İlk başlarda kimi zaman beni goklerde dolaştıran, kiminde de yerlerde surukleyen bir olaylar dizisi hatırlıyorum. Haklı olarak ya da boş yere duyduğum yurek cırpıntılarından oluşan kucuk bir tahterevalli. Londra'da onun dileklerine peki demek icin yukseldikten sonra, her nedense bir iki kotu gun gecirdim. Yeniden kuşkulara duştum; kesinlikle yanlış bir adım attığımı duşundum. Posta arabasında bu ruhsal durum icinde, hoplaya zıplaya uzun saatler gecirdikten sonra, calışacağım yerden beni almak uzere gonderilen aracın beklediği durağa geldim. Evden araba gonderilmesinin tembihlendiği soylenmişti. O haziran akşamına doğru beni bekleyen tek atlı, buyuk arabaya bindim. Gunun o saatinde, guzel bir havada, yazın tum tatlılığı ile dostca, "hoşgeldin," dercesine onume serdiği kırların arasından arabamla gecerken birden yeniden yureklendim. Anayoldan sapınca karşıma cıkan evi gorduğumde duyduğum rahatlama, daha once icine duştuğum karamsarlığın boyutlarını gosterecek denli buyuktu sanırım.