
Turkiye'nin hem ic hem de dış politikada attığı stratejik adımlar (otonomi arayışı) Turkiye'ye ilişkin soylem değişikliklerinin takip edilmesi hususunda onemli veriler sunuyor. Kabaca donemlendirildiğinde, Davos'la başlayan ve sonrasında Turkiye'nin kuresel ve bolgesel aktorlerle karşı karşıya kaldığı hemen her kritik surec "otoriterleşme" ve "eksen kayması" gibi tartışmalarla senkronize bicimde ilerleyegeldi. Turkiye'nin ozellikle son donemde guvenlik gerekcesiyle Suriye'nin kuzeyinde gercekleştirdiği askeri operasyonlar Rusya ve ABD ile ceşitli gerginliklere neden oldu ve Turkiye karşıtlığında yeni perdeler actı. Benzer bicimde, Rusya ile yaşanan ucak krizi ve Buyukelci Andrey Karlov suikastının ardından da Turkiye'ye yonelik negatif soylemler tedrici bicimde ivmesini artırdı. Buradaki Rusya orneği bu anlamda onemli; zira yaşanan soz konusu gerginliklerin ardından, Rusya destekli konvansiyonel ve yeni medya araclarıyla, Turkiye'yi uluslararası alanda mahkum etmeye donuk soylemler (DAEŞ'e yardım, petrol kacakcılığı ve saire) dolaşıma sokuldu ve bu soylemler Batı medyasındaki soylemlerle eş zamanlı şekilde ilerledi.
Kopuş soylemlerinin tarihi
2009 Davos krizi ile başlayıp 2010 yılında Turkiye'nin Birleşmiş Milletler Guvenlik Konseyi'nde (BMGK) İran'a yaptırımlar konusunda hayır oyu kullanmasıyla ivmesini artıran Turkiye karşıtı olumsuz soylemler, Batılı basın-yayın organlarının ana gundem maddeleri arasında yer almakta. Sadece basınla sınırlı kalmayan bu soylem alanı, etkisini ceşitli duşunce kuruluşları uzerinden genişleterek zamanla hem siyasi hem de siyaset dışı aktorlerin ortak paydası haline geldi. Akademik dunyada da yoğun bir gundem konusu olan Turkiye, ozellikle 2010 sonrası donemde medyadakine benzer şekilde olumsuz temsil edilmekte. Bu acıdan bakıldığında "Yeni Osmanlıcılık" (neo-Ottomanism) eleştirilerinin yanı sıra otoriterleşme ve turevi temalar, akademik alanın da en tartışmalı konuları arasına girdi.
Turkiye karşıtı soylemlerde yaşanan onemli bir kırılma donemi ise 2013 yılında gercekleşen Gezi Parkı olaylarıdır. Gezi Parkı olayları esnasında Batı basını sureci cok yakından takip etti ve Turkiye'deki hareketliliği otoriterleşme tartışmalarıyla ilişkilendirdi. Orneğin Alman Der Spiegel dergisi ilk defa Gezi olaylarında Turkce bir ek ile okurlarının karşısına cıktı; ilk Turkce kapağı ("Der Staat Erdoğan" [Erdoğan Devleti]) ise 2014 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı secimlerinde kullanarak Turkiye'deki ic siyasete doğrudan mudahil olmaya calıştı. Benzer bicimde Gezi uzerinden yapılan akademik analizler de otoriterleşme, faşizm, Bonapartizm ve rekabetci otoriteryenlik gibi kavramlarla birlikte analiz edildi ve konunun muhtelif boyutları değerlendirme dışı bırakıldı. 2013 yılında The Economist'in "Democrat or Sultan" kapağı ile okurlarının karşısına cıkması ise Turkiye'ye ilişkin analizlerin bu akademik oryantalist bagajlarla ne denli yakın bir munasebet arz ettiğini gosteriyor.
Sadece basın ve duşunce kuruluşları değil, akademi ve diğer bağımsız gorunumlu orgutler tarafından da ortaya koyulan Turkiye karşıtlığı, 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle farklı bir evreye taşındı ve Turkiye bu donemden sonra Hitler Almanya'sındaki pratiklerle ilişkilendirilmeye başladı. 15 Temmuz sonrasında bir anlamda mecburi hale gelen guvenlik politikalarının "gucun temerkuzu" ve "muhalefetin tasfiyesi" olarak yorumlanması, Turkiye'nin icinde olduğu bağlamı anlamak yerine onu mahkum etmeyi amaclamakta. Washington merkezli duşunce kuruluşu Freedom House'tan Center for American Progress'e, New York Times'tan Guardian'a kadar hemen her alanda acık bicimde kendini gosteren bu yaklaşım, Turkiye'deki sosyo-politik gercekliğin belirli yonlerine odaklanmakta ve diğer bazı acıları gormezden gelerek subjektif bir soylem alanı inşa etmekte.
Yeni Osmanlıcılık: Soylemsel bir aparat
Eksen kayması tartışmalarıyla paralel bicimde ilerleyen ve Turkiye'nin dış politikasındaki otonomi arayışını mahkum etmeye donuk diğer bir soylem alanı da "Yeni Osmanlıcılık". Turkiye'nin "yayılmacı" ve "emperyalist" olduğu iddiasını taşıyan bu soylem, ilk defa Turgut Ozal doneminde başlayan dışa acılma anlayışıyla ortaya cıktı ve zamanla AK Parti dış politikasını etiketleyen negatif bir soylem aparatına donuştu. Turkiye'nin kulturel gecmişiyle daha barışık bir politika izlemesi ve Kemalist donemden tevarus edilen dış politika stratejisinin aksine hem Balkanlar hem Afrika hem de Ortadoğu'daki ulkelerle ilişkilerini geliştirme cabası, soz konusu soylemle etkisizleştirilmeye calışıldı. Ozellikle Aralık 2010'da Tunus'ta başlayan ve sonrasında Mısır dahil olmak uzere bolgede yaşanan toplumsal hareketlenmelerin tetiklediği Arap devrimleri, Turkiye'nin Ortadoğu ve Afrika bolgesiyle ikili ilişkilerinde de yeni bir evre actı. Nitekim yaşanan sosyo-politik gelişmeler sonucunda, tek adam rejimleri, yerini halkıyla barışık demokratik iktidarlara bırakmış ve yonetici elitle halk arasında bir yakınlaşma soz konusu olmuştu. Turkiye'nin "model ulke" tartışmalarıyla konu olduğu bu donem, aynı zamanda "Yeni Osmanlıcılık" soyleminin de etkisini artıran bir iklimin ortaya cıkmasına şahit oldu.
Gunumuzde her devlet cıkarları olcusunde belli ittifaklara dahil olmakta ve ittifak kompozisyonlarını ceşitlendirme arayışı icerisine girmektedir. Turkiye'nin "gonul coğrafyası" olarak tanımladığı alanlarda daha sıcak ilişkiler kurması ve bolgesel bir aktor olma tutumu tam da bu ceşitlendirme anlayışını yansıtıyor. İlk yazıda [1] cevabını vermeye calıştığımız soru burada da gecerliliğini koruyor: Turkiye "otoriterleştiği" gerekcesiyle mi, yoksa dış politikada izlediği otonom politikalar sonucunda mı bu tur karşı soylemlere maruz kalmaktadır? Kuresel alandaki belirsizliklerin yanı sıra bolgedeki istikrarsızlıkların da etkisiyle kendisini guncel gelişmeler ışığında revize eden Turk dış politikasının farklı soylem aparatlarıyla etkisizleştirilmeye calışılması, bu acıdan daha da onemli hale geliyor.
Butun bu soylem alanına ek olarak, bugunun dunyasında "Yeni Osmanlıcılık" olarak adlandırılan yayılmacı politikaların gercekten ne duzeyde tatbik edilebilir olduğu ise başka bir soru olarak karşımızda duruyor. Boyle bir politikanın Turkiye tarafından benimsenip benimsenmediği ise ayrı bir tartışma konusu. Benzer bicimde bugun Korfez-Turkiye ilişkileri ve bolgesel duzlemde yaşanan bazı sorunlar da bu yaklaşımın bugun icin ne kadar gecerli olduğu sorusunun sorulmasını mecburi kılıyor. Nitekim başta Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak uzere Suud medyası, Turkiye'yi Osmanlının sozde somurgeci gecmişiyle birlikte anmakta ve somurgecilik uzerinden Turkiye'nin yayılmacı bir politika benimsediğini iddia etmekteler. Turkiye'nin kulturel diplomasi etkinliklerini en yuksek perdeden sınırlandıran bu ulkeler zaman zaman Turkiye karşıtı raporların fonlanmasında da oncu rol oynamaktalar. Tum bu değişkenler hesaba katıldığında, gunumuzde iddia edilen tarzda bir egemenlik ilişkisi talep etmek ve bunu gercekleştirmeye calışmak gercekci bir politik tutum olmayacaktır.
Son donemde ozellikle Doğu Akdeniz konusu ve Libya'daki askeri varlığın yanı sıra Azerbaycan-Ermenistan savaşının seyrinin teknolojik kapasite sayesinde bambaşka bir vecheye burunmesi de Turkiye'nin olumsuz temsiline katkı sağlayan gelişmeler oldu. Burada şu soruları sormak konunun anlaşılması adına kritik onem arz ediyor: Turkiye ozellikle dış politikada otonom bir siyaset modelinden vazgecse ve gecmiş donemlerde olduğu gibi statukocu bir modeli benimsese, Batı'daki Turkiye algısı ve calışmaları hangi bağlamda yeniden şekillenmeye başlayacaktır? Diğer bir deyişle Turkiye Libya'da olmasaydı ya da Suriye'de Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı gibi guvenlik operasyonlarını yapmasaydı kendisiyle ilgili hangi temalar on plana cıkarılıyor olacaktı? Turkiye TRT World, Anadolu Ajansı (AA), Turk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) gibi kurumlarla dışa acılmak yerine geleneksel pozisyonunu surdurseydi, acaba kendisiyle ilgili nasıl bir temsil soz konusu olacaktı?
[İletişim teorileri, oryantalizm ve İslamofobya konuları uzerine uzmanlaşan ve İstanbul Universitesi İletişim Fakultesi oğretim uyesi olan Dr. Turgay Yerlikaya, aynı zamanda SETA Toplum ve Medya Araştırmaları Direktorluğu'nde araştırmacı olarak calışmaktadır]
[1] https://www.aa.com.tr/tr/analiz/otonomi-arayislari-ve-batida-turkiye-nin-negatif-temsili/2005674
Kaynak: Anadolu Ajansı / Dr. Turgay Yerlikaya