Kureselleşme, dunyanın tek bir mekan olarak algılanabilecek olcude sıkışıp kuculmesi anlamına gelen bir sureci ifade etmektedir.
Bir başka ifadeyle dunyanın 'tek bir yer' olarak algılanması yonundeki bilinc artışı olarak anlatılabilmektedir. Bununla birlikte kureselleşmenin, sonucta tek bir dunya yaratmaya yol acmadığını, birleştirici olmanın yanında yıkıcı olduğunu, butunleştirici olmakla beraber parcalayıcı nitelikler taşıdığını, boylelikle celişkili bir surec olduğunu belirtmekte yarar vardır.
Kureselleşme bir yandan devletleri donuştururken, bireyleri de donuşturmektedir. Devletler birbirine benzer daha doğrusu evrensel kabul edilen değerleri benimsemeye teşvik edilirken, bireyler de yaşam bicimleri, tuketim alışkanlıkları ve beklentileri ile belli bir kulture olan aidiyetlerinden kopartılarak, kureselleşmenin tek bir mekan haline getirdiği dunya koyunun bireyleri haline getirilmektedir.
Kureselleşme kavramı farklı şekillerde kullanılmaktadır. Kimilerine gore kureselleşme, sanayileşmenin başlangıcına kadar giden bir gelişmeyi ifade etmekte olup; bu bağlamda bir 'durumu' değil bir sureci ifade etmektedir. Nitekim, buyuk sanayileşmiş devletlerin oluşturduğu OECD (Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Orgutu)'ye gore kureselleşme, değişik ulkelerdeki piyasaların ve uretimin, urun ve hizmet sunumlarıyla ve sermaye ve teknolojinin hareketliliği yoluyla surekli birbirine bağımlı hale geldiği bir sureci anlatmaktadır. Ayrıca kureselleşme, bugune kadar gecerli olan mekan ve zaman sınırlarının ekonomik anlamda kalkmasıyla dunyamızın kuculmesini de anlatan bir kavram olmuştur ve bu surecin kapsamlı ve oldukca onemli etkileri olduğu belirtilmektedir.
Kureselleşme ozelikle 21. yuzyılın başından itibaren ulkeleri ve toplumları derinden etkileyen bir olay olarak karşımızda durmaktadır. Kureselleşme ile birlikte dunyamız klasik deyimle kuculmuş adeta bir koy haline gelmiştir. Teknoloji, bilişim ve iletişim alanında yaşanan hızlı gelişmelerin onculuğunde kureselleşme, siyasetten ekonomiye, sosyal yaşamdan yonetime kadar insan ve toplum yaşamının her bolumunu etkisi altına almış gorunmektedir. Kureselleşme ile birlikte uluslar arası orgutlenmelerin onemi daha da arttığı gibi, kamu yonetiminde de yonetişim kavramı ve yerelleşme on plana cıkmıştır. Bu surec sonunda ortaya cıkacak olan tabloda gorunen; merkezi devletin yetkilerinin bir bolumunu uluslar arası orgutlere bırakırken, bir kısmını da yerel yonetimlere devretmesidir. Boylece 'kureselleşme' sureci paralelinde 'yerelleşme' surecini de desteklemiş olmaktadır
Sunumumuzda oncelikle kureselleşmenin ne olduğu uzerinde durulacak, daha sonrada kureselleşmenin kamu yonetimi uzerindeki etkileri ve kureselleşme ile birlikte onem kazanan yonetişim ve yerelleşme olgusu acıklanmaya calışılacaktır.


“Bilgi toplumu” veya “sanayi-otesi donuşum” diye isimlendireceğimiz bu cağ da beraberinde karmaşık ekonomik ve sosyal yapıların dinamik oluşumlarını gundeme getirmektedir.Endustri devriminden aşağı yukarı yuz sene sonra sanayi devriminin getirdiği nimetlere ve yarattığı sorunlara işaret edilirken şoyle deniyordu: “zamanların en iyisiydi, zamanların en kotusuydu; aydınlığın mevsimiydi, karanlığın mevsimiydi;umudun baharıydı,umutsuzluğun kışıydı”.
Kavram olarak “kuresel” (global) sozcuğunun kokeni, 400 yıl oncesine gitse bile, “kureselleşme” (globalization), oldukca yenidir. İlk olarak 1960 ’larda ortaya cıkan kureselleşme kavramı, 1980 ’lerde ise sıkca kullanılmaya başlanmıştır. 1990 ’lara gelindiğinde de, bilim adamlarının onemini kabul ettiği anahtar bir sozcuk haline gelmiştir (Lubers).
Gunumuzde kureselleşme konusunda cok geniş bir literatur oluşmuştur; ancak sosyal bilimlerin bir cok alanında gorulduğu şekilde, kureselleşmeye ilişkin birbirinden tumuyle farklı yaklaşımlar ortaya cıkmıştır. Bir diğer ifade ile kureselleşme konusunda, gerek teorisyenler, gerekse uygulamacılar arasında uzlaşmadan bahsetmek mumkun değildir. Cunku kureselleşmeden kazananlar olduğu kadar, kaybedenler de mevcuttur

II - KURESELLEŞME
Toplum siyaset ve yonetim bilimlerinde son onyıl icinde ve en cok kullanılan sozcuklerin başında kureselleşme geliyor.Kureselleşme ile gercekte, yeryuzundeki farklı yorelerin, haklkların , ideolojilerin ve ekonomik sistemlerin birbirlerine yakınlaşması , bir butunleşme surecine girmiş olmaları anlatılmak isteniyor.
Dunyanın tek olduğuna ilşkin değerlendirmelerin yeni olmadığını biliyoruz.1970 ’li yılların başında Réne Dubos gibi cevreciler “Tek bir dunyamız var”( only one earth ) gibi savsozlerle , dunyanın birliğine, cevre değerlerinin kureselleşmeyi ozendirici etkisine dikkati cekiyorlardı.İnsanlığı barındıran yerkureyi, bir uzay aracına (spaceship earth) benzeten yaklaşımlara gore , kirlenmenin onlenmesi , biyolojik ceşitliliğin guvence altına alınması , doğal kaynakların korunması ve iklim değişmelerinin olumsuz sonuclarının giderilmesi gibi kaygılar insanları birleşmeye, kardeş olmaya zorlayan başlıca nedenlerdi.Ote yandan iletişim alanındaki ilerlemeler , bir başka deyişle , bilimsel ve teknolojik devrim de dunya ekonomisinin kureselleşmesi doğrultusunda onemli katkılar yapmıştır.Kureselleşme surecini sosyo-kulturel ve siyasal alanda coğulculuğun , renkliliğin ve coksesliliğin bir anlatımı olarak tanımlayanlar da olmuştur.
Kureselleşme, ya da yabancı terminoloji ile, "globalleşme" biri siyasal, biri ekonomik biri de kulturel olarak uc boyutu olan bir kavramdır.Bu durum, bir anlamda Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, dunyanın tek kutuplu hale gelmesini de belirtmektedir.Kureselleşmenin ekonomik ayağı, uluslararası sermayenin egemenliğine işaret etmektedir. Bu egemenlik, butun ulkeleri, orneğin, Birleşik Amerika'yı da aşan bir bicimde gelişmiştir. Kendi mantığı icinde, sermaye ve onun simgesi olan marka bazında dunyayı, tuketiciyi ve tum insanları yonlendirmektedir. Ekonomik olarak uluslararası sermayenin egemenliği bir yandan, gunluk yaşam acısından dunyayı "birornekleştirirken" ote yandan, ekonomik verimliliğin, yani uretim verimliliğinin, dunya ekonomisindeki en belirleyici olcut olarak ortaya cıkmasına yol acmıştır.
Kureselleşme bugunun Avrupa ’sını derinden etkileyen cağdaş akımlardan biridir.Batı Avrupa , yuzyıllar boyunca dunyanın merkezi olma ozelliğini korumuştur.Bununla birlikte 1950 – 1980 arasındaki donemde butun dunyada somurgeciliğin son bulması ile birlikte,yeni yeni ekonomik, sosyo - kulturel ve siyasal birimler ortaya cıkmıştır.
Kureselleşme , devletlerarası kuruluşlar oluşturarak siyasal yonden orgutlenmeyi de gundemine almıştır.Ulusal devletler , uluslararası kuruluşların catısı altında , egemenliğin kendilerine sağladığı haklardan bir bolumunu ust duzeydeki orgutlere bırakmaktadırlar .Avrupa ’nın bir butun olarak yeniden yapılanması olgusuna , bu geniş acıdan bakmak daha doğru olur.Avrupa ’yı butunleştirme idealinin 2.Dunya Savaşı oncesine kadar uzayan , oldukca uzun bir gecmişi vardır.Genel olarak dunyanın, ozel olarak da Avrupa ulkelerinin icinde bulundukları koşullar, Orta ve Doğu Avrupa ulkelerinin de katılmasıyla daha geniş ve butunleşmiş bir Avrupa idealinin gercekleştirilmesine ivme kazandırmıştır.Berlin Duvarı ’nın yıkılması, komunist rejimlerin cokmesi, 1980 ’li yıllarda butun Avrupa ulkelerinin karşılaştıkları ekonomik bunalım, Maastrich Antlaşması ’nın imzalanması ve Orta ve Doğu Avrupa ’da ayrılıkcı ve ulusal akımların yeniden canlanması ; Avrupa ’da hem ulusal , hem de uluslararası kurumsal yapıların yeniden gozden gecirilmesini zorunlu kılmıştır.
Dunya sisteminin ayakta kalabilmesinin ve kureselleşme surecine koşut olarak gelişebilmesinin on koşulu, kendisini oluşturan birimlerin yani egemen ve bağımsız devletlerin ozerklikleriyle kendi butunluğu arasındaki ahengin sağlanabilmesidir.
III - KURESELLEŞME VE AVRUPA VATANDAŞLIĞI
a) Genel olarak
7 Şubat 1992 tarihinde imzalanan ve kasım 1993 de yururluğe giren ve uye ulkelerin ulusal ( toplumsal,kulturel ve tarihsel) ozelliklerini yadsımayacak bicimde dayanışmayı ongoren Maastricht Antlaşması ’yla Avrupa Topluluğu ’ndan Avrupa Birliği ’ne donuşum gercekleştirilmiştir. Maastricht Antlaşması ’nın belki de en belirgin ozelliği, tum toplumsal alanlarda, uye ulkelere, belirli bir modeli uygulama zorunluluğu getirmemesidir. Her uye ulke, kendi ulusal politikalarına ve sosyo-ekonomik yapısına uygun bir sistemi uygulamakta ozgurdur. Ancak ulusal sistemler icinde yer alması ve izlenmesi gereken kimi olcutler de (kriterler de) vardır. Toplumsal alanlarda AB ’nin temel yaklaşımı, uye ulkelerin sosyo-ekonomik sistemlerinin belirlenen genel ilkeler ve olcutlerle celişmeyecek bicimde duzenlenmesidir. Bu bağlamda, yontem, icerik ve yapı acısından "tek tip" bir model yerine, uye ulkelerin kendi ulusal ozelliklerine gore bicimlenen politikalarının, AB politikası ile bağdaştırılması ve karşılıklı goruşlerin paylaşılması yolu ile birbirlerine uyumlu duruma getirilmesi amaclanmaktadır. .Yapılan bu anlaşmayla birlik olma ve kureselleşme yolunda resmi adımlar atılmaya başlanmıştır.
Vatandaşlık konusuna geldiğimizde 1992 Maastricht ile Topluluk Avrupa Birliği'ne donuşurken, ilk olarak "Avrupa Vatandaşlığı" kavramı tanımlanmış ve demokrasi , temel insan hak ve ozgurluk prensiplerine verilen onem konfirme edilmiş ve Avrupa Topluluğu Calışanları Temel Sosyal Haklar şartı (1989)'na saygılı olunacağı belirlenmiştir. 1997 Amsterdam Antlaşması, Maastricht Antlaşması ile oluşturulan Avrupa Vatandaşlığı kavramına acıklık getirerek Vatandaşlık Haklarının belirginleşmesini ve geliştirilmesi karara bağlanmıştır. Avrupa vatandaşlığı; tum uye ulkelerde oturma hakkı, serbestce dolaşma, Avrupa Parlamentosu ve Belediye secimlerinde secme ve secilme hakkı ile ucuncu ulkelerde diplomatik-konsolosluk koruması ve Avrupa Parlamentosu'na dilekce verme hakkını kapsamaktadır.
Avrupa Birliği vatandaşlığı, sınırların engellemediği bir dolaşım ozgurluğu tabanında oluşmaktadır. Yerleşme, iş edinme, oğrencilerin/genclerin dolaşımı gibi yeni Avrupa olanakları, bu yeni vatandaşlık cercevesinde şimdiden gercekleşmiş bulunmaktadır. Kişilerin yeterlik ve becerileri ile birlikte ozgur dolaşabilmeleri konusu, Avrupa Birliği Anlaşmasının 8A Maddesi ile guvence altına alınmış ve mesleklerin/eğitimin Avrupa alanı kavramına işlerlik kazandırmıştır.
Enformasyon cağı olarak tanımlanan bir değişim ve atılım doneminde, nitelikli işgucu ile donemin koşullarına egemen vatandaş, genel bir yaşam kalitesi duzleminde tumleşmesi gereken kavramlardır. Bu tumleşmenin, kısaca "demokrasi icinde gelişme" olarak tanımlayabileceğimiz amaca ulaşmasında eğitim kalitesi ozel bir rol oynayacaktır.
b)Anayasal Vatandaşlık
Son gunlerde Turkiye'nin gundeminde yeniden tartışılmaya başlanan "Anayasal Vatandaşlık" kavramı, ulusal devleti, din, dil ırk gibi tarihten ya da coğrafyadan gelen "kulturel kimlikler" yerine, mensup olunan ulkenin siyasal kimliğine ve bu ulkenin "eşit haklara dayalı vatandaşlığı" kavramına bağlayan bir anlayışı dile getirmektedir.
Din, dil, ırk gibi, yukarda da belirtilen bicimde, başka kimlikleri dışlayarak kendi kimliğini guclendirme eğilimi taşıyan ogeler, ulus devlet oluşumu icinde, oteki kimliklere karşı duyarsız, hoşgorusuz, hatta duşmanca tutum ve davranışlar icinde olan militanlar elinde toplumsal etkileşimi engelleyici bir işleve doğru kayabilir.İşin kotusu bu kayış, ulus devleti oluşturan asıl ogelere yani o toplumun coğıunluğunun mensup olduğu dine, ırka ya da millete dayalı olarak ortaya cıkabilir. İşte o zaman ırka ya da dine veya milliyete dayalı bir "coğunluğun baskısı" yani bir "faşizm" ya da diktatorluklerin en korkuncu olan "coğunluğun diktatorluğu" kavramı, tum toplumu bir orta cağ karanlığının boyunduruğuna alır.Tabii boyle bir oluşumun, derhal o toplumun icindeki oteki din, dil, ırk ve benzeri ayrımlara gore filizlenen "kulturel kimlikleri" de aynı baskıcı ve şiddete donuk yola iteceğini gormek icin kahin olmaya gerek yoktur.Ayrıca, coğunluğun mensup olduğu kimlik kullanılmasa bile, kimi zaman, azınlıkta kalanların kulturel kimliğini coğunluğa empoze etmek, ya da bir kulturel kimliği şiddete ve terore başvurmanın gerekcesi olarak kullanmak derhal, "zincirleme reaksiyon" ile, icinde yaşanılan toplumu bir kan deryasına donuşturebilir.İşte tam bu noktada, "Anayasal Vatandaşlık" kavramı, "yumuşak" ve "birleştirici" bir "kulturel kimlik" olarak ortaya cıkmaktadır:Bir toplumu oluşturan tum bireylerin ve farklı grupların, din, dil, ırk ve benzeri koken farkı olmaksızın, devletin onunde eşit muamele gorduğu, ulkenin kamu hak ve olanaklarından eşit olarak yararlandığı, bu nedenle de uyesi olduğu devletle ozdeşleştiği bir "Anayasal vatandaşlık".
c) Birlik Yurttaşlığı
Uye devletler otuz yılı aşkın suredir Topluluk yerlilerinin statusunu serbest dolaşım ve birlik vatandaşlığı yoluyla hukuki, ekonomik, sosyal ve siyasi acıdan sağlamlaştırmak icin buyuk cabalar sarf etmektedir.
Devletler hukuku asgari standartının oldukca uzerindeki bu hukuki temeller AET-A (1958) ile atılmıştır. Bunlar uye devletler kokenli AB yerlilerinin bulundukları uye devletlerin yerlileriyle eşit haklara sahip olmalarını eşit işlem gormelerini hedeflemektedir. Bu antlaşmanın temel fikri 2. maddeye gore her ne kadar ekonomik alanda butunleşmiş bir duzenin yaratılması olarak ifade edilmekteyse de, AET-A, Topluluk mensuplarının tum uye devletlerde aynı koşullarla ekonomik faaliyette bulunmalarına da zemin hazırlamıştır. Ote yandan uye devletler birlik yerlileri icin getirdikleri kapsamlı duzenlemelerle bir cok alanda ayrıcalıklı bir sistem ongoren, surekli değişen bir hukuk duzeni yaratmışlardır. Bu hukuk sistemi ayrım gozetilmemesi, kişilerin serbest dolaşımı ve yerleşme ve hizmet edimi serbestliğini de kapsamaktadır. Bundan oturu ulusal yabancılar hukukuna giderek daha tali bir rol duşmektedir.
Uretim faktoru olarak emeğin uye devletlerin coğrafi alanındaki hareketliliğinin hukuksal ve kurumsal zeminini ancak serbest dolaşım yaratabileceği icin, serbest piyasa sisteminde bir iktisadi birliğin yaratılması serbest dolaşımın gercekleşmesine bağlıdır. Bu nedenle serbest dolaşım en geniş anlamıyla "ister mekansal, ister maddesel, hangi acıdan olursa olsun hareket ozgurluğu" olarak anlaşılmaktadır. Bu sırada gercek kişi olarak işciye "kendi sectiği bir işi Topluluğun yine kendi sectiği bir bolgesinde yapma" hakkı tanınmıştır.
Serbest dolaşımın ekonomik yonleri daha kesin anlamlar taşımaktadır: "Bireyin şu ya da bu mesleği edinme veya icra etme, istediği bir işletmede ve istediği bir yerde şu ya da bu işi kabul etme kararında ozgur olmasıdır." Bu ozgurlukleri AT alanına aktarmak icin AET-A'nın 48/2 maddesinde "uye devletler işcileri arasında istihdam, ucret ve diğer calışma koşulları konusunda uyrukluk esasına dayalı her tur ayrımcılığın kaldırılması" ("eşit işlem") ongorulmuştur. Bu kişilere iş bulma kurumları aracılığıyla iş aranmasında ve temininde de yerlilere tanınmış olan olanaklar tanınmaktadır. Aynı şekilde birlik yerlilerinin etnik nedenlerle bir başka uye devlette ayrım gormeleri de yasaktır. İşe yerleştirmede, sağlık hizmetlerinden yararlanmada, mesleki haklarda vb. yerlilere kıyasla hic bir ayrıma tabi tutulamamaktadırlar.
AET'yi Kuran Antlaşmanın yukarıda anılan maddesi ile 49. ve 50. maddeleri uye devletler kokenli işcilerin Topluluk icindeki serbest dolaşımını duzenlemektedir. Anılan maddelerle bu kapsamdaki kişilere Topluluk icinde iş alanını ve ikamet edecekleri yeri serbestce secme olanağı sağlanmaktadır. AT/AB'ye mensup işcilerin oturma izinleri ancak kamu duzeninin, kamu guvenliğinin ve sağlığının tehdit edilmesi gibi olağanustu nedenlerle reddedilmektedir. Oturma izni bu kişiler icin beş yıllığına verilmekte ve uzatılması istemi kamu sağlığını koruma gibi bir gerekceyle reddedilmemektedir. Bu istem, yine orneğin sosyal yardım alınması, işgucu piyasasının durumunun uygun olmadığı veya gecersiz pasaport taşınması gibi gerekcelerle de reddedilmemektedir.
d)Serbest Dolaşımın Kapsamı
ATA ’nın 19 maddesinde serbest dolaşımın tanımı yapılmamıştır ama muhtevasının ne olduğu belirlenmiştir.Bunlar a) bir işe talip olma hakkı b)bu amacla yer değiştirme hakkı c) işi yapmak icin oturma hakkı d) işin bitiminden sonra bazı şartlara tabi olarak orada lakabilme hakkıdır.Ayrıca ATA md 42 ’ de serbest dolaşımın sağlanması icin sosyal guvenlik alanında da tedbirler alınması ongorulmuştur.Cunku, uye devletlerde calışma şartları arasında idari veya hukuki acıdan veyahut da sosyal guvenlik acısından buyuk farlar olursa istenilen serbest dolaşımın gercekleşmeyeceği muhakkaktır.Hatta o an calışmayan fakat işci niteliğine sahip kişiye de sosyal avantajlar tanınmaktadır.
Bu antlaşma hukumleri 1612/68 numaralı AET yonergesiyle somutlaştırılmış ve aynı zamanda icerik bakımından da zenginleştirilmiştir. Bu yonergede serbest dolaşım "işcilerin ve ailelerin temel bir hakkı" olarak nitelenmekte ve "işgucunun Topluluk icindeki hareketliliği işci icin yaşam ve calışma koşullarının iyileştirilmesi olanağını garanti eden ve dolayısıyla sosyal gelişimi kolaylaştıran bir arac olmaktır" denmektedir. Hemen arkasından da şu saptama yapılmaktadır: "Serbest dolaşım hakkından objektif olcutlere gore ve ozgurluk ve insanlık onuruna yakışan bir şekilde yararlanılabilmesi icin, eşit muamelenin, fiilen ve hukuken ucret veya maaş karşılığı bir işin gercekten icrası ve bir konutun teminiyle ilgili her şeyi kapsaması gerekmektedir; ayrıca işcilerin hareketliliği onunde duran, ozellikle işcinin ailesini yanına aldırtma hakkı ve ailesinin geldiği ulkeye entegre olma koşullarıyla ilgili tum engellerin kaldırılması zorunludur. Topluluktaki tum işcilere eşit davranılması ilkesi, uye devletlerin butun mensuplarına bir işe girerken yerli işcilerle aynı ayrıcalıkların tanınmasını kapsar." Yine, 1986 yılında AT sozleşmelerini değiştiren ve tamamlayan Avrupa Tek Senedi'nin (ATS) 13. maddesiyle de "(...) kişilerin serbest dolaşımı" guvence altına alınmıştır. İc piyasanın gercekleşmesine paralel olarak, şekil bakımından gercekleştirilmiş olan bu serbest dolaşımın yanı sıra, vergi ve aile yardımları gibi alanlardaki engeller de kaldırılmaktadır.
Avrupa Birliği'nin ic sınırları olmayan bir iktisadi birliğe donuşme sureci icinde 1993 yılına kadar malların, hizmetin ve sermayenin serbest dolaşımı onundeki son engeller de kademeli olarak kaldırılmıştır. Gocmen işcilerin şu an % 40'ını (5 milyon) oluşturan uye devletlerin vatandaşları icin bugune kadar şekil bakımından gercekleşmiş olan serbest dolaşımın yanı sıra, her duzeyde okul diplomalarının karşılıklı tanınması, araştırmaların teşvik edilmesi, emekli ve malul işcilerin kalma hakları vb. konulardaki sınırlamalar da kaldırılmıştır. Boylece, 1612/68 sayılı yonergeyle hayata gecirilmiş bulunan eşit işlem ve eşit statulendirme ilkeleri icerik bakımından daha da zenginleştirilip geliştirilmiştir. Ayrıca bu hakları tamamlayacak bicimde Birlik Antlaşması'nın 8. maddesiyle AB mensuplarına ikamet ettikleri ulkede yerel secimlerde ve Avrupa Parlamentosu (AP) secimlerinde hem secme hem de secilme hakkı tanınarak birlik vatandaşlığı uygulaması da başlatılmıştır.
IV - SONUC
Kureselleşme her şeyden once bir olgudur ve buna karşı olmak ya da taraf olmak cok anlamlı tavırları ifade etmez. Eğer tarihin teleolojik olarak ileri giden bir duzlem olduğu duşunulurse, kureselleşme hic şuphesiz ileri doğru atılmış bir adımdır. Elbette kureselleşmenin getireceği problemler de soz konusu olacaktır. Ancak problemler olgunun tamamen karşısında olmak refleksini geliştirirse bu tavır gercekci bir zemine oturmaktan uzaktır. Kureselleşme, toplumsal ve kulturel pek cok surecin değişmesi anlamına gelecektir. Bu değişim sureci bilinene ideolojik yaklaşımları gecersiz kılmaktadır. Dolayısıyla bu ideolojik cercevelerden yaklaşılması, sağlıklı ve kabul edilebilir cıkarımlar ortaya cıkarması beklenemez.
Onemli olan tavır, kureselleşmenin bir fiili durum olduğunu kabul etmektir. Taraf olmak ya da karşı cıkmak yerine “durum belirlemeyi” onemli hale getiren bu surecte, yeni durumun getirilerinin arttırılması ve olumsuzluklarının asgariye indirilmesi icin caba sarf edilmesi gercekci ve yapıcı bir tavır olacaktır. Yine kureselleşmenin ortaya cıkardığı durumun olumsuzluklarını one cıkarmak ve karamsar tablolar cizmek nihilist bir tavrı beraberinde getirmekten ote her hangi bir işleyişe sahip olmayacaktır. İnsanlar yaşamlarına anlamlı bir şekilde surdurebilmeleri icin gelecek hakkında umut beslemek zorundadırlar. Belki de kureselleşme bu acıdan insanlık icin iyi bir tecrube olabilir.
Diğer yandan da , Avrupa Birliği ve diğer ulusalustu topluluklar yoluyla ulusal birimlerin kendi varlıklarının ustunde birimler oluşturmaları, yeni dunya duzeni ve farklılaşan egemenlik anlayışları, son yıllarda neredeyse bir ihtiyac halini almıştır.Gelişen teknoloji ve bilgi cağının zorunlu kıldığı bu sistem hem devletlerin uluslararası arenada beraber hareket edebilme hem de birbirine sosyal,kulturel,ekonomik kapsamda butunleşebilme imkanını yaratarak tek bir dunya olma yolunda adımlar atmalarını sağlamıştır.Bu kapsamda sınırların da fiilen kalkacağı bir duzen dunya vatandaşlığı konusunu da gundeme getirmektedir.İşgucunun, sermayenin ve benzer global eğilimli kavramların serbest dolaşımı ve bunun doğal sonucu olarak ulusalustu birimlere dahil devletlerin vatandaşlarının da bu globalleşme duzeninde yer almaları tek dunyamız var savsozunu de haklı cıkaracaktır.