Hud Suresini okuyabilir ve faziletlerine nail olabilirsiniz. Hud suresinin Tefsirine, Mealine, Arapca ve Turkce okunuşuna, Turkce anlamına yazımızdan bakabilirsiniz. Hud Suresini haberimizden Arapca olarak okuyabilir ve dinleyebilirsiniz.
[h=3]HUD SURESİ HAKKINDA BİLGİLER[/h]Mekke doneminde inmiştir. 123 Âyettir. Sûre, adını icinde soz konusu edilen Hûd peygamberden almıştır. Sûre de başlıca tevhit, peygamberlik, oldukten sonra dirilme ve ceza konuları ele alınmakta ve bunlar bazı peygamberlerin kıssalarıyla desteklenmektedir.

[h=3]HUD SURESİ NUZUL[/h]Mushaftaki sıralamada 11., iniş sırasına gore 52. sûredir. Yûnus sûresinden sonra, Yûsuf sûresinden once Mekke doneminin son bir yılı icinde nÂzil olmuştur. 12, 17 ve 114. Âyetlerinin Medine'de indiği yolundaki goruş mufessirlerin coğunluğunca kabul edilmemiştir (İbn Âşûr, XI, 311; Reşîd RızÂ, XII, 2; Ateş, IV, 291).
[h=3]HUD SURESİ KONUSU[/h]Hûd sûresi hem uslûp hem de icerik bakımından bir onceki Yûnus sûresiyle buyuk bir benzerlik gostermektedir. Bu sûrede de ağırlıklı olarak Allah'ın varlığı, birliği, O'nun iradesinin peygamberleri aracılığıyla vahyedildiği gerceği ve peygamberlik olgusunun gelmiş gecmiş toplumlardaki gorunumu ele alınmakta, bazı peygamberlerin kıssalarına Yûnus sûresinde ozet olarak, burada ise daha geniş bir şekilde yer verilmektedir. Nûh, Hûd, SÂlih, İbrÂhim, Lût, Şuayb ve Mûs peygamberlerin kıssaları anlatılmakta; Kur'an'ın mûcize oluşu, oldukten sonra dirilme, hesap ve Âhiret hayatıyla ilgili konulara yer verilmektedir.
[h=3]HUD SURESİ FAZİLETİ[/h]Hz. Peygamber, "Cuma gunu Hûd sûresini okuyunuz" (DÂrimî, "FezÂilu'l-Kur'Ân", 17) buyurarak sûrenin faziletine, "Hûd sûresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı" meÂlindeki hadisiyle de ağır sorumlulukları hatırlatan bir iceriğe işaret etmektedir. Hûd sûresinin kardeşleri aynı hadisin devamında "VÂkıa, HÂkka, MurselÂt, Nebe' ve Tekvîr" sûreleri olarak belirtilmiştir (Tirmizî, "Tefsîr", 57/3297; ayrıca bk. ŞevkÂnî, II, 544; Kurtubî, XI, 1). Bu sûrelerde cok etkileyici bir uslûpla daha onceki peygamberlerin tevhid mucadelesinden kesitler verilmiş ve kıyamet sahnelerinin tasvir edilmiş olmasının Resûlullah'ı kendi sorumluluğu ve ozellikle ummetinin geleceği acısından derinden duşundurmuş olduğu anlaşılmaktadır.
[h=3]HUD SURESİ ARAPCASI[/h] [h=3]HUD SURESİ OKUNUŞU[/h]Bismillahirrahmanirrahim
1 - Elif lam ra kitabun uhkimet ayatuhu summe fussılet mil ledun hakımin habır
2 - Ella ta'budu illellah innenı lekum minhu nezıruv ve beşır
3 - Ve enistağfiru rabbekum summe tubu ileyhi yumettı'kum metaan hasenen ila ecelim musemmev ve yu'ti kulle zı fadlin fadleh ve in tevellev fe innı ehafu aleykum azabe yevmin kebır
4 - İlellahi merciukum ve huve ala kulli şey'in kadır
5 - E la ninehum yesunu sudurahum li yestahfu minh e la hıyne yestağşune siyabehum ya'lemu ma yusirrune ve ma yu'linun innehu alımum bi zatis sudur
6 - Ve ma min dabbetin fil erdı illa alellahi rizkuha ve ya'lemu mustekarraha ve mustevdeaha kullun fı kitabim mubın
7 - Ve huvellezı halekas semavati vel erda fı sitteti eyyamiv ve kane arşuhu alel mai li yebluvekum eyyukum ahsenu amela ve le in kulte innekum meb'usune mim ba'dil mevti le yekulennellezıne keferu in haza illa sıhrum mubın
8 - Ve le in ehharna anhumul azabe ila ummetim ma'dudetil le yekulunne ma yahbisuh e la yevme ye'tıhim leyse masrufen anhum ve haka bihim ma kanu bihı yestehziun
9 - Ve lein ezaknel insane minna rahmeten summe neza'naha minh innehu leyeusun kefur
10 - Ve lein ezaknahu na'mae ba'de darrae messethu le yekulenne zehebes seyyiatu annı innehu le ferihun fe hur
11 - İllellezıne saberu ve amilus salihat ulaike lehum mağfiratuv ve ecrun kebır
12 - Fe lealleke tarikum ba'da ma yuha ileyke ve daikum bihı sadruke ey yekulu lev la unzile aleyhi kenzun ev cae meahu melek innema ente nezır vallahu ala kulli şey'iv vekıl
13 - Em yekulunefterah kul fe'tu bi aşri suverim mislihı mufterayativ ved'u menisteta'tum min dunillahi in kuntum sadikıyn
14 - Fe illem yestecıbu lekum fa'lemu ennema unzile bi ılmillahi ve el la ilahe illa hu fe hel entum muslimun
15 - Men kane yurıdul hayated dunya ve zıneteha nuveffi ileyhim a'malehum fıha ve hum fıha la yubhasun
16 - Ulaikellezıne leyse lehum fil ahırati illen nar ve habita ma saneu fıha ve batılum ma kanu ya'm'lun
17 - E fe men kane ala beyyinetim mir rabbihı ve yetluhu şahidum minhu ve min kablihı kitabu musa imamev ve rahmeh ulaike yu'minune bih ve mey yekfur bihı minel ahzabi fen naru mev'ıduh fe la teku fı miryetim minhu innehul hakku mir rabbike ve lakinne ekseran nasi la yu'minun
18 - Ve men azlemu mimmeniftera alellahi keziba ulaike yu'radune ala rabbihim ve yekulul eşhadu haulaillezıne kezebu ala rabbihim e la la'netullahi alez zalimın
19 - Ellezıne yesuddune an sebılillahi ve yebğuneha ıveca ve hum bil ahırati hum kafirun
20 - Ulaike lem yekunu mu'cizıne fil erdı ve ma kane lehum min dunillahi min evliya' yudaafu lehumul azabv ma kanu yestetıy'unes sem'a ve ma kanu yubsırun
21 - Ulaikellezıne hasiru enfusehum ve dalle anhum ma kanu yefterun
22 - La cerame ennehum fil ahırati humul ahserun
23 - İnnellezıne amenu ve amilus salihati ve ahbetu ila rabbihim ulaike ashabul cenneh hum fıha halidun
24 - Meselul ferıkayni kel a'ma vel esammi vel baıyri ves semiy' hel yesteviyani mesela e fe la tezekkerun
25 - Ve le kad erselna nuhan ila kamihı innı lekum nezırum mubın
26 - El la ta'budu illellah innı ehafu aleykum azabe yevmin elım
27 - Fe kalel meleullezıne keferu min kavmihı ma nerake illa beşeram mislena ve ma neraket tebeake ilellezıne hum eraziluna bediyer ra'y ve ma nera lekum aleyna min fadlim bel nezunukum kazibın
28 - Kale ya kavmi eraeytum in kuntu ala beyyinetim mir rabbı ve atanı rahmetem min ındihı fe ummiyet aleykum e nulzimukumuha ve entum leha karihun
29 - Ve ya kavmi la es'elukum aleyhi mala in ecriye illa alellahi ve ma ene bi taridillezıne amenu innehum mulaku rabbihim ve laninnı erakum kavmen techelun
30 - Ve ya kavmi mey yensurunı minellahi in taredtuhum e fela tezekkerun
31 - Ve la ekulu lekum ındı hazinullahi ve la a'lemul ğaybe ve la ekulu innı melekuv ve la ekulu lillezıne tezderı a'yunukum ley yu'tiyehumullahu hayra allahu a'lemu bima fı enfusihim innı izel le minez zalimın
32 - Kalu ya nuhu kad cadeltena fe ekserte cidalena fe'tina bima teıduna in kunte mines sadikıyn
33 - Kale innema ye'tıkum bihillahu in şae ve ma entum bi mu'cizın
34 - Ve la yenfeukum nushıy in eradtu en ensaha lekum in kanellahu yurıdu ey yuğviyekum huve rabbukum ve ileyhi turceun
35 - Em yekulunefterah kul inifteraytuhu fe aleyye icramı ve ene birıum mimma tucrimun
36 - Ve uhıye ila nuhın ennehu ley yu'mine min kavmike illa men kad amene fe la tebteis bima kanu yef'alun
37 - Vasneıl fulke bi a'yunina ve vahyina ve la tuhatıbnı fillezıne zalemu innehum muğrakun
38 - Ve yasneul fulke ve kullema merra aleyhi meleum min kavmihı sehıru minh kale in tesharu minna fe inna nesharu minkum kema tesharun
39 - Fe sevfe ta'lemune mey ye'tıhi azabuy yuhzıhi ve yehıllu aleyhi azabum mukıym
40 - Hatta iza cae emruna ve farat tennuru kulnahmil fıha min kullin zevceynisneyni ve ehleke illa men sebeka aleyhil kavlu ve men amen ve ma amene meahu illa kalıl
41 - Ve kalerkebu fıha bismillahi mecraha ve mursaha inne rabbı le ğafurur rahıym
42 - Ve hiye tecrı bihim fı mevcin kel cibali ve nada nuhunibnehu ve kane fı ma'ziliy ya buneyyerkem meana ve la tekum meal kafirın
43 - Kale seavı ila cebeliy ya'sımunı minel ma' kale la asımel yevme min emrillahi illa mer rahım ve hale beynehumel mevcu fe kane minel muğrakıyn
44 - Ve kıyle ya erdubleıy maeki ve ya semau akliıy ve ğıdal mau ve kudıyel emru vestevet alel cudiyyi ve kıyle bu'del lil kavmiz zalimın
45 - Ve nada nuhur rabbehu fe kale rabbi innebnı min ehlı ve inne va'dekel hakku ve ente ahkemul hakimın
46 - Kale ya nuhu innehu leyse min ehlik innehu amelun ğayru salihın fe la tes'elni ma leyse leke bihı ılm innı eızuke en ketune minel cahilın
47 - Kale rabbi innı euzu bike en es'eleke ma leyse lı bihı ılm ve illa tağfirlı ve terhamnı ekum minel hasirın
48 - Kıyle ya nuhuhbıt bi selamim minna ve berakatin aleyke ve ala umemim mimmem meak ve umemun senumettiuhum summe yemessuhum minna azabun elım
49 - Tilke min embail ğaybi nuhıyha ileyk ma kunte ta'lemuhu ente ve la kavmuke min kabli haza fasbirv innel akıbete lil muttekıyn
50 - Ve ila adin ehahum huda kale ya kavmı'budullahe ma lekum min ilahin ğayruh in entum illa mufterun
51 - Ya kavmi la es'elukum aleyhi ecra in ecriye illa alellezı fetaranı e fe la ta'kılun
52 - Ve ya kavmistağfiru rabbekum summe tubu ileyhi yursilis semae aleykum midrarav ve yezidkum kuvveten ila kuvvetikum ve la tetevellev mucrimın
53 - Kalu ya hudu ma ci'tena bi beyyinetiv ve ma nahnu bi tarikı alihetina an kavlike ve ma nahnu leke bi mu'minın
54 - İn nekulu illa'terake ba'du alilhetina bi su' kale innı uşhidullahe veşhedu ennı berıum mimma tuşrikun
55 - Min dunihı fekıdunı cemıan summe la tunzırun
56 - İnnı tevekkeltu alellahi rabbı ve rabbikum ma min dabbetin illa huve ahızum binasıyetiha inne rabbı ala sıratım mustekıym
57 - Fe in tevellev fe kad eblağtukum ma ursiltu bihı ileykum ve yestahlifu rabbı kavmen ğayrakum ve la tedurrunehu şey'a inne rabbı ala kulli şey'in hafıyz
58 - Ve lemma cae emruna necceyna hudev vellezıne amenu meahu bi rahmetim minna ve ncceynahum min azabin ğalıyz
59 - Ve tilke adun cehadu bi ayati rabbihim ve asav rusulehu vettebeu emra kulli cebbarin anıd
60 - Ve utbiu fı hazihid dunya la'netev ve yevmel kıyameh e la inne aden keferu rabbehum e la bu'del li adin kavmi hud
61 - Ve ila semude ehahum saliha kale ya kavmı'budullahe malekum min ilahin ğayruh huve enşeekum minel erdı vesta'merakum fıha festağfiruhu summe tubu ileyh inne rabbı karıbum mucıb
62 - Kalu ya salihu kad kunte fına mercuvven kable haza etenhana en na'bude ma ya'budu abauna ve innena le fı şekkim mimma ted'una ileyhi murıb
63 - Kale ya kavmi eraeytum in kuntu ala beyyinetim mir rabbı ve atanı minhu rahmetem fe mey yensurunı minellahi in asaytuhu fe ma tesıdunenı ğayra tahsır
64 - Ve ya kavmi hazihı nakatullahi lekum ayeten fezeruha te'kul fı erdıllahi ve la temessuha bi suin fe ye'huzekum azabun karıb
65 - Fe akaruha fe kale metetteu fı darikum selasete eyyam zalike va'dun ğayru mekzub
66 - Felemma cae emruna necceyna salihav vellezıne amenu meahu bi rahmetim minna ve min hızyi yevmiiz inne rabbeke huvel kaviyyul azız
67 - Ve ehazellezıne zalemus sayhatu fe asbehu fı diyarihim casimın
68 - Kel el lem yağnev fıha e la inne semude keferu rabbehum e la bu'del li semud
69 - Ve le kad cet rusuluna ibrahıme bil buşra kalu selama kale selamun fe ma lebise en cae bi ıclin hanız
70 - Felemma raa eydiyehum la tesılu ileyhi nekirahum ve evcese minhum hıyfeh kalu la tehaf inna ursilna ila kavmi lut
71 - Vemraetuhu kaimetun fe dahıket fe beşşernaha bi ishaka ve miv verai ishaka ya'kub
72 - Kalet ya veyleta e elidu ve ene acuzuv ve haza ba'li şeyha inne haza le şey'un acıb
73 - Kalu e ta'cebıne min emrillahi rahmetullahi ve berakatuhu aleykum ehlel beyv innehu hamıdum mecıd
74 - Femma zehebe an ibrahımer rav'u ve caethul buşra yucadiluna fı kavmi lut
75 - İnne ibrahıme le halımun evvahum munıb
76 - Ya ibrahımu a'rıd an haza innehu kad cae emru rabbik ve innehum atıhum azabun ğayru merdud
77 - Ve lemma caet rusuluna lutan sıe bihim ve daka bihim zer'av ve kale haza yevmun asıyb
78 - Ve caehu kavmuhu yuhraune ileyhi ve min kablu kanu ya'melunes seyyiat kale ya kavmi haulai benatı hunne atheru lekum fettekullahe ve la tuhzuni fı dayfı e leyse minkum raculur raşıd
79 - Kalu le kad alimte ma lena fı benatike min hakk ve inneke le ta'lemu ma nurıd
80 - Kale lev enne lı bikum kuvveten ev avı ila ruknin şedıd
81 - Kalu ya lutu inna rusulu rabbike ley yesılu ileyke fe esri bi ehlike bi kıd'ım minel leyli ve la yeltefit minkum ehadun illemraetek innehu musıybuha ma esabehum inne mev'ıdehumus subh e leyses bi karıb
82 - Felemma cae emruna cealna aliyeha safileha ve emtarna aleyha hıcaratem min siccılim mendud
83 - Musevvemeten ınde rabbik ve ma hiye minez zalimıne bi beıyd
84 - Ve ila medyene ehahum şuayba kale ya kavmı'budullahe malekum min ilahin ğayruhv ve la tenkusul mikyale vel mızane innı erakum bi hayriv ve innı ehafu aleykum azabe yevmim muhıyt
85 - Ve ya kavmi evful mikyale vel mızane bil kıstı ve la tebhasun nase eşyaehum ve la ta'sev fil erdı mufsidın
86 - Bekıyyetullahi hayrul lekum in kuntum mu'minın ve ma ene aleykum bi hafıyz
87 - Kalu ya şuaybu e salatuke te'muruke en netruke ma ya'budu abauna ev en nef'ale fı emvalina ma neşa' inneke le entel halımur raşıd
88 - Kale ya kavmi eraeytum in kuntu ala beyyinetim mir rabbı ve razekanı minhu rizkan hasena ve ma urıdu en uhalifekum ila ma enhakum anh in urıdu illel ıslaha mesteta't ve ma tevfıkıy illa billah aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unıb
89 - Ve ya kavmi la yecrimennekum şikakıy ey yusıybekum mislu ma esabe kavme nuhın ev kavme hudin ev kavme salıh ve ma kavmu lutım minkum bi beıyd
90 - Vestağfiru rabbekum summe tubu ileyh inne rabbı rahıymuv vedud
91 - Kalu ya şuaybu ma nefkahu kesıram mimma tekulu ve inna le nerake fına daıyfa ve lev la rahtuke le racemnake ve ma ente aleyna bi aziz
92 - Kale ya kami erahtıy eazzu aleykum minellha vettehaztumuhu veaekum zıhriyya inne rabbı bi ma ta'melune muhıyt
93 - Ve ya kavmı'melu ala mekanetikum innı amil sevfe ta'lemune mey ye'tıhi azabuy yuhzıhi ve men huve kazib vertekıbu innı meakum rakıyb
94 - Ve lemma cae emruna necceyna şuaybev vellezıne amenu meahu bi rahmetim minna ve ehazetillezıne zalemus sayhatu fe asbehu fı diyarihim casimın
95 - Keel lem yağnev fıha ela bu'del li medyene kema beıdet semud
96 - Ve le kad erselna musa bi ayatina ve sultanim mubın
97 - İla fir'avne ve meleihı fettebeu emra fir'avn ve ma emru fir'avne bi raşıd
98 - Yakdumu kavmehu yevmel kıyameti fe evradehumun nar ve bi'sel virdul mevrud
99 - Ve utbiu fı hazihı la'netev ve yevmel kıyameh bi'ser rifdul merfud
100 - Zalike min embail kur nekussuhu aleyke minha kaimuv ve hasıyd
101 - Ve ma zalemnahum ve lakin zalemu enfusehum fe ma ağnet anhum alihetuhumulteı yed'une min dunillahi min şey'il lemma cae meru rabbik ve ma zaduhum ğayra tetbıb
102 - Ve kezalike ahzu rabbike iza ehazel kura ve hiye zalimeh inne ahzehu elimun şedıd
103 - İnne fı zalike le ayetel li men hafe azabel ahırah zalike yevmim meşhud
104 - Ve ma nuehhıruhu illa li ecelim ma'dud
105 - Yevme ye'ti la tekellemu nefsun illa bi iznih fe minhum şekıyyuv ve seıyd
106 - Fe emmellezıne şeku fe fin nari lehum fıha zefıruv ve şehiyk
107 - Halidıne fıha madametis semavatu vel erdu illa ma şae rabbuk inne rabbeke fe'alul lima yurıd
108 - Ve emmellezıne suıdu fe fil cenneti halidıne fıha madametis semavatu vel erdu illa ma şae rabbuk ataen ğayra meczuz
109 - Fe la teku fı miryetim mimma ya'budu haula' ma ya'budune illa kema ya'budu abauhum min kabl ve inna le muveffuhum nesıybehum ğayra menkus
110 - Ve le kad ateyna musel kitabe fahtulife fıh ve lev la kelimetun sebekat mir rabbike le kudiye beynehum ve innehum le fı şekkim minhu murıb
111 - Ve inne kulul lemma leyuveffiyennehum rabbuke a'malehum innehu bima ya'melune habır
112 - Festekım kema umirte ve men tabe meake ve la tatğav innehu bi ma ta'melune besıyr
113 - Ve la terkenu ilellezıne zalemu fe temessekumun naru ve malekum min dunillahi min evliyae summe la tunsarun
114 - Ve ekımıs salate tarafeyin nehari ve zulefem minel leylv innel hasenati yuzhibnes seyyiat zalike zikra liz zakirın
115 - Vasbir fe innellahe la yudıy'u ecral muhsinın
116 - Fe lev la kane minel kuruni min kablikum ulu bekıyyetiy yenhevne anil fesadi fil erdı illa kalılem mimmen enceyna minhum vettebeallezıne zalemu ma utrifu fıhi ve kanu mucrimın
117 - Ve ma kane rubbuke li yuhlikel kura bi zulmiv ve ehluha muslihun
118 - Ve lev şae rabbuke le cealen nase ummetev vahıdetev ve la yezalune muhtelifın
119 - İlla mer rahıme rabbuk ve li zalike halekahum ve temmet kelimetu rabbike le emleenne cehenneme minel cinneti ve nasi ecmeıyn
120 - Ve kullen nekussu aleyke mir embair rusuli ma nusebbitu bihı fuadek e caeke fı hazihil hakku ve emv'ızatu ve zikra lil mu'minın
121 - Ve kul lillezıne la yu'minuna'melu ala mekanetikum inna amilun
122 - Ventezıru inna muntezırun
123 - Ve lillahi ğaybus semavati vel erdı ve ileyhi yurceul emru kulluhu fa'budhu ve tevekkel aleyh ve ma rabbuke bi ğafilin amma ta'melun
[h=3]HUD SURESİ TURKCE MEALİ[/h]RahmÂn ve Rahîm olan Allah´ın adıyla
Elif LÂm RÂ. Bu Kur'an; Âyetleri, hukum ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve acık) kılınmış, sonra da Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı acıklanmış bir kitaptır. (De ki "Şuphesiz ben size O'nun tarafından gonderilmiş bir uyarıcı ve mujdeleyiciyim." (1-2) Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O'na tovbe edin ki sizi belirlenmiş bir sureye (omrunuzun sonuna) kadar guzel bir şekilde yararlandırsın ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yuz cevirirseniz, ben sizin adınıza buyuk bir gunun azabından korkuyorum. (3) Donuşunuz ancak Allah'adır. O, her şeye hakkıyla gucu yetendir. (4) İyi bilin ki onlar, O'ndan gizlenmek icin, kalplerindeki duşmanlığı gizliyorlar. Yine iyi bilin ki, elbiselerine burundukleri zaman bile, Allah onların gizlediklerini de, acığa vurduklarını da bilir. Cunku O, goğuslerin ozunu (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir. (5)
Yeryuzunde hicbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a Âit olmasın. Her birinin (dunyada) duracakları yeri de, (oldukten sonra) emaneten konulacakları yeri de o bilir. Bunların hepsi acık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı) dır. (6) O, hanginizin amelinin daha guzel olacağı konusunda sizi imtihan icin, henuz Arş'ı su ustunde iken gokleri ve yeri altı gun icinde (altı evrede) yaratandır. Boyle iken "Olumden sonra şuphesiz diriltileceksiniz" desen, inkarcılar "Mutlaka bu apacık bir buyudur" derler. (7) Andolsun, biz onlardan azabı belirli bir sureye kadar geciktirsek, o zaman da mutlaka "Onu ne alıkoyuyor?" derler. İyi bilin ki, azap onlara geleceği gun, kendilerinden bir daha uzaklaştırılmaz ve alay etmekte oldukları şey, kendilerini cepecevre kuşatmış olur. (8) Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan cekip alırsak, şuphesiz o umitsiz ve nankor oluverir. (9) Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka, "Kotulukler benden gitti" diyecektir. Cunku o şımarık ve boburlenen biridir. (10) Ancak sabredip salih amel işleyenler boyle değildir. İşte onlar icin bağışlanma ve buyuk bir mukÂfat vardır. (11) (Ey Muhammed!) Belki de sen, (muşriklerin) "Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek gelseydi ya!" demelerinden dolayı sana vahyolunanlardan bir kısmını gozardı edeceksin ve o yuzden goğsun daralacak. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir. (12)
Yoksa "onu (Kur'an'ı) uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer doğru soyleyenler iseniz, haydi Allah'tan başka gucunuzun yettiklerini de (yardıma) cağırıp, siz de onun gibi uydurma on sûre getirin." (13) Eğer size (bu konuda) cevap veremedilerse, bilin ki o (Kur'an) ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka hicbir ilah yoktur. Artık musluman oluyor musunuz? (14) Kim yalnız dunya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam oderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar. (15) İşte onlar, kendileri icin Âhirette ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir. (Dunyada) yaptıkları şeyler, orada boşa gitmiştir. Zaten butun yapmakta oldukları da boş şeylerdir. (16) Rabbi katından acık bir delile dayanan kimse, yalnız dunyalık isteyen kimse gibi midir? Kaldı ki, bu delili Rabbinden bir şahit (Kur'an) ve bir de ondan (Kur'an'dan) once bir onder ve bir rahmet olarak (indirilmiş olan) MûsÂ'nın kitabı (Tevrat) desteklemektedir. İşte bunlar ona (Kur'an'a) inanırlar. Gruplardan her kim onu inkar ederse, ateş onun varacağı yerdir. Ondan hic şuphen olmasın. Şuphesiz o, Rabbin tarafından (bildirilmiş) gercektir. Fakat insanların coğu inanmazlar. (17) Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz edilecekler ve şÃ‚hitler de, "Rablerine karşı yalan soyleyenler işte bunlardır" diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah'ın lÂneti zalimler uzerinedir. (18) Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve celişkili gostermek isteyen kimselerdir. Hem de onlar ahireti inkÂr edenlerin ta kendileridir. (19)
Onlar yeryuzunde (Allah'ı) Âciz bırakabilecek değillerdir. Onların Allah'tan başka sığınabilecekleri bir yardımcıları da yoktur. Azap onlar icin kat kat artırılacaktır. Cunku onlar (gercekleri) işitmeğe tahammul edemiyorlar, hem de gormuyorlardı. (20) İşte bunlar, kendilerini ziyana uğratan kimselerdir. Uydurmakta oldukları şeyler de kendilerini yuz ustu bırakıp kaybolup gitmiştir. (21) Şuphesiz bunlar ahirette en cok ziyana uğrayanlardır. (22) İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine gonulden bağlananlara gelince, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. (23) Bu iki zumrenin durumu, kor ve sağır ile goren ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hic birbirlerine denk olur mu? HÂl duşunmez misiniz? (24) Andolsun, biz Nûh'u kavmine peygamber olarak gonderdik. Onlara şoyle dedi: "Ben sizin icin apacık bir uyarıcıyım." (25) "Allah'tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir gunun azabından korkuyorum." (26) Kavminin inkÂr eden ileri gelenleri, "Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu goruyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu goruyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir ustunluğunuzu de gormuyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz" dediler. (27) Nûh dedi ki: "Ey Kavmim! Soyleyin bakalım; şÃ‚yet ben Rabbimden gelen apacık bir delil uzerinde isem ve O kendi katından bana bir rahmet vermiş de, siz ona karşı kor kalmışsanız, onu istemediğiniz halde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?" (28)
"Ey kavmim! Buna karşı ben sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mukÂfatım ancak Allah'a Âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim. Cunku onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin bilgisizce davranan bir toplum olduğunuzu goruyorum." (29) "Ey kavmim! Eğer ben onları kovarsam, beni Allah'tan kim koruyabilir? Hic duşunmuyor musunuz?" (30) Size ben, "Allah'ın hazineleri yanımdadır", demiyorum; gaybı da bilmem. "Ben bir meleğim" de demiyorum. Sizin hor gorduğunuz kimseler icin, "Allah onlara asla hicbir hayır vermez" de diyemem. Allah onların iclerindekini daha iyi bilir. Boyle bir şey soylersem o zaman ben gercekten zÂlimlerden olurum. (31) Dediler ki: "Ey Nûh! Bizimle tartıştın ve tartışmayı uzattın. Eğer doğru soyleyenlerden isen, haydi kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getir." (32) Nûh dedi ki: "Onu size, dilerse ancak Allah getirir ve siz (Allah'ı) Âciz bırakamazsınız." (33) Ben size oğut vermek istesem de, eğer Allah sizi azdırmak istemişse, oğudum size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve O'na donduruleceksiniz. (34) (Ey Muhammed!) Yoksa "Onu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu uydurmuşsam, sucum bana Âittir. Ben de sizin işlemekte olduğunuz suclardan uzağım." (35) Nûh'a vahyolundu ki: "Kavminden daha once iman etmiş olanlardan başka, artık hic kimse iman etmeyecek. O halde, onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı uzulme." (36) "Gozetimimiz altında ve vahyimize gore gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey soyleme. Cunku onlar suda boğulacaklardır." (37)
(Nûh) gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler her ne zaman yanına uğrasalar, onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: "Bizimle alay ediyorsanız, sizin bizimle alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz." (38) Artık, geldiği kimseyi rezil eden azabın kime geleceğini, kimin uzerine surekli bir azabın ineceğini ileride anlayacaksınız. (39) Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh'a dedik ki: "Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer cift, bir de kendileri hakkında daha once hukum verilmiş olanlar dışındaki Âilen ile iman edenleri ona yukle." Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti. (40) (Nûh), "Binin ona. Onun yuzup gitmesi de durması da Allah'ın adıyladır. Şuphesiz Rabbim cok bağışlayandır, cok merhamet edendir." dedi. (41) Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları goturuyordu. Nûh, ayrı bir yere cekilmiş olan oğluna, "Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkÂrcılarla birlikte olma" diye seslendi. (42) O, "Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım" dedi. Nûh, "Bugun Allah'ın rahmet ettikleri haric, onun azabından korunacak hic kimse yoktur" dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu. (43) "Ey yeryuzu! Yut suyunu. Ey gok! Tut suyunu" denildi. Su cekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî'ye oturdu ve "Zalimler topluluğu Allah'ın rahmetinden uzak olsun!" denildi. (44) Nûh Rabbine seslenip şoyle dedi: "Rabbim! Şuphesiz oğlum da Âilemdendir. Senin va'din elbette gercektir. Sen de hukmedenlerin en iyi hukmedenisin." (45)
Allah, "Ey Nûh! O asla senin Âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O halde hakkında hicbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben sana cahillerden olmamanı oğutlerim" dedi. (46) Nûh, "Rabbim! Şuphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şuphesiz ziyana uğrayanlardan olurum" dedi. (47) Ona denildi ki: "Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan bircok ummete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in. Daha bir takım ummetler de olacak ki, biz onları (dunyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap dokunacak." (48) İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan once onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Cunku (iyi) sonuc Allah'a karşı gelmekten sakınanların olacaktır. (49) Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u gonderdik. Hûd şoyle dedi: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Ondan başka sizin hicbir ilahınız yoktur. Siz, sadece iftira ediyorsunuz." (50) "Ey kavmim! Ben buna karşı sizden bir ucret istemiyorum. Benim ucretim, ancak beni yaratana Âittir. HÂl aklınızı kullanmayacak mısınız?" (51) "Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra ona tovbe edin ki, uzerinize bol bol yağmur gondersin ve gucunuze guc katsın. GunahkÂrlar olarak yuz cevirmeyin." (52) Dediler ki: "Ey Hûd! Sen bize acık bir mucize getirmedin. Biz de senin sozunle ilahlarımızı bırakacak değiliz. Biz sana iman edecek de değiliz." (53)
Biz sadece şunu soyleriz: "Seni, ilahlarımızdan biri fena carpmış." Hûd dedi ki: "İşte ben Allah'ı şÃ‚hit tutuyorum. Siz de şÃ‚hit olun ki, ben sizin Allah'ı bırakıp da O'na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra da bana goz actırmayın." (54-55) "İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Yer-yuzunde bulunan hicbir canlı yoktur ki, Allah, onun perceminden tutmuş olmasın. Şuphesiz Rabbim dosdoğru bir yol uzerindedir." (56) "Eğer yuz cevirirseniz; bilin ki ben, benimle gonderileni size tebliğ ettim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz ona bir zarar veremezsiniz. Şuphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gozetendir." (57) HelÂk emrimiz gelince, Hûd'u ve beraberindeki iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları ağır bir azaptan kurtardık. (58) İşte Âd kavmi! Rablerinin Âyetlerini inkÂr ettiler. Onun peygamberlerine karşı geldiler ve inatcı her zorbanın emrine uydular! (59) Onlar, hem bu dunyada, hem de kıyamet gununde lanete uğratıldılar. Biliniz ki Âd kavmi, Rablerini inkÂr etti. (Yine) biliniz ki Hûd'un kavmi Âd Allah'ın rahmetinden uzaklaştı. (60) Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber gonderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin ondan başka hicbir ilahınız yok. O sizi yeryuzunden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında gorevli (ve buna donanımlı) kıldı. Oyle ise ondan bağışlanma dileyin; sonra da ona tovbe edin. Şuphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir. (61) Onlar şoyle dediler: "Ey Salih! Bundan once sen, aramızda umit beslenen bir kimseydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına tapmamızı bize yasaklıyor musun? Şuphesiz, biz senin bizi cağırdığın şeyden derin bir şuphe icindeyiz." (62)
Salih dedi ki: "Ey kavmim! Soyleyin bakayım, eğer ben Rabbim tarafından apacık bir delil uzerinde isem ve bana tarafından bir rahmet (peygamberlik) vermişse ona karşı geldiğim takdirde beni Allah'dan kim koruyabilir? Demek ki zarara uğratmaktan başka bana katkınız olmaz." (63) "Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah'ın dişi bir devesi. Bırakın onu, Allah'ın arzında yayılıp otlasın. Ona kotuluk dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar." (64) Derken onu kestiler. Salih dedi ki: "Yurdunuzda uc gun daha yaşayın. (Sonra helak olacaksınız.) İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir." (65) (HelÂk) emrimiz geldiğinde Salih'i ve beraberindeki iman etmiş olanları tarafımızdan bir rahmetle helaktan ve o gunun rezilliğinden kurtardık. Şuphesiz Rabbin mutlak guc sahibidir, hukum ve hikmet sahibidir. (66) Zulmedenleri o korkunc uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz ustu cokekaldılar. (67) Sanki orada hic yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Rablerini inkÂr etti. (Yine) biliniz ki Semûd kavmi Allah'ın rahmetinden uzaklaştı. (68) Andolsun, elcilerimiz (melekler), İbrahim'e mujde getirip "SelÂm sana!" dediler. O, "Size de selÂm" dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte gecikmedi. (69) Ellerini yemeğe uzatmadıklarını gorunce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı icinde bir korku duydu. Dediler ki: "Korkma, cunku biz Lût kavmine gonderildik." (70) İbrahim'in karısı ayakta idi. (Bu sozleri duyunca) guldu. Ona da İshak'ı mujdeledik; İshak'ın arkasından da Yakûb'u. (71)
Karısı, "Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar iken cocuk mu doğuracağım? Gercekten bu cok şaşılacak bir şey!" dedi. (72) Melekler, "Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şuphesiz O ovulmeye layıktır, şanı yucedir." dediler. (73) İbrahim'in korkusu gidip, kendisine mujde gelince Lût kavmi hakkında bizim (elcilerimiz)le tartışmaya başladı. (74) Cunku İbrahim cok icli ve Allah'a yonelen bir kimseydi. (75) Elcilerimiz, "Ey İbrahim bundan vazgec! Cunku Rabbinin emri kesin olarak gelmiştir. Şuphesiz onlara geri dondurulemeyecek bir azap gelecektir" dediler. (76) Elcilerimiz Lût'a gelince onların yuzunden uzuldu, goğsu daraldı ve "Bu cok zor bir gun" dedi. (77) Kavmi, (konuklarıyla cirkin ilişkide bulunmak uzere) ona doğru koşa koşa geldiler. Zaten onlar onceden de bu tur cirkin işleri yapıyorlardı. Lût dedi ki: "Ey Kavmim! İşte kızlarım. Onlar(la nikahlanmanız) sizin icin daha temizdir. Allah'a karşı gelmekten sakının ve konuklarıma karşı beni rezil etmeyin. İcinizde hic aklı başında bir adam yok mu?" (78) Onlar, "İyi biliyorsun ki kızlarında bizim gozumuz yok. Sen bizim ne istediğimizi cok iyi biliyorsun" dediler. (79) (Lût da "Keşke size karşı (koyacak) bir gucum olsaydı, ya da sağlam bir desteğe dayanabilseydim" dedi. (80) Konukları şoyle dedi: "Ey Lût! Biz Rabbinin elcileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacaklar. Geceleyin bir vakitte aileni al gotur. İcinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın mustesna. (Onu bırak.) Cunku onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?!" (81)
(Azap) emrimiz gelince oranın altını ustune getirdik. Uzerine de Rabbinin katında işaretlenmiş pişirilmiş balcıktan taşlar yağdırdık. Bunlar zalimlerden uzak değildir. (82-83) Medyen halkına da kardeşleri Şu'ayb'ı peygamber gonderdik. O şoyle dedi: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin ondan başka hicbir ilahınız yoktur. Olcuyu ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk icinde goruyorum. Ben sizin adınıza kuşatıcı bir gunun azabından korkuyorum." (84) "Ey kavmim! Olcuyu ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryuzunde bozgunculuk yaparak karışıklık cıkarmayın." (85) "Eğer inanan kimselerseniz Allah'ın bıraktığı helÂl kazanc sizin icin daha hayırlıdır. Ben sizin başınızda bir bekci değilim." (86) Dediler ki: "Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gercekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın." (87) Şu'ayb şoyle dedi: "Ey kavmim! Soyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen acık bir delil uzere isem ve katından bana guzel bir rızık vermişse!... Ben size yasakladığımı kendim yapmak istemiyorum. Ben sadece gucum yettiğince (sizi) duzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah'ın yardımı iledir. Ben sadece ona tevekkul ettim ve sadece ona yoneliyorum." (88)
"Ey Kavmim! Bana karşı olan duşmanlığınız, Nûh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Salih kavminin başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de başınıza getirmesin. (Ve unutmayın ki) Lût kavmi sizden uzak değildir." (89) "Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra ona tovbe edin. Şuphesiz Rabbim cok merhametlidir, cok sevendir." (90) Dediler ki: "Ey Şu'ayb! Dediklerinin coğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf goruyoruz. Eğer kabilen olmasaydı seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri değilsin." (91) Şu'ayb şoyle dedi: "Ey kavmim! Benim kabilem sizce Allah'tan daha itibarlı mı ki, O'na sırt cevirdiniz. Şuphesiz Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır." (92) "Ey Kavmim! Elinizden geleni yapın. Şuphesiz ben de (elimden geleni) yapacağım. Rezil edici azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz. Gozleyin. Şuphesiz ben de sizinle beraber gozluyorum." (93) (Azap) emrimiz gelince, Şu'ayb'ı ve onunla birlikte iman edenleri, katımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunc (uğultulu) ses yakaladı da yurtlarında dizustu cokekaldılar. (94) Sanki orada hic yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Allah'ın rahmetinden uzaklaştığı gibi Medyen halkı da uzaklaştı. (95) Andolsun, biz MûsÂ'yı Âyetlerimizle ve apacık bir mucize ile Firavun'a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber gonderdik de ileri gelenler Firavun'un emrine uydular. Halbuki Firavun'un emri doğru değildi. (96-97)
Firavun, kıyamet gununde kavminin onune gececek ve onları ateşe goturecektir. Ne kotu varış yeridir orası! (98) Onlar, hem bu dunyada, hem de kıyamet gununde lanete uğratıldılar. Ne kotu destektir onlara verilen destek! (99) (Ey Muhammed!) Bunlar o memleketlerin haberlerinden bazılarıdır. Onları sana anlatıyoruz. Onlardan ayakta duranlar da var, yıkılıp gidenler de. (100) Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri gelince Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları kendilerine hicbir fayda sağlamadı. İlahları onların sadece ziyanlarını artırdı. (101) Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte boyledir! Şuphesiz onun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir. (102) Şuphesiz, ahiret azabından korkanlar icin bunda bir ibret vardır. Bu, insanların (hesap ve ceza icin) toplanacakları bir gundur. Bu, herkesin toplanıp bir araya geleceği bir gundur. (103) Biz onu ancak belirli bir zamana kadar erteliyoruz. (104) O gun geldiği zaman Allah'ın izni olmadan hicbir kimse konuşamaz. Onlardan mutsuz (cehennemlik) olanlar da vardır, mutlu (cennetlik) olanlar da. (105) Mutsuz olanlara gelince; cehennemdedirler. Onların orada şiddetli bir soluyuşları vardır. (106) Onlar, gokler ve yerler durdukca orada ebedi olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Şuphesiz Rabbin istediğini yapandır. (107) Mutlu olanlara gelince, gokler ve yerler durdukca icinde ebedi kalmak uzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu onlara ardı kesilmez bir lutuf olarak verilmiştir. (108)
(Ey Muhammed!) Şunların taptıkları şeylerin batıl olduğu konusunda şupheye duşme. Onlar sadece, daha once babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Şuphesiz biz onlara (azaptan) paylarını eksiksiz olarak tastamam vereceğiz. (109) Andolsun, biz MûsÂ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) vermiştik de onun hakkında ayrılığa duşulmuştu. Eğer daha once Rabbinin bir sozu gecmemiş olsaydı, elbette aralarında hukum verilirdi. Onlar da (muşrikler de) o Kur'an hakkında derin bir şuphe icindedirler. (110) Şuphesiz Rabbin onların her birine, yaptıklarının karşılığını tastamam verecektir. Şuphesiz Rabbin onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. (111) Oyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tovbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet olculerini aşmayın. Şuphesiz O yaptıklarınızı hakkıyla gorur. (112) Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez. (113) (Ey Muhammed!) Gunduzun iki tarafında ve gecenin gunduze yakın vakitlerinde namaz kıl. Cunku iyilikler kotulukleri giderir. Bu, oğut alanlar icin bir oğuttur. (114) Sabret! Cunku Allah iyilik edenlerin mukafatını zayi etmez. (115) Sizden onceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryuzunde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak iclerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise icinde şımartıldıkları refahın ardına duştuler ve gunahkÂr kimseler oldular. (116) Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helak etmez. (117)
Rabbin dileseydi insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ummet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri mustesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun icin yarattı. Rabbinin, "Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suclularla) dolduracağım" sozu kesinleşti. (118-119) (Ey Muhammed!) Peygamberlerin haberlerinden, kendileriyle senin kalbini pekiştirdiğimiz her bir haberi sana aktarıyoruz. Bunlarda, sana hak, mu'minlere de bir oğut ve hatırlatma gelmiştir. (120) İman etmeyenlere de ki: "Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız." (121) "Bekleyin, biz de bekleyeceğiz." (122) Goklerin ve yerin gaybını bilmek Allah'a mahsustur. Butun işler ona dondurulur. Oyle ise ona kulluk et ve ona tevekkul et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. (123)
[h=3]HUD SURESİ SESLİ DİNLE[/h]Hud Suresini sesli şekilde dinleyebilir ve ardından tekrar ederek sesli şekilde okuyabilirsiniz. Hud Suresi'ni Dİyanet'ten sesli şekilde dinleyebilirsiniz.
HUD SURESİNİ SESLİ DİNLEMEK İCİN TIKLAYINIZ...
[h=3]HUD SURESİ TEFSİRİ[/h]Bazı sûrelerin başında bulunan "elif-lÂm-rÂ" ve benzeri harflere "hurûf-ı mukattaa" adı verilmektedir (bu harfler hakkında bilgi icin bk. Bakara 2/1).
Âyet, bu kitabın yani Kur'Ân-ı Kerîm'in herhangi bir insan tarafından ortaya konmuş bir eser olmadığını, bilÂkis hikmetiyle her şeyi yerli yerinde yapan ve ilmiyle her şeyden haberdar olan yuce Allah tarafından sağlam bir şekilde tanzim edilmiş ve acıklanmış bir kitap olduğunu ifade etmektedir. Âyetlerin sağlam kılınmasından maksat, onların hem lafız hem de anlam bakımından bozukluk, eksiklik, noksanlık ve celişkiden uzak olmasıdır. Kur'Ân-ı Kerîm gerek lafız gerekse anlam bakımından Arap dili ve edebiyatının şaheseri olup benzerini getirmeleri icin insanlığa meydan okuduğu halde nuzûlunden gunumuze kadar benzeri ortaya konamamış; hicbir kimse ikna edici bir delil gostererek onun ifadelerinde bozukluk veya celişki bulunduğunu soyleyememiştir (bu konuda bilgi icin bk. Bakara 2/23; Yûnus 10/38).
Bir goruşe gore Âyetlerin sağlam kılınmasından maksat, onların başka bir kitap tarafından neshedilmemiş (hukmu değiştirilmemiş, kaldırılmamış) olmasıdır. Buna karşılık Tevrat, İncil ve benzeri ilÂhî kitaplardan, once inmiş olanın bircok hukmu bir sonrakiyle neshedildiği gibi Kur'an ile de neshedilmiştir.
Âyetlerin "acıklanmış" olması mufessirler tarafından başlıca uc şekilde yorumlanmıştır: a) Kur'an'ın sûrelere, sûrelerin Âyetlere; Âyetlerin de emir, nehiy, helÂl, haram, sevap, gunah, ceza ve benzeri ceşitli alanlarla ilgili hukumleri, oğut, kıssa, haber, vaad ve uyarıları kapsayan iceriklere ayrılmış olması; Allah'ın varlığı ve birliği, peygamberlik, oldukten sonra dirilip Allah huzurunda toplanılacağına dair delilleri ihtiva etmesi; b) Kur'an Âyetlerinde insanların dunya ve Âhiret hayatlarında muhtac oldukları şeylerin, helÂl ve haramların ana hatlarıyla veya yerine gore ayrıntılı olarak acıklanmış olması; c) Kur'an Âyetlerinin yirmi uc yılda ihtiyaclara gore parca parca inmiş olması (geniş bilgi icin bk. ŞevkÂnî, II, 545; Elmalılı, IV, 2751).
İlk Âyette kitapta acıklanmış olduğu haber verilen konuların bu Âyetlerde yuce Allah'ın emriyle Hz. Peygamber tarafından insanlığa tebliğ edilmiş olduğu bildirilmektedir. Buna gore Hz. Peygamber herhangi bir insan olarak değil, Allah tarafından gonderilmiş uyarıcı ve mujdeleyici bir peygamber olarak insanlığı Allah'tan başkasına kulluk etmemeye cağırmış, Allah'a itaat edenlerin cennete gireceğini mujdelemiş, isyan edenlerin de cezalandırılacağını haber vermiş; insanlığa, tovbe edip Allah'a yonelmelerini, O'na sığınıp lutuf ve bağışlamasını dilemelerini tavsiye etmiştir.
"Belirlenmiş bir vakit" diye tercume ettiğimiz ecel-i musemmÂdan maksat omrun sonudur (ecel-i musemm hakkında bilgi icin bk. En'Âm6/2).
Allah'ın, tovbe edip kendisine yonelen insanları belirlenmiş bir vakte kadar dunya nimetlerinden guzelce yararlandırması iki turlu yorumlanabilir:
a) Tovbe edip Allah'a yonelen kimse Allah sevgisi ve O'na ibadetle meşgul olduğu icin engin bir mÂnevî zevke ulaşır; Allah'a dayanıp guvendiği icin huzuru, mutluluğu artar; maddî bakımdan sıkıntıları olsa dahi manen mureffeh ve mutlu olur. Allah'tan gelen kahrı da lutfu da hoş karşılar; boylece hayatı guzelleşir. Nitekim yuce Allah Nahl sûresinin 97. Âyetinde sÂlih amel işleyen erkek olsun, kadın olsun muminlere guzel bir hayat yaşatacağını vaad etmektedir. Bu tur bireylerin oluşturduğu aile de toplum da mutlu olur. Buna karşılık inkÂr ve isyan icerisinde olan kimse hayattan guzel bir şekilde yararlanamaz, maddî bakımdan dunya nimetleri icerisinde yuzse dahi mÂnevî bakımdan huzur ve sukûn bulamaz; boylelerinden oluşan bir toplumda faziletin yerini rezalet alır, erdemli kimseler takdir edilmez, ahlÂk ve faziletten yoksun kimseler one cıkar; inancsızlık onları daima huzursuzluğa ve mutsuzluğa goturur.
b) İnsanlar tovbe edip Allah'a yoneldikleri takdirde Allah onları omurlerinin sonuna kadar bolluk ve bereket icinde, mureffeh bir şekilde yaşatacaktır. Âyetin zÂhirinden boyle bir mÂnanın cıkarılması mumkun olmakla birlikte realitede yuce Allah, inanan ve doğru bir cizgi izleyen herkese her zaman dunyevî mutluluk ve maddî refah nasip etmediğine gore burada maksat bireysel değil, Allah'ın iradesine uygun ve gercek anlamda Allah'a yonelenlerin oluşturduğu toplumun refahı olmalıdır (Reşîd RızÂ, XII, 7-8; Esed, 421).
MeÂlinde "fazlası" diye tercume ettiğimiz fadl kavramı Allah icin kullanıldığında "lutuf, kerem, inÂyet" anlamına gelir; insanlar icin kullanıldığında ise "ziyade, cok, erdem, ustunluk, seckinlik" anlamlarını ifade etmektedir. Âyette, şirkten vazgecerek tovbe edip Allah'a cokca itaat eden, erdemliliğe ulaşan herkese yaptığı iyi amellerin karşılığının hem dunyada hem de Âhirette verileceği mujdelenmektedir.
Donuşunuz yalnız Allah'a olacaktır; O her şeye kadirdir.
Muşriklerin Hz. Peygamber'e sırtlarını donmeleri mecazi anlamda olup onun Allah'tan getirdiği gercekleri kabul etmediklerini, bu cağrıya kulak vermediklerini ifade etmekte, aynı zamanda akıl ve kalplerini bÂtıl inanclarla ortmuş olduklarına, bu sebeple gerceklere karşı kapalı ve duyarsız kaldıklarına işaret etmektedir. Nitekim Kur'Ân-ı Kerîm'de Hz. Nûh'un davetini kabul etmeyen inkÂrcıların davranışları hakkında da bu tur ifadeler kullanılmıştır (krş. Nûh 71/7).
Bazı rivayetlere dayanarak Âyeti zÂhirî anlamında alıp "Hz. Peygamber yanlarından gecerken muşriklerin onu gormemek ve ondan Allah kelÂmını işitmemek icin sırtlarını cevirdikleri, elbiselerini başlarına cektikleri" şeklindeki yorum (bk. RÂzî, XVII, 185; Elmalılı, IV, 2755) bizce zayıftır.
Allah TeÂl burada, insanlar dahil yeryuzundeki butun canlıların rızıklarını yaratmanın kendine ait bir iş olduğunu vurgulayarak onceki Âyetin anlamını pekiştirmektedir. Bir sonraki Âyette buyurulduğu uzere gokleri ve yeri yaratan O olduğu gibi, yeryuzunde surunen, hareket eden, ayaklarıyla yuruyen, sularda yuzen, gokyuzunde ucan veya başka şekillerde hareket eden buyuk, kucuk, gorulebilen ve gorulemeyen butun canlıları yaratan (krş. en-Nûr 24/45) ve rızıklarını iradeleri vasıtasıyla veya kendi iradesiyle ulaştıran yine O'dur. O, yer kuresini bu canlıların rızıklarını karşılayacak bicimde yarattığı gibi, her ture munasip rızıkları da yaratmıştır. Canlıların yapılarını, rızıklarını elde edecek şekilde yaratmış, besinleri temin etmeleri icin bazılarına akıl ve irade gucu, bir kısmına da yalnızca icgudu vermiştir.
Allah'ın rızkı tekefful etmesi "canlıların rızıklarını kazanmak icin hicbir caba harcamalarına gerek olmayacağı" şeklinde anlaşılmamalıdır. Cunku Allah insanlara akıl ve irade, hayvanlara da icgudu vermiştir. Oteki canlılar rızıklarını elde etmek icin icgudulerini kullandıkları gibi insanlar da akıl, irade, ruhsal ve fiziksel yeteneklerini kullanmak durumundadırlar.
MeÂlinde "halen bulunduğu yer" diye tercume ettiğimiz mustekar ve "emanet olarak konulacağı yer" diye tercume ettiğimiz mustevda' kelimelerinden birincisi mufessirler tarafından –insan goz onune alınarak– "canlının bu dunya uzerinde bulunduğu yer", ikincisi ise yeryuzundeki istikrarından once "babanın sulbunde veya ananın rahminde bulunduğu yer" yahut mustekar, "hayatta iken bulunduğu yer" mustevda' ise "oldukten sonra konulacağı yer" olarak acıklanmıştır (bk. RÂzî, XVII, 186; Ateş, IV, 294; bu kavramlarla ilgili bizim yorumumuz icin bk. En'Âm 6/98).
"Apacık kitap", tefsirlerde Allah'ın ezelî ilmi veya levh-i mahfûz olarak yorumlanmıştır (bk. RÂzî, XVII, 186; Elmalılı, IV, 2758). İnsan hayatı gorunurde durgun, gercekte akan buyuk bir nehir gibidir. Bir noktadan aynı su iki kere gecmez; her an yer değiştirir; aynı yer durur gibi gozuktuğu icin mustekar (karargÂh), terkedildiği ve başkasıyla değiştirildiği icin mustevda' (konulup goculen yer) niteliğini taşımaktadır. Buna gore yukarıda anlatılanların tamamı Allah'ın ilminde mevcuttur.
7. Allah TeÂlÂ, onceki Âyette ilim ve kudretinin sonsuzluğunu gosteren delillere değindikten sonra, burada da o sıfatlarının tecellileri ve eserlerinden olan gokleri ve yeri yaratanın kendisi olduğunu ifade ederek, yine ilminin ve kudretinin sonsuzluğuna işaret etmektedir. Burada "gokler ve yer" ifadesinin onlardaki diğer varlıkları da icerdiğinde şuphe yoktur. Nitekim yuce Allah başka Âyetlerde bu ikisinin arasında bulunan varlıkları da kendisinin yarattığını ifade buyurmuştur (mesel bk. Furkan 25/59; Rûm 30/8; DuhÂn 44/38; Allah'ın gokleri ve yeri altı gunde yaratması ve arş hakkında bk. A'rÂf 7/54; Elmalılı, III, 2171-2185).
Burada anlatılan arşın mahiyeti bilinmediği gibi suyun mahiyeti de bilinmediği icin "Allah'ın arşının su uzerinde olması" muteşÃ‚bih kalmakta, bundan maksadın ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir (muteşÃ‚bih hakkında bilgi icin bk. Âl-i İmrÂn 3/7). Bu sebeple "Bundan ne kastedildiğini Allah TeÂl daha iyi bilir" demekle yetinmek en uygun yoldur.
Allah TeÂl insanların hangisinin daha guzel davranacağını denemek icin gokleri ve yeri yarattığını; başka bir ifadeyle goklerin ve yerin yaratılış hikmetinin insanların hangisinin daha guzel amel edeceğini denemek olduğunu ifade buyurmuştur. Cunku yer ve goklerin nimetlerinden faydalananlar insanlardır. Nitekim Kur'Ân-ı Kerîm'de yeryuzunde ne varsa hepsinin insanlar icin yaratılmış olduğu (bk. Bakara 2/29), goklerde ve yerde bulunan her varlık ve imkÂnın Allah'ın bir lutfu olarak insanın emrine verildiği bildirilmektedir (bk. CÂsiye: 45/13); insanın yaratılışındaki hikmet ise yaratana kulluk etmektir (bk. ZÂriyÂt, 51/56). Sonucta goklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Allah'a kulluk etmeye imkÂn vermek, ortam oluşturmak uzere yaratılmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yer ve goklerin insanlığa hizmetinin yanında daima yuce Allah'ı tesbih ettiği de bildirilmiştir (bk. İsr 17/44). Buna gore insan dışındaki varlıklar da ilÂhî iradeye boyun eğerek bir mÂnada O'na kulluk etmektedirler.
"Duzmece" diye tercume ettiğimiz sihr kelimesi sozlukte, "bir şeyi aslî durumundan cıkarıp başka bir duruma sokmak, mahiyetini değiştirmek" anlamlarına gelmektedir (bk. Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, "sihr" md.); dolayısıyla sahte ve gercek dışı olan bir şeyi gercekmiş gibi gostermek mÂnasında duzmece kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanıldığı gorulmek-tedir. Bağlam dikkate alındığında burada sihr kelimesinden bu mÂnanın kastedildiği anlaşılır. Zira Âhirete inanmayanlara dunyada yaptıklarından hesaba cekileceklerini haber vermek uzere, "Oldukten sonra mutlaka diriltileceksiniz" denildiğinde, "Bu apacık bir sihirdir" diye verdikleri cevaptan maksatları bilinen (buyu) anlamındaki sihir değil, onlara gore varlıklıların dunya hayatının tadını cıkarmalarını engellemek, fakir ve yoksulları da avutmak maksadıyla ortaya atılmış duzmece sozlerdir.
"Bu, apacık bir duzmecedir" cumlesindeki işaret zamirini mufessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır: a) "Oldukten sonra dirileceklerine dair" olan bu soz, insanları dunya nimetlerinden mahrum etmek, onları kendinize boyun eğdirip itaat ettirmek icin uydurduğunuz bir hiledir. b) Bundan maksat Kur'an'dır yani oldukten sonra dirilme olayının gercekleşeceğini soyleyen Kur'an sihir gibi bÂtıl, gercek olmayan bir duzmecedir. Dolayısıyla ona hicbir konuda inanılamaz ve guvenilemez.
Ayrıca sihr kelimesinin sehir veya sÂhir şeklindeki farklı kıraatine gore cumle şoyle de tercume edilebilir: "Bu (Muhammed) dupeduz bir sihirbazdır" (Zemahşerî, II, 260; RÂzî, XVII, 188 vd.; sihir hakkında bilgi icin bk. Bakara 2/102).
8. Bu Âyet muşriklerin yukarıdaki iddialarına cevap olmak uzere indirilmiştir. MeÂlinde "sure" diye tercume ettiğimiz "ummet" kelimesi Kur'Ân-ı Kerîm'de değişik anlamlarda kullanılmaktadır. Mesel burada "sure, vade" anlamlarına gelmektedir; diğer yerlerde ise ortak ozellikler taşıyan canlılar topluluğu (En'Âm 6/38), iyi hasletleri kendinde toplayan kişi (Nahl 16/120), izlenen yol, inanc, yaşayış tarzı (Zuhruf 43/22) ve daha başka anlamlarda kullanılmıştır (ummet kavramı hakkında bilgi icin bk. Bakara 2/128, 134, 141, 143; RÂgıb el-İsfahÂnî, el-MufredÂt, "emm" md.).
Bir onceki Âyette belirtildiği uzere Hz. Peygamber, oldukten sonra dirilmenin gercekleşeceğini ve dunyada Allah'a şirk koşmanın Âhirette cezayı gerektireceğini haber verdiğinde, muşrikler bu soze "duzmece" deyip alay ederek cezanın cabucak gelmesini istiyorlardı; ilÂhî hikmet gereği ceza hemen gelmeyip belli bir sure ertelenince de bunu Âcizlik sanarak cezanın nicin hemen gelmediğini soruyorlardı. Yuce Allah bu soruya cevap vererek alay ettikleri cezanın mutlaka gelip onları cepecevre kuşatacağını ve geldiği zaman onu hicbir gucun geri ceviremeyeceğini haber vermektedir. Bu cezanın dunyada mı yoksa Âhirette mi gercekleşeceği hususunda mufessirler farklı goruşler ileri surmuşlerdir. Bir kısmı cezanın 3. Âyette işaret edilen buyuk gune yani kıyamet gunune ertelendiğini soylerken bir kısmı da Âyetteki "sayılı, belirli" anlamına gelen ma'dûde kelimesinden hareketle, kısa ve belirli bir sure sonraya yani muslumanlara cihad emrinin geldiği gune ertelendiğini ve hicretten yaklaşık bir bucuk yıl sonra Bedir Savaşı'nda bu azabın onları cepecevre kuşattığını soylemişlerdir (bk. ŞevkÂnî, II, 548). Nitekim Bedir Savaşı'nda muşrikler buyuk bir yenilgiye uğramışlar, coğunluğu ileri gelenlerinden olmak uzere 70 kişi oldurulmuş, bir o kadarı da esir edilmiştir. Bize gore Âyette kastedilen azap Bedir Savaşı ile sınırlı olmayıp daha sonrakileri hatta Âhiretteki azabı da kapsamaktadır.
HUD SURESİ TEFSİRİNİN DEVAMI İCİN TIKLAYINIZ...