan kişinin tutuş yonunden murekkebi az ya da cok almasına kadar her şey harflerin kalınlık ve inceliklerini etkiliyordu. Mustafa Rakım Efendi yazı yazmada yani sulus dediğimiz sanatta tam bir usta olduğu icin tuğrandaki tum harfleri duzenledi. Boylelikle Mustafa Rakım Efendi kalemle tuğraya guzellik kattı. Bu guzelliği, sadece Mustafa Rakım Efendi ’nin kalem guzelliğidir. Bu yazı yazma yeteneği ile tuğra sussuz halde bile bir kalem guzelliğine sahipti.
2. Harfler arasındaki boşluğu belirlemiştir. Aynı zamanda bir ressam olan Mustafa Rakım Efendi kendi zamanına kadar suregelen harfleri rastgele istifleme geleneğine son vererek her harf arasına belli bir aralık koymuştur. Boylelikle tuğranın okunmasını kolaylaştırmıştır.
3. Tuğraları hafif sola eğik yazarak tuğraya hareket katmıştır.
4. Mustafa Rakım Efendi doneminde once tuğralar uzerinde aşırı sanat yapıldığı belliydi. O, tuğranın ilgili yerde bahsettiğimiz bolumlerini belli bir orana gore şekillendirmiştir.
Mustafa Rakım Efendi ’nin yukarıdaki değişikliklerinin tam ve mukemmel orneği II. Mahmud icin cekilen tuğradır. Ondan once de IV. Mustafa icin 1808 yılında cektiği tuğrada kendi tarzını yansıtmıştır. 1815 yılındaki II. Mahmud tuğrası, Topkapı Sarayı ’nın giriş kısmında yer almaktadır.
Osmanlılarda Tuğra Nerelerde Kullanılırdı?
Osmanlı Devletinde tuğralar kağıt ve madeni paralar uzerinde kullanılırdı. Bu uygulamanın yanı sıra 18.yy ’da taş kitabelerde de kullanılmaya başlanmıştır. Yalnız kitabe kullanımının daha eski bir uygulama olduğunu 1431 yılında Selanik ’te Yedikule Kalesi ’nin kapısı uzerinde bulunan II.Murad tuğralı kitabesinde goruyoruz. İstanbul sınırlarındaki ilk tuğralı kitabe ise Tophane-i Amire uzerindeki I. Mahmud ’a ait olan 1743 tarihli kitabedir.
Tuğralı kitabe uygulaması yeniden fethedilen bolgelere de konulmuştur. Mesela 1739 yılında yeniden Osmanlı idaresine giren Belgrad ’a I. Mahmud tuğralı kitabe dikilmiştir.
II. Mahmud doneminde tuğralar kitabeye bağlı kalmadan taşa işlenen şekilleriyle de ortaya cıkar. Kitabelerde de taşlarda da tuğranın yazı kısmı altın varakla kaplanıp tuğra zemini ordekbaşı yeşili, koyu mavi, vişnecuruğu ya da direk siyah renge boyanırdı.
İstanbul sınırları icinde az da olsa mozaik ile yapılan tuğralara da rastlanır. Bu tuğralar iki tanedir. Birisi Sultan Abdulmecid ’e ait olan Ayasofya Camii ’ndeki celi tuğrası (1849), diğeri ise Sultanahmet ’te bulunan Alman Ceşmesinin kubbesinde II. Abdulhamid ’e ait olan tuğra.
Osmanlı madeni paralarında tuğra kullanılırdı. Paranın bir yuzune paranın yapıldığı tarih ve zaman; bir yuzune de padişah tuğrası basılırdı. Halk arasında madeni paranın yazı olan kısmına “yazı”, padişah tuğrası olan kısma “tura” denmiştir. Gunumuzde de aynı adlandırma devam etmektedir.