Kendinizi bezgin ve yorgun hissediyorsunuz... Aynı zamanda tahammulunuz azalmaya başladı ve ofke patlamalarınız oluyor. Bunlara pek mutlu olmadığınız duygusu da eşlik ediyor. Trafikte ofke katsayınız daha da artıyor ve sizinle yolculuk edenler sık sık sizi uyarma ihtiyacı duyuyor... Bunlar size tanıdık geldi mi? Ne oluyor size? Niye herşey ustunuze ustunuze geliyor? Niye patlamaya hazır bir bomba gibi dolaşıyorsunuz ve bundan nasibini en cok eşiniz ve cocuğunuz alıyor? Tekrarlar, tekrarlar... Hergun aynı duzen icinde hayatın akıp gitmesi ve ev, iş, televizyon ucgeninde bir yaşam. Yıllar once bir film seyretmiştim; hergun aynı rutinde yaşayan bir adamın hikÂyesiydi ve bir sabah uyanıp aynaya baktığında; "Yine ben" diyecek kadar kendinden sıkılmıştı. Gerci başka bir filmde de adam sabah uyanıyordu ve uyuyan karısına bakıp; "Yine sen" diyordu ki bunu da işin mizahi tarafı olarak duşunelim.'' Evli ciftlerle calışırken farkettiğim birşey var. Ciftlerden herhangi biri kendine zaman ayırma konusunu ciddi bir şekilde ihmal ediyor. Kendi bireysel alanı yok! Hatta ne yapmaktan hoşlanırdı onu bile unutmuş. Kadın olan taraf cocuğundan ayrı bir program yapsa, cocuğuna karşı sucluluk duyuyor. Erkekler ya cok işkolikler ve eve bile iş getiriyorlar ya da akşam eve gelince kafayı televizyonla boşaltmayı tercih ediyorlar. Beyler, hanımlar! Ne zamandan beri kendi başınıza sevdiğiniz bir şeyi yapmıyorsunuz? Cocuklara bir formul bulup onlar olmadan birlikte başbaşa vakit gecirmeyeli ne kadar oldu? Bir hobiniz var mı? Sanatla ne kadar ilgileniyorsunuz? Buyuk şehirler hele İstanbul, İzmir ve Ankara bu konuda bir cennet. Sahiden ruhunuzu nasıl besliyorsunuz? Hayat bir nehir gibi akıp gidiyor değil mi? Bu nehirin beslendiği kollar olmazsa nehir kurumaya yuz tutar, debisi duşer. İnsan ruhu da boyledir, eğer onu beslemezseniz cansızlaşır, yoksullaşır... Sokaktan, hayattan, doğadan, sanattan, insandan beslenecek ruhumuz. Yani dosttan, guzel bir sesten, bir piyanodan, bir kemandan, sinemadan, kitaptan, oyundan, danstan, kırdan, bahceden, denizden, kuşdan, bocekten, cicekten... Sevgilinin dizinden, nefesinden, sacınızda gezinen elinden... Besliyor musunuz ruhunuzu? Birisine dokunmak aynı zamanda ruhuna dokunmaktır, ne kadar dokunuyorsunuz sevdiğinize... Hadi bir duşunun; cocuğunuza, eşinize, sevgilinize yeteri kadar dokunuyor musunuz? Dokunmanın hem onlara hem size ne kadar iyi geldiğini biliyorsunuz, sadece yapmaktan utanıyorsunuz, cunku size de yapmadılar veya yapıyordunuz da bıraktınız; iş, guc, hayat işte bıraktınız! Yapmayın, kendinize bunu yapmayın! Silkelenin kendinize gelin, tekrar ettiğiniz şeylerin sonu yok, ama hayatın sonu var. Koşuyorsunuz da nereye? NihÂi son elbette olume. Şoyle oturup da bir olume yazgılı olduğumuzu da duşunmek zorundayız ki yaşamımıza anlam katan şeylere sahip cıkalım. Kayaların arasından fırlayan yeşil otlar gibi, hayatımızı yaşanılır kılan guzelliklere sahip cıkalım ve onları deneyimlerken kendimizi bırakalım, teslim olalım. gorev adamı olmanın dışında da bir hayat var ve bize ihtiyacı olanlar var. Onlara da yetebilmek icin once kendimiz mutlu olmalıyız, gevşemeli, rahatlamalıyız. Sizin hayatınız tek ve cok değerli, en once mutlu olmayı hak gorun, sonra ihtiyacınız olan şeyleri bir bir hayatınıza katın. MeselÂ; Van Gogh' un Antrepo 3' deki sergisine gidin ve "Sonunda alaycılık, şuphecilik ve riyakÂrlıktan bıkacak ve daha muzikal yaşamak isteyeceğiz." diyen bir ressamın duygu ve renk ziyafeti arasında kaybolun. Devamında Tophane' den Karakoy İskelesi' ne kadar yuruyun, yanınızda kim varsa onunla veya yalnız, balık restoranlarından birine oturup gunun keyfini cıkarın.

ALINTIDIR.



__________________