hayattan zevk alamamak, hanimlar, yazar, hekimoglu ismail, kendini gelistirme, ile ilgili tum bilgileri burada bulabilirsiniz




Hayatından zevk alamayan hanimlar!!!

Gectiğimiz gunlerde bazı hanımlar dediler ki: "Her gun her gun aynı işleri yapmaktan sıkıldık!"

"Siz de işleri değiştirin." dedim. "Belediyeler ucretsiz kurslar acmış. Şahane kurslar. Dikiş kursu, yemek kursu, cocuk bakımı... Buralara gidilebilir. Organizma yorulunca insan rahat eder. Fıtrat yalan soylemez; calışan hanımlara bakın; onlar da işteki yorgunluk bir kenara, ev işleriyle meşgul olamamanın verdiği huzursuzluğu yaşıyor. Ev hanımı hareketsiz kalmanın acısını cekiyor, calışan hanımlar, patronun emrinde olmaktan yaka silkiyor."






Amma mutluluk insanın dışında değil, icindedir.
Bir ev hanımı, evvela şunu duşunecek: Ben nasıl huzurlu yaşayabilirim?





Bunu kendisi cevaplandıramayabilir. Bunun icin okuyacak, soracak, araştıracak. Mesela bu soruya ben şoyle cevap veririm: Beynimiz ilim ister, kalbimiz iman ve ibadet ister, midemiz gıda ister, kollarımız ayaklarımız hareket ister. Bu organların isteklerini yerine getirmemiz lazım. Getirmezsek ne olur? En başta psikolojik sıkıntı başlar. O hanım, maddi cihetten her şeye sahipse de, bunlar onu rahatlatmaya yetmez; her an ici sıkılır. Sonra da "depresyondayım" der.

Ruh, Allah'ın hayat sıfatıdır. Bu sebepten ruh, hastalanmaz. İslamiyet'i yaşamayan insanın ruhu, kafesteki kuş gibidir; hareket edemez, nefes alamaz, bunun icin sıkılır, bunalıma girer. Maneviyat kısırlığı, habbeyi kubbe yapar, en kucuk dertleri, en basit hastalıkları buyutur. İlimle, ibadetle ruh nefes alır.

Aslında insan, kulli nizamı gorebilse ve kulli nizam icinde kendi yerini ve vazifesini tayin etse, hicbir zaman sıkılmaz. İslamiyet maddeten ve manen şifadır.

Sıkıntılardan kurtulmanın caresi, beynin istediği ilmi vermek, kalbin istediği iman ve ibadeti vermek, kolların ve ayakların istediği hareketi vermektir. Mesela ben, hastalanmadan evvel sabah erken kalkar, evden Cağaloğlu'na yuruyerek giderdim. Sabahın o saatinde coplukten kÂğıt toplayanları, kışın paltosuz gezenleri, hamalları gorunce hicbir şeyim kalmazdı.

Şimdiki evlerde en guzel mobilyalar, en pahalı mefruşatlar, halılar... Amma kutuphane yok!.. Nasıl ki her evde mutfak var, kiler var, mefruşat var; o evde bir de kutuphane olmalı. O kutuphaneyi kurmalı. Sonra o kutuphanenin karşısına gecip hangisini okumalıyım, demeli. Her bir kitabı tek tek alıp karıştırmalı. Bunu yapanın o gunu cok rahat gececek, sıkıntı gitmiş olacak. Rutin hayatı bunlar renklendirir.

Cok tecrubelerle gorulmuştur ki, insanların ilim ve ibadetleri ne kadar azsa, şikÂyetleri de o kadar coğalır. Aksine ilim ve ibadetleri ne kadar coksa, şikÂyetleri de o oranda azalır.

Dikkatimi ceken husus da şu: Hanımların huzurunu bozan, televizyondaki bazı programlardır. Program secilecek, her program seyredilmeyecek.

Onun huzurunu bozan bazı insanlardır. O insanları iyi tanıyacak. Ona gore hareket edecek. Dikenden şikÂyete hakkımız yok, cunku biliyoruz ki diken batar, tedbiri biz alacağız.

Genclik yıllarımda "yapamadıklarım ve noksanlarım" listesi yapmıştım. Mesela, "Tecvitli Kur'an okumasını bilmiyorum, namazlarımda sıkıntı yaşıyorum, gereksiz arkadaşlarla fazla zaman geciriyorum, okuduğum kitapları anlamıyorum..." Boyle eksik noktalarımı tespit ettim. Bunları tek tek duzeltme kararı aldım.

Bu liste hayatımı değiştirdi!


Kendimle mucadeleye girmiştim. O mucadele cok guzel sonuclar verdi. Ben istiyorum ki kendi hayatımı yaşayayım. Başkaları da istiyordu ki onların istediği hayatı yaşayayım.

Bu mucadele hayatım boyunca devam etti, hÂl devam ediyor. Hayatın tadı da bu olsa gerek...


Hekimoğlu İsmail