
"İslam duşmanlığının Turk duşmanlığı olduğunu akıllarımızdan cıkarmamalıyız", "Batılı icin Musluman Turktur, aynı şekilde Turk de Muslumandır". Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a ait bu sozler hem son donemlerde Avrupa/Batı'daki İslam karşıtlığının spesifik anlamda evirildiği "Turk(iye) karşıtlığını" gozler onune seriyor hem de tastamam problemin tarihi arka planına ve gunumuzde yeni versiyonlarıyla faaliyete gecirilişine işaret ediyor.
"Turkofobi" ya da "Turkiyefobi" henuz guncel uluslararası literature girmemiş olsa da, zenofobinin (yabancı duşmanlığı) ve İslamofobinin alt kategorisi olarak kabul edilebilir. Buna artık bugun bir de "Erdoğanfobi"yi ekleyebilir, hatta Turkofobinin daha ziyade Erdoğanfobi olarak dolaşıma sokulup son yıllarda farklı vesilelerle Batı medyasında surekli gundemde tutulduğunu soyleyebiliriz. Amerika ve Avrupa ulkelerinde, Turkiye ve Erdoğan ile ilgili hemen her gun yayımlanan hicbir haber-analiz ya da televizyon programı yok ki Erdoğan'ı "otoriter", "diktator", "sultan" olmakla suclanmasın. Hatta sıradan insanlarla konuşurken bile, Turkiye soz konusu olduğunda, Erdoğan'ın bir "diktator" olduğu yonunde imalar ve suclamalar adeta bir refleks olarak dışa vurabiliyor. Hatta bu karşıtlık ve Erdoğanfobik nitelemeler, cok daha fazlasıyla, ABD-İsrail onculuğunde Turkiye karşıtı blok oluşturan Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)-Mısır medyasında da mevcut.
Bu karşıtlığın son donemde bayraktarlığını ise Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron yapıyor. Artık eskisi kadar sansasyon doğuramayıp oylarının bir kısmını "yeni nesil" aşırı sağ parti Demokrasi İcin Forum (FvD) lideri Thierry Baudet'ye kaptıran Geert Wilders de bu kervana katılarak Erdoğan'a "terorist" deme hezeyanında bulundu. Hatta daha da ileri giderek Erdoğan'ın teror orgutu DEAŞ'la yakın bağlantısı olduğu iftirasını attı. Bunu da hemen butun haber-yorumları Turkiye ve Erdoğan duşmanlığı olan "Nordic Monitor" adlı, FETO tarafından kurulmuş İsvec kaynaklı bir internet haber sitesindeki asılsız habere istinaden yaptı.
Erdoğan gerek Macron gerekse Wilders'in hezeyanlarına cevap verdi. Macron'a "Şu an Fransa'nın başındaki zat şaşırmış, yatıp kalkıp Erdoğan'la uğraşıyor; sen once kendine bak. Bu bir vaka. Hakikatten kontrolden gecmesi lazım" yanıtını verdi. Wilders ile ilgili ise "Hollanda'da bir milletvekili musveddesi var; kalkmış bizimle ilgili bir şeyler yazıyor; haddini bil. Kiminle yol yuruduğunu hic hesap ettin mi? Faşizm bizim kitabımızda yok" dedi. Anne tarafından Endonezyalı Musluman bir aileye dayanan Wilders'in, hemen her fırsatta olduğu gibi, 15 Temmuz'un hemen sonrasında da "Erdoğansız bir dunya gorecektim; 15 Temmuz'un başarısız olmasına uzuldum" sozuyle Erdoğan korkusunu dışa vurduğu gorulur. Onun ayrıca İslam'ı "faşist bir ideoloji" diye nitelediği, Kur'an-ı Kerim ile Hitler'in Kavgam kitabını mukayese ettiği, ayrıca farklı zaman ve zeminlerde Hazreti Peygamber karikaturlerini yayımlayıp infiallere ve hatta Hollanda'yı zora sokan siyasi-ekonomik krizlere yol actığı ve "(Hazreti) Muhammed Hollanda'da yaşasaydı kovardım" deme curetini gosterdiği de biliniyor.
"Le Pen'leşen" Macron ve İslam dunyasından tepkiler
Ote yandan Macron'un "Fransa İslam'ı" projesinin yasal zeminini teşkil eden Separatizm (ayrılıkcılık) yasası bağlamında "Aydınlatılmış bir İslam oluşturacağız" acıklaması ve Hazreti Peygamber'in karikaturlerinin devlet binalarına yansıtılmasına musaade etmesi, bununla da yetinmeyip kitapcık halinde okullara dağıttıracağını acıklaması ve hatta bazı okullarda Hazreti Peygamber'in karikaturunun cizdirilmesi, ırkcı-ojenik "aşırı sağcı" Le Pen'e kayan oylarını geri almak amacıyla "Le Pen'leşmesi" olarak da gorulebilir. Avrupa'da merkez sağ ve solun aşırı sağlaşması olarak bu durum, artık Avrupa'nın yeni normalidir. Hazreti Peygamber hakkında guzel bir naat yazan, Sefiller adlı meşhur romanın yazarı Victor Hugo'nun Fransası Hazreti Peygamber karikaturleri yayımlayıp devlet dairelerine astıracak kadar kulturel ırkcı tutumlara savruluyor.
Tabiatıyla Macron'un, ozellikle Hazreti Peygamber'e yonelik bu hezeyanları Muslumanlarda bir infiale yol acmış ve buyuk tepki cekmiştir. Hatta Katar, Kuveyt ve Fas başta olmak uzere, bazı ulkelerdeki bir kısım marketler Fransa urunlerini boykot kararı almışlardır. Bu boykotun sonucu olsa gerek, Fransa Dışişleri Bakanlığı yetkilileri "Fransa Muslumanları tarihimiz ve Cumhuriyetimizin bir parcasıdır" acıklamasını yapmış; boykota katılan marketlerin bulunduğu ulkelerin yonetimlerinden bunu durdurmaları cağrısında bulunmuştur. Macron da Twitter'da Arapca olarak "Barış ruhu icinde tum farklılıklara saygı duyuyoruz. Nefret soylemini kabul etmiyoruz" diye acıklama yapmıştır.
Suudi Arabistan merkezli Dunya İslam Birliği (Rabıta) Genel Sekreteri Muhammed bin Abdulkerim el-İsa ise Suudi televizyonu MBC'de Muslumanları azınlıkta oldukları ulkelerin uygulamalarına "ses cıkarmamaya, yasalarına uymaya" cağırarak Macron'a dolaylı destek anlamına gelen bir beyanda bulunmuştur. Suudi Arabistan'ın, iki ay once İsvec-Norvec'teki Kur'an yakma-yırtma olaylarına da herhangi bir tepki verdiğini duymadık. Ancak el-İsa'nın, 2019'da Fransa'ya yaptığı ziyarette, Hazreti Peygamber'e hakaret icerikli karikaturler yayımlayan Charlie Hebdo'nun merkezini ziyaret etmek istediği, ancak provokasyon olacağı gerekcesiyle buna izin verilmediği basında yer alan haberler arasında. Ote yandan BAE merkezli "Hukema" (Alimler Meclisi) başkanı ve aynı zamanda Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyip'in de Macron'a Twitter uzerinden "ılımlı" bir tepki verdiğini belirtmek gerekir.
Halbuki Suudi Arabistan, 2014 yılında Wilders'in Suudi Arabistan bayrağı formatında hazırladığı ve meclisteki odasının kapısına astığı İslam karşıtı etiket sebebiyle Hollanda ile ekonomik ilişkileri kesme noktasına gelmiş; Dışişleri Bakanı acilen Suudi Arabistan'a gideceğini acıklamıştı. Suudi Arabistan, 2018'de ise yine Wilders'in parlamento binasında acmak istediği Hazreti Peygamber karikaturleri sergisi sebebiyle Turkiye, Mısır, Endonezya, Fas gibi ulkelerle birlikte İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) adına Hollanda hukumetine protesto mektupları gondermişti.
Avrupa'da İslam ve Turk(iye) karşıtlığında tarihin tekerruru
Tarihteki imgelerin genel anlamda İslam, Kur'an ve Hazreti Peygamber karşıtlığıyla ilgisi bir yana, Erdoğan'ın da işaret ettiği uzere, esasen bugun Avrupa/Batı'da devreye sokulan Turk(iye)fobide tarihten gelen imge ve duşman kodlamalarının onemli rolu bulunuyor.
Bilindiği uzere, İslam'ın zuhurundan sonraki yuzyıllarda, ozellikle de Haclı Seferleri ile, Avrupa/Batı İslam'ı duşman/tehdit olarak algılamış ve bu duşmanlığı ifade eden bir literatur de uretmiştir. Daha sonra İstanbul'un fethi ve Osmanlı'nın Viyana'ya kadar ilerlemesiyle duşman tanımlamasında guncelleme olmuş ve sonrasındaki yaklaşık 2-3 asır boyunca Osmanlı/Turkler korku unsuru ve duşman olarak kodlanmıştır. Bu donemde literaturde İslamve Muslumanlar yerine daha ziyade "Turkler" kullanılmış; İslam "Turklerin dini", Kur'an "Turk Kur'an'ı" veya "Turk İncili", Hazreti Peygamber de "Turklerin peygamberi" olarak nitelenmiştir. İtalyanların korkunc bir şeyi ifade etmek ya da cocuklarını korkutmak icin kullandığı "Mamma li Turchi!" (Anneciğim! Turkler geliyor) ifadesi bunun carpıcı dışavurumudur. Bu korku Voltaire, Erasmus, John Calvin, Martin Luther gibi donemin belli başlı filozof, din adamı ve yazarlarınca da alabildiğine işlenmiş ve "Turklerle Savaş Hakkında" ve "Turklere Karşı Ordu Vaazı" isimlerle kitaplar yazılmış; teolojik teo-politik anlamda Turklerin Tanrı'nın kendilerine yonelik bir cezası veya "Antichrist" (Deccal) olduğu anlayışı Avrupalı zihinlere yerleştirilmiştir.
Dolayısıyla son donemde Avrupa'daki Turk korkusu ve karşıtlığında tarihin tekerrur etti(rildi)ği, bunun da daha ziyade "Turkiye/Erdoğan korkusu" olarak tezahur ettiği goruluyor. Bu, Norman Daniel'in ifadesiyle "nesilden nesle aktarılan" İslam ve Turk karşıtlığının modern versiyonlarıyla aktive edilip tekerrur ettirilmesidir. İnsan topluluklarının olgular karşısındaki tavırlarını inceleyen Walker Connor'ın "İnsanların davranışlarını gerceğin ne olduğu değil, insanların olgular hakkındaki inancları ve algıları tayin eder" sozunu haklı cıkaracak şekilde, maalesef İslam ve Muslumanlar, Turkiye/ Turkler ve Erdoğan ile alakalı kanaatleri, politika yapıcılarca, tarihten hareketle, post-modern versiyonlarıyla tekrar uretilen imajlar belirliyor.
Turk(iye)fobi'nin yeniden yukse(lti)liş nedenleri
On dokuzuncu yuzyılda Osmanlı'nın yıkılışı/durdurulması ve Muslumanların gerilemesiyle Batı'da duşman olarak, ozellikle Hitler donemi oncesi, Yahudiler kodlanmıştı. İkinci Dunya Savaşı sonrasında ise bu duşman Sovyetler Birliği/Rusya olmuştu. Soğuk Savaş'ın bitişi (1990) ve ozellikle de 11 Eylul ile, bizzat donemin NATO Genel Sekreteri Willy Claes'in ağzından artık Batı'nın yeni duşmanı İslam/Muslumanlar olarak acıklanmış, Muslumanlara yonelik asimilasyoncu/guvenlikci ve cifte standartlı politikalar fiiliyata dokulmuştur.
Ozellikle son yıllarda ise bu etiketleme ve kodlamanın daha ziyade Turkler/Turkiye ve Erdoğan uzerinden yapıldığını gozlemliyoruz. Turkiye'nin izlediği bağımsız, proaktif politikalarla one cıkmasıyla, artık bu duşman tekrar Turkler/Turkiye olarak kodlanmaya, tarihteki Turkofobi Avrupa/Batı'daki karar verici zihinlerde "neo-Osmanlıcılık" ve benzeri nitelemelerle harekete gecirilmeye başlanmıştır. AB Dış İlişkiler Yuksek Temsilcisi Josep Borrell'in "Eski imparatorluklar geri donuyor; bunlardan biri de Turkiye" acıklamasını bu meyanda zikretmek gerekir. Macron'un Turkiye ve Erdoğan'a yonelik soylemlerinin arka planında da esasen Turkiye'nin yukselip tarih sahnesine cıkış korkusu mevcuttur.
Bu korkunun "gerekcesi" olarak Erdoğan liderliğindeki Turkiye'nin koklerine donmesi, reaksiyoner ve edilgen değil, aksiyoner/etkin, proaktif politikalar izlemesi, Batılı karar vericilerin ajandasına gore değil kendi ajandasına gore hareket etmesi, Doğu Akdeniz, Libya, Suriye, Kafkaslar başta olma uzere bolge ve dunya siyasetinde varlığını alabildiğine hissettirerek "oyun bozucu/kurucu" role sahip olması, her platformda Erdoğan'ın "Dunya beşten buyuktur" diyerek Birleşmiş Milletler'in (BM) -ozellikle de Guvenlik Konseyi'nin- adaletsiz yapısına vurgu yapması, İHA-SİHA'lar başta olmak uzere savunma sanayiini her acıdan hızla guclendirmesi, buyuk projeleri hayata gecirmesi, ekonomiye yonelik manipulasyonlara karşı koyarak yoluna devam etmesi, İslam dunyası başta olmak uzere pek cok ulkede etkin insani yardım faaliyeti yurutmesi ve pandeminin ozellikle ilk aylarında pek cok ulkeye tıbbi/insani yardımlarda bulunması, Yurtdışı Turkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Turk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Yunus Emre Enstitusu (YEE), Kızılay ve Maarif Vakfı gibi yurtdışına donuk faaliyet yurutecek kurumları hızla faaliyete gecirerek adımlar atması ve nihayet Ayasofya'nın yeniden ibadete acılması kararı gibi pek cok sebep sayabiliriz.
Avrupa/Batı'da Turklere bakışta paradigma değişimi mi?
Tabiatıyla bu durum, yoğun olarak yaşadıkları ulkelerdeki Turklere yonelik negatif algıda malzeme olarak kullanılarak, Turklere ve kurumlarına bakışta nispeten paradigma değişimine yol acmıştır. Bu bakışta, 15 Temmuz darbe girişimi ve (2017'de iki Turk bakana yonelik "diplomatik cinnet" diye nitelenebilecek olan) "Rotterdam olayı" başta olmak uzere, bazı kırılma noktaları da olmuştur. Sonrasında siyasi ve ekonomik ilişkiler nispeten duzelse de, olay sonrası donemde ulkedeki Turklere ve Turk kurumlarına bakışta genel olarak bir değişim yaşandığı gozlemleniyor. Nitekim ozellikle Diyanet camilerine Turkiye'den imam getirilmesinin yasaklanması girişimleri başta olmak uzere, Avrupa'da bulundukları ulkelere katkıları gormezden gelinerek Turk kurum ve kuruluşları, "Turkiye'nin ve Erdoğan'ın uzun kolları" olarak entegrasyona engel teşkil ettikleri propagandasına maruz kalabiliyorlar.
Bunun en son ve somut orneklerinden biri, Berlin'de 150 kişilik bir polis ekibinin, habersiz bir şekilde sabah namazı vakti Turklere ait Mevlana Camii'ne ayakkabılarıyla girerek baskın yapması olmuştur. Gorunen gerekcesi bir yana, bu olay Turkiye'ye ve Almanya'daki Turkiye kokenli cami ve kurumlara gozdağı anlamı taşıyor. Almanya'nın onemli şehirlerinde minareli guzel camilerin yapımına -şu veya bu şekilde- izin veren Alman devletinin, Turklere ait bir camiye yonelik bu tutumunun normal şartlarda izahı guctur. Mesela aynı durumda polisler bir kiliseye veya sinagoga boyle bir baskın yapamazdı. Burada genel Turkofobik saik dışında, pandemi surecinde ozellikle Turk kokenli camilerin olumlu bir imajla one cıkması da etkili olmuştur. Zira camilerin yon verdiği gencler yaşlıların ve yalnız yaşayanların evlerine ziyaretler yapıp ihtiyaclarını sormuşlar ve bu durum cevrede İslam'a yonelik ilgiyi artıracak olumlu bir imajın oluşmasına yol acmıştır. Bu baskında, bu olumlu imajı kırmak maksadıyla, bilhassa Turk kokenli camileri "yolsuzluk yapan kurumlar" gibi gosterme amacı sezilmiyor değil.
Yıllar once Hollanda Liberal Yahudi Cemaati eski başkanlarından Awraham Soetendorp "Avrupa'da (Batı'da) Muslumanlar gittikce Hitler donemi oncesi Yahudilerin konumuna itiliyor" mealinde bir tespitte bulunmuştu. Son yıllarda alabildiğine yukseltilen Turkofobi/Erdoğanfobiyle ve Macron'un son tahlilde Turkleri ve Turk kurumlarını hedef alan tutumlarıyla, ozellikle Avrupa'daki Turklerin bu yone itilmeye calışıldığı da anlaşılıyor. Fakat Turkler, gittikce daha da guclenen Turkiye'nin verdiği ozguven ve "Avrupa'da yaşayan bir Musluman/Turk" olma idrakiyle bunu aşmanın da yollarını bulacaktır.
[Calışmalarını hadis, Yahudi ve Hıristiyan kulturu ilişkisi, din ve kulturlerarası etkileşim, oryantalizm-oksidentalizm, teo-politik, İslam karşıtlığı (kulturel ırkcılık) ve Avrupa'da-Batı'da İslam ve Muslumanlar konularında yoğunlaştıran Prof. Dr. Ozcan Hıdır İstanbul Sabahattin Zaim Universitesi oğretim uyesidir]
Kaynak: Anadolu Ajansı / Prof. Dr. Ozcan Hıdır