2 Ekim'de Paris'in banliyosu Les Mureaux'da "İslami ayrılıkcılık" temelinde bir konuşma yapan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 22 Aralık'ta da L'Express dergisine verdiği bir mulakatta "beyaz ayrıcalık" kavramının gercekliğinden bahsetti. [1]
Peki, "beyaz ayrıcalığı" nedir? ABD'li siyahi bir sosyolog olan William Edward Burghardt Du Bois tarafından gundeme getirilen bu kavram, ırkcılık sonrası devam eden sınıf farklılığına dikkat cekmek icin kullanılmıştı. Du Bois'in kavramsallaştırdığı "beyaz ayrıcalık", aynı zamanda ABD'de 1950-60'larda başlayan ırkcılık karşıtı hareketlerin de toplumsal temelini oluşturuyordu. Bu kavram 1988 yılında beyaz bir Amerikalı bilim kadını olan Peggy McIntosh'un yazdığı bir makaleyle uluslararası alanda populer hale geldi.

Somurgecilik doneminin sembolu olan kole ticaretiyle başlayan ırkcılık, Batılı beyaz adamın dunyaya bahşettiği en vahşi armağandı. İnsan haklarının uluslararası hukuk alanında da bir karşılık bulmasıyla birlikte biyolojik temelli ırkcılığın sosyolojik temelli "beyaz ayrıcalığı"na donuşturulmesi, yuzlerce yıllık yaşanmışlıkta bir yumuşamayı gostermiş olmakla birlikte, zihniyetin hala psikolojik ve sosyolojik olarak insanlarda ve devletlerde var olduğunu gosteriyordu. Bu yuzden kavram her ne kadar bir siyahi tarafından gundeme getirilmiş olsa da beyazlar tarafından da memnuniyetle kabul gordu.
Peki, beyaz ayrıcalık kavramı neden Fransa'ya ithal edildi? Macron boyle bir kavrama neden ihtiyac duydu? Ulusal kimlik tartışmasını başlatan eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy bu kimliğin katı kriterlerini reddederek, Fransız olmanın en asgari unsurları olan dil ve ortak yaşam kulturunun gerekliliğinden bahsediyor. Esasında Macron, selefinin başlatmak zorunda kaldığı bir tartışmayı, siyasi ve toplumsal bir temele oturtabilme gayreti icindeydi. Geleceklerini korumanın tek yolu, ulke icinde her gecen gun artan dini ve etnik ayrışmanın onlenmesi ve unsurların ortak bir paydada buluşturulmasıydı. Aslında bu surecten nasibini alan sadece Muslumanlar değil, aynı zamanda farklı dinlere ve dillere mensup Afrikalılar, Asyalılar ve hatta Yahudilerdi. Fransa artık kendi dışındakilere tahammul edemeyen bir ulke haline gelmişti.
Washington Post Paris muhabiri James McAuley Macron'un "Aydınlanma İslamı" cağrısı yapan konuşmasını eleştirirken, 1789 devriminin hem Fransız hem de Yahudi kimliğini aynı şekilde kucakladığını, bu donem Fransız cumhuriyetciliğinin dini farklılıklara Macron'dan daha fazla değer verdiğini soyledi. Yahudi gazeteci Marc Weitzmann ise McAuley'e katılmadığını ifade ederken, Fransız devrimini yapanların, Yahudilerin kendi değerlerinden vazgecmeleri neticesinde yurttaş olarak kabul edildiğinin altını cizdi. Weitzmann Le Monde'da yayımlanan makalesinde, bugun Muslumanların da zamanında Yahudilerin yapmak zorunda oldukları gibi bireysel değerlerinden vazgecmeleri yonunde bir zorlamaya maruz kaldıklarını ifade etti. [2] Konuya farklı acılardan bakmakla birlikte, her iki goruşun ortak paydası Fransızların hoşgorusuzluğuydu.
Siyasal sistemin krize girdiği her donemde, siyasetcilerin populist bir yaklaşımla "ulusal kimlik" tartışmalarını başlatmaları cok doğal bir reflekstir. "Fransız kimdir?" sorusuna cevaben oluşturulmaya calışılan ulusal kimlik, esasında azınlıkların farklılığının silinmesi anlamına geliyor. Bu anlamda, ayrılıkcılık yasasının asimilasyonun yasal gerekcesi olduğunu soylemek yanlış olmaz.
ABD basınının, ulkede yaşanan bu ayrılıkcı soylem ve politikaların Fransız evrensel idealinin geleceğini tehlikeye attığı yonundeki ifadeleri Macron'u ziyadesiyle rahatsız etti. İslam'ı "tum dunyada kriz icinde" bir din olarak nitelendiren Macron'un bu yuzden "Aydınlanma İslam'ı" oluşturmak istediklerini soylemesi Musluman dunyasında da hayretle karşılandı. Diğer taraftan, "Nefret: Fransa'da Anti-Semitizmin Yukselen Dalgası" adlı kitabında Weitzmann, Dreyfus davasından başlayıp 1940'larda Vichy rejiminin 75 bin Yahudi'yi Almanlarla işbirliği yaparak olum kamplarına goturmesinden, gunumuz Fransa'sında Yahudilere karşı gunluk hayatta uygulanan şiddet ve baskılara kadar bircok konuyu gundeme taşıdı. Fransa'nın ulkede yaşayan tum farklı etnik ve dini yapıları, sınırlarını kendilerinin belirlediği ulusal kimlik icinde bir araya getirme arzusu, esasında sadece ulkedeki Muslumanlara yonelik bir eylem değil. Siyah ve sarı ırkların, Yahudi ve Muslumanların, hasılı butun farklılıkların doğrudan etkilendiği bu surec, Fransa'yı cok tehlikeli kulvarlara taşımakta.
Anglosakson medyasının mutedil eleştirileri ve Turkiye'nin başını cektiği bir kısım Musluman ulkelerin sert acıklamalarına rağmen Fransa'da değişen hicbir şey olmadı. Hatta butun bu tartışmalar sıcaklığını korurken, L'Expressdergisi muhabirinin "Beyaz adam olmanın bir ayrıcalık olduğunu duşunuyor musunuz?" sorusuna Macron'un "Bu bir gercek. Onu biz secmiyoruz, onu ben secmedim. Ancak, toplumumuzda beyaz bir adam olmanın, Asyalı, siyah ya da Mağripli bir erkek olmaya nazaran işe erişim, konut sahibi olma, iş bulma acısından daha kolay nesnel koşullar yarattığını soyleyebilirim… Bu bağlamda, beyaz bir adam olmak bir ayrıcalık olarak deneyimlenebilir" şeklindeki cevabı gundemin seyrini farklı bir boyuta taşıdı.
Macron'un İslami ayrılıkcılıkla ilgili yaptığı konuşmada "laik cumhuriyet" vurgusu vardı, L'Expresse'e verdiği beyanatta ise "ulus" vurgusu hakimdi. Fransa'nın laik cumhuriyeti korumak icin ihtiyacı olan tek şey, aynı dile ve ortak yaşam kulturune sahip bir ulus oluşturabilmekti. Sarkozy donemiyle birlikte Fransa, ulkenin temel yaşamsal değerlerinin bozulma yonunde cok hızlı bir donuşum icine girdiğinin farkına varmıştı. Bu aşamadan sonra laiklik, cumhuriyet ve ulusal kimlik tartışmaları net bir şekilde yapılmaya başladı. Macron laikliği bir tehdit değil ulkedeki dini farklılıkları sorun olmaktan cıkartacak bir kalkan olarak tanımlasa da, Charlie Hebdo dergisi İslam ile laiklik arasındaki ucurumu daha belirgin hale getirdi ve ne yazık ki soylemin aksine, laiklik bir din haline geldi.
Ayrılıkcılık yasasıyla okul, giyim, ibadethane ve sivil toplum orgutlerinin faaliyetlerine getirilen kısıtlamalarla birlikte, sosyal yaşamda Muslumanların aleyhine ortaya cıkan eşitsizlikler yakın bir zamanda daha net bir şekilde gorulecek. İşe girmede, sosyal alanların kullanılmasında, yargı ve polis işlemlerinde, kamusal malların kullanılmasında ve en nihayetinde insan ilişkilerinde ortaya cıkacak ayrıcalıklı muameleler, doğal olarak "beyaz ayrıcalık" kavramını okyanus otesinden Fransa'ya taşıdı. Zira Macron'un ulke icindeki bu yeni sureci başka bir şekilde tanımlamasının ihtimali kalmamıştı. Esasında bu aynı zamanda bir kabulun beyanıydı. Bu kabullenme, zaten toplumda var olan ve siyasi soylemlerle guclendirilen surecin daha net bir şekilde tanımlaması icin mi, yoksa toplumdaki bu ayrışma gerceğinin farkında olarak sorunun kontrol altına alınması icin miydi? Bu sosyolojik donuşumun siyasal sisteme yansıdığı elbette bir gercek. Artık sadece sağ değil, aynı zamanda sol partilerin de kabullenmek zorunda kaldığı gercekler, Fransız halkını her gecen gun yabancı duşmanlığına doğru yonlendiriyor.
Secim atmosferindeki soylem ve icraatlarla beklentiler arasındaki bu celişkili birliktelik, Macron'un en buyuk ikilemi oldu. Esasında laik cumhuriyette ulusal kimliği yeniden tesis etmek, bugunun Fransa'sında epey buyuk bir luks olarak gorulmeli. İleride yaşanabilecek olumsuzlukların farkında olan siyasetcilerin, en azından Fransız halkının yanında olduklarını ifade edebilmek adına kabullendikleri beyaz ayrıcalığı, Fransa acısından telafisi mumkun olmayan bir olumsuzluğun başlangıcı olacaktır.
Azınlıklara, ırkcı karşıtı bir soylemin ikamesi olarak kullanıldığı imajı verilmeye calışılsa da, beyaz ayrıcalığı daha ziyade ulusal kimliğin omurgasını oluşturan beyazlara yonelik bir meşruiyet soylemidir. Ulusal kimliği bir Fransız gibi anlatmaya calışırsak, onu ortası laik cumhuriyet cikolatasıyla doldurulmuş bir kruvasana benzetebiliriz. Hamurun her katmanı toplumdaki farklı kesimlerin birbirine karışmadan var olmalarını ifade eder. Lakin hepsi merkezdeki cikolatayı korur ve hepsi onun lezzetinden kendine duşen payı alabilir. Bu nedenle Macron, insanların kendi evinde Arapca konuşmaları ve ibadet etmelerinden rahatsızlık duymadıklarını, lakin kamusal alanda yaşadıkları ulkenin ust kulturune saygı duymaları gerektiğini ifade ediyor.
Beyaz ayrıcalığının bir ırkcılık olmadığı soylense de bunun onculunun ırkcılık ve onyargılar olduğunu unutmamalıyız. Kavramın aslına tekrar rucu edebilme ihtimali yok mu? Bu tehlikeli surec bir beceriksizlikle yonetilirse neden olmasın? Irkcılık bir onyargı ve inanca dayanır. Beyaz ayrıcalığının Fransa'da nasıl bir kabul goreceğini ve ırkcılığa donuşup donuşmeyeceğini hep birlikte goreceğiz.
Hangi renkte ve ırkta olduğunu duşunmek zorunda olmamak ayrıcalıktır, her şeyin sahibi olarak yaşamak ayrıcalıktır, istediğin okula ve ibadethaneye gidebilmek ayrıcalıktır, istediğin gibi giyinmek bir ayrıcalıktır, bir sucluymuş gibi ezilmeden sokaklarda yurumek ve otobuse binmek de bir ayrıcalıktır. Bunları yapamamak ise ten renginden bağımsız olarak bir otekileşmedir.
Somurgecilik doneminden bu yana, başka bir toplum ile ortak yaşam kulturune sahip olamayacağını duşunen Fransızlar, bugun bir ortak yaşam kulturu oluşturma gerekliliği ortaya cıktığında, doğal olarak ne yapacaklarını şaşırdılar. Bir taraftan yabancıları asimile etme gayreti, diğer tarafta kendi halkının ustunluğune leke surmeme hassasiyeti, Fransa'nın bundan sonraki siyasi tarihinin en temel sorunu olacaktır.
"Ayrılıkcılık" ve "ayrıcalık" olarak gelişen surec, Fransızların yuzlerce yıldır somurgelerinde yaptıklarının bir laneti olarak uzerlerine karabasan gibi cokeceğe benziyor. Bu surecin kıta Avrupa'sına da yayılması, Avrupa Birliği acısından yeni bir yozlaşma nedeni olarak karşımıza cıkacaktır. Sadece Fransa değil butun Avrupa, bugun beyaz ayrıcalık, yarın ırkcılık olarak karşımıza cıkacak surecle yuzleşmeye hazır mı?
["Korsanlıktan Siyasal İslam'a: Cezayir'de Sosyal ve Toplumsal Değişim" ve "Kalanlara Gurbet Gidenlere Memleket Rumeli (Makedonya Turkleri)" kitaplarının yazarı olan Ali Maskan calışmalarını somurgecilik ve Afrika ile Balkanlar alanlarında surdurmektedir]
[1] Konuyla ilgili detaylı bilgi icin bkz. Ali Maskan, https://www.fikircografyasi.com/makale/emmanuel-macronun-ayrilikcilik-yasasi-fransada-birlikteligi-saglar-mi
[2] https://www.lemonde.fr/idees/article/2020/12/10/marc-weitzmann-ce-que-l-universalisme-francais-recouvre-vraiment_6062847_3232.html
Kaynak: Anadolu Ajansı / Ali Maskan