Mimar Sinan, sadece Osmanlı mimarisinin değil, aynı zamanda Osmanlı şehir yapılanmasının ve şehir planlamasının onemli bir devresini tek başına temsil eden deyim yerindeyse bir sanatcıdır. Ayrıca her araştırmacının kabul edip ozenle uzerinde durduğu mimari bir dehaya sahiptir. Batının “Turk Michelangelo” olarak nitelendirdiği bu deha, Osmanlı Devletinde Mimarbaşılık yapmış ve aslında boylelikle kendi devir ve mesleğinde olabileceği en ust makama ulaşmıştır.

Peki nedir Mimar Sinan ’ı bu kadar değerli kılan? Tarihcilerin onun hakkında bir kutuphane dolusu kitap ve makale yazacağı kadar onu onemli hale getiren? Mimar Sinan bir devrim mi yarattı yoksa Osmanlı mimarisini baştan mı yarattı? Tum sorulara dilimiz donduğunce cevap vereceğiz ama tum bu sorulardan once bu dehanın yaşamını kısaca inceleyelim…
Mimar Sinan ’ın Hayatı
Sinan ’ın hakkında birbiriyle celişen cok sayıda bilgi bulunmaktadır. Bu bilgiler, dedikodu ve efsanelerin de karışması ile ilim adamlarının gerceğe ulaşmalarını zorlaştırmıştır. Ustelik Mimar Sinan ’ın yazması beklenen taslak halinde kalmış uc eserin tamamlanmamış olması buyuk sıkıntıdır. Lakin Mimar Sinan ’ın devlet kayıtlarında olması ve en yakın arkadaşının bir şair olması işi biraz olsun kolaylaştırmaktadır.
Mimar Sinan ’ın hayatı ile ilgili en ayrıntılı ve geniş bilgileri yukarıda bahsettiğimiz en yakın arkadaşı olan Sai Mustafa Celebi ’den alıyoruz. Sai Mustafa Celebi'nin yazdığı Tezkiretu ’l-bunyan' da (1586 – 87) Mimar Sinan ’ın kendi ağzından anlattığı hayat hikayesi ve yaptığı eserlerin bir listesi bulunur.
Mimar Sinan kendisini şu şekilde tanıtır: “Bu hakir, Sultan Selim HÂn-ı Evvel ’in gulistÂn-ı saltanatının devşirmesi olup Kayseriye sancağında ibtid oğlan devşirmek ol zamanda vÂki olmuştur.”
Yavuz Sultan Zamanı ve Mimar Sinan
Mimar Sinan ’ın kendi ağzından verdiği bu bilgilere gore o bir devşirme idi. Dikkat ceken nokta ise onun, o zamanlar Anadolu ’nun bir parcası olan Kayseri ’den olduğunu soylemesi; ama bu devşirme olması ile celişen bir bilgi cunku biz devşirmelerin Rumeli ’nden gelme oldukları bilgisine aşinayız. Bu muammayı cozmek icin Yavuz Sultan Selim Han zamanındaki kanunlara bir goz atmak gerekir. Selim Han zamanında, sadece Rum diyarından devşirme alma sistemi kaldırılmış Anadolu ’dan da devşirme alınabileceği uygulaması yururluğe konmuştur. Bu bakımdan Mimar Sinan ’ın Kayseri ’den devşirme olabilmesi mumkundur. Ayrıca Mimar Sinan, bu bilgiyi sadece adı gecen eserde vermez, kendisine ait olan bir şiirde de devşirme olduğunu tekrarlar: “Anın devşirmesiyem ben kemîne / Aceb lutf eylemiştir bu hazîne.” Butun bilgiler de Mimar Sinan ’ın Rum ya da Acem olmadığını kanıtlar. Mimar Sinan, Kayserili Hıristiyan bir ailenin evladıdır ve devşirme sisteminde yetişmiştir. Ayrıca o zamanlar Kayseri ’nin Acem ’den Arap ’a Moğol ’dan Suryani ’ye kadar pek cok etnik ve dini Osmanlı vatandaşına yurt olduğu kaynaklarda gecmektedir. Eklemek gerekir ki koku Anadolu ’ya dayanan Mimar Sinan, bir donme değil, gorulduğu uzere bir devşirmedir.
Mimar Sinan, devşirme olduktan sonra uzun sure Kayseri ’de bulunan ailesiyle yazışmıştır. Bu belgeler de onun Kayseri ’nin Ağırnas yoresinden olduğunun kanıtıdır. Yani Mimar Sinan, Kayserili bir devşirmedir.
Mimar Sinan, devşirme sisteminin bir parcası olduğuna gore onun Musluman bir aileye verilmesi gerekirdi ama maalesef tarihi kayıtlarda Mimar Sinan ’ın bir aileye verildiği bilgisi gecmiyor.( Devşirme sisteminde Hıristiyan cocukların İslam ’ı ve Turkceyi oğretmek icin Turk ve Musluman bir ailenin yanına yerleştirilmesi adeti vardı.) Ayrıca Mimar Sinan ’ın pek kucuk yaşta Turkce şiirler yazdığı da gorulmektedir. Tum bu bilgiler ışığında Mimar Sinan ’ın ailesinin Turkleşmiş bir Bizans Ortodoks ailesinin bir ferdi olabileceği duşuncesi hakimdir. Ayrıca bu veriler ışığında Mimar Sinan ’ın Karamanlı cemaatine yakın ya da bu topluluğun bir uyesi olduğu duşunulmektedir.
Askerlikten Mimarlığa Uzun Soluklu Bir Yolculuk…
Mimar Sinan ’ın İstanbul ’a gelişiyle onun doğum tarihinin 1491 yılına cekilmiştir. Olumunun ise 1588 yılında olduğu kesin olarak bilindiğine gore Mimar Sinan tam 97yıllık bir omur surmuştur. Bu uzun soluklu omurde tek mesleği mimarlık olmamış ama başarısını ve adının bu zamanlara kadar taşınması onun mimarlık yeteneği ile hasıl olmuştur.
Mimar Sinan ’ın yirmi iki yaşında İstanbul ’a geldiği kaynaklarda yazıyor ama o once askerdi; onun mimar olması tam 27 yıl sonra, o 48 yaşındayken gercekleşti.
Mimar Sinan ’ın Mimarlığa İlk Adımları
Mimar Sinan askerken Kanuni Sultan Suleyman ’ın 1521 ’de Belgrad seferine ve 1522 ’de Rodos seferine katıldığı bilinmektedir. Bu seferlerde onceleri yeniceri piyadesiyken yaptığı hizmetler ile atlı sekbanlar arasındaki yerini almış olan Sinan, daha sonra katıldığı Mohac Savaşı ’nda acemi oğlanların yayabaşılığı gorevini yapmıştır. Askerlik alanında gosterdiği cabalar dikkat cekmiş ve 1524 Irakeyn Seferindeki olağanustu cabası Lutfu Paşa ’nın dikkatini cekmiş. Artık bu tarih onun hayatının donum noktası olmuş cunku Lutfu Paşa ona bir kadırga yani savaş gemisi yapmasını istemiştir. O da Tatvan ’da bu kadırgayı yaparak kadırgayı silahlarla donatmış ve Safeviler uzerine keşif turu yapmıştır. Ustelik geminin başında da kendisi durmuştur. Bu kadırga meselesi onun bizzat kendi anlatımıdır. Yine kendi anlatımına gore 1538 yılındaki Boğdan Seferinde Prut Nehri uzerine askerlerin savaş muhimmatının gecebileceği bir kopruye gereksinim duyulmuş ve Sinan, Lutfu Paşa ’nın tavsiyesi ile bu işi yapması icin gorevlendirilmiş. Mimar Sinan, ahşap olarak yapar bu kopruyu ve tam 13 gunde kopruyu teslim eder. Ustelik kopruden askerler ve kilolarca ağırlığında savaş muhimmatları gecerken kopru gıcırdamaz bile. Bu efsanelere konu olarak başarısı ile Lutfi Paşa ’nın dikkatini iyice cezbetmiştir. Yalnız Lutfi Paşa, bu koprunun korunması icin bir kule yapılmasını ister ama Sinan bu fikre karşı gelir. Hatta aralarında tartışma bile yaşanır. Bu tartışmanın, tum başarısını golgeleyeceğinden şuphe duyan Sinan, oldukca endişelenmiştir. Lakin bu durum Lutfu Paşa ’nın hoşuna gitmiş ve “Acem Alisi” diye adlandırılan mimarbaşı hayatını kaybedince yerine Mimar Sinan mimarbaşılık gorevine 1537 yılında getirilmiştir.
Sinan ’ın Mimarlık Aşaması…
1537 yılından sonra yapıların projelerinde kendi imzasını gormeye başlarız.48 yaşında mimarbaşı olan Sinan, bu aşamadan sonra evveliyattan beri istediği mimarlık yaşamını 2 aşamada değerlendirilir.
1. Cıraklık Aşaması: 1548 yılında Şehzade Camii ’ni yapar ve bu onun cıraklık eseridir. Bu şekilde de ilk buyuk sultan camisini tamamlamış olur. Bu kulliye Kanuni Sultan Suleyman ’ın olen oğlu icindir ve bu yapıyı Mimar Sinan 54 yaşındayken yapmaya başlamıştır.
2. Kalfalık Aşaması : Şehzade Camii ’nin tamamlanmasından ardından Kanuni Sultan Suleyman kendi adına bir kulliye yapmasını ister ve 1557 yılında Osmanlı İmparatorluğunun en gorkemli kulliyesi olan Suleymaniye meydana cıkar. Bu eser tamamladığında Mimar Sinan 83 yaşındaydı ve “koca” adıyla biliniyordu.
Mimar Sinan, bu yapıtı tamamladıktan sonra 1584 yılında hacca gider; yerine ise vekil olarak Mehmed Subaşı ’nı bırakır. Hac donuşunde 100 yaşına yaklaştığı bilinen Mimar Sinan, işine kaldığı yerden devam eder.
1588 yılında vefat eden Mimar Sinan, Suleymaniye Kulliyesi ’ne gomulur. Mezar taşındaki yazılar ise can dostu Sai Mustafa Celebi ’ye aittir. Kendi adına yapılan vakfiyede karısının o hayattayken olduğu, oğlu Mehmed ’in şehit duştuğu ayrıca iki kızının ve iki torununun var olduğu bilgisi verilir. Olumuyle 30.000 akcelik bir miras bıraktığı bilgisi de kaynaklarda yer almaktadır.
Mimar Sinan ve Sinan Ekolu / Sinan Okulu
Mimar Sinan ’ın hayatı boyunca yaptığı eserlerin sayısı en az 350 en fazla 452 olarak verilir ama elbette omru yuzyıl suren bir adamın verdiği eser sayısı duşundurucudur. Bu durum ilim adamlarının Mimar Sinan ’ın o zamanın ulaşım şartlarına ve devletin sınırlarının buyukluğune gore her yapıyı tek tek ziyaret etmediği, her yapının uzerine tek tek duşunmediği fikrini geliştirmiştir. Osmanlı imparatorluğunun her koşesinde hemen hemen aynı yapılar gorulduğune gore merkezi bir sistemin var olduğu mimarbaşının proje yaparak o projeyi yapacak ustaları ve kalfaları o bolgeye yerleştirdiği tahmin ediliyor. Aksi taktirde mimarbaşının her projenin başında durmasına donemin şartları elverişli değildi. Muhtemelen Sinan da, sultanların istekleri dışında her projenin yapılış aşamasında yer almamıştır. Bu bakımdan yukarıda verilen yapı sayıları Mimar Sinan ’ın projesini cizdiği ve kendi elemanları ile yaptırdığı mimari yapılar olmalıdır. Aksi taktirde bir insanın hele ki klasik mimariyle uğraşan bir insanın yapabileceği eser sayısı bu kadar fazla olamaz.
Mimar Sinan ’ın Diğer Osmanlı Mimarlarından Farkı
Mimar Sinan oncelikle bir ekol oluşturmuş ve kendisinden sonra gelen mimarları kendi cizgisine doğru cezbetmiştir. Bu bakımdan Osmanlı mimarisinde Sinan ’dan once ve Sinan ’dan sonra durumu goze carpar.
Bir yandan geleneksel yontemleri takip eden Sinan, bir yandan da Osmanlı Mimarisinin mimarisini bircok alandan değiştirmiştir. Onun mimarlık sisteminin koku maziye dayanan ve geleceğe kanat acan bir sistemdir.
Mimar Sinan Doğu ve Batı mimarisi alanında oldukca fazla bilgiye sahipti. Bu durum muhtemelen onun askerken hem doğudaki hem de batıdaki seferlere katılmasından kaynaklandı. Bu şekilde aslında tam bir sentez yaparak Kuran ruhuna uygun camiler vermeyi başardı.
Mimari tarz denildiğinde…
Mimari uslup ya da tarz denildiğinde her milletin kendini tanıtan mimari eserleri akla gelir; Osmanlı mimarisi de genelde camileri ile unludur. Elbette kervansaray, mescid, kopru, turbe gibi yapılar da Osmanlı mimarisinin guzel ornekleridir ama her turlu yeniliğin denendiği camii mimarisi, bizim inceleme alanımıza daha uygundur.
Mimar Sinan ’ın mimari uslubuna “iskelet mimarisi” denebilir. Buna gore Sinan ’ın yapıları, daha sade ve yalın ama bir olcude daha kullanışlıdır. Bu zamana kadar cami pencereleri duvarların “mekanı sınırlandırma” işlemine katkı sağlarken Mimar Sinan ’ın camilerinde pencereler oldukca fazladır. Bu bakımdan loş camii ozelliği - ki bu ozellik İran ve Bizans mimarisinde gecerliydi- Mimar Sinan okulu ile aydınlık camii ozelliğine devşirmiştir. Aslen amac, guneşin mekanda en uzun ve en bol şekilde kalmasıdır. Bu bakımdan da artık duvarlar mekanı sınırlandıran bir yapı olmaktan cıkıp mekanla ozdeşleşmiştir.
Mimar Sinan ile birlikte sert ve koşeli yapılar gitmiş yerine gozu yormayan yayvan yapılar geliştirilmiştir. Ayrıca eskiden kubbe onemliyken Sinan ile birlikte kubbeyi oluşturan buyuk ya da kucuk her yapı onemli ve ozel bir hale gelmiştir.
Mimar Sinan sivil mimariyi revaklar yardımıyla camilere taşımış ve bu mimari cok sevilerek daha sonra onun oğrencileri tarafından devam ettirilmiştir. Aslen evlerde kullanılan revakların cami mimarisine girmesi ile resmi ve sivil mimari karıştırılmış; yeni bir sentez doğmuştur.
Kubbe ile ana yapının buluşma noktası Mimar Sinan ’dan onceki mimarları epey zorlamıştır. Değişik bakış acıları ile daha estetik bir goruntu oluşturma cabaları surmuş ama hicbiri Mimar Sinan ’ın cozumu kadar etkili ve daimi olmamıştır. Sinan, tek kubbeli yapılarda kubbeyi girişin sağına, cift kubbeli yapılarda ise kubbeyi girişin sağına ve soluna yerleştirmiştir. Bu uygulama bugunku camii yapılarında dahi kullanılır hale gelmiştir.
Kubbe – mekan ilişkisi Mimar Sinan tarzında onemli bir yer tutar. Turk mimarisinin oteden beri kullandığı kubbeler, Turk – İslam mimarisinin mihenk taşlarından sayılır. İstanbul yapılarındaki Bizans mimarisinde kuleye yakın yapılar ile Turk mimarisindeki kubbe goruntusu kesinlikte aynı değildir. Bizans, Ayasofya ’da kubbe yapısına yakın bir yapı kullanmış ama bu yapı daha sonra kuleye yaklaşan ve kavislenmeden direk yukarı cıkan bir kule goruntusu almıştır. Ayasofya belki de Sinan icin bir sınır olmuş ve Mimar Sinan, yaptığı camilerle Ayasofya ’nın kat be kat ustune cıkmayı başarmıştır.
Mimar Sinan ’ın yaptığı yapıları ancak kendi gozumuzle gorduğumuzde ve başka tarihi yapılarla karşılaştırma fırsatı bulduğumuzda daha iyi anlaşılıyor. Biz bu mimari yapıları bir mimar gozu ile değil, bu yerleri ziyaret etmiş birisi gozu ile yazdık. Elbette icinde mimari acıdan cok fazla acık olacaktır ama mimar olmayan birisinin bile bu kadar buyuk farklar bulabildiği Mimar Sinan yapıları, rahatlıkla Osmanlı klasik mimarisi icine dahil edilebilir.
Osmanlı devrinde gerek Mimar Sinan ’ın eğitiminden gecmiş, gerek Mimar Sinan ’dan ayrı bir şekilde gelişmiş Mimar Sinan ayarında pek cok mimar bulunmaktadır. Bu mimarlardan Davud Ağa ve Sedefkar Ağa ’yı tanımaktayız ama elbette niceleri, bu muhteşem yapılara alın terlerini dokmuşlerdir.