Anne Oğul
Anneler ve Oğulları
Yıllardır her turlu mecliste, ozellikle bayan arkadaşlarım ve tanışlarım arasında konu edilen ve turlu savlara rağmen, teoriden oteye kanun olamamış bir suru fikirle tanımlanmaya calışılan, bir gelin-kaynana rekabeti, anlaşmazlığı konusu vardır. İnsanlık tarihinin genelini bilemem ama guzel ulkemde, bu en azından kayıtlara gecmiş bir gelenektir sanki. Vardır, suregelmiştir ve var olacaktır. Belki de koklerimizde, ana erkil bir duzenden gelmiş olmamızın bir tetiklemesidir bu. Anneler ve oğullarının sevgilileri ya da eşleri arasında suregelen, en azından kulaktan kulağa, dilden dile dolaşarak kayda gecirilmiş ve de toplumsal belleğimize kazınmış bir soğuk savaş! Şimdiye kadar ki nacizane yaşantımda, hicbir kız anasının, boylesi bir kaynana etiketiyle şereflendirilmediğini duşunuyorum. Cinsler arası ayrımcılığa, her ayrımcılığa olduğu gibi şiddet-siz bir bicimde karşıyım ve de oncelikle bunu belirtmeliyim. Bu realiteye uyum sağlamakta zorlanan bircok kişiden biri olduğumu hissederek soyleyebilirim ki buralarda işler biraz karışık yuruyor dostlar! Anneler kızlarının ilişkilerine, daha doğrusu legal olan ilişkilerine, her koşulda aleni bir şekilde destekken konu oğullarına gelince, birden değişiveriyorlar nedense. Gerci bir oğlan babası olmak icin eşinin ardarda doğurmasını isterik bir şekilde destekleyen: ‘Erkek adamın, erkek cocuğu olur!’ nakaratını dile dolayan erkekler ya da turlu nedenlerden oturu, erkeğine bir erkek evlat verebilmek icin umutsuzca “Ya tutarsa” diyerek hamilelikler yaşayan kadınların ulkesi burası! Dolayısıyla ve tabiki de analar da oğullarının kıymetini daha bir cok bilmeliler! -Mutsuzum anne! -Mutsuzluk mu? O nasıl laf? Gul gibi bir yaşantın, bir ailen var, daha ne istiyorsun! …
Bir kız evlada, bu diyoloğun ardından soylenebilecek milyarlarca cumlenin, yine milyarlarca olasılığı var, o yuzden de yazmayacağım gerisini. Hepsinin bahane olduğunu ve dişinin buralarda(!); dunyada ve yani bu realitede, varoluşundan itibaren başının ezilmesi gudusuyle hareket edildiğini de duşunduğumden oturu yazmayacağım; parmaklarımın ucunda, kelimelere bir kez daha dokulmek icin cırpınan o duşunceleri.
Kucuk bir kızken, kuzenimin sunnet duğunu hazırlıklarını gozlemlemiştim şaşkınlıkla. Erkekliğine adım atışın bir semboluymuştu! Duğun dernekle kutlanması gereken ne de hoş bir gelenekti. Benim icin cok buyuk bir şoktu cunku ben de kadınlığa adım atmıştım o sıralarda ve bunu kutlayan hic kimse cıkmamıştı?! Arkadaşlar arası ‘Heyoo’ kutlamalarının dışında: ‘Hımm, aramıza hoş geldin. Her ay ağrılarla kıvranacak ve butun bunlardan kendini sorumlu hissedeceksin ama olsun, neyse’ fısıldaşmalarıyla kadınlığıma adımımı atmıştım. Gizli/saklı yaşanması gereken bu gecişimi, bir de ne gariptir ki bir tek babam kutladı benim. Kuzenin duğun derneğinde oyle bir soz verdim ki kendime o gun, hatırladıkca ‘Aferim bana’ oluyorum; bir kızım olduğunda, kızımın bir periyodu bitirip diğerine gecmiş olduğu o gun icin koskocaman bir parti verecektim. Hala da kararlıyım, olursa yapacağım ve kızım olduğunda, bu partiyi değil buralara, evrene şenlik olsun diye kabara kabara duyuracağım! Nereden nereye? Gelin- kaynana ve aslında anne ve oğul ve oğulun eşi, kutsal uclemesine(!) verip veriştirecekken arada bunlar cıktı. Aslında, bu arada cıkanlar birkac sayfa yazıdan oluşamayacak kadar derinler ya neyse…
Bakıyorum, bakıyorum ve bakıyorum da anlayamıyorum ve de aslında, bana cok ilginc geliyor. Yaratıcılığın bir kopya senaryosunu, bu gecici(!) dunyada ustlenmeyi secen bir anne ve bir cocuk… Cocuğun cinsiyetinin, ilk dunyaya merhabasının ardından coğu zaman anneyle, aileyle ve toplumla ilişkilerindeki mihenk taşlarını goruyorum. ‘Erkektir helal olsun!’ ‘Sen kadınsın ya da o kesmedi mi sen annesin; bari bunu duşun!’lere varan yargıları, ayrımcılığı, ikiliği goruyorum buralarda… Cinsiyet etiketlerinin hakimiyeti, yargıları, ikiliğiyle bir cocuk dunyaya getiren bir anayı goruyorum buralarda. Dişinin karmaşasını; bastırılmasını, yargılanmasını ve yargılamayı oğrenmesini(!), sorgulamasını ve sorgulamayı oğrenmesini(!) goruyorum buralarda. Onun icin herşey demek olan, erkek etiketiyle etiketlenmiş bir cocuk doğurmakla kutsanmış olduğunu duşunen, bazen buna şukreden, bazen icten ice; derinden derine başkaldıran anaların, gucle bağdaştırmak zorunda kaldıkları erkek evlatlarından vazgecememelerini goruyor ve anlamaya calışıyorum buralarda! Bana her ‘Ama sen kadınsın! Ama sen annesin! Amaa…’ şekilleriyle başlatılan cumlelere tepkiselliğimden oturu, tepki verildi bugune kadar. Ben de hep ‘Amaaa’ dedim sonra ‘Amaaa’: ‘Ama ben bir insanım herşeyden once. Aynı sen gibi. Ben bir insanım!’
Şimdi ardımda uyuyakalmış bir erkek evlat anası olarak bundan cok değil, bir saat oncesine kadar ki erkek evlat tarafından anasını onore etmek amacıyla soylenmiş aşk, sevgi cumleleriyle gazlanmış olarak ‘Ben oyle bildiğiniz kaynanalardan olmayacağım. Beni, bana gelmekle kutsayan bu deli ruhu, burada, mutluluğa sevkedecek herşeyin arkasında, yanında, sağında ve solunda olacağım!’ demek amacıyla başladım, bir diğer ben’le olan bu sohbete. Beni ya da seni, kutsayarak bana ya da sana gelen, buradaki realiteye gore, bir cinsiyete burunmeyi secen her ruh icin ‘Secimlerin senindir; aşık olduğum o minik bedeniyle beni kutsayan ey yuce ruh! Sen mutlu olduğun, ikiliği, yargıları, ayrımcılığı her aştığında ya da aşmaya teşebbus gosterdiğinde, yanında olacağım!’ demek icindi, bir nevi bu benim benle soyleşim. Belki de ‘Aşk’ adını densizce verdiğim oğlumun da gun gelip benden kopacağıyla ilgili, şimdiden yarattığım dunyevi, kaynanasal bir korku paylaşımıydı bu. Ne bileyim? Nereden bileyim? Bildiğim tek bir şey var; beni anne yapan her bana, aynı sevgiyle, destekle, kostekle ama herşeyden once aynı saygıyla yaklaşacağım. Yaşımın, etiketimin, bir diğer Oz’den gelene baskı ya da saygısızlık aracı olarak kullanılamayacağını duşunuyorum ve hissediyorum ki aslında, en onemlisi bu benim icin. Buralarda, ben biraz daha fazlaca yaşamış olabilirim belki?! Bilinemez. Bu benim yolculuğumda, benimle bu yolculuğu paylaşacak kadar harika olan başka bir ben’e, zamansallıkları ortaya koyup saygısızlık yapmamı da gerektirmez. Oğlum benim icin tek kelimeyle gectiğimdir. Oğlumun benim lugatımdaki adı: ‘Aşk’tır. Tumuyle ruhtan oluşan bedensel varlıklar olarak dokunmanın ve bedenselliğin- anlaşılanın otesinde tabi ki- kutsallığına inanırım ben nacizane. Oğlum, bedenimden yarattığım ve bedenimden yaratılmayı secendir ve o yuzden; sırf bu yuzden kutsaldır. Herbirimizin oğlu, kızı gibi… Onların yaşca bizden kucuk olmalarının hicbir ehemmiyeti yoktur. Herbirimizin oğlu ve kızı bu dunyada, Oz’un bir yansıması ve bedenlenmesi olarak gereken sevgiyi, saygıyı yaşamalıdır. Cadı bir kaynana, cok bildiğini sanan bir anne olmaya soyunmayacağım, elimden geldiğince tabi. O: Aşk, aynı benim gibidir. Oğrenecek, yaşayacak, hissedecek, ağlayacak, gulecek, şukredecek, niye diyecek, bulacak, şaşıracak, sonsuzlukta yitecek; şimdilik bir sonlu olarak belki de… Yalnızca tek bir ufacık fark; her duştuğunde ve her kalktığında, aynı gulumseme, aynı sevgi, aynı inanc ve aynı umutla ona bakan bir cift goze, koskocaman acık kollarla, onu sarmak icin bekleyen bir anneye sahip olacağıdır. Benden bedenlenmeyi seceni mutlu edecek olan, bildiğim/bilmediğim, anladığım/anlayamadığım herşey, sevgimi, desteğimi ve rehberliğimi şimdiden yanıbaşında bulmuştur ve oyle olacaktır! Bu Oz’den akanlar, en guzel yaratımın yaratıcılarına; bu satırları okuyan her ana- babaya, her ana-baba potansiyelinde olana itaf olunmuştur; sevgiyle ve saygıyla.
Yazar: Asu Sanem Kaya