Kapitalizm, ozel mulkiyete ve ozel teşebbuse dayanan ekonomik bir sistemdir. Bu sistemde ekonomik aktivitelerin hepsi değilse de cok buyuk bir kısmı kar amacı guden ozel bireyler ya da ozel kuruluşlar tarafından yurutulur. Uretimin aracları, orneğin ham madde, sermaye ve diğer gerekli araclar buyuk oranda bireyler tarafından sahiplenilir.
Kapitalizmde ekonominin bir kısmı kamuya ait olabilir. Hukumet kamu sağlığı ve guvenliği, rekabetin sağlanması ve cevrenin korunması gibi belli bazı duzenlemeleri ozel sektor uzerinde uygulayabilir. Ancak boyle duzenlemelerin genelde negatif sonucları olur. Kurallar genellikle bireylerin ve kurumların normal şartlarda gercekleştirmeyecekleri uygulamaları zorunlu tutar.
Kapitalizm altında ekonomik alışverişler kar amacı guden ozel bireyler veya firmalar arasında olur. Hem ozel mulkiyet fikri hem de kar amacı fikri aslında kapitalizm oncesinde prensipleri ekonomide uygulanmış pek cok doktrin veya dinin kurallarına aykırıdır. Ancak 1700 ’lerde, insanların ekonomik cıkarları dahil olmak uzere şahsi cıkarlarının peşinden gidebilme ozgurluklerinin olması gibi bazı argumanlar guclu bir şekilde ifade edilmiştir. 1714 ’de Bernard Mandeville (1670 – 1733) tarafından yazılan “Arıların Hikayesi” (The Fabe of the Bees) boylesi argumanlara bir ornektir. Mandeville ’nin oykusu, kendilerinin ne kadar bencil olduklarını anlayan ve bir reforma gitmeye ve diğerlerinin de iyiliğini duşunerek yaşamaya karar veren arıların bulunduğu bir arı kovanının hikayesidir. Ancak bu reform felaketle sonuclanır. Askerler, hizmetciler, tuccarlar, ve diğer pek cok arı kovandan atılır zira artık onların hizmetine ihtiyac yoktur. Aslında Mandeville kovanın aslında eski bencil ve kibirli haliyle cok daha iyi calıştığını anlatmaya calışmaktadır.
Toplumun tamamının iyiliğinin, insanların teker teker kendi cıkarlarının gozetebilmelerinden gectiği fikri on sekizinci yuzyılda liberal ekonomik duşuncenin temel taşı olmuştur. Bu yuzyılın ortasında bir gurup Fransız duşunur, fizyokratlar, bu fikri ekonomik teorilerine eklemlendirdiler. Merkantilizme karşı cıkarak gercek zenginliğin ne ticarette ne de imalatta olduğunu, zenginliğin temellerinin tarımsal uretim olduğunu iddia ederler. Dahası bu zenginliğin geliştirilmesinin ekonomiye mudahale edici duzenlemelerden ve kısıtlamalardan değil kısıtlanmayan ozgur girişimden gectiğini iddia ederler. Hukumetlere, ekonomik duzenleme ve kısıtlamaları kaldırmaları ve insanlara pazarda rekabet edebilmeleri icin serbest bırakmaları tavsiyesinde bulunurlar. Şu ifade fizyokratların fikirlerini ozetler: “Bırakınız yapsınlar, bırakınız gecsinler.” (laissez faire, laissez passer)
Laissez faire fikrinin en esaslı ve eskili savunması Adam Smith ‘in “Milletlerin Zenginliğinin Doğası ve Nedenleri Hakkında Araştırma” (1776) isimli calışmasıdır. Smith (1723 – 1790) İskocyalı bir ekonomist ve filozoftur. Merkantilizme ve monopoliye karşı duruşu hasebiyle fizyokratlarlarla aynı fikirdedir. Ona gore iktisadi rekabet uzerindeki herhangi bir kısıtlama, kamuya faydalı olmaktan cok uzak olduğu gibi, insanlardan sadece az bir kısmının, kısıt sayesinde fayda sağlayabilen azınlığın, cıkarlarına hizmet edecektir. Pek cok insan icin rekabetin engellenmesi, fiyatların yukselmesi ve kıtlığın artması demektir.
Bir care olarak, Smith, bireylerin pazarda serbestce rekabet edebilmelerini sağlayacak bir ekonomi politikasını onerir. Bu yalnızca herkese eşit fırsat tanıması sebebi ile en adil olan bir siyasa değil, aynı zamanda en verimli uygulama olacaktır. Cunku şahsi cıkardan başka (yani kar amacından başka)insanları diğer insanlar icin mal veya hizmet uretmeye motive edebilecek bir şey yoktur. Smit ’in de dediği gibi kasaplar ve fırıncılar hayırsever olduklarından dolayı bize yiyecek vermezler, kendi cıkarları olduğu icin bunu yaparlar. Kendimizi de, onların insanlığı uzerine duşunmeye değil, kendi cıkarlarını ne kadar duşunuyor oldukları uzerine kafa yormaya sevk etmeliyiz. Ona gore ekonomi uzerindeki kısıtlamalar, sınırlandırmalar ve ayrıcalıklar kaldırılırsa bu insanları kar etmek icin mal veya hizmet uretip satmaya teşvik eder. Kar edebilmek icin ureticiler rakiplerinden ya daha kaliteli ya da daha ucuz mallar uretmek zorundadırlar, aksi takdirde insanlar urunleri almayacaklardır. Serbest bırakılmış şahsi cıkarlar dolaylı olarak kamunun iyiliği icin calışacaktır cunku mallar daha fazla, daha kaliteli ve / veya daha ucuz olacaktır. Smit ’in tabiriyle sanki gorunmeyen bir el, kendi cıkarlarını duşunen rakiplerin, toplumun genelinin ortak cıkarlarına hizmet etmelerini sağlayacaktır.
Smith merkantilistlere karşı cıkarak ulkeler arasında serbest ticaretin olması gerektiğini savunmuştur. Eğer yabancı topraklarda insanlar istediğimiz bir mal veya hizmeti bizlere, aynı urunu veya hizmeti kendimiz urettiğimiz takdirde ortaya cıkacak maliyetten daha az bir maliyetle satmak istiyorsa, bu ticaretin gercekleşmesi gerekmektedir. Yurt dışından ithal edilen urunlere konulacak vergiler yurt icindeki uretimi destekliyor ve koruyor olabilir ancak bu aynı zamanda yerli tuketimci icin az sayıda, duşuk kalitede ve pahalı malların tuketilmesi zorunluluğu demek olduğundan buyuk bir maliyeti de beraberinde getirir. Bu nedenle ulkeler arasında barışcıl ve serbest ticaret uzun donemde insanlar icin en faydalı olandır.
Smith ’in bakış acısına gore iktisadi değişimlerde devletin fonksiyonu olabildiğince az olmalıdır. Ona gore devletin yalnızca uc temel gorevi vardır. Birincisi ulkeyi yabancı işgalinden korumak, ikincisi ozllikle ozel mulkiyet hakkını koruyarak adaleti ve duzeni sağlamak, ucuncusu de ozel girişimcilerin vermeyeceği veya veremeyeceği yollar, kopruler, kanallar, limanlar gibi, şimdilerde ekonomistlerin altyapı dedikleri ve iş faaliyetlerinin yurutulmesi icin gerekli olan unsurları ve halk icin eğitimi bir kamu hizmeti olarak sağlamaktır. Diğer butun sektorler icin en iyisi, kendi cıkarlarını duşunen girişimcilerin kar amacı guderek rekabet ettikleri serbest piyasaya bırakılmalarıdır. Rakipler kendi cıkarları doğrultusunda nasıl uygun goruyorlarsa o yonde hareket etmelidirler. Bu anlamda Smith ve diğer pek cok kapitalizm savunucusu liberal bir duruş sergilemişlerdir.
Modern dunyada uc ceşit kapitalizm gorulmektedir. Bunlar teşebbus kapitalizmi, sosyal kapitalizm ve kolektif kapitalizmdir. Teşebbus kapitalizmi daha cok Anglo - Amerikan ulkelerde gorulur ve saf kapitalizm olarak da nitelendirilir. Bu model dunyanın geri kalanında Amerika ’da ve İngiltere ’de olduğu kadar kabul gormez. Temelleri Adam Smith ’in fikirlerine cok yakın olan bu model Milton Fridman tarafından da guncellenmiştir. Sosyal kapitalizm ise orta ve batı Avrupa tarafından geliştirilmiş bir modeldir. Almanya doğum yeridir. Avusturya, Beneluks ulkeleri, İsvec, Fransa ve pek cok İskandinav ulkesinde bu model gorulur. Buyuk oranda Friedrich List (1789 – 1846) fikirlerine dayanmaktadır. Teşebbus kapitalizmine gore daha esnek ve pragmatik kurallara sahiplerdir. Orneğin List, yeni doğan endustrilerin devlet tarafından yurt dışı rekabetten korunması gerekebileceğini soyler. Bu nedenle devletin ekonomiye mudahalesi bazen faydalı olabilir. Bu modelin ana teması pazarın toplumsal oluşudur. Bu pazardaki rekabet disiplinini, toplumun birliği ve dayanışması icin gerekli ihtiyaclarla kaynaştırılmasıdır. Son olarak kolektif kapitalizmin ana vatanı ikinci dunya savaşı sonrası Japonya ’dır. Cinin de dahil olduğu Doğu Asya Kaplanlarının benimsediği bu model iş birliğine dayalı uzun donem ilişkilere vurgu yapar. Bu ekonomiyi cansız bir fiyat mekanizmasına değil ilişkisel Pazar denilen bir mekanizmaya bırakmayı ongormekten gecer. Orneğin Japonya ’da sermaye ve finans sektoru cok yakın ilişki ve ortaklılar icerisindedirler. Bu nedenle yatırımlarını uzun donemli yapabilme ve buyuk karlar gozetebilme yeteneğine sahiptirler. Bu ve bunu gibi bağlantılar, ilişkiler ve ortaklıklar ekonomiye bir ceşit istikrar sağlar.