Gecmişi yuzyıllara dayanan kadın erkek ilişkilerinde merak edilen sorulardan biri de, ''karşımdakini kendime nasıl aşık ederim?''olmuş. Sonra da fark etmişler ki, ilgisiz davranmak, uzak durmak karşı cinste karşı konulmaz hisler doğuruyor. Kadın da o gun bugundur erkeği kendi yorungesinde tutar olmuş.
Kacan neden kovalanır
Aslında bu devirde hızlı tuketim soz konusu. Yani kacıp kovalama seramonisi biraz daha eski zamanların ya da bugun hala eski tarzda yaşamak isteyenlerin felsefesi diyebiliriz. Ne kadar inkar edersek edelim aslında bu felsefenin temelinde ego tatmini yatıyor. Kacan kadın guzelliğini, vazgecilmezliğini once kendine, sonra da cevresine kanıtlamak istiyor belki de.. ''Hey, bakın gorun. Ben yeryuzundeki en guzel kadınım!''
Peki ya erkek neden kovalıyor? İşte burada da ''kimse bana hayır diyemez!'' durtumuz devreye giriyor. Cunku reddedilmek en buyuk korkumuz insan olarak. Bu surecteki erkeğin en buyuk hedefi de, o hayır cevabını evete dondurmek. Hadi itiraf edelim. Coğu zaman da o hayır nihayetinde evet olmuştur.

Ya erkek kacar kadın kovalarsa
Yaşadığımız ulkeyi baz alarak duşunduğumuzde kadınlar ilk adımı atmak istemiyorlar. Bu belki biraz da toplumun bize sunduklarından kaynaklanıyor. Bu durumda kadın her koşulda ilişkinin başında kacan taraf oluyor. Ama daha sonra bu surec tersine donuyor.
Kadının bir ilişkiden oncelikli beklentisi, ilgi. İlk evrede erkek icin ilgi sonsuz gosterilmesi gereken bir eylem. Ancak ilişki ilerledikce, erkek beyni artık ''elde ettim'' duşuncesine kapılıyor ve ilgi gosterme eylemini yapılması zorunlu olan şeyler listesinden cıkarıyor. İşte o anda kısır bir donguye giren bu ilişkinin beklentileri kişiler arasında rol değiştriyor. Artık alıştığı ilgiyi kaybeden kadının kazanmak istediği bir savaş başlıyor. Bundan sonrası da derin bir ic cekiş hali. Bu sefer de erkek kacmaya ve kadın kovalamaya başlıyor.

Aşk bir oyundan mı ibaret
Aslında aşk sadece bir değil birden fazla oyundan oluşuyor. Cunku bu hayatın ta kendisi. Nasıl bizim duygularımız varsa, nefes almak yetmiyorsa, hayatın da ''ben burdayım'' deme şekli vardır belki. Bunu her insan kendi ic dunyasına gore farklı algılasa da oyunun kuralları bizi eninde sonunda aynı yere goturuyor. Oyun bittiğinde iki şeyin dokulme ihtimali var dudaklardan: İlki ''mutlu son'', ikincisi ''mutlu sonsuz.'' Biz cok gec anlasak da her şeyin gerceğini bulduğumuzda mulu sonsuz kapıdadır ve bizi bulunduğumuz yere, kişiye gore değişen mutlu sonlar getirir.

Kacan kovalanıyor. Yakalanmak isteyen yakalanıyor. İstemeyen kacmaya devam ediyor. Belki de erkeğin de kacmaya başladığı o evreye ulaştığımızda her şey rayına oturuyor. İlişkinin kaderi işte o noktada yazılıyor. Erkek de bu kacıştan teslim olduğunda sonsuz bir mutluluk evresine geciliyor, ki her ilişkinin de amacı bu.

Toplum nezdinde erkeklerin bağlanmaktan kactığını duşunduğumuzde kadınların misyonu erkeklerin kimyalarını bozmak olabilir. Peki bu durumda ilişkinin geleceği kimin ellerinde?
Alıntı
Kacan neden kovalanır
Aslında bu devirde hızlı tuketim soz konusu. Yani kacıp kovalama seramonisi biraz daha eski zamanların ya da bugun hala eski tarzda yaşamak isteyenlerin felsefesi diyebiliriz. Ne kadar inkar edersek edelim aslında bu felsefenin temelinde ego tatmini yatıyor. Kacan kadın guzelliğini, vazgecilmezliğini once kendine, sonra da cevresine kanıtlamak istiyor belki de.. ''Hey, bakın gorun. Ben yeryuzundeki en guzel kadınım!''
Peki ya erkek neden kovalıyor? İşte burada da ''kimse bana hayır diyemez!'' durtumuz devreye giriyor. Cunku reddedilmek en buyuk korkumuz insan olarak. Bu surecteki erkeğin en buyuk hedefi de, o hayır cevabını evete dondurmek. Hadi itiraf edelim. Coğu zaman da o hayır nihayetinde evet olmuştur.

Ya erkek kacar kadın kovalarsa
Yaşadığımız ulkeyi baz alarak duşunduğumuzde kadınlar ilk adımı atmak istemiyorlar. Bu belki biraz da toplumun bize sunduklarından kaynaklanıyor. Bu durumda kadın her koşulda ilişkinin başında kacan taraf oluyor. Ama daha sonra bu surec tersine donuyor.
Kadının bir ilişkiden oncelikli beklentisi, ilgi. İlk evrede erkek icin ilgi sonsuz gosterilmesi gereken bir eylem. Ancak ilişki ilerledikce, erkek beyni artık ''elde ettim'' duşuncesine kapılıyor ve ilgi gosterme eylemini yapılması zorunlu olan şeyler listesinden cıkarıyor. İşte o anda kısır bir donguye giren bu ilişkinin beklentileri kişiler arasında rol değiştriyor. Artık alıştığı ilgiyi kaybeden kadının kazanmak istediği bir savaş başlıyor. Bundan sonrası da derin bir ic cekiş hali. Bu sefer de erkek kacmaya ve kadın kovalamaya başlıyor.

Aşk bir oyundan mı ibaret
Aslında aşk sadece bir değil birden fazla oyundan oluşuyor. Cunku bu hayatın ta kendisi. Nasıl bizim duygularımız varsa, nefes almak yetmiyorsa, hayatın da ''ben burdayım'' deme şekli vardır belki. Bunu her insan kendi ic dunyasına gore farklı algılasa da oyunun kuralları bizi eninde sonunda aynı yere goturuyor. Oyun bittiğinde iki şeyin dokulme ihtimali var dudaklardan: İlki ''mutlu son'', ikincisi ''mutlu sonsuz.'' Biz cok gec anlasak da her şeyin gerceğini bulduğumuzda mulu sonsuz kapıdadır ve bizi bulunduğumuz yere, kişiye gore değişen mutlu sonlar getirir.

Kacan kovalanıyor. Yakalanmak isteyen yakalanıyor. İstemeyen kacmaya devam ediyor. Belki de erkeğin de kacmaya başladığı o evreye ulaştığımızda her şey rayına oturuyor. İlişkinin kaderi işte o noktada yazılıyor. Erkek de bu kacıştan teslim olduğunda sonsuz bir mutluluk evresine geciliyor, ki her ilişkinin de amacı bu.

Toplum nezdinde erkeklerin bağlanmaktan kactığını duşunduğumuzde kadınların misyonu erkeklerin kimyalarını bozmak olabilir. Peki bu durumda ilişkinin geleceği kimin ellerinde?
Alıntı
__________________