
Sevdiğiniz insanın karşısına terlikle cıktığınız gun bozmuşsunuzdur buyuyu. Dışarıda gezen, guzel kıyafetler giyen, gece cilt maskeleri yapan, parfumler suren bakımlı, alımlı, heyecanlı gunleriniz geride kalmıştır. Sacı başı dağınık, bir hafta boyunca aynı pijamayı giyen, yırtık terlikleriyle evde dolaşan kadın olmuşsunuzdur. Evlilik değilse de terlik aşkı oldurur belki de… Aşkın pırpır kelebekleri, ucuk pembe bulutsu havası, yerden yuksek kalp carpıntıları, aşık olunanın bu dunyadan olmadığı hissi, mucizenin icinde yaşatır insanı. Her şey bir mucize diye duşunursunuz. Bu yaşadıklarım gercek olamaz dersiniz. Onu ilk gorduğunuz anda kalbinize doğru akan sıcak simli su, ne yaraları kapatmıştır. Aşk iyileştirir, sizi daha iyi bir insan yapar. Kalbinizi sağaltır, aşk sağlığa iyi gelir. Yuzune bakmaya kıyamazsınız. Her bakışınızda icinize bir ok saplanır sanki. Bir daha bakmaya cesaret edemezsiniz. Baksanız ruyadan uyanacaksınız sanırsınız. Cunku yaşadıklarınız gercek olamayacak kadar buyuludur. Surekli derin nefes almak istersiniz. Nefes aldıkca yureğiniz ferahlayacak, genişleyecek gibidir. İciniz icinize sığmadığı icin derin nefesle icinize yer acmaya calışırsınız. Onu her gorduğunuzde yuzunuz yanar, ellerinizi normalde koyduğunuzu hatırlamazsınız. Aşk sacmalamaktır. Aşık olduğunuz insanın karşısında oturup bilmiş bilmiş mantık mantıklı konuşamazsınız. Konudan konuya atlarsınız. Hic bilmediğiniz alanlara girer, lafı toparlayamaz, her susuşta ‘kes sesini gerizekalı’ diye kendinize telkinde bulunursunuz. Ama konuşmaya ve sacmalamaya engel olamazsınız. Eve donduğunuzde kendi kendinizi bir guzel paylar, en yakın arkadaşınıza telefonda saatlerce ne kadar aptal gibi gorunduğunuzu anlatırsınız.
Ya da oyle bir susarsınız ki yanınızdakinin sıkıntıdan patladığını anlasanız da bir turlu soze başlayamaz, kelimeleri boğazınıza dizersiniz. Arkanızdan ağlayacak lafları masada bırakıp kalkarsınız. O zaman da ‘konuşsana kızım’ diye telkinde bulunursunuz, ona soyleyeceklerinizi icinizden tekrarlarsınız. Ama nafile. O size durağa kadar eşlik etmeyi teklif ettiğinde konuşmak icin son fırsat olduğunu duşunup kabul edersiniz. Yolda nihayet bir iki laf edecek olursunuz seyyar satıcılar avaz avz bağırır, ambulans gecer, arabalar korna calar. Siz urkek, cekingen bir şeyler gevelerken yanınızdaki ‘nasııl?’ deyip durur. Soyleyeceklerinizi bağırarak ifade etme cesaretiniz olmadığı icin neyse cok gurultu var deyip, gec kalmış cabanıza son verirsiniz. Eve gidince kendinizden bir guzel azar işiteceğinizi bilirsiniz. Ama aşk şapşal gibi gorunme riskini goze almaktır. Muhtemelen bir daha aramaz diye duşunursunuz. Cunku onun sizin hakkınızdaki duşuncelerini bilmezsiniz. Bir daha sizinle konuşmak isteyip istemediğinizi bilmezsiniz. Gunluk hayatta ne yapar bilmezsiniz. Arkadaşlarına sizden bahseder mi, sizi sevecek cesareti var mı, salata sever mi, yoğurdu sarımsakla mı yer, ayakları uşuyunce patik mi kalın corap mı giyer? Onu corapla gormeyi hayal dahi edemezsiniz. O sizin icin keşfedilmeyi bekleyen bir ulkedir.
Siz sacmalamışken ya da uzun uzun susmuşken eve donup kendinize kızmaya hazırlanırken eve ulaşıp ulaşmadığınızı soran mesajını alırsınız. İcinizdeki umut kelebekleri akşamın karanlığına ulaşır. Sonra tekrar goruşmek istediğini soyler. Demek ki dersiniz, yanılmışım. O kadar da aptal gorunmemişim. Halbuki bilmezsiniz onun da gozu pembe buluttan gormez olmuştur. Siz ne kadar sacmalarsanız sacmalayın kader kalplerinizi birleştirecektir. Bunu da bilmezsiniz. Aşkınızın karşılıklı olduğunu anladığınızdaysa dunya eski dunya değildir artık. Guneş daha parlak, sokakta oynayan cocuklar daha sevimlidir artık. Yuzune bakmadığınız kediler bile ne guzel gelir. Siz eski siz değilsinizdir artık. Bir zamanlar dunyayı değiştirmeyi duşlerken aynı dunyada, aynı şehirde yaşadığınıza şukrettiğiniz aşk sizi değiştirmiştir. Dunyayı değiştirmeyi onemsemezsiniz artık. Hicbir şey umurunuzda değildir. İdeallerinizi bir yana bırakırsınız. Dunyada sadece siz ve o vardır. Onu her gorduğunuzde yaşadıklarınızın ruya olmadığına şukredersiniz. Bir gunu daha onunla gecirdiğiniz icin şukredersiniz. Size sizinle aynı gozle baktığı icin şukredersiniz.
Sonra araya tatlı yorgunluklar, kahveler, cikolatalar, istemeler, teferruatlar girer. Araya camaşır makinesi taksitleri, ev kirası, yok senin ailen salon takımını alsın, tek taşsız olmaz, hangi akraba ne kadar altın takar, borclar, faturalar, sozler, nişanlar, duğunler girer. Pembe bulutlar yavaş yavaş dağılır. Onu terlikleriyle ilk gorduğunuzde, siz onun karşısına terliklerinizle cıktığınız gun yaşadıklarınızın gercekten de gercek olduğunu anlarsınız. Onun da sizin gibi sıradan bir insan olduğunu anlarsınız. Sizin sıradanlığınızda pacanızdan akar zaten. Camaşır asan, mandalları toplayan, dizleri yırtık pijamasıyla evde gezen, ozonlu bluzuyla gunlerce dolaşan, elleri deterjan kokan, kavrulmuş soğan kokan bir kadın olursunuz. Sonra nerede o buyu, o heyecan diye aranırsınız. İlk taşı kim atmıştır? İlk hatayı nerede yapmışısınızdır bilmezsiniz. Cunku siz hatayı hep karşısından arayan bir kadına donuşmuşsunuzdur. Karşılıklı oturup on dakika konuşamayacak insanlar haline nasıl geldiğinizi anlayamazsınız. Bir zamanlar bulutların ustunde dolaşırken en ufak bir nedenden eşinizle tartışırken yakalarsınız kendinizi. Yaşadıklarınızı başkalarına anlatırsınız, herkesin aynı durumda olduğunu gorursunuz. Evliliğin aslında tam olarak boyle bir şey olduğunu anlarsınız. Herkes gibi olmak işinize gelir. Kaldığınız ya da kal-madığınız yerden sıradan hayatınıza devam edersiniz. Pembe bulutlar pencerenizin kenarından bile gecmez olur.
ALINTIDIR.
__________________