
En komik Temel fıkraları ve guldururken duşunduren Nasrettin Hoca fıkraları sohbetleri keyifli ve komik hale getiriyor. Sizde doyumsuz sohbetler icin Temel fıkraları ve Nasrettin Hoca fıkralarını tercih edebilirsiniz. İşte en guzel fıkralar.
[h=3]FIKRA NEDİR?[/h]Turkiye'nin hemen her bolgesinde, dunyada da olduğu gibi, fıkra anlatmanın veya guzel anlatanı dinlemenin hemen tadına varılır, zevkle yaşanır o dakikalar... Cocukların da bildiği ve aktardığı Nasreddin Hocanın fıkralarından başlayarak, yore insanının kendileri arasından cıkan taklitci, komik veya nuktedan kişilerin maceraları o yorelerde birer fıkra olarak anlatılır. Gunumuze kadar gelen bu fıkra kahramanları arasında ozellikle Bektaşîler, Karadenizlilerden Temel veya Dursun, Yahudiler, butun Turkiye'de bu yonleriyle tanınırken, bolgelerinde de Bekri Mustafa, Karatepeli, Oflu hoca, Erzurumlu Naim Hoca vb. yerine gore ders verecek bicimde fıkralarıyla, literature girmişlerdir ve gunumuzde de bu unleriyle yaşamaktadırlar.
Fıkralar, nerede, kim tarafından ve hangi şartlarda ortaya konduğu coğu zaman kesinlikle belli olmayan sozlu kultur orneklerindendir. Aynı kulturun diğer turlerinde de (masal, efsane, bilmece, atasozu vs.) olduğu gibi oluştuğu yer ve yaratıcısı zamanla unutulmuştur ve anonim olma ozelliğini kazanmıştır. Kulaktan kulağa aktarılan fıkraların, hemen her yorede ve hatta her anlatışta kahramanı kolaylıkla değişebilir. Fıkralar her kim tarafından ilk kez ortaya konmuş olursa olsun, zaman gecince ve bolge değişince bu yaratıcı tip unutulur, ancak fıkra icindeki asıl olay carpıcı noktalarıyla hatırda tutulup, başka bir fıkra kahramanına mal edilerek anlatılır.
Butun bu fıkralardaki ana mizah unsuru bir komik olayı vurgulamak değildir. Asıl dayanak var olan, ortada gorunen bir gerceği beklenmedik, alışılmadık bir sonla bitirme amacıyla anlatmak ve ancak ondan sonra guldurebilmek... Dar goruşluluğe, yobazlığa, cahilliğe, basit kurnazlığa, karanlıklara karşı cıkan Nasreddin Hoca fıkralarının yanı sıra bilgisiz, hoşgorusuz, tahammulsuz ve cahil softalara karşı cıkan Bektaşî fıkraları, saray ve konakların gorgusuz zenginlerinin tutum ve davranışlarıyla eğlenen İncili Cavuş fıkraları hep gercekleri anlatmaya calışırlar. Yorelerde adı butun Turkiye'ye yayılmamış nuktedan insanlar da aynı amacla insanların dikkatlerini cekmek isterler gerceklere... Ancak boyle yapılırsa veya anlatılırsa, insanlar daha iyi ve cabuk gerceklerin farkına varırlar diye niyetlenilmiştir ve boylece niyetler de gercekleşmiş olur. Her bir fıkra, saatler boyu tartışılacak ders konusudur bu yonuyle...
Fıkraların bir başka ozelliği de konuşma dilinin butun kıvraklığını, canlılığını, guzelliğini ortaya cıkarmasıdır. Guzel Turkceyi iyi bir fıkra anlatıcısının ağzından daha iyi duyarız. Konuşmanın doğallığını ve sınır cizilemez, tahdit konulamaz ozgurluğunu fıkralarda buluruz butun oğeleriyle... Cocuklarımızın eğitimine bu yonuyle de yardımcı olur fıkralar. Bir yandan dil ve konuşma eğitimine yardım ederken, diğer yandan zekÂsının ve anlayışının gelişmesine de yardım eder. Her duyduğu veya gorduğu olayın, bir de arka yuzunun bulunduğunu hatırlamasına yardımcı olur, destek verirler. Onların tatlı dilli, guler yuzlu, her yerde aranan, sevilen bir kişilik kazanması, fıkraları bilmesine, iyi anlatmasına ve yerinde kullanmasına bağlıdır. En ciddi konularda sertce tartışırken bile, yerinde-zamanında anlatılan bir fıkra, arada oluşan buzları eritir, konuşmaları mutlu ve olumlu bir sonuca doğru goturmekte baş rolu oynar.
[h=3]EN GUZEL FIKRALAR[/h][h=3]NE KADAR YERSİN?[/h]Kofteli eti cok seven Gurunlu Behzat Emmi'ye bir carşı esnafı "Ne kadar yersin?" diye sormuş.
-"Gardaş kaşıklaya kaşıklaya kolum yoruluncaya kadar yerim… Kolum dinlenince tekrar başlarım" demiş.
[h=3]BEN HİSSEME DUŞENLERİ SOKUP EVİME GOTURDUM[/h]Nihat Kırış'ın uzun yıllar oncesinden bir anısı:
Gurun carşısında, biraz safca ayak işleri goren Şevket adında birisi vardı. Bir gun carşıda dolaşırken babam (Talat Bey) cağırtıp "Boş musun?" diye sormuş. "Evet" yanıtını alınca, "Şevket, bizim mezarlık altındaki tarlada patates ekili… İstersen git onları sok, yarısını bizim eve, yarısını da size gotur," demiş.
Aradan iki veya uc gun gectikten sonra Şevket gelip Talat Bey'e:
-"Efendi Amca" demiş. "Ben hisseme duşenleri sokup evime goturdum".
[h=3]HIZIR[/h]Akcadağ'ın Tataruşağı Koyunde Hıdrellez ayı girdiğinde, kombe-kofte yapar, "Hızır payı" olarak komşulara dağıtırlar. Evin birinde de kombe yapmışlar, bir pay da "Hızırın payı, gelip alır, unumuza bereket gelir" duşuncesiyle un hararının uzerine bırakılmış. İnanışa gore eğer Hızır eve uğrarsa una el basarmış. Bunları oğrenen evin cobanı, gizlice gidip kombeyi alıp yemiş. Sabahleyin kombenin yerinde olmadığını goren evin hanımı heyecanlanıp dışarı koşmuş. "Evimize Hızır uğramış" diyerek bağırmaya başlamış. Bir koşeden bunları seyreden coban da kıs kıs guluyormuş.
Aradan birkac yıl gecmiş, bu durum bir sohbet anında anlatılınca, coban dayanamamış, "O kombeyi ben yedim" demiş. Demiş ama "bizi niye kandırdın" diye de bir suru dayak yemiş.
[h=3]TUZ ATMA YARIŞI[/h]Eve misafir gelmiş. Eskiden ocaklar evin girişindeki "hayat" denilen salonda olurmuş. Evin kadını gelip ocağı yakmış, kuşganayı koymuş, pilav pişiriyormuş. Eliyle davlumbazın yanında asılı olan "tuz cantası"ndan bir koşam (tutam) tuz alıp, yemeğe atmış. Kadın dışarı cıkmış. Ardından evin erkeği gelip bir koşam tuz atmış, o gitmiş, evin kızı gelip bir koşam tuz atmış. Misafir bunlara bir anlam verememiş "oldu olacak bir koşam tuz da ben atayım" deyip, o da yemeğe tuz atmış.
Yemek pişip, sofraya geldiğinde evin keyvenisi kadın yemekten bir kaşık alınca cok tuzlu olduğunu anlamış. "Elimin kararı kactı bugunlerde, yemek hep tuzlu oluyor" demiş. Diğerleri birbirinin yuzune bakmışlar, "benim de, benim de" demiş kız ile baba. Misafir dayanamamış "benim de" demiş.
[h=3]"BİSMİLLAH DE" DE GEL[/h]Adam koyden şehire gelmiş. Akşama ahbabı olan Vahap Efendi'ye misafir olmuş. Ortaya sofra gelmiş. Sofrada kucuk tabaklarda yemekler varmış. Ev sahibi misafirine "Bismillah de de gel" demiş. Adam, "demem gardaş" demiş, "bu tabaklar bana yetmez".
Aradan bir zaman gecmiş. Vahap Efendi'nin yolu misafir ettiği ahbabının koyune duşmuş. Yine sofra gelmiş ortaya. Sofrada tabak değil, buyuk kuşganada yemek var. Ev sahibi misafiri Vahap Efendi'yi buyur etmiş, "Bismillah deme de gel".
[h=3]AYAKLA COKELİK TARTMA[/h]Hekimhan koylerinin birinde, adam cokeliği omuzlamış pazara satmaya goturuyormuş. Yolda Osman Dayı adında biri seslenip durdurmuş adamı. Cokeliği almak icin uc aşağı beş yukarı derken anlaşmışlar. Cokelikci demiş ki "terazim var amma, kiloyu evde unutmuşum, ben satmaktan caydım". Osman Dayı, "uzulme yeğenim" demiş "benim ayağımın tabanı kilo vazifesi gorer".
Boylece terazinin kefesinin birine cokeliği diğerine de Osman Dayı'nın ayağını koymuşlar. Osman Dayı ayağının ağırlığıyla bastırmış teraziye, ardından "yeğenim tamam kefeleri dengeledim, tamı tamına 10 kilo 300 gram geldi, hadi 300'unu derinin darasına duşek, 10 kilo kalır geriye" demiş.
[h=3]NASIL OLSA COKELİK OLACAK[/h]Hekimhan koylerinin birinde eskiden yaşanmış bir hadise şoyledir:
Sabahleyin erkenden keci derisinden yapılan "tuluk" ile yayık yayan kadın, ayranı kulege aktarmış, eğilmiş ki yerden yağ kaşığını ala. O sırada kafasındaki "kulluk" denilen başlığı kuleğe duşmuş. Hemen eliyle almış, camaşır sıkar gibi ayranın ustune sıkmış. Onu goren gelini sormuş. "Ana kulluyun ayranını kuleğe sıktın. Kaynana da, "bir şey olmaz gelin zaten cokelik yapacaktım ayranı" demiş.
[h=3]BEN DAHA DANA KADAR OLMADIM[/h]Malatya koylerinin birinde evin birine bir misafir gelmiş. Sofra cıkarmak adettendir misafire. Evin reisi hanımına bir kaş-goz işareti etmiş. Kadın hazırdan birşeyler yapıp, sofrayı getirmiş.
Yemeğe başlamışlar. Ev sahibi 5-6 kaşık yemiş, uzerine de bir tas ozeme ayran icmiş, "Ohh... doydum, okuz gader oldum" demiş. Misafir, adamın niyetini anlamış, hic oralı olmamış. Adam "Ohh... vallaha.... okuz gader oldum, doydum" demişse de, misafir devam etmiş. Bir tarafdan da "vallaa ağa ben daha dana gader olamadım" diyerek kaşığını yemeğe sallamış.
[h=3]EKMEK YEDİRME[/h]Huseyin Dayı, koyunden kalkmış Malatya'ya gelmiş. O zaman da otel yokmuş, kalkmış Orduzu'da Hasan isimli bir ahbabının evine misafir olmaya gitmiş. Buyur etmişler. Hasan da koylerde cercilik yaptığından, Huseyin Dayıgilde cok yemek yemişliği varmış. İzzet-İkrÂmda bulunayım diyerekten, icli kofte yaptırmış hanımına. Sofrayı kurmuşlar, sofraya ekmeği parca parca koyuyorlarmış. Huseyin Dayı buna icerlemiş. "Ula Hasan" demiş, "niye onume bi parca bi parca ekmek goyusun. Sen bize geldiğinde bizim karı kultesiynen (ekmekleri hıla icinde 8-10 tane birden koyarak) getirip onune goyuyu. Valla garnım doyana gader yiyecem. İster butun butun ver, ister boluk boluk ver" deyip gurlemiş.
[h=3]ELİM TERAZİ[/h]Malatya'nın bir koyunde "Kor Abbas" namıyla nuktedan birinin her konuştuğu, her yaptığı hareket gunumuzde dilden dile dolaşır. Bunlardan biri şoyledir:
Fırat Nehri'nin kenarında karpuz bostanı olan Abbas Dayı, karpuzları toplayıp eşeği "Bozoğlan"a yuklemiş, Arapkir tarafına satmaya cıkmış. Yolda giderken peynir satmaya giden bir adamla karşılaşmış. Peynire muşteri olmuş. Adam da, "terazim yok, nasıl tartalım" deyince, Abbas Dayı kocaman ellerini acmış, bir tarafına bir taş koymuş, diğer elini de terazi kefesi gibi acarak "koy oğlum peynirleri" demiş. Adam, habire peynir yığmış "birbaş, ikibaş, ucbaş" derken tam "sekiz baş peynir" olmuş. Abbas Dayı elini hizalamış, "hah, tamam bey oğlum bir okka oldu" demiş. Adama 3-5 karpuz verip savmış.
[h=3]SESLİ SESLİ AĞLAMAK[/h]Malatya koylerinden birinde, bir karı koca komşu koye bir akraba ziyaretine gitmişler. Biraz hoş beşten sonra, ortaya sofra getirilmiş; sofrada bal ile tereyağı varmış. Karı kocanın ikisi de bunları cok severlermiş. Kadın, nasıl edem de bal ile yağı kocama yedirmeyen diye duşunmuş ve "anam, bunları da bizim herif sevmez, bir kaşık yese hemen hastalanır" demiş. Cok utangac olan koca, bal ile yağa imrenerek bakmakla yetinmiş. Karısı da tabakları bir guzelce sıyırmış.
Koylerine donerlerken yolda koca hanımına donmuş "gız arsız!" demiş, "bana yedirmedin balla yağı, icin icin ağlattın, ben de seni sesli sesli ağlatayım da gor" diyerek hanımını dove dove goturmuş.
[h=3]KEREYİ ERİTMEK[/h]O. Koyu halkı beylik, ağalık doneminde bağlı oldukları Besni beylerine her yıl 5 teneke tereyağı gonderirlerdi. Bunun yanında 10 tane de kavurmalık keci giderdi. Bu durumdan bıkan koyun ileri gelenleri koyden sozbilir bir heyet secerek Besni Beyleri'ne bu haracın kaldırılması icin elci olarak gondermeye karar verirler.
Besni Bey'inin evinin onune gelen heyet şaşkınlıkla beklerler. Nasıl diyelim ne diyelim diye aralarında tartışırlarken Besni Bey'i camı acarak koylulere seslenir.
- Orda ne bekleşip mırıldanıyorsunuz ulan. Hani yağ hani keciler, diye hışımla bağırınca ne yapacağını şaşıran heyet.
- Beyim, yağ erinik mi olacak, yoksa kere mi onu sormaya geldik.
- Hangisi iyi olur ulan diye ağa tekrar bağırınca.
- Eriniği iyi olur ağam demişler korkuyla.
- Daha ne duruyorsunuz defolun, hemen erimiş tereyağından 5 teneke getirin. Koyluler ezile buzule sıkıla koye donerler. Haractan kurtulduk diye sevinen, bayram yapan koy halkı gelenleri karşılamak uzere yola dokulurler.
- Tamam mı harac bitti mi? diye sevincle sorarlar.
Gelenler ise:
- Tamam tamam kereyi erittik hepsi o kadar.
[h=3]KURU FASULYE[/h]Doğanşehir yerlilerinden birisi bir iş icin Ankara'ya gitmek uzere yola cıkar. Bir muddet sonra otobus yemek molası verir. Adam garsondan yemek ister, kuru fasulye adını duyunca, "bana ondan getir!" der. Bir muddet sonra yemeği onune gelen adam hayal kırıklığı icinde hayretle yemeğe bakarak garsona şoyle cıkışır: "Yahu bizim oradaki lobiye gelmiş burada kuru fasulye olmuş. Ben bunu yiyemem!" der.
[h=3]NİSANDA PİŞER[/h]Fındık koyundeki bir eve kasım ayında bir misafir gelir. Adam iceri buyur edildikten sonra ocağın başını gostererek evin hanımına:
- Bacım şuraya bir minder ser marta kadar. Kadın hemen minderi getirir. Altında ateş yanmayan bir ocağın uzerine bir kazan, kazana da iki tas su kor. Merakla kadının ne yemek yapacağını bekleyen misafirin gozlerinin icine baka baka:
- Kayna kazan kayna nisana kadar". Misafir de "Bacım nisana kadar kazan kaynar mı? deyince kadın "Marta kadar oturan misafirin yemeği ancak nisana pişer" der.
[h=3]SAYIKLAMA[/h]Doğanşehir'e gelen iki koylu tanıdık bir eve zoraki misafir olur. Ev sahipleri akşam yemeklerini yemiş olduklarından evde yiyecek hicbir şey bulunmamaktadır. Misafirler cok ac olduklarından sozu dondurup dolaştırıp yemeğe caya getirmişler. Ev sahibinden ses seda cıkmamış ve misafirlerin yatağı serilmiş. Ev sahibi ise misafirlerle birlikte yatmak istemiş nezaket icabı. Misafirler yatağa girdikten sonra birinci misafir başlamış sayıklamaya:
"Selamunaleykum berde
Pilav derman imiş derde
Her zaman gorduğum yerde
Kaşıkla ha kaşıkla"
İkinci misafir başlamış sayıklamaya:
"Selamunaleykum nergiz
Uzak yolda geldik biz
Sofranın uzerine de bir karpuz
Bıcakla ha bıcakla."
Bunları duyan ev sahibi de durur mu o da başlamış sayıklamaya:
"Dervişlerin hak dediği hak olmaz
Her yerde halı yerin olmaz
Dedikleriniz bizde bulunmaz
Sayıkla ha sayıkla."
Bunu duyan misafirler caresiz ac yatmak zorunda kalmış.
[h=3]HERSE AŞI NASIL YENİLİR?[/h]Herse aşı Darende'nin unlu yemeklerindendir. Uc Âlim kişi, bir gun herse aşı yemek icin sofra başına otururlar. İclerinden biri kaşığını yağ dolu gole uzatarak:
- Vessemai vettariki, bizde boyle yaparlar harıki... diyerek onune doğru bir ark ceker ve yağ başlar onune akmağa. Bunu goren ikincisi de:
- Vessemai biruci, bize gelsin bir ucu... diyip o da yağı kaşığı ile onune akıtır. Ucuncu Âlim bunları gorunce dayanamaz:
- Vessemai şakkat, hepsini birbirine kat... diyerek kaşığı ile herşeyi karıştırır.
[h=3]CAN SIKINTISINDAN[/h]Yeşilyurt'a bağlı dağ koylerinden birinde, babasının mezara konulmasından sonra evine donen genc, avluda bulunan ayranlı corba tenceresinin başına gecerek, tahtadan yapılmış comce ile icmeye başlamış. Bunu goren birisi, "utanmadan nasıl da corba iciyorsun?" diye sorunca genc:
"Keyfimden değil elbette, canımın sıkıntısından iciyorum... " diye karşılık vermiş.
[h=3]SUTUN KAYMAĞINI KİM YİYORSA O İNDİRSİN[/h]İmam Ali'nin anası sut kaynattıkca kaymağını kucuk oğluna yedirirmiş. Ali buna icerler fakat ses cıkarmazmış. Evde kimsenin bulunmadığı bir gunde avluda bağlı duran eşeği omuzuna almış. Geniş taş merdivenden gecerek evin damına cıkarmış. Anası eve donunce eşeği avluda gorememiş. Eşek zırlamaya başlayınca kadıncağız afallamış. Bu muzipliği Ali'nin yaptığını anlamakta gecikmemiş. Ali gorununce anası: "yaptığını beğendin mi" demiş "cık da şunu indir."
Ali istifini bozmadan karşılık vermiş: "sutun kaymağını kime yediriyorsan cıksın o indirsin..."
[h=3]İCYAĞI KALIYOR[/h]Davar hırsızının biri caldığı davarı keser etini fakıra, fukaraya dağıtırmış. Onu yakından tanıyan birisi bir gun sormuş: "Yahu" demiş, caldığın davarın etini ona buna yediriyorsun. Sana neyi kalıyor:
Davar hırsızı istifini bozmadan karşılık vermiş: "İcyağı."
[h=3]KABAK AŞI[/h]Vaktiyle Yeşilyurt'a imam olarak gelen birisi ramazanda işbaşı yapmış. Camiye yakın evlerden birinin sahibi hazırlıksız olarak imamı iftara cağırmış. O akşamın yemeği kabak aşı imiş. Sofrada ev sahibi imama "kusura bakma," demiş. "Aceleye geldi. Başka bir hazırlığımız olamadı."
İmam, memnun olduğunu, kabak aşını da cok sevdiğini soyleyince ev sahibi rahatlamış ve yerinde bir iş yaptığını sanarak durumu ertesi gun imamı cağıracak olan komşusuna anlatmış. O da iftar yemeği olarak bir kabak aşı hazırlattırmış. Derken o ona, oburu otekine soyleye soyleye imama tam 25 gun kabak aşı yedirmişler. Bundan fazlasıyla sıkılan imam bir seher vakti minareye sal icin cıktığında yuksek sesle bağırmaya başlamış:
"Cırmıktıya imam oldum,
Doğrusu belÂmı buldum.
Akşama kabak aşı, sabaha kabak aşı,
Cekilir mi ya Resulallah."
[h=3]GIVIR ZIVIR[/h]1980 yılında ilce genelinde yapılan aramalarda birkac jandarma Kalecik Koyu'nde bir evi aramak uzere iceri girerler. Aramayı bitirip cıkacakları zaman evin ihtiyar kadını;
- Oğlum oturun bir parca bir şey yiyin. Benim de torunum asker, sizi onun yerine koydum ne olur beni kırmayın, diye yalvarır.
Jandarmalar herhangi bir şey yemenin yasak olduğunu soylerlerse de kadın aldırmaz.
- Oğlum pek bir şey yapmayacağım. Hazırdan gıvır zıvır birşeyler cıkarayım da yiyin diye tekrar yalvarır. Bunun uzerine boyle bir yemek adı duymayan askerler dururlar. Biraz sonra kadın elinde pekmez ve yoğurtla gelir.
Askerler yemeğe bakarak merakla sorarlar. "Nine bunun hangisi gıvır zıvır". Nine de pekmezi gostererek "bu gıvır", yoğurda da "bu da zıvır" der. Karnını doyurup kalkan askerler nineye teşekkur ederler ve "şu gıvır onemli değil ama zıvırına diyecek yok" derler.
[h=3]UYKUSUZ[/h]Koyden şehire misafir olan bir koylu gittiği evde saatlerce bekler yemek gelmez. Başlar ev sahibine durumu ima ile anlatmak icin esnemeye. Esnemeleri sıklaşınca ev sahibi sorar:
- Misafirim esniyorsun ama hayır ola. susuz musun yoksa uykusuz mu? diye sorunca ac olan misafir:
- Ceşmenin başında uyudum da sonradan buraya geldim der.
[h=3]OLA DA SABAHACE YİYESİN![/h]Orakcılar koye gitmişler. Bir kadının ekinini bicmek uzere anlaşmışlar. Kadın iyi calışan bu insanlara ikram olsun diyerek akşama doğru biraz pilavla ayranlı kofte hazırlamış. Kofteyi de kuyuya sallandırıp bir guzel soğutmuş. Gun vurgunu, iş yorgunu ekin biciciler, akşamın alakaranlığında once pilavı kaşıklayıp bitirmişler. Sonra ayranlı kofteye kaşık sallamışlar. Bir leğen, iki leğen, uc leğen, dort leğen... derken koca kazan kofte bitivermiş.
- İmmihan Ana demiş ekin biciciler, hele bir leğen daha getir şu kofteden!
- İmmihan Ana:
- Abaa, gadanızı alam, galmadı gurban! deyivermiş ezilerek.
Ekin biciciler, iştahlarını gemleyerek homurdanmışlar:
- Keşke ola da sabahace yiyesin!
[h=3]DİLİNDEKİ SANA, GONLUNDEKİ BANA[/h]Gurun'de carşı esnafından Huseyin Efendi hasta olunca, dukkÂn komşusu Ermeni Hamparsun Efendi evine gecmiş olsuna gelmiş ve şifa dilerken nasıl olmuşsa dili surcmuş:
"Huseyin Bey gecmiş olsun, Allah şifa vermesin," demiş.
Yanlışın kasıtsız yapıldığını anlayan Huseyin Efendi de esprili bir şekilde cevap olarak
-"Sağ ol Hamparsun Efendi, yalnız; dilindeki sana, gonlundeki bana olsun" diye yanıtlamış.
DAĞLARIN ARKASINI GORDUN MU?
Sayın Nihat Kırış'ın "Gurun Album" adlı kitabından bir hikÂyecik:
"Gurunlunun sıcak ve candan yakınlığı, zarif ve ince esprileri unutulmaz. Gozlemlediğinizde, uzak kentlerdeki pek cok Gurunlu Gurun'u unutamamıştır. Gercekten de coğumuz Gurun'u ve Gurun anılarını, Gurun'u gormemiş yabancı dostlarımıza da anlatırız.
İşte, kibar ve Gurun'u cok sevenlerden biri olan Ali Demir Yonguc Bey de coğumuz gibi dostlarına Gurun'u anlatırmış. Arkadaşlarından biri Gurun'den gecmiş ve donunce:
-"Ali Bey Gurun'u anlattığın olculer de goremedim" demiş.
-"Dağların arkasını gordun mu?" demiş,
-"Hayır" demiş dostu.
Ali Bey de "Kardeşim işte esas Gurun oralardadır..." demiş.
[h=3]TADIM GAVURU MUSLUMAN OLUYOR[/h]Tadım'lı bir ermeni, dindaşlarından zulum gormuş olacak ki, Gol Koyunde oturan sevdiği bir ağaya gelir:
-Ahmet Ağa! Ben batıldan dondum, Hak dinine gireceğim. İslamın şartını oğrenmek icin sana geldim. Adımı da doğrult, itikadımı da...
-Hoş geldin, sefa geldin Agop. Adın Yakup olsun, evvela. İmamı da cağıralım, İslamın şartlarını o sana oğretsin.
Koyun imamını cağırır, meseleyi anlatırlar.
İmam, mal bulmuş mağribi gibi yola gelen Ermeni'ye başlar anlatmaya:
-Gece yarısından kalkarsın, temiz bir abdest alırsın, iki rekat hacet namazı kıldıktan sonra, Kıbleye doğru diz cokup, uc defa tespih ceker, dua edersin. Uyku zorlayınca, yarım saat uyuduktan sonra, tekrar kalkar, abdest tazeler, sabah namazına hazırlanırsın. Sabah namazında, gerek sunneti kılarken, gerek farzı eda ederken, en uzun sureleri okursun, sevabı daha coktur. Sonra tekrar...
İmamın uzun boylu akait talimine karşı, Ermeni'nin yuzu sarardığı gibi, ağanın da kaşları catıldığı gorulur ve İmamın sozunu keserek:
-İmam! Cok uzun etme, Agop, Tadım'dan Gol'e geldi, Yakup oldu, neredeyse beni Tadım'a gonderip Agop edeceksin.
Diye, imama cıkıştıktan sonra henuz, yeni Yakup olan Agop'a donerek:
-Yakup! Sen imama bakma, İslamda zorluk yoktur, kolaylık vardır. İslamın şartı, esasında birdir. Kelime-i Şahadet getiren Musluman olur. Diğerleri dinin destekleridir. Zekatla hac; zenginler icin, geriye kaldı orucla namaz. Oruc, senede bir defadır; gelir gecer. Namaza gelince farzları vaktinde kılmaya gayret et. İmkan bulamazsan kazası da vardır. Sunnetleri kılarsan, peygamberin gonlunu kazanmış olursun. Artık o senin bileceğin iş. Bundan gayrısı nafiledir. Boş vaktinde, efkar etmemek icin, ibadet iyidir, derler. İster kıl ister kılma; senden soran olmaz.
Ağanın sozlerini dinleyerek ferahlayan Yakup, Ağaya donerek:
-Kurban sana; beni dardan kurtardın, Allah'ta seni dardan kurtarsın diye yakardıktan sonra, Agop, dinine sikke batmaz bir Musluman olmuştur.
Zorla guzellik olur mu hic...
[h=3]ACEMİ BERBER[/h]"Acemi berber Adamın biri sacını kestirmek icin berbere gitmiş. Acemi olan berber, sacla beraber, deriyi de kesiyormuş ve kestiği yere pamuk yapıştırıyormuş. Aynada başını pamuklar icinde goren adam, berbere: "Yarısını bana bırak, ben de darı ekeyim!" demiş. Adamı adama gonderdi, beni sana gonderdi Duğun yapacak bir adam, okuyucu (davetci) cıkarmış. Okuyucu kibirli ve de zengin bir adamın evine giderek, duğun sahibinin davetini iletmiş. Ev sahibi, davetciye: "Başka adam yok muydu da seni bana gonderdi?" diye sorunca, hazırcevap okuyucu: "Adamı adama, beni de sana gonderdi" demiş. Arpalamışım Kahve tiryakisi olan ve kahveden cok iyi anlayan Ali Ağa'ya arkadaşları bir muziplik yapmak istemişler. Bundan maksatları biraz Ali Ağa'yı denemekmiş. Arpayı kavurup dovmuşler ve kahveye katmışlar. Ali Ağa her zamanki gibi kahveye gelmiş. Arkadaşları daha onceden kahveciye de durumu anlatmışlar. Kahveci arpa katıntılı kahveden yaptığı kahveyi Ali Ağa'ya getirmiş. Ali Ağa arkadaşlarıyla hem sohbet ediyor hem de kahvesini iciyormuş. Sonra, ayağa kalkan Ali Ağa topallaya topallaya yurumeye başlamış. Arkadaşları ne oldu diye sorduklarında: "Arpalamışım" demiş. Ali Ağa, atlarda arpayı fazla yemekten meydana gelen rahatsızlığı belirten arpalama sozuyle, arkadaşlarının yaptıkları şakaya nukteli bir karşılık vermiş. Canım kız, guzel kız, aman tez Adamın bir Âşık olduğu kızı duşundukce, sazı eline alır, durmadan: "canım kız, guzel kız, aman tez" diye turku soyler, onunla evlenmek istediğini dile getirirmiş. Adamı bu kızla evlendirmişler, aradan zaman gecmiş. Karısı ondan evin ihtiyaclarını istedikce, adam turkusunu şoyle cağırmaya başlamış: "Canım tuz, guzel bez, aman tez!" Bu fıkra, duruma gore turku cağırmak değil, calışmak gerektiğini anlatmak icin, oğut yerine soylenir olmuş. Derin oy, oy Gelinin birinin kayınvalidesi olmuş. Cok titiz ve zÂlim olan kayınvalidesi icin biraz saf (!) olan gelin şoyle ağlamış: Oy, oy, oy! Derin oy, oy! Uzak gotur, derin oy, oy! O gozler ondayken yine gelir oy, oy!" Sacak altı kurudur, misafirin yoludur Bir eve gelen misafir, bir turlu kalkıp gitmiyor; "Yağmur da cok yağıyor" diye bahÂne ediyormuş. Şakacı olan ev sahibi, misafire; "Sacak altı kurudur, misafirin yoludur" diyerek yol gostermiş. Susuz musun? Uykusuz musun? Bir eve uzak yoldan gelen misafirin karnı acmış ama, ev sahibi oralı olmuyor, misafirin halini anlamamazlıktan geliyormuş. Sonunda dayanamamış ve misafire şoyle sormuş: "Susuz musun? Uykusuz musun?" Misafir de ac olduğunu kibarca şoyle belirtmiş: "Gelirken bir ceşme başında uyudum."
[h=3]KOYUN COBANI[/h]Bizim koylu (Yeni Bektaşlı) bir coban, Gurun'lu bir suru sahibiyle surusunu otlatmak icin anlaşmış. Ancak bir ay bu işe devam ettiği halde bir turlu karnı doymamış. Cunku coban, bizim koydeki suru sahiplerinin hazırladığı, icerisinde "kavurma, peynir, tereyağı, yağlı ekmek (omac), yumurta vb." hayvansal gıda olan azıklara alışıktır. Gurun'de ise hayvansal gıda az olduğundan, azığını "domates, salatalık, kayısı, biber, kak, dut kurusu vb." şeylerden hazırlamışlar.
Coban bu tur yiyeceklere alışık olmadığı ve de sevmediği icin haliyle doymamış. Utandığı icin de gerceği soyleyememiş ve bir gun "ben cobanlığı bırakıyorum" demiş suru sahibine. Suru sahibi:
-"Neden bırakıyorsun arkadaş, paranı mı vermedik, azığında domates mi vermedik, salatalık mı vermedik, soğan mı vermedik, dut mu vermedik?" diye sıralarken coban suru sahibinin lafının ortasına atlamış ve:
-"Bak hele bak şu utanmaza, hic ekmekle kavurmanın, omacın yanına yaklaşıyor mu? Arlanmaz herif" demiş.
[h=3]UYANIK KOYLU[/h]Gurunlu bir koylunun okuzu hastalanmış adam Allaha dua etmiş Allahım demiş, eğer okuzum iyileşirse senin rızan icin 1 ay oruc tutacağım. Allah duasını kabul etmiş ve okuz iyileşmiş. Adam tam bir ay oruc tutmuş. Orucun bittiği gun sabah, bakmış ki okuzu olmuş.
Adam demiş ki Allahım sen beni aptal mı sandın. Orucu Ramazana sayarım, okuzu de kurbana sayarım demiş.
[h=3]İNŞALLAH OLMEMİŞTİR[/h]Gurun'un Devecayır koyunde birinin anası olmuş. Oğlu hem ağlıyor hem de tabudu taşıyormuş. Onu teselli eden komşusu:
-"Ağlama kurban ağlama, inşallah olmemiştir. Sen kalbini ferah tut!" demiş.
[h=3]İT KILI KIRKAN BERBER[/h]Şair berber Turgut Amca yıllardır Gurun Kaymakamlarının berberliğini yapar.
Bir gun Kaymakam Akın Gonen'i tıraş ederken, dukkÂnın kapısında bir vatandaş belirir.
— Selamun aleykum
— AleykumselÂm.
— Turgut Amca, bir ihtiyacım var, biraz borc para verebilin mi?
— Yavrum, nerden bulayım parayı. Bu devirde para kazanmak kolay mı? Biz para bulmak/kazanmak icin it kılı kırkıyok.
Adam ceker gider. Kaymakam da hicbir şey demez. Ertesi gun Kaymakam Akın Gonen elinde on iki yapraklı bir takvimle gelir.
— Turgut Amca al şu takvimi, iki aynanın arasına as. İt kılı kırkmaya da devam et, der. [6]
Yıllar sonra Kaymakam Bey bakan olunca Mecliste Sucatılılar ile karşılaşır. Başından gecen bu olayı anlattıktan sonra 3 kg baklava ile Turgut Amcaya selam gonderir.
[h=3]EN KOMİK NASRETTİN HOCA FIKRALARI![/h]

konuşuyormuş.
Adam:
-9 akce.
Nasrettin Hoca:
-10 akce, diyormuş.
[h=3]9 AKCE Mİ 10 AKCE Mİ?[/h]Bir gun Nasrettin Hoca ruyasında bir adamla konuşuyormuş.
Adam:
-9 akce.
Nasrettin Hoca:
-10 akce, diyormuş.
Nasrettin Hoca ruyadan uyanmış ki ellerinde hic akce yok. Tekrar uykuya dalmış ve adama demiş ki:
-Tamam, 9 akce olsun
[h=3]ANAHTAR[/h]Nasrettin Hoca, bir gun anahtarını kaybetmiş.
Bahcede done done anahtarını arıyormuş.
Hanımı sormuş:
-Nasrettin Hoca, anahtarı nerede duşurdun?
-Aaaa Hanım, nerede duşurduğumu bilsem, hic arar mıyım!
[h=3]BEN UYUYORUM[/h]Bir gun Nasrettin Hoca şehre gelip bir arkadaşıyla
birlikte handa kalmış. Gece yarısı arkadaşı
sormuş:
-Hocam, uyudunuz mu?
-Buyurun bir şey mi var?
-Biraz borc para isteyeyim demiştim.
Nasrettin Hoca derhal horlamaya başlayıp:
-Ben uyuyorum, demiş.

-Hoca, diye seslenmişler, eşeğine ters biniyorsun!
Hoca:
-Hayır, diye cevaplamış, eşeğe ters binmedim.
Eşeğin yonu ters.
[h=3]BURANIN GUNLERİ[/h]Nasrettin Hoca daha once hic uğramadığı bir koyden geciyormuş. Bir koylu yanına yaklaşmış ve sormuş:
-Hocam, bugun gunlerden ne?
Hoca, yorgunluğun etkisiyle hangi gun olduğunu bir turlu hatırlayamayınca:
-Bu koyun yabancısıyım.
Buranın gunlerini bilmem, demiş
[h=3]IŞIĞIN GEREKLİLİĞİ[/h]Bir gun Hoca kahvehanede otururken kendini over. Koyluler buyuk bir dikkatle onu dinlerler.
Konuşma esnasında Hoca:
-Ben karanlıkta bile gunduz gibi net gorurum, der.
Biri:
-Hoca o halde geceleri nicin lambayla dolaşıyorsun diye sorunca,
Hoca:
-Başkaları bana carpmasın diye lambayla dolaşıyorum, der
[h=3]IŞIĞIN GEREKLİLİĞİ[/h]Bir gun Hoca kahvehanede otururken kendini over. Koyluler buyuk bir dikkatle onu dinlerler.
Konuşma esnasında Hoca:
-Ben karanlıkta bile gunduz gibi net gorurum, der.
Biri:
-Hoca o halde geceleri nicin lambayla dolaşıyorsun diye sorunca,
Hoca:
-Başkaları bana carpmasın ndiye lambayla dolaşıyorum, der

Nasrettin Hoca şoyle demiş:
-Efendine soyle, bir daha evden cıkarken pencerenin kenarında kafasını unutmasın!
[h=3]KİM DAHA BUYUK[/h]Hoca'ya sormuşlar:
-Padişah mı buyuk, yoksa ciftci mi?
Hoca:
-Ciftci buyuk elbet, demiş ve eklemiş:
-Cunku ciftci buğday yetiştirip vermezse padişah aclıktan olur.
[h=3]NEREYE[/h]Nasrettin Hoca gunun birinde Karakacan'a binmiş.
Fakat bir turlu sahip olamıyormuş.
Yolda birisi sormuş:
-Boyle nereye
Nasrettin Hoca?
-Eşeğin istediği yere.
O BİZDEN DAHA KİRLİ
[h=3]Hoca, bir gun gol kenarında karısıyla birlikte camaşır yıkamaya gider. Tam işe başlayacakları sırada bir karga gelir ve sabunu kaptığı gibi havalanır.[/h]Karısı:
-Yetiş Efendi!
Sabunu kuş kaptı, dediyse de Hoca kılını bile kıpırdatmaz.
-Telaşlanma karıcığım, baksana simsiyah olmuş zavallı. O bizden daha kirli, varsın temizlensin, der.
[h=3]O KONUŞURSA BU DA DUŞUNUR[/h]Bir gun pazarda bir papağanın 100 altına satıldığını goren
Nasrettin Hoca, evinden bir hindi getirip 200 altın ister.
Herkes Hoca'ya şoyle der:
-Hindi hic 200 altın olur mu?
Hoca da:
-Az once bunun yarısı kadar kuş,
100 altına satıldı. Bu neden 200 altın etmesin.

Herkes Hoca'ya şoyle der:
-Hindi hic 200 altın olur mu?
Hoca da:
-Az once bunun yarısı kadar kuş,100 altına satıldı. Bu neden 200 altın etmesin.
[h=3]TARİFİ BENDE[/h]Gunun birinde Nasrettin Hoca et yemeği yemek ister. Kasaptan bir kilo et satın alır. Tarifi kağıda yazıp cebine koyar Evine giderken, bir karga Nasrettin Hoca'ya doğru ucar, eti kapar ve kacar. Nasrettin Hoca caresizdir. Ama hemen elindeki tarifi hatırlar ve tarifi cebinden cıkararak kuşa doğru bağırır:
-Hey! Şaşkın karga, tarifi unuttun!
[h=3]TAŞINMA[/h]Bir gece Nasrettin Hoca uyurken evine hırsız girer. Hırsız evde bulduğu işe yarar ne varsa alır, evine goturur. Bunu goren Nasrettin Hoca da geri kalan eşyaları aldığı gibi hırsızın evine goturur.
Hırsız hayretle sorar:
-Evimde bu saatte ne arıyorsun?
Nasrettin Hoca gayet sakin bir şekide cevaplar:
-Oğlum biz bu eve taşınmadık mı?
[h=3]TURŞUCU[/h]Nasrettin Hoca turşuculuk yapıyormuş.
.-Haydi turşucu geldi, turşucuuuu... diye bağırdığında eşeği anırıyormuş.
[h=3]KARANLIK[/h]Hava kararınca karısı Nasrettin Hoca'dan:
-Efendi, sol tarafında fener olacaktı ver de yakayım, der.
Nasrettin Hoca cevaplar:
-Karanlıkta ben nerden bileyim, sol tarafım neresi!
[h=3]YA USTUNDE BEN OLSAYDIM[/h]Bir gun Hoca eşeğini kaybetmiş. Aramadık yer, sormadık insan bırakmamış ama ne olmuşsa olmuş, bulamamış eşeği. Oturup derdine yanacak yerde, bu haline şukretmeye başlamış. Komşuları:
-Bre Hoca, canın sağ olsun ama sonucta eşekten oldun. Şukredecek ne var bunda, demişler.
Hoca cevap vermiş:
-A komşular, ben şukretmeyim de, kimler şukretsin. Ya ben de eşeğin ustunde olsaydım!
[h=3]UYKUM KACTI[/h]Hoca bir gece yarısı kalkmış. Eline feneri almış. Sokağa cıkmış. Sokakta gezinmeye başlamış.
Bekci, Hoca'yı gormuş. Ona:
-Gece yarısı sokakta ne arıyorsun, diye sormuş.
Hoca:
-Uykum kactı da onu arıyorum, demiş.