
Acısı cok mu cok derin, cok mu cok katmanlı; huznu cok mu cok derin, cok mu cok katmanlı… Bu oykuleri okumak icin yurek gerek. Bu oykuleri okumak icin cumhuriyet tarihinin bir başka yuzuyle gercek anlamda yuzleşebilme yurekliliği gerek. Ama bu "yuzleşme" gercekleştirilemediği surece ne bu ulke, ne de bu ulkede yaşayan "halklar" esenlik yuzu gorebilirler. Katmanı cok acılı, huzunlu oykuler, daha doğrusu yaşamlar, kacınılmaz olarak hepimizi "esir" almaya devam edecektir. Dunumuz esirdi, bugunumuz esir… Peki, yarınlarımız?...
Yuzbaşı ağır ağır yaklaşıp eliyle birilerini işaret etmeye başlamıştı. Hareketleri cok ağır ve kesindi. Sanki kıpırdayan her organı, işaret icin elinin her kalkışı resmedilsin, yureklere, beyinlere yazılsın istiyordu. Yuzbaşı tarihe mal olmak istiyordu. Zamanın, "o an"ın herkesten cok farkındaydı. İşaret ettikleri yaşları on bir ile on dort arasında değişen erkek cocuklarıydı.
Yani geleceğin isyancısı, eli silah tutacak olanlarıydı. Yuzbaşı konuşturmak icin harekete gecmemişti. "Sonuc"a yonelikti yaptığı. "Nihai cozum"du. Cocuk "erkekler" birer birer ağıla goturulduler. Kadınlar ve cocuklar olacakları kestirememenin şaşkınlığında, uzerlerine cevrili sungulerin korkusunda oylece bekliyorlardı. Yirmiye yakın oğlan cocuğu kapatıldı ağıla ve sonra on beş-yirmi yerden, on beş-yirmi askerin ateşiyle tutuşturuldu sarı samanlar ve calı cırpı ve odunlar ve tezekler… Kara ve soğuğa inat muthiş bir alev ve ateş sıcağı sarmıştı koy meydanını. Sonra kadınların ve cocukların cığlıkları. Gec kalmışlardı. Paşanın askerlerinin bunu yapabileceklerini akılları kestirememişti. Nihayetinde hepsi din kardeşi, aynı peygamberin, aynı kitabın inananlarıydılar. Olamazdı, Musluman Muslumana bunu yapamazdı. Ama olmuştu. Yuzbaşı tarih yazmak icin parmağını kaldırmıştı. Butun cığlıklar bir anda sustu. Beklenmeyen bir şey olmuştu. Ağılın icinden, alevlerin arasından, on dort yaşının guzelliğinde, sapsarı sacları, masmavi gozleriyle Mehmet Şerif, yani Fidan'ın amcası oğlu, yani obur amcası kızı Leyla'nın beşik kertmesi, yani Hace'nin en kucuk oğlu sapasağlam dışarı fırlamıştı.
Askerler, kadınlar ve yuzbaşı şaşkın, Mehmet Şerif korkulu. Sapsarı saclarına sapsarı yuzu de eklenmiş, Palu'nun, Gokdere'nin, Murat'ın, meşeliklerin yardımını beklercesine korkulu gozlerini dağlara cevirmiştir. Yuzbaşı'nın eli yeniden havaya kalkmış, başı yeniden one doğru eğilip onaylamış ve asker nişan alıp ateş etmeden Mehmet Şerif kurşun sızısı yerine alevlerin sıcağını tercih etmiştir. Belki de iceriden yukselen arkadaş, akraba cocuklarının cığlıkları karşısında birlikte yanmayı secip kurşundan once kendini ateşe atmıştır. Gerisi Diya Mehmet Şerif'in, yani Hace'nin Kurtce ağıtları... Leyla'nın gizliden gizliye vurgun olduğu, beşik kertmesinin ardından yukselen delice cığlıkları ve havaya yayılan tezeğin ve yanık insan etinin kokusuydu...
(Tanıtım Bulteninden)
Sayfa Sayısı: 150
Baskı Yılı: 2014
Dili: Turkce
Yayınevi: Kurgu Kultur
Kitap Adı: Bir Kırık Cam Bir Kırık Turku Yazar: Sevda Kuran Genel Yayın Yonetmeni: Alaattin Topcu Gorsel Yonetmen: Murat Ozkoyuncu Yayınevi: Kurgu Kultur İlk Baskı Yılı: 2014 Dil: Turkce Barkod: 9786055009229