ABD'de Donald Trump'ın secim yenilgisinin tum dunyada olduğu gibi Orta Doğu siyasetinde de onemli sonuclar doğuracağına yonelik guclu bir beklenti bulunmaktaydı. Bolgede Trump doneminde ABD'nin koşulsuz desteğini elde eden iddialı ve mudahaleci aktorler bu desteği nufuz alanlarını genişletmek ve kendi lehlerine politik bir duzen kurmak icin kullanmaktan cekinmemişlerdi. Ozellikle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) bu surecte Trump yonetiminin sunduğu bu comert destekten en cok istifade eden aktor oldu. BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid'in Jared Kushner uzerinden Trump ile kurduğu kişisel yakınlık, BAE yonetiminin kendi guc ve kapasitesinin uzerinde sorumluluklar ustlendiği ve cok geniş bir jeopolitik hat boyunca kendi lehine politik bir duzen kurmak icin calıştığı iddialı ve maceracı politikalar icin onemli bir destek sağladı.
Biden'ın, Obama donemindeki cizgisi, secim surecindeki soylemi ve en onemlisi de secimi kazandıktan sonra kabinesini oluştururken sectiği bazı isimler ABD'nin bolgeye yonelik dış politikasında yaşanması beklenen bu değişimin ilk işaretlileri olarak okunabilir. Biden yonetiminin ilk haftasında BAE'ye F-35, Suudi Arabistan'a silah ve muhimmat satışını askıya alması, Filistin meselesinde iki devletli cozume dair vurgu ve İran ile nukleer anlaşmaya donuş sinyalleri Trump doneminde koşulsuz ABD desteğine alışmış olan bolgenin iki iddialı aktoru olan BAE-Suudi ekseninin yoneticilerini zor gunlerin beklediğini ortaya koyuyor. Butun bunlara ilaveten El-Cezire haber sunucusu Ghada Oueiss'in telefonunun hacklenmesi ve uygunsuz resimlerinin servis edilmesine dair ABD'de acılan bir davada Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid'in sanık olarak mahkemeye cağrılması BAE-Suudi ekseninde ciddi bir paniğe sebep olacaktır.

Korfez'de Trump devri
Trump'ın dort yıllık gorev suresince Orta Doğu'da cok sayıda olağandışı gelişmeye şahit olduk. Ozellikle kucuk bir Korfez şeyhliği olan BAE'nin kendi guc ve kapasitesinin cok uzerindeki iddialar peşinde koşan etkili bir aktor haline gelme cabası bolge uzerinde calışan uzmanların en cok dikkatini ceken husus oldu. Cunku BAE yonetimi bu surecte Kuzey Afrika'dan Guney Arabistan'a, Kafkaslardan Levant bolgesine cok geniş bir jeopolitik alanda varlık gosterdi ve bolgede kurulması planlanan yeni duzende oncu bir rol oynamaya calıştı. Trump doneminde BAE yonetiminin takip ettiği uc onemli politikadan bahsedebiliriz.
İlk olarak; bu donemde en dikkat ceken BAE politikası hic şuphesiz Muhammed bin Zayid'in Jared Khusner uzerinden Trump yonetimi ile kurduğu kişisel ilişkiler sayesinde ABD'yi, Suudi Arabistan'daki veraset duzenine dolaylı yollardan mudahaleye teşvik etmesi one cıkıyor. ABD'nin dolaylı mudahalelerinin bir sonucu olarak BAE Veliaht Prensi'nin favori adayı da olan Muhammed bin Selman, taht rekabetinde amcaları Ahmed bin Abdulaziz ve Mukrin bin Abdulaziz ile kuzenleri Muhammed bin Nayef ve Mutaib bin Abdullah'ın onune gecmeyi başardı. BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid'in Suudi veraset sistemi uzerinde etkili olarak kendisine yakın bir prensin tahta oturmasını kolaylaştırmak istemesindeki asıl amac, BAE'nin iddialı ve mudahaleci dış politikası icin Suudileri etkili bir kaldırac olarak kullanmaktı. Cunku Suudi Arabistan demografik yoğunluk, jeopolitik pozisyon, askeri/ekonomik kapasite ve sahip olduğu dinsel meşruiyet acısından bolgenin en onemli aktorlerinden biridir. Suudi ic işlerine bu şekilde mudahil olarak genc ve tecrubesiz bir veliahdın fiili yonetici haline geldiği Suudileri kendi peşine takmayı başaran BAE yonetimi bolgesel dizayn girişimleri icin cok onemli bir avantaj elde etmiş oldu.
İkinci olarak; BAE yonetimi bu donemde alışılmışın dışında mudahaleci bir politika takip etmeye başladı. Arap Baharı surecine ozellikle de Trump donemine kadar BAE'nin adı hem bolgesel capta hem de kuresel capta gıpta ile bakılan iktisadi gelişmelerle anılmaktaydı. Şoyle ki 1971 yılında İngiltere'nin Korfez bolgesinden cekilmesiyle bağımsızlığını kazanan yedi emirliğin birleşmesiyle oluşan BAE, petrol gelirlerinin de katkısıyla 1990'lı yıllardan itibaren goz kamaştırıcı bir ekonomik ivme yakalamıştı. Turizm, inşaat, finansal hizmetler, lojistik ve liman hizmetleri başta olmak uzere onemli sektorlerde elde ettiği başarılar ulkeyi kısa surede kuresel ekonominin parlayan yıldızı haline getirmişti. Genel olarak "rantiyer ekonomiler" olarak tanımlanan hidrokarbon ihracatcısı Korfez ekonomileri arasında en planlı ve surdurulebilir ekonomiye sahip olan BAE'nin yakaladığı bu ivme ekonomi literaturunde "Dubai modeli" kavramı ile ifade edilmeye başlandı. Ulke 1990'lı yılların başından itibaren oyle hızlı bir ekonomik buyume ivmesi yakaladı ki 1990 yılında 50 milyar dolar olan milli geliri 2014 yılında 400 milyar dolara kadar ulaştı. Bu haliyle BAE, ekonomilerini petrole bağımlılıktan kurtarmak isteyen Korfez ulkelerine ilham kaynağı oldu. Ancak son donemde ABD'nin koşulsuz desteğini arkasına alan BAE'nin geniş bir jeopolitik hat boyunca askeri mudahaleler, darbeler, insan hakları ihlalleri ve teror orgutleriyle ittifaklar gibi alışılmışın dışında bir politikaya yoneldiğine şahit olduk.
Ucuncu olarak; ozellikle 2020 ortalarından itibaren İsrail'le perde gerisinde zaten normal olan ilişkilerin alenileştirilmesine onculuk eden bir BAE yonetimi ile karşılaştık. Bu surecte BAE gecmişte takip ettiği Filistin politikasından uzaklaşarak İsrail'le "normalleşme" dalgasına onculuk eden bir aktor haline geldi. İsrail'in askeri, endustriyel, nukleer ve Batı başkentlerindeki lobi kabiliyetini arkasına alarak bolgede oluşacak yeni guvenlik mimarisinin başat gucu olmaya soyundu. Şoyle ki; 1970'li yıllara kadar İngiltere bolge guvenlik mimarisinin başat aktoruydu. Bu tarihten sonra Nixon (1969), Carter (1980) ve Bush (1990, 2003) doktrinleriyle ABD bolge guvenlik mimarisinin başat aktoru haline geldi. 2010 sonrası ABD'nin "Asya Pivot" stratejisi gereğince yukselen Cin'i dengelemek icin yonunu Asya-Pasifik'e cevirmesi Orta Doğu guvenlik mimarisinde bir değişimi tetikledi. Oluşan bu guc boşluğu BAE'yi İsrail'le de yakınlaşarak bolgesel denklemde profilini yukseltemeye teşvik etti. Ozellikle Trump'ın son aylarında imzalanan "İbrahim" anlaşması bir taraftan BAE-İsrail ilişkilerini normalleştirmesini icerirken diğer taraftan İsrail lobisinin de desteğiyle ABD'den F-35'ler dahil yuklu miktarda silah alımlarıyla BAE'ni bolgesel askeri bir guc haline getirmeyi amaclıyordu. Burada İsrail yonetimi hem Korfez ulkeleriyle normalleşerek onemli bir diplomatik zafer elde etti hem de Biden yonetiminin F-35 satışını askıya almasıyla bolgede tehlikeye giren askeri ustunluğunu korumaya devam ederek askeri bir kazanım elde etmiş oldu. BAE'ye F-35 satışının askıya alınmasıyla bu anlaşmanın onemli bir gerekcesi de ortadan kaldırılmış oldu.
Biden'ın ilk haftadaki icraatları bolge acısından ne anlama geliyor?
Biden'ın, Obama yonetiminin onemli isimlerine kabinede yer vermesi, BAE-Suudi eksenine silah ve muhimmat satışını askıya alması, İran nukleer anlaşmasına donuş sinyalleri, Filistin meselesinde iki devletli cozume yaptığı vurgu ve insan hakları odaklı bir dış politika gundemi gibi yaklaşımları BAE yonetiminin gecmişte Trump'ın desteğiyle elde ettiği nispi kazanımları ortadan kaldırabilecek bir kapasiteye sahip. Biden'ın Trump yonetiminin uzun doneme yayılan dış politika adımlarını kısa surede tersine cevirme konusunda sergilediği kararlı tutum ileriki yıllarda cok daha onemli adımların gelebileceğini gostermesi acısından da oldukca onemli. Burada ozellikle silah satışlarının askıya alınması ve El-Cezire haber sunucusuna yonelik bir davada Muhammed bin Zayid'in ABD mahkemesince suclanıyor olması kritik onemde.
Başta F-35 olmak uzere BAE-Suudi eksenine ABD'nin sağlamayı taahhut ettiği silah ve muhimmat sistemleri, Arap Baharı surecinde kendi icerisinde bir rejim guvenliği endişesi yaşayan ve bolge genelinde jeopolitik nufuzunu genişletmek isteyen BAE-Suudi ekseni acısından hayati onemdeydi. Halihazırda BAE-Suudi ekseni Yemen'de doğrudan Suriye ve Libya'da ise dolaylı olarak savaşın tarafı durumunda. Butun bu catışmaların sonucları ABD silah, muhimmat, istihbarat ve diplomatik desteğine oldukca bağımlı. ABD'nin, Trump doneminde şatafatlı torenlerle imzalanan yuz milyarlarca dolarlık savunma anlaşmaları gereğince taahhut ettiği bu silahları sağlamayı kesmesi ve BAE-Suudi eksenini "insan hakları karnesi" acısından eleştirmesi tum bu catışma alanlarında BAE-Suudi ekseninin başarı şansını azaltacaktır. Uzun yıllardır ABD guvenlik garantilerine yaslanarak rejimlerini korumayı başaran bu ulkeler acısından silah ambargosu anlamına gelen bu politikanın psikolojik sonucları da en az cephedeki sonucları kadar olarak ağır olacaktır.
El-Cezire haber sunucusu Ghada Oueiss'in telefonunun hacklenmesi ve uygunsuz resimlerinin servis edilmesine dair ABD'de acılan davada Muhammed bin Zayid'in sanık olarak mahkemeye cağrılması da insan hakları ihlalleri ve basın ozgurluğu gibi alanlarda BAE-Suudi eksenini zor gunlerin beklediğini gosteriyor. Burada Muhammed bin Selman'ı işaret eden Suudi istihbarat yetkilisi Saad el-Cebri'ye yonelik suikast girişimi ve Amazon'un kurucusu ve Washington Post'un sahibi Jef Bezos'un telefonunun Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman tarafından hacklendiğine dair cıkan haberle ve her iki ulkede cok sayıda insan hakları savunucusunun maruz kaldığı muamele Biden yonetimi ile BAE-Suudi ekseni arasında yeni bir gerginlik alanı olarak ortaya cıkacaktır.
Biden'ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla Muhammed bin Zayid'in ABD mahkemelerinde sanık olarak anılmaya başlanması, Kaşıkcı cinayeti ve Yemen'den yansıyan insani kriz manzaralarının Biden doneminde ABD ile BAE-Suudi ekseni ilişkilerinde onemli bir gundem maddesi olarak on plana cıkacağını gostermesi acısından onemli. Nitekim son gunlerinde ABD basınında Kaşıkcı cinayetine ve bu olayda Muhammed bin Selman'ın sorumluluğuna dair cok sayıda yazı cıkmaya başladı bile.
Yeni tip koronavirus (Kovid-19) ve azalan petrol gelirlerinin yol actığı ciddi ekonomik sorunlarla uğraşmak zorunda olan BAE-Suudi eksenini onumuzdeki gunlerde daha da zor bir surecin beklediğini soyleyebiliriz. Trump doneminde ABD koşulsuz desteğinin oluşturduğu konformizme alışmış BAE-Suudi ekseninin yonetici kadroları bu gunlerde Biden yonetiminin Trump'ın uygulamalarını birer birer geri almasından ve gecmiş dosyaları acma ihtimalinden derin bir endişe duymakta. ABD'nin askeri, diplomatik ve istihbarat desteğini kaybetme ihtimali BAE-Suudi ekseninin son on yıl boyunca tum bolgede surdurduğu iddialı ve mudahaleci politikaların tumunun başarısız olmasına yol acabileceği gibi bu ulkelerin icerisinde de ciddi guvenlik sorunlarına yol acabilir.
ABD desteği olmadan BAE yonetiminin, Yemen ve butun bolge genelinde surdurduğu ortulu acık askeri operasyonlarını tehlikeye girebileceği gibi Muhammed bin Selman'ın ulkedeki pozisyonunun zayıflaması durumunda Suudiler uzerindeki nufuzu da azalabilir. Zaten Yemen meselesinde BAE ile Suudilerin politikaları uzun suredir ayrışmaktaydı. Katar krizinin cozulduğu El-Ula zirvesinde BAE'nin ablukanın kaldırılmasını ongoren anlaşmaya gonulsuzce imza koyması, BAE ile Suudiler arasındaki mevcut catlağı derinleştirecektir. Suudi Arabistan yonetimi ise uzun suredir gozaltında tuttuğu Ahmed bin Abdulaziz ve Muhammed bin Nayif'in serbest bırakılmasına yonelik bir baskıya maruz kalacaktır. Her iki ismin serbest kalması durumunda Muhammed bin Selman'ın tahta giden yolda oldukca zorlanacağı ongorulebilir.
[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Universitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakultesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bolumu başkanıdır]
Kaynak: Anadolu Ajansı / Dr. Necmettin Acar