Namaz surelerinden olan Fatiha suresi kısa olması nedeniyle cocuklara da kolayca ezberletilebilir. İşte Fatiha suresi anlamı, Fatiha suresi faziletleri, Fatiha suresinin okunuşu, Fatiha suresi meali ve Fatiha suresi tefsiri nedir? Fatiha suresi Arapca okunuşu ile Fatiha suresi dinle!
[h=3]FATİHA SURESİ NEDİR?[/h]Mekke doneminde inmiştir. Yedi Ă‚yettir. Kur'an-ı Kerim'in ilk sûresi olduğu icin "başlangıc" anlamına "FĂ‚tiha" adını almıştır. Sûrenin ayrıca, "Ummu'1-Kitab" (Kitab'ın ozu) "es-Seb'ul-MesĂ‚nî" (Tekrarlanan yedi Ă‚yet) , "el-EsĂ‚s","el-VĂ‚fiye", "el-KĂ‚fiye", "el-Kenz", "eş-ŞifĂ‚", "eş-Şukr" ve "es-SalĂ‚t" gibi başka adları da vardır. Kur'an'ın icerdiği esaslar oz olarak FĂ‚tiha'da vardır. Zira ovgu ve yuceltilmeye lĂ‚yık bir tek Allah'ın varlığı, onun hĂ‚kimiyeti, tek mabut oluşu, kulluğun ancak O'na yapılıp O'ndan yardım isteneceği, bu sûrede ozlu bir şekilde ifade edilir. FĂ‚tiha sûresi, aynı zamanda baştan başa eşsiz guzellikte bir dua, bir yakarıştır.

[h=3]FATİHA SURESİ NUZUL[/h]Mushafta birinci, nuzûl sıralamasında 5. sûredir. Hz. Muhammed'in peygamberliğinin ilk yıllarında Mekke'de nĂ‚zil olduğu hususunda ittifak vardır. Kaynaklarda nuzûl sebebiyle ilgili ozel bir olay yoktur. Kur'an'ın hem bir mukaddimesi hem de ozeti gibidir. Ayrıca her muminin kıldığı namazın butun rek'atlarında rabbi ile konuşurcasına okuması ve bu sayede O'na yaklaşması murat edilmiştir.
[h=3]FATİHA SURESİ KONUSU[/h]Bu sûre ilĂ‚hî kitabın butun amaclarını; getirdiği mĂ‚na, bilgi ve hukumleri ozet halinde ihtiva etmektedir. Kur'an-ı Kerîm'in gonderiliş amacı insanların dunya hayatını duzene koymak ve iyi (ilĂ‚hî irade, rızĂ‚ ve duzene uygun) bir dunya hayatından sonra ebedî saadeti sağlamaktır. Bu amaca ulaşabilmek icin: 1. Emir ve yasaklara ihtiyac vardır. 2. Bu emir ve yasakların hayata gecmesi, bunların kaynağının "yaratıcı, varlığı zaruri, kemal sıfatlarına sahip, her ceşit eksiklik ve kusurdan uzak bulunan Allah" olduğunun bilinmesine bağlıdır. 3. Bu imanı, bu bilgi ve şuuru desteklemek uzere de mukĂ‚fat ve ceza vaadi gerekir. Sûrenin başından "yevmi'd-dîn"e kadar birincisi, "mustak^m"e kadar ikincisi ve buradan sonuna kadar da mukĂ‚fat ve ceza vaadi ile –konuları desteklemek, canlı bir şekilde tasvir etmek ve gecmişten ibret alınmasını sağlamak uzere verilen– Kur'an kıssalarının ozu veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'in bilgi, irşad ve tĂ‚limatla ilgili butun muhtevası "bilinmesi ve inanılması gerekenler" ve "yapılması gerekenler" diye ikiye ayrılabilir. Birincisinde Allah, peygamberlik, gayb Ă‚lemi hakkında bilgiler, oğutler, misaller, hikmetler ve kıssalar vardır. İkincisinde ise ibadetler, hayat duzeni gibi amelî, ahlĂ‚kî hukumler ve oğretiler vardır. FĂ‚tiha sûresi butun bunları ya sozu veya ozuyle ihtiva etmektedir ya da bu konularda aklın onunu acarak ona ışık tutmaktadır.
"Hamd Allah'a mahsustur" cumlesi Allah TeĂ‚lĂ‚'nın kendisini hamde (ovgu, yuceltme) lĂ‚yık kılan butun yetkinlik sıfatlarını; "Ă‚lemlerin rabbi" ifadesi diğer yaratma ve fiil sıfatlarını; "rahmĂ‚n ve rahîm" isimleri Allah'ın insanlara rahmet ve merhametinden kaynaklanan din kurallarını; "ceza ve hesap gununun sahibi" nitelemesi kıyamet hallerini ve Ă‚hiret Ă‚lemini; "Yalnız sana kulluk ederiz" kısmı iman, ibadet ve sosyal duzeni; "Yalnız senden yardım dileriz" cumlesi amellerde ihlĂ‚sı (ibadetlerin yalnızca Allah rızĂ‚sı icin yapılmasını) ve tevhidi (O'ndan başkasına kul olarak boyun eğilmemesini, Tanrı'ya mahsus sıfat ve etkilerin O'ndan başkasına tanınmamasını) ifade etmektedir. "Bizi doğru yola ilet" cumlesi ibadet, nizam, duşunce ve ahlĂ‚k cercevesini, "nimete erdirdiklerinin yoluna..." kısmı gelip gecmiş ornek nesilleri, millet ve toplulukları; "gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil" bolumu ise kotu ornek teşkil eden ve hallerinden ibret alınması gereken gecmiş toplulukları icine almaktadır.
Denebilir ki besmelenin başındaki "bi" edatından başlayarak besmeleye, sonra FĂ‚tiha'ya ve devamında butun Kur'an'a doğru ilĂ‚hî sırlar perde perde acılmakta; yoğunlaştırılmış dar hacimden, yoğunluğu gittikce hafifleyen geniş hacimlere doğru yansıyan ilĂ‚hî irşadın ışığı Ă‚lemlere yayılmaktadır. "Bi" edatındaki "musĂ‚habe" (beraberlik) ve " istiĂ‚ne" (yardım dileme) mĂ‚naları, kul ile Allah ilişkisinin ve dolayısıyla dinin amacının butununu ihtiva etmektedir. Besmelenin geri kalan kısmı ile FĂ‚tiha, bu ilişkiyi daha da acarak devam etmekte, diğer sûre ve Ă‚yetler de bunları, aralarında bir butunluk oluşturarak her kabiliyet ve zihin seviyesine uygun uslûplar icinde acıklığa kavuşturmaktadır.
[h=3]FATİHA SURESİ FAZİLETİ[/h]Gerek yalnızca "elhamdulillĂ‚h" vb. şeklinde ifade edilen hamdin ve gerekse butunuyle FĂ‚tiha sûresinin değeri ve muminin dinî hayatındaki yeri hakkında bircok sahih hadis bulunmaktadır: "Zikrin en ustunu 'lĂ‚ ilĂ‚he illallah', duanın en yucesi 'elhamdulillĂ‚h'tır" (Tirmîzî, "DuĂ‚", 9). "Allah'a hamd ile başlamayan her onemli işin sonu guduktur" (İbn MĂ‚ce, "NikĂ‚h", 19). Allah'ın resulu, Ebû Saîd b. MuallĂ‚ isimli sahĂ‚bîye, Kur'an-ı Kerîm'deki en buyuk sûreyi mescidden cıkmadan bildireceğini ifade buyurmuş, sonra da bunun FĂ‚tiha olduğunu acıklamıştır (BuhĂ‚rî, "FezĂ‚'ilu'l-Kur'an", 9).
Yine bircok sahih hadiste FĂ‚tiha sûresinin şifa ozelliği ile ilgili acıklamalar yapılmıştır (meselĂ‚ bk. BuhĂ‚rî, "FezĂ‚'ilu'l-Kur'Ă‚n", 9).
"Eûzu" veya "istiĂ‚ze" diye bilinen bu cumle, bu şekliyle bir Ă‚yet olmadığı icin mushafa yazılmamıştır. "Kur'an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın" (Nahl 16/98) şeklinde buyurulduğu icin Kur'an okumaya başlayanlar, besmeleden once "eûzu..." ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler.
Asıl adı İblîs olan şeytan, Allah'ın "Âdem'e secde et!" emrine uymadığı, kendisinin daha ustun olduğunu ileri surerek emre karşı geldiği icin meleklerin vatanından (melekût Ă‚lemi) kovulup surgun edilmiş; o da imtihan dunyasında Allah'ın kullarını, O'nun yolundan ve rızĂ‚sından ayırmak icin uğraşmayı kendine vazife edinmiştir (A'rĂ‚f 7/11-17). Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da kullanarak vazifesini yapmaya calışmaktadır (En'Ă‚m 6/112). Ancak Allah'a iman eden, O'na dayanan ve guvenen muminlere şeytanın zarar veremeyeceği ve onlara hukmunun gecmeyeceği ilgili Ă‚yetlerde acıklanmıştır (Nahl 16/98-100).
Yukarıda meĂ‚li zikredilen Ă‚yet (16/98) sebebiyle Kur'an okumaya başlayanlar "eûzu" cekerler. Ancak bunun hukmu konusunda farklı goruş ve yorumlar vardır. Bazı muctehidlere gore emir kipi kullanıldığı icin eûzu cekmek farzdır. Muctehidlerin coğunluğuna gore ise bu bir tavsiye emridir, eûzu cekmek farz değil menduptur, teşvik edilmiştir ve guzel bulunmuş bir davranıştır.
Şeytanın insandan en uzakta olması gereken zaman olan Kur'an okuma halinde bile –okumaya başlarken– eûzu cekmek tavsiye edildiğine gore diğer işlere başlarken bunu yapmanın daha da gerekli olacağı anlaşılmaktadır.
Kotuluğe karşı bile iyilik yaparak insanlardan gelecek belĂ‚yı defetmek, eûzu cekerek de şeytandan gelecek olan vesvese ve kışkırtmayı kendilerinden uzaklaştırmak Kur'an'ın, muminlere tavsiyeleri arasında yer almıştır (bk. Mu'minûn 23/96-98). Eûzu, bir yandan boyle maddî ve mĂ‚nevî şerleri, kotulukleri defetmeye ilĂ‚c olurken diğer yandan kulun imtihan şuurunu tazelemekte, insanın ulvî yonu ile suflî yonu arasında omur boyu surup giden ve onu geliştirmeyi, olgunlaştırmayı sağlayan mucadelede uyanık ve tedbirli olmayı telkin etmektedir.
[h=3]FATİHA SURESİ ARAPCA YAZILIŞI[/h] [h=3]FATİHA SURESİ OKUNUŞU[/h]1- BismillahirrahmĂ‚nirrahîm.
2- Elhamdu lillÂhi rabbil'alemin
3- ErrahmÂnir'rahim
4- MÂliki yevmiddin
5- İyyĂ‚ke na'budu ve iyyĂ‚ke neste'în
6- İhdinessırĂ‚tel mustakîm
7- SırĂ‚tellezine en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddĂ‚llîn.
[h=3]FATİHA SURESİ TURKCE MEALİ[/h]1- RahmĂ‚n ve rahîm olan Allah'ın adıyla...
2- Hamd, Âlemlerin rabbi Allah'a mahsustur.
3- RahmĂ‚n ve rahîm.
4- Odul ve ceza gununun tek hÂkimi.
5- (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.
6- Bizi dosdoğru yola ilet.
7- Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!
[h=3]FATİHA SURESİ DİNLE[/h]Fatiha Suresi Diyanet'in resmi sitesinden sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz.
FATİHA SURESİ SESLİ DİNLEMEK İCİN TIKLAYINIZ...
[h=3]FATİHA SURESİ TEFSİRİ NEDİR?[/h]Sûrelerin başında bulunan besmele cumlelerinin, Kur'an-ı Kerîm'in mushaflarda ilk defa toplanmasından itibaren yazılageldiği, aynı donemde Kur'an'a dahil olmayan hicbir şeyin mushafa yazılmadığı dikkate alınırsa –aksine goruşler bulunmakla birlikte– her sûrenin başındaki besmeleyi, sûrenin Ă‚yet sayılarına dahil olmayan ayrı bir Ă‚yet olarak kabul etmek gerekmektedir. Hanefî fıkıhcılarının goruşleri de boyledir (CessĂ‚s, AhkĂ‚mu'l-Kur'Ă‚n, I, 12). İmam ŞĂ‚fiî FĂ‚tiha sûresinin başındaki besmeleyi bu sûreden bir Ă‚yet olarak kabul etmiştir. Diğer sûrelerin başlarındaki besmeleler konusunda kendisinden iki farklı goruş nakledilmiş, her sûreye dahil bir Ă‚yet sayılması goruşu –ona ait olması yonunden– daha sahih bir rivayet olarak kaydedilmiştir. Ebû Hanîfe'ye gore besmeleler sûrelerin başında ayrı Ă‚yetler olduğu icin namazda yalnızca FĂ‚tiha'dan once sessiz olarak okunur, FĂ‚tiha'yı takip eden ve zamm-ı sûre denilen sûre ve Ă‚yetlerden once ise besmele okunmaz. Yukarıda verilen bilgiler istikametinde besmele bu sûrenin ilk Ă‚yeti olarak tefsir edilmiştir.
Besmele dilimize genellikle "RahmĂ‚n ve rahîm olan Allah'ın adıyla" şeklinde cevrilmektedir. Bu cumlede zikredilmeyen fakat her besmele okuyanın başlayacağı işe gore niyetinde bulunan "... okuyorum, başlıyorum, yapıyorum, yiyorum" gibi bir yuklem vardır. "Allah'ın adıyla yemek, okumak" ifadesinden Turkce'de "yenen ve okunanın Allah'ın adıyla birlikte yenildiği veya okunduğu" anlaşılır. Bu mĂ‚na kastedilmediğine gore maksadı doğru anlatabilmek icin besmeleyi "RahmĂ‚n ve rahîm olan Allah adına, ... adını anarak, ... Allah'tan yardım dileyerek ..." şekillerinde cevirmek de uygun olur.
Kul herhangi bir davranışta bulunurken, onemli bir işe teşebbus ederken once eûzu cekerek muhtemel olumsuz etkileri defetmekte sonra da besmeleyi okuyarak "kendinin tek başına yeterli olmadığını, başarı ve gucun ancak Allah'tan gelebileceğini, Allah'ın yeryuzunde halife kıldığı bir varlık olarak O'nun mulkunde, O'nun adına tasarrufta bulunduğunu, asıl mĂ‚lik ve hĂ‚kim olan Allah'ın koyduğu sınırları aşarsa emanete hıyanet etmiş olacağını..." peşinen kabul etmekte ve bundan guc almaktadır. Burada tevhid cumlesinin mĂ‚nası da ustu kapalı olarak mevcuttur. Zira nasıl ki tevhid cumlesinde "lĂ‚ ilĂ‚he" denilerek once butun sahte tanrılar zihinlerden siliniyor, sonra da "illallah" ifadesiyle hakiki, tek, eşi ve benzeri bulunmayan Tanrı (Allah) kalbe ve zihne yerleştiriliyorsa, eûzu besmele cekildiğinde de once kulluk ilişkisine engel olan kirli cevre temizleniyor, sonra da bu ilişkinin en uygun anahtarı kullanılmış, doğru kapılar acılmış, sağlıklı bağ kurulmuş oluyor.
Kur'an dilinde rahmĂ‚n sıfat-ismi de Allah'a mahsustur, başka hicbir varlık icin kullanılmamıştır. RahmĂ‚n "en uzak gecmişe doğru butun yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lutuf, ihsan, rahmet bahşeden" demektir. RahmĂ‚n, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar olan varlığın hak etmesine, lĂ‚yık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin uzerine yağar, guneş gibi her şeyi ısıtır ve aydınlatır.
Rahîm "cok merhametli, rahmeti bol" demek olup bu sıfatla kullar da nitelenebilir. Allah'ın rahîm sıfat-ismi O'nun, daha ziyade kullarının gelecekte elde etmek uzere hak ettikleri, lĂ‚yık oldukları sınırsız rahmetini, lutuf ve merhametini ifade etmektedir. "Esirgemek" ve "bağışlamak" bu sonsuz, engin ve etkisi ceşitli rahmetin ancak bir parcası, etkilerinin yalnızca bir ceşididir.
Dilimizde ovme ve teşekkur etme, Arapca'da medih ve şukur kelimelerinin hamd kelimesine yakın mĂ‚naları bulunmakla birlikte bunlar arasında birtakım ince farklar da vardır. Methetme (ovme) bir iyilik ve guzellik karşısında yapılır; bu iyilik ve guzelliğin sahibi, kendisinin bunda iradesi ve etkisi olsun olmasın methedilebilir. Kişi kendi iradesinin eseri olmayan guzelliği sebebiyle ovulduğu gibi comertlik ve cesaret gibi erdemlerinden dolayı da ovulur. Halbuki hamd ancak irade ve istekle hĂ‚sıl olan iyilik ve guzellik karşısında yapılır.
Şukur ve teşekkur "isteyerek yapılmış (ihtiyar&#238 bir iyilik ve ihsana karşı dille veya başka şekillerde uygun mukabelede bulunmak"tır. Bu, hem Allah'tan hem de insanlardan gelen iyilikler karşılığında yerine getirilmesi beklenen ahlĂ‚kî bir odevdir. Hamdetmek de dil ile yapılır; "hamdolsun, elhamdulillĂ‚h..." denir, ancak bunun sebebi yalnızca nimet ve ihsan değil, irade ve ihtiyara dayalı butun guzellik ve iyiliklerdir. Bu mĂ‚nada hamd yalnızca Allah'a mahsustur. Cunku başkalarına ait olan iyilik ve guzellikler, gercek ve kĂ‚mil mĂ‚nasıyla onların isteklerine bağlı değildir. İnsanların kendi isteklerine bağlı iyilik ve guzelliklerde Allah'ın da iradesi vardır. Onların irade ve isteklerine bağlı olmayan iyilik, guzellik ve hizmetler ise doğrudan yaratıcının, fıtrat ve ozellikleri takdir edip yaratarak insanlara bahşeden kudretin eseridir. Dolayısıyla bu mĂ‚nada hamdin tamamı Allah'a mahsustur, O'na aittir.
Âlem maddî ve mĂ‚nevî, gorulen ve gorulemeyen, dunyada ve Ă‚hirette Allah TeĂ‚lĂ‚'nın yarattığı her şeydir. Gorulen, hissedilen, insan bilgisinin ulaşabildiği maddî varlıklara "mulk ve şehĂ‚det Ă‚lemi", madde otesi varlıklara da "gayb ve melekût Ă‚lemi" denilir. Gayb ve melekût Ă‚leminin tek sahibi Allah'tır. Mulk ve şehĂ‚det Ă‚leminin ise gercek sahibi Allah olmakla beraber gorunurde ve mecazen başka sahipleri de olabilir. Vahiy yoluyla gelen bilgilere gore şehĂ‚det ve mulk Ă‚lemi, gayb ve melekût Ă‚lemine nisbetle denizden bir damla, sahradan bir kum tanesi kadardır. Gunumuze kadar insan bilgisinin ulaşabildiği uzay akıllara hayret verecek buyukluktedir. Fakat bu buyukluk gayb Ă‚leminin yanında bir kum tanesi kadar kaldığına gore gayb Ă‚leminin azametini akıl terazisi cekemez. Konuya bu acıdan bakıldığında evrenin buyukluğune ve ondaki duzenin inceliklerine dair ulaşılan her yeni bilgi, Allah'ın insana bahşettiği aklın nerelere kadar ulaşabileceğini ortaya koymasının yanında, erişeceği sırların enginliğini tasavvur edebilmesi icin bir olcu de oluşturmaktadır. Şu halde gayb Ă‚leminin bu buyukluğu iman ve irfanla kavranmakta, oradan da butun Ă‚lemlerin rabbi (sahibi, mĂ‚liki, takdir edip yaratanı, koruyanı, geliştireni) olan Allah'ın azamet ve buyukluğu karşısında kula yakışan hayret haline ulaşılmakta; bu azamet karşısında kul secdeye kapanınca onun hayret hali, "huzur, guven, sevgi, yakınlık ve tatmin"e donuşmektedir.
Rab kelimesi tek başına soylendiği zaman bundan yalnızca "Allah" kastedilir, O'nun guzel isimlerinden biridir, "sahiplik ve terbiye edicilik" ozelliğini ifade eder. Bu kelime "rabbu'd-dĂ‚r" (ev sahibi) gibi tamlama şeklinde başkaları icin de kullanılır.
RahmĂ‚n ve rahîm isimlerinin anlamları icin 1.ayetin (Besmele) acıklamasına bakılabilir.
"Odul ve ceza (din) gununun hĂ‚kimi" diye cevirdiğimiz tamlamada gecen mĂ‚lik "malın, mulkun sahibi" demektir. Kıraat Ă‚limlerince "hukumdar, iktidar sahibi" anlamında "melik" şeklinde de okunmuştur. İnsanlar icin kullanıldığında mĂ‚lik ile melik arasında guc, yetki ve tasarruf hakkı bakımlarından onemli farklar vardır. Mal ve mulkun sahibi (mĂ‚lik) kişinin başkalarına hukmu gecmez, başkalarına hukmu gecen hukumdar (melik) ise her malın ve mulkun sahibi değildir. Allah TeĂ‚lĂ‚ hakkında mĂ‚lik ve melik sıfatları kullanıldığı zaman mĂ‚na cercevesinde bir eksiklik olamaz; cunku O hem Ă‚lemlerin sahibidir hem de herkese ve her şeye hukmu gecer; O'nun iktidarı ustunde bir iktidar tasavvur bile edilemez. Melik O'nun zĂ‚tına, mĂ‚lik ise fiiline ait sıfatlardır.
"Odul ve ceza (din) gunu"nun Ă‚hiretteki hesaba cekme ve hukum verme gunu olduğu, bunu acıklayan başka Ă‚yetlerden anlaşılmaktadır (meselĂ‚ bk. İnfitĂ‚r 82/17-19). Allah TeĂ‚lĂ‚ butun zamanlarda ve zaman kavramına bağlı olmaksızın mutlak hĂ‚kim, sahip, melik ve mĂ‚liktir. Ancak Allah TeĂ‚lĂ‚ dunya hayatında, imtihan icin kullarına da sahiplik ve iktidar vermiş; imanı olduğu halde gaflet icinde bulunan kimseler –zaman zaman da olsa– Allah'ın sahipliği ve iktidarının bilincinde olmaya ozen gostermemişler; imanı olmayanlar ise bunun şuurundan tamamen yoksun kalıp inkĂ‚r etmişlerdir. Âhiret Ă‚leminde kulun, bu gorunurdeki ve gecici iktidarı da ortadan kalkacağı icin Allah'ın melik ve mĂ‚lik sıfatı butun azametiyle ortaya cıkacak, belli olacaktır. Bunun icin Ă‚hirette O, gercekte ve gorunurde "melik ve mĂ‚lik"tir.
Besmeleden buraya kadar kendisi ve sıfatları, kulları ve kĂ‚inat ile kesintisiz ilişkisi, dunya hayatının sonu ve hesap gunu hakkında onemli acıklamalar yapan Allah TeĂ‚lĂ‚, bunları iman icinde dinleyip anlayan ve şuuruna yerleştiren kullarında hĂ‚sıl olacak duygu ve duşunceye, davranış bicimine tercuman olarak "Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz" buyuruyor. Şu halde yukarıda sıralanan eşsiz ve benzersiz sıfatlar Allah'a mahsus olduğuna gore ibadetin ve yardım dilemenin O'na ozgu kılınması da –kul acısından– tabii hale gelmektedir.
İbadet "kulluk ve tapınma" olarak anlaşılmıştır. Bu kavramın icinde kĂ‚mil mĂ‚nada "sevgi, korku ve boyun eğme" vardır; bu uc tavır ve duygunun birlikteliği ibadetin temelini oluşturur. İnsanların yaratılış gayesi ibadettir; ancak onlar buna mecbur tutulmamışlardır; yani terim anlamıyla ibadet, iradeye bağlı olmayan hareketler ve oluşlar gibi hĂ‚sıl olmamakta; ilĂ‚hî emri kul, –dunya hayatında bir imtihan olarak– serbest iradesiyle yerine getirmekte veya ihmal etmektedir. Dunyanın butun nimetleri ve imkĂ‚nları insanın, insanca (yalnız Allah'a kulluk ederek) yaşaması icin verilmiş araclardır. Bunları amaclarına uygun olarak kullanmayanlar nimetin kıymetini bilmemiş ve israfa sapmış olurlar. İnsanın sınırlı gucu ve iradesi her zaman maddî ve mĂ‚nevî ihtiyaclarını karşılamaya ve kendisinden beklenenleri yerine getirmesine yeterli olmamaktadır. Bu sebeple insanlar hem diğer insanlardan hem de insan ustu guclerden yardım istemeye ve almaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir. Fakat onların bu iki kaynaktan yardım istemek ve almak icin tuttukları yollar, benimsedikleri sistem ve usuller, ilĂ‚hî irşada kulak asmadıkları zamanlarda şirke ve bedbahtlığa duşmelerine sebep olmuş; dolayısıyla bircok bĂ‚tıl din, işe yaramaz sistem ortaya cıkmıştır. Bu Ă‚yet, ibadet ederken ve yardım isterken yoneleceğimiz doğru adresi bize gostermekte ve tevhidi (bir Allah'a ibadeti, sığınmayı ve yonelmeyi) getirmektedir.
Âyette "ederim, dilerim" yerine "ederiz, dileriz" şeklinin secilmiş olması tevhid ehli muminlerin bir butun teşkil ettiklerini, bu sebeple "Sen ben değil, biz varız" ilkesi doğrultusunda hareket etmelerini, fert-toplum arasındaki dengeyi korumalarını işaretlemektedir. Burada "biz"i oluşturan bağ imandır, bir Allah'a kulluktur; "Allah'ın kulları! Kardeş olun" (BuhĂ‚rî, "NikĂ‚h", 45; Muslim, "Birr", 23, 28-32) meĂ‚lindeki hadis de bu mĂ‚naya acıklık getirmektedir. Muminler kardeşce yardımlaşırlar, fakat kimin elinden gelirse gelsin gercekte her nimetin Allah'tan geldiğini, O dilemedikce kimsenin bir şey veremeyeceğini bilirler.
İnsanlar maddî ve mĂ‚nevî hayatlarını duzenlerken doğrunun yanında yanlış da yapmışlar; hatalı, cıkmaz, saptırıcı yollara da yonelmişlerdir. Sapmanın ve yanılmanın baş sebebi insanın kendini yeterli sanması, bilgi ve guc almak icin Allah'a yonelmeyi reddetmesidir. "Gercek şu ki insan, kendini kendine yeterli gorerek ille de azgınlaşmaktadır! Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine aittir (O'na donecektir)" (Alak 96/6-8). "Bize doğru yolu goster" duası aynı zamanda rabbin, kullarına bir irşad ve uyarısıdır; eğer insan kendine yeterli olsaydı, doğru yolu gormesi ve bulması icin bir başkasına ihtiyacı olmazdı. Yaratıcı bu tĂ‚limatı verdiğine gore kula duşen, ilĂ‚hî irşada kulak vermek, insanî bilgi ve kabiliyetlerini bu irşad doğrultusunda kullanarak her adımını doğru atması icin O'nun tarafından sağlanan imkĂ‚nları gerektiği gibi kullanmaktır. "Doğru yol" (sırĂ‚t-ı mustakîm) İslĂ‚m'dır. Allah'ın peygamberleri ile kullarına gonderdiği dinlerin genel adı da İslĂ‚m'dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile vahiy, hurriyet ile cebir, haksızlık ile adalet, iyi ile kotu... ancak İslĂ‚m'da yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş, kurulma yolları gosterilmiştir. Hadiste yer alan bir ornekle acıklanacak olursa dosdoğru bir yol, yolun iki tarafında iki duvar, duvarlarda acılmış perdeli kapılar ve yolun başında da bir cağırıcı var ve o, "Ey insanlar! Hepiniz doğru yola giriniz, dağılıp parcalanmayınız!" diye sesleniyor. Birisi perdeli kapılardan birine girmek istediğinde yukarıdan bir başka cağırıcı sesleniyor: "Sakın o perdeyi kaldırma! Kaldırırsan girer gidersin!" (Musned, IV, 182-183; ŞevkĂ‚nî, I, 20). Bu ornekteki yol İslĂ‚m'dır, duvarlar Allah'ın koyduğu sınırlardır, kapılar haramlardır, yolun başındaki cağırıcı Allah'ın kitabıdır, yukarıdaki cağırıcı ve uyarıcı, her muminin kalbindeki ilĂ‚hî oğutcudur. Boylece İslĂ‚m'da vahiy, vicdan ve akıl birlikte işletilerek doğru yol bulunmaktadır.
Ne irfandır veren ahlĂ‚ka yukseklik ne vicdandır
Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Burada tarihe bir atıf yapılarak yolun doğrusu ve eğrisi hakkında bir başka olcut ve delil daha verilmektedir. İslĂ‚m yalnızca Allah kitabında boyle buyurduğu icin doğru yol değildir, aynı zamanda tarih boyunca ilĂ‚hî irşadı reddedenlerin tecrubeleri de doğru yolun İslĂ‚m olduğunu gostermektedir. Bu sebeple doğru yolu arayanlar ve uzerinde bulundukları yolun sağlamasını yapmak isteyenler, donup tarihe bakmak, gercek mutluluğu bulanlarla sapanlar ve Allah'ın gazabına uğrayanların yol ve yontemlerini incelemek durumundadırlar. Tarihte hem ornekler hem de ibretler vardır. Ornekler, peygamberlerin izlerinden giden fert ve ummetlerde, ibretler ise onlara cephe alan ve CenĂ‚b-ı Hakk'a meydan okuyanlarda gorulmektedir. Bazı rivayetlerde sapanların "hıristiyanlar", ilĂ‚hî gazaba uğrayanların da "yahudiler" olarak acıklanması (meselĂ‚ bk. Musned, IV, 378; Tirmizî, "Tefsîr", 2), yalnızca zaman ve mekĂ‚n itibariyle yakın birer ornek olmalarından dolayıdır.
Muslim'in rivayet ettiği bir kutsî hadiste (bk. "SalĂ‚t", 38) Allah TeĂ‚lĂ‚'nın, "Namazı (FĂ‚tiha'yı) kulumla kendi aramda yarı yarıya paylaştım ve kulum dilediğini alacaktır" buyurduğu ifade edildikten sonra şoyle devam edilmiştir: Kul (namazda FĂ‚tiha'yı okurken) "Hamd Ă‚lemlerin rabbi Allah'a mahsustur" deyince Allah, "Kulum bana hamdetti" buyurur. Kul "rahmĂ‚n ve rahîm" deyince Allah, "Kulum beni ovdu" der. "Ceza gununun tek sahibi" deyince "Kulum benim yuceliğimi dile getirdi" der. "Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz" deyince "Bu, kulumla benim aramda ortak olan kısımdır ve istediği kulumun olacaktır" buyurur. Kul "Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!" deyince Allah, "İşte bu, yalnızca kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir" buyurur.
"Duamızı kabul buyur, boyle olsun, bizi eli boş cevirme" mĂ‚nasına gelen "Ă‚min" sozu, dilleri ne olursa olsun butun muslumanların, hatta semavî din mensuplarının ortak ifadeleri haline gelmiştir. Bu cumle FĂ‚tiha sûresine dahil olmadığı gibi Ă‚yet de değildir. Bircok hadiste Resûlullah'ın FĂ‚tiha'dan sonra "Ă‚min" dediği ve boyle denilmesini oğutlediği ifade edilmiştir (meselĂ‚ bk. Muslim, "SalĂ‚t", 72-76). Namazda veya namaz dışında FĂ‚tiha'yı okuyan veya dinleyen kimse, sûrenin sonunda "Ă‚min" deyince aynı zamanda meleklerin de "Ă‚min" dedikleri, hem şehĂ‚det hem de gayb Ă‚lemlerinde aynı anda dile getirilen bu duanın Allah tarafından kabul buyurulacağı hadislerde acıklanmıştır (bk. BuhĂ‚rî, "EzĂ‚n", 112-113; Muslim, "SalĂ‚t", 72-76). Yine sahih hadisler, FĂ‚tiha sesli okunduğunda "Ă‚min" duasının da sesli yapılacağı bilgisini getirdiği icin fıkıh mezheplerinin coğu bunu benimsemişlerdir (ŞevkĂ‚nî, Neylu'l-evtĂ‚r, II, 229-232). Hanefîler'e gore bu cumle namazda daima sessiz soylenir.
[h=3]8 OCAK 2021 CUMA HUTBESİ NEDİR?[/h]8 Ocak 2021 "Fatiha Suresi: Kur'an'ın Mukaddimesi" başlıklı hutbeye aşağıdan ulaşabilirsiniz.
HUTBEYİ OKUMAK İCİN TIKLAYINIZ...