Sabiha Gokcen



Dunyanın ilk kadın savaş pilotu , Ataturkun manevi evladı

Sabiha Gokcen 1913 yılında Bursa'da doğdu. Dunyanın ilk kadın savaş pilotu olan genc Sabiha'yı Ataturk 1925'te manevi evlat edinerek kendisine "Gokcen" soyadını verdi. Cankaya İlkokulu ve İstanbul Uskudar Kız Koleji'nde oğrenim goren Sabiha Gokcen, 1935'te Turk Hava Kurumu'nun Turk Kuşu Sivil Havacılık Okulu'na girdi, Ankara'da yuksek planorculuk brovelerini aldı. Gokcen, 7 erkek oğrenciyle birlikte Kırım, Rusya'ya gonderilerek yuksek planorculuk eğitimini tamamladı. 1936'da Eskişehir Askeri Hava Okulu'na girdi, burada gorduğu ozel eğitimden sonra askeri pilot oldu. Eskişehir'de I. Tayyare Alayı'nda bir sure staj yaptı, avcı ve bombardıman ucaklarıyla uctu. 1937'deki Trakya ve Ege manevralarıyla Dersim Harekatı'na katıldı. 1938'de Balkan devletlerinin davetlisi olarak, ucağıyla Balkan turu yapan Gokcen, daha sonra Turk Hava Kurumu Turkkuşu'na başoğretmen tayin edildi. 1955'e kadar bu gorevini başarıyla surdurdu. Hayatı boyunca toplam 22 değişik hafif bombardıman ve akrobatik ucakla ucmuştur. Sabiha Gokcen, 22 Mart 2001 tarihinde doğum gununden bir gun sonra 88 yaşında hayata gozlerini yumdu. Sabiha Gokcen dunyanın butun kadın pilotları icin bir ilham kaynağıdır ve efsanesi bizimle yaşamaya devam edecektir.


Olumunden 2 yıl once Hukukun Egemenliği Derneği tarafından onuruna verilen torende onun icin bestelenen bir eser dinletildi kendisine. İşte Sabiha Gokcen'in temsil ettiği değerleri son derece yalın ve carpıcı bir bicimde anlatan klasik rock opera tarzında bestelenmiş eserin anlamlı sozleri:

Gokyuzu kapkaranlık

Tek ışık bile yok

Kanatları umudun caresizce kırık

Gorduğun ilk bulut,gokyuzunde yanan ateş

Sonsuzlukta bir kadın o; elleri guneş.

Once bir cift celik mavi goz gordu

Goklerde ilk meşaleyi

Kanatlandı zafer ozgurce fethetti goğu

Bir milletin sevgisini...


Nene Hatun (1857 - 1955)


Nene Hatun, Erzurum'da dogdu. 98 yil Erzurum'da yasadiktan sonra yine Erzurum'da, zaturre hastaligindan hayata ved etti. Olumunden uc ay once Turk Kadinlar Birligi tarafindan ANNELER ANNESI secilmisti.

Tarihimizde 93 Harbi olarak anilan 1877 - 1878 Osmanli - Rus Savasi sirasinda, Erzurum'daki Aziziye Tabyasi'nin savunulmasinda kahramanca calisti. Adini bu sekilde tarihe yazdirdi. MucÂdeleye, kucuk yastaki oglunu ve kizini evde birakarak katilmisti. O siralarda 20 yaslarinda genc bir gelindi.


7 Kasim 1877 gununun gece yarisinda, bolge halkindan olan Osmanli vatandasi Ermeni ceteleri Erzurum'un Aziziye Tabyasi'na girmeyi basarmislardi. Tabyayi koruyan Turk askerlerini oldurduler. Arkadan gelen Rus askerleri, hicbir mukavemetle karsilasmaksizin tabyayi ele gecirdiler. Baskindan yarali olarak kurtulmayi basaran bir er, sehir merkezine ulasip kara haberi Erzurum'lulara ulastirdi. Sabah ezanindan hemen sonra minÂrelerden sehir halkina duyuru yapildi. "Moskof askeri Aziziye Tabyasi'ni ele gecirdi." Bu haber, Erzurum halki tarafindan, vatan savunmasi icin emir telakki edildi. SilÂhi olan silÂhini, olmayanlar; balta, tirpan, kazma, kurek, sopa ve taslari ellerine alarak Tabya'ya dogru kosmaya basladi. Kadin - erkek tum Erzurum halki yollara dokulmustu. Kosanlar arasinda, erkegi cephede carpisan bir tÂze gelin de vardi. Agabeyi bir gun once cepheden yarali olarak gelmis ve kollarinda can vermisti . Uc aylik bebegini emzirmis, "Seni bana Allah verdi. Ben de O'na emÂnet ediyorum." Diyerek vedÂlastiktan sonra birkac saat once olen agabeyinin kasaturasini alarak sokaga firlamisti.


Erzurumlular, olume gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyasi'na dogru kosuyordu. Tabyaya yerlesmis olan Rus askerleri, gelenlere yaylim atesi acti. On siradakiler o anda sehit oldular. Arkadakiler, geri cekilmek yerine daha bir kararli ve hizli olarak ileri atildilar. Demir kapilar kirilip iceri girildi. Bogaz bogaza bir savas basladi. Mukemmel silÂhlarla donanmis Moskof ordusu, baltali - tirpanli, tasli - sopali egitimsiz halk karsisinda ancak yarim saat tutunabildi. 2300 Moskof oldurulup, Tabya geri alindi. Turkler, 1000 kadar sehit vermislerdi.


Hemen yaralilarin tedÂvisine baslandi. Nene HÂtun da yaralilar arasindaydi. Fakat o yarasina aldirmiyor, evindeki bebegini unutmus, diger yaralilarin kanini durdurabilmek, yaralarini sarmak icin cirpiniyordu. Nene HÂtun boyle bir ortamda tanindi ve saygi ile sevildi.


O'nun, vatan icin gece baslayan mucÂdelesi, tum dusman Erzurum'dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum'un her karis topraginda cephÂne tasiyarak, yaralilara hemsirelik yaparak, yemek pisirerek, su dagitarak, hizmetten hizmete kosarak destanlasti. Gazi Ahmet Muhtar Pasa'nin zaferinde Nene HÂtun'un ve O'nun vatan askini paylasan sivil insanlarin da payi vardi.


Savastan sonra da Nene HÂtun, destan kahramanlarina yarasir bir asÂletle yasadi. Kendisini ziyÂret eden NATO'da gorevli Amerika'li subayin bir sorusuna: "O zaman vazifemi yapmistim. Bu gun de ilerlemis yasima ragmen ayni hizmeti, daha mukemmeliyle yapacak guc ve heyecana sahibim." cevabini vermisti.



İntikam yemini etti !!

Nene Hatun yıllar sonra gazetecilere, Ruslar'a karşı yaptıkları mucadeleyi şoyle anlatmıştı: '...Ağabeyim Hasan cepheden ağır yaralı olarak bir gece once eve gelmişti. Bir yandan ona bakarken, bir yandan da 3 aylık cocuğumu emziriyordum. Kardeşim o gece kollarımın arasında oldu. Sabaha karşı minarelerden 'Moskof Aziziye'ye girdi' diye haykırışlar başlayınca, kardeşimin alnını opup, 'Seni oldureni oldureceğim' diye and ictim. Yavrumu Allah'a emanet ettikten sonra, ağabeyimin tufengini ve satırımı alıp dışarı fırladım. Sel gibi Aziziye'ye akıyorduk. Tabyanın mazgallarından duşman olum yağdırıyordu. Duşmanda iyi silah vardı, bizde de iman. İleri atıldım. Dadaşlar arasına karıştım. Satırım durmadan kalkıp iniyordu.'


Ellerini open ABD'li general

Aziziye Savunması'na genc bir gelinken katılan Nene Hatun, bu şanlı savunmanın hatırasını uzun yıllar yaşattı. 1952 yılında Erzurum'da yapılan askeri manevralar sırasında Turkiye'ye gelen NATO Kuvvetleri Başkumandanı General Ridgway, Nene Hatun'u ziyaret ederek elini opmuş ve yeni bir savaş olduğunda katılıp katılmayacağını sormuştu. Feri yavaş yavaş sonmeye yuz tutmuş gozlerinde bir an Aziziye savunmasının hayalleri belirip kaybolan 95 yaşındaki kahraman, Turk kadını heyecanla 'Tabii giderim...' diye cevap vermişti. Bu cevap uzerine heyecanlanan General Ridgway daha sonra şu sozleri soyleyecekti: 'Aziziye mucizesinin sırlarını Nene'nin sozunden ve yuzundeki cizgilerden oğrendim. Nene efsane değil, bir hakikattir.'




*Turk tarihinin unutulmaz kahramanlarından Nene Hatun, olmeden once donemin Cumhurbaşkanı İnonu'ye 'Acım. Dileniyorum. Yardım edin' diye dilekce gondermiş

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde muhafaza edilen dilekcede, 1877'de Erzurum'a kadar ilerleyen Ruslar'a karşı şehrin savunmasında buyuk kahramanlıklar gosteren Nene Hatun'un, savaş yıllarında aclık cektiği, bu nedenle Cumhurbaşkanı İsmet İnonu'den yardım istediği belirlendi.

Dilekcedeki ifadeler

Olumunun 48'inci yılında memleketi Erzurum'da bile unutulan Nene Hatun, 18 Ağustos 1943 tarihinde Reisicumhur Milli Şef İsmet İnonu'ye yazdığı dilekcede şu ifadeleri kullanmış:

'Bizler, 93 Osmanlı-Rus harbinin Erzurum civarındaki Aziziye tabyasında vuku bulan meşhur savaşın kahramanıyız. Bu cok eski duşmanımızı vatanın harimi ismetinden sokerek atmış ve goklere kadar cıkan zafer destanını yaratmıştık. (...) Bu olmez zaferin yadigarı bizler, her birimiz, yuzer yaşındayız . Hicbir sığınacak yerimiz ve tutunacak hicbir desteğimiz yoktur. Belediyeden ayda 4 lira maaştan başka bir şey gormuyoruz. Gecen sene birer meccani (bedava) ekmek veriyorlardı, bu sene o ekmeğimizi de kestiler. Şimdi ac ve muhtac bir vaziyetteyiz ve dileniyoruz da. Bizlere icabeden nakti ve fiili yardımın yapılarak bu cetin ve acıklı vaziyetten kurtarılmaklığımızı yuksek ve derin saygılarımızla diler ve arz ederiz.'*

*Aksam Gazetesi/Haziran 2004

*Nene Hatun o gun evde bıraktığı oğlu NÂzım ve daha sonra doğan uc oğlundan sonuncusu hÂric diğerlerini Birinci Dunya Harbi’nde şehid vermiştir.

*Nene Hatun, cok seneler muammer olmuş, 1955 senesine kadar yaşamıştır. Erzurum’un Rus mezaliminden kurtuluş merÂsimlerine iştirak etmiş ve buyuk bir hurmet ve alÂka gormuştur.
*Hakkında bugune kadar pek cok şey soylenip yazılmış olan bu Turk kadını, Kuvay–ı Milliye’nin kadın kahramanları icin parlak bir ilham kaynağı olmuştur
Nene Hatun, Erzurum'da dogdu. 98 yil Erzurum'da yasadiktan sonra yine Erzurum'da, zaturre hastaligindan hayata ved etti. Olumunden uc ay once Turk Kadinlar Birligi tarafindan ANNELER ANNESI secilmisti.

Tarihimizde 93 Harbi olarak anilan 1877 - 1878 Osmanli - Rus Savasi sirasinda, Erzurum'daki Aziziye Tabyasi'nin savunulmasinda kahramanca calisti. Adini bu sekilde tarihe yazdirdi. MucÂdeleye, kucuk yastaki oglunu ve kizini evde birakarak katilmisti. O siralarda 20 yaslarinda genc bir gelindi.

7 Kasim 1877 gununun gece yarisinda, bolge halkindan olan Osmanli vatandasi Ermeni ceteleri Erzurum'un Aziziye Tabyasi'na girmeyi basarmislardi. Tabyayi koruyan Turk askerlerini oldurduler. Arkadan gelen Rus askerleri, hicbir mukavemetle karsilasmaksizin tabyayi ele gecirdiler. Baskindan yarali olarak kurtulmayi basaran bir er, sehir merkezine ulasip kara haberi Erzurum'lulara ulastirdi. Sabah ezanindan hemen sonra minÂrelerden sehir halkina duyuru yapildi. "Moskof askeri Aziziye Tabyasi'ni ele gecirdi." Bu haber, Erzurum halki tarafindan, vatan savunmasi icin emir telakki edildi. SilÂhi olan silÂhini, olmayanlar; balta, tirpan, kazma, kurek, sopa ve taslari ellerine alarak Tabya'ya dogru kosmaya basladi. Kadin - erkek tum Erzurum halki yollara dokulmustu. Kosanlar arasinda, erkegi cephede carpisan bir tÂze gelin de vardi. Agabeyi bir gun once cepheden yarali olarak gelmis ve kollarinda can vermisti . Uc aylik bebegini emzirmis, "Seni bana Allah verdi. Ben de O'na emÂnet ediyorum." Diyerek vedÂlastiktan sonra birkac saat once olen agabeyinin kasaturasini alarak sokaga firlamisti.

Erzurumlular, olume gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyasi'na dogru kosuyordu. Tabyaya yerlesmis olan Rus askerleri, gelenlere yaylim atesi acti. On siradakiler o anda sehit oldular. Arkadakiler, geri cekilmek yerine daha bir kararli ve hizli olarak ileri atildilar. Demir kapilar kirilip iceri girildi. Bogaz bogaza bir savas basladi. Mukemmel silÂhlarla donanmis Moskof ordusu, baltali - tirpanli, tasli - sopali egitimsiz halk karsisinda ancak yarim saat tutunabildi. 2300 Moskof oldurulup, Tabya geri alindi. Turkler, 1000 kadar sehit vermislerdi.

Hemen yaralilarin tedÂvisine baslandi. Nene HÂtun da yaralilar arasindaydi. Fakat o yarasina aldirmiyor, evindeki bebegini unutmus, diger yaralilarin kanini durdurabilmek, yaralarini sarmak icin cirpiniyordu. Nene HÂtun boyle bir ortamda tanindi ve saygi ile sevildi.

O'nun, vatan icin gece baslayan mucÂdelesi, tum dusman Erzurum'dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum'un her karis topraginda cephÂne tasiyarak, yaralilara hemsirelik yaparak, yemek pisirerek, su dagitarak, hizmetten hizmete kosarak destanlasti. Gazi Ahmet Muhtar Pasa'nin zaferinde Nene HÂtun'un ve O'nun vatan askini paylasan sivil insanlarin da payi vardi.

Savastan sonra da Nene HÂtun, destan kahramanlarina yarasir bir asÂletle yasadi. Kendisini ziyÂret eden NATO'da gorevli Amerika'li subayin bir sorusuna: "O zaman vazifemi yapmistim. Bu gun de ilerlemis yasima ragmen ayni hizmeti, daha mukemmeliyle yapacak guc ve heyecana sahibim." cevabini vermisti.

İntikam yemini etti !!

Nene Hatun yıllar sonra gazetecilere, Ruslar'a karşı yaptıkları mucadeleyi şoyle anlatmıştı: '...Ağabeyim Hasan cepheden ağır yaralı olarak bir gece once eve gelmişti. Bir yandan ona bakarken, bir yandan da 3 aylık cocuğumu emziriyordum. Kardeşim o gece kollarımın arasında oldu. Sabaha karşı minarelerden 'Moskof Aziziye'ye girdi' diye haykırışlar başlayınca, kardeşimin alnını opup, 'Seni oldureni oldureceğim' diye and ictim. Yavrumu Allah'a emanet ettikten sonra, ağabeyimin tufengini ve satırımı alıp dışarı fırladım. Sel gibi Aziziye'ye akıyorduk. Tabyanın mazgallarından duşman olum yağdırıyordu. Duşmanda iyi silah vardı, bizde de iman. İleri atıldım. Dadaşlar arasına karıştım. Satırım durmadan kalkıp iniyordu.'

Ellerini open ABD'li general

Aziziye Savunması'na genc bir gelinken katılan Nene Hatun, bu şanlı savunmanın hatırasını uzun yıllar yaşattı. 1952 yılında Erzurum'da yapılan askeri manevralar sırasında Turkiye'ye gelen NATO Kuvvetleri Başkumandanı General Ridgway, Nene Hatun'u ziyaret ederek elini opmuş ve yeni bir savaş olduğunda katılıp katılmayacağını sormuştu. Feri yavaş yavaş sonmeye yuz tutmuş gozlerinde bir an Aziziye savunmasının hayalleri belirip kaybolan 95 yaşındaki kahraman, Turk kadını heyecanla 'Tabii giderim...' diye cevap vermişti. Bu cevap uzerine heyecanlanan General Ridgway daha sonra şu sozleri soyleyecekti: 'Aziziye mucizesinin sırlarını Nene'nin sozunden ve yuzundeki cizgilerden oğrendim. Nene efsane değil, bir hakikattir.'




*Turk tarihinin unutulmaz kahramanlarından Nene Hatun, olmeden once donemin Cumhurbaşkanı İnonu'ye 'Acım. Dileniyorum. Yardım edin' diye dilekce gondermiş

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde muhafaza edilen dilekcede, 1877'de Erzurum'a kadar ilerleyen Ruslar'a karşı şehrin savunmasında buyuk kahramanlıklar gosteren Nene Hatun'un, savaş yıllarında aclık cektiği, bu nedenle Cumhurbaşkanı İsmet İnonu'den yardım istediği belirlendi.

Dilekcedeki ifadeler

Olumunun 48'inci yılında memleketi Erzurum'da bile unutulan Nene Hatun, 18 Ağustos 1943 tarihinde Reisicumhur Milli Şef İsmet İnonu'ye yazdığı dilekcede şu ifadeleri kullanmış:

'Bizler, 93 Osmanlı-Rus harbinin Erzurum civarındaki Aziziye tabyasında vuku bulan meşhur savaşın kahramanıyız. Bu cok eski duşmanımızı vatanın harimi ismetinden sokerek atmış ve goklere kadar cıkan zafer destanını yaratmıştık. (...) Bu olmez zaferin yadigarı bizler, her birimiz, yuzer yaşındayız . Hicbir sığınacak yerimiz ve tutunacak hicbir desteğimiz yoktur. Belediyeden ayda 4 lira maaştan başka bir şey gormuyoruz. Gecen sene birer meccani (bedava) ekmek veriyorlardı, bu sene o ekmeğimizi de kestiler. Şimdi ac ve muhtac bir vaziyetteyiz ve dileniyoruz da. Bizlere icabeden nakti ve fiili yardımın yapılarak bu cetin ve acıklı vaziyetten kurtarılmaklığımızı yuksek ve derin saygılarımızla diler ve arz ederiz.'*

*Aksam Gazetesi/Haziran 2004

*Nene Hatun o gun evde bıraktığı oğlu NÂzım ve daha sonra doğan uc oğlundan sonuncusu hÂric diğerlerini Birinci Dunya Harbi’nde şehid vermiştir.

*Nene Hatun, cok seneler muammer olmuş, 1955 senesine kadar yaşamıştır. Erzurum’un Rus mezaliminden kurtuluş merÂsimlerine iştirak etmiş ve buyuk bir hurmet ve alÂka gormuştur.
*Hakkında bugune kadar pek cok şey soylenip yazılmış olan bu Turk kadını, Kuvay–ı Milliye’nin kadın kahramanları icin parlak bir ilham kaynağı olmuştur.



[CENTER]Muzeyyen Senar (Yaşayan Efsane)


MUZEYYEN SENAR

Turk Sanat Muziği'nin unlu sesi Muzeyyen Senar, 1919 yılında Bursa'da dunyaya geldi. Muzik eğitimine Anadolu Musiki Cemiyeti'nde, kemence ustadı Kemal Niyazi Seyhun Bey ve udi Hayriye Hanım gozetiminde başladı. Hayranlık uyandıran bir sese sahip olan bu yetenekli kız cocuğunun unu yayıldıkca, hafız Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Lem'i Atlı, Mustafa Nafiz Irmak gibi devrin onemli ustadları da ona dersler verdiler, zamanın sevilen şarkılarının yanı sıra, kendi bestelerini de oğretip soylemesine yardımcı oldular.

Kemal Niyazi Bey ve Hayriye Hanım'ın desteğiyle İstanbul Radyosu'nda şarkı soylemeye başlayan Senar, perşembe gunleri ilgiyle izlenen bu programla geniş kitlelere adını duyurdu. Senar'ı bu programda dinleyenler arasında, İstanbul'un en onemli muzikhollerinden biri olan 10. Yıl Belvu Gazinosu'nun sahibi İbrahim DervişzÂde de bulunuyordu ve gazinonun 1933 yılının yaz sezonunun yıldızlar programına Muzeyyen Senar'ı da aldı. Senar, sonraki yıllarda İstanbul'un başka unlu gazinolarında da sahne aldı.

Muzeyyen Senar'ın yeteneği, Cumhuriyet'in kurucusu ve Turk sanat muziğinin buyuk hayranı Ataturk'un de ilgisini cekti ve sanatcı bircok kez onun huzurunda, ozel meclislerinde şarkı okudu.

Muzeyyan Senar, 1938 yılında Ankara Radyosu'nun ilk yayınlarına katıldı ve 1941 yılına dek radyo aracılığıyla dinleyicileri ile buluşmayı surdurdu. Turkiye'nin unlu gazinolarında yaptığı başarılı sahne programları ve plak calışmalarıyla Turk muziğine yeni bir soluk getiren Muzeyyen Senar, son sahne konserlerini 1983 yılında İstanbul Bebek Gazinosu'nda verdi. Bu tarihten sonra yalnızca ender anlarda, muzikli ozel toplantılarda şarkı soyledi.

Turk Sanat Muziği'nin buyuk sesi, Devlet Sanatcısı Muzeyyen Senar'ın, sanat hayatı konser ve album hazırlıklarıyla devam ediyor. Muzeyyen Senar Turk Sanat Muziği'nin unlu sesi Muzeyyen Senar, 1919 yılında Bursa'da dunyaya geldi. Muzik eğitimine Anadolu Musiki Cemiyeti'nde, kemence ustadı Kemal Niyazi Seyhun Bey ve udi Hayriye Hanım gozetiminde başladı. Hayranlık uyandıran bir sese sahip olan bu yetenekli kız cocuğunun unu yayıldıkca, hafız Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Lem'i Atlı, Mustafa Nafiz Irmak gibi devrin onemli ustadları da ona dersler verdiler, zamanın sevilen şarkılarının yanı sıra, kendi bestelerini de oğretip soylemesine yardımcı oldular.

Kemal Niyazi Bey ve Hayriye Hanım'ın desteğiyle İstanbul Radyosu'nda şarkı soylemeye başlayan Senar, perşembe gunleri ilgiyle izlenen bu programla geniş kitlelere adını duyurdu. Senar'ı bu programda dinleyenler arasında, İstanbul'un en onemli muzikhollerinden biri olan 10. Yıl Belvu Gazinosu'nun sahibi İbrahim DervişzÂde de bulunuyordu ve gazinonun 1933 yılının yaz sezonunun yıldızlar programına Muzeyyen Senar'ı da aldı. Senar, sonraki yıllarda İstanbul'un başka unlu gazinolarında da sahne aldı.

Muzeyyen Senar'ın yeteneği, Cumhuriyet'in kurucusu ve Turk sanat muziğinin buyuk hayranı Ataturk'un de ilgisini cekti ve sanatcı bircok kez onun huzurunda, ozel meclislerinde şarkı okudu.

Muzeyyan Senar, 1938 yılında Ankara Radyosu'nun ilk yayınlarına katıldı ve 1941 yılına dek radyo aracılığıyla dinleyicileri ile buluşmayı surdurdu. Turkiye'nin unlu gazinolarında yaptığı başarılı sahne programları ve plak calışmalarıyla Turk muziğine yeni bir soluk getiren Muzeyyen Senar, son sahne konserlerini 1983 yılında İstanbul Bebek Gazinosu'nda verdi. Bu tarihten sonra yalnızca ender anlarda, muzikli ozel toplantılarda şarkı soyledi.

Turk Sanat Muziği'nin buyuk sesi, Devlet Sanatcısı Muzeyyen Senar'ın, sanat hayatı konser ve album hazırlıklarıyla devam ediyor.



Afife Jale



Tiyatronun Ilk Musluman Kadin Oyuncusu.


Afife Jale Kimdir?

Afife, orta halli bir ailenin kizi olarak 1902 yilinda Istanbul'un Kadikoy semtinde dunyaya geldi. 10 Kasim 1918 gunu Darulbedayi'ye talebe olarak kabul olunan Beyza, Refika, Behire ve Memduha adli bes kizdan biriydi. Afife ve Refika haric oteki kizlar daha fazla dayanamamis ve "nasilsa sahneye cikamayacaklari" gerekcesiyle tiyatroyu birakmislardi. Ayni yilin 18 Aralik gunu Refika tiyatronun suflor, Afife de "mulazim artistlik" (stajyer oyuncu) kadrolarina alinmislardi.

Afife bir yil sureyle butun provalara devam etti, ama bir turlu sahneye cikamadi. Ote yandan Refika, sahne gerisinde gorev alan ilk musluman Turk kadini oldu. 1919 yilinin 13 Nisan gecesi premier'i yapilacak olan, Huseyin Suat'in "Yamalar" adli oyununda, Emel rolu, Eliza Binemeciyan'in Paris'e gitmesiyle ortada kaldi. Darulbedayi yoneticileri ister istemez rolu Afife'ye oynatma karari verdiler.

Boylelikle Afife, 22 Nisan gecesi, Kadikoy'deki Apollon Sinemasi'nda (sonraki Hale, simdiki Reks) Emel rolunu oynayarak sahneye cikan ilk musluman Turk kadini oldu. O gece tiyatroya gelen zaptiyeler, yoneticilere bir uyarida bulundularsa da genc sanatci bir hafta sonra da "Tatli Sir" oyununda yeniden sahneye cikti.

Sanatci polis tarafindan tutuklanmak istenince, Kinar Hanim tarafindan arka bahceye kacirilarak polislerin elinden zor kurtuldu. Ucuncu piyesi olan "Odalik" oynanirken polis tiyatroyu basti. Afife bu kez de makine dairesinden kacirildi. 1921'de dahiliye nezaretinin bir buyrugu ile belediye 27 Subat gunu 204 sayili bildiriyi Darulbedayi Yonetim Kurulu'na gonderdi. Bildiride musluman kadinlarin kesinlikle sahneye cikamayacaklari yazilmisti.

Bu bildiri uzerine Afife, tiyatronun kadrosundan cikarildi. Tiyatrosuz kalmasi Afife'nin zaten zayif olan sinirlerini alt ust etmis, kacisi haplarda ve uyusturucularda bulmaya baslamisti. Sonradan asik oldugu bir doktorun, yaptigi igneler de onda bir aliskanlik baslatmisti. Ortalik biraz durulunca, birkac yil sonra Burhanettin Tepsi Kumpanyasi ile Anadolu'da turneye cikmis, yeni tiyatro toplulugu ile Kadikoy'de oynamis, daha sonra da Fikret Sadi'nin Milli Sahne'siyle cesitli kentlerde temsiller vermisti. Zaten 1923'ten sonra Turk Kadinlari Ataturk'un emriyle sahneye cikmaya baslamisti. Gun gectikce bozulan sagligi ve uyusturucu aliskanligi, tiyatroyu ister istemez birakmasina neden oldu. Bu onu busbutun cileden cikardi. 1928 yilinda bir arkadasiyla, Kusdili cayirinda Hafiz Burhan'in bir konserine gitmis, orada sanatciya tamburuyla eslik eden Selahattin Pinar'la tanismisti. Kisa bir surede Pinar, genc kadina deliler gibi asik oldu. 1929 yilinda evlendiler ve Selahattin Pinar "Nereden Sevdim O Zalim Kadini" gibi bircok olumsuz sarkisini onun icin besteledi. Bir sure sonra, Pinar karisinin morfin bagimliligi ile basa cikamamaya basladi. Tiyatrodan uzak kalmak, sahneye cikamamak, Afife'yi mutsuz kiliyor, kurtulusu yalniz "igne"de buluyordu, 1935 yilinda bosandilar. Bundan sonra Afife icine dustugu girdaba busbutun batarak sefalet icinde surunmeye basladi. Darulbedayi'deki dostlarinin yardimiyla, Bakirkoy Akil Hastanesi'ne yatirildi ve 1941 yilinin 24 Temmuz gunu kimsesiz bir halde yasama veda etti.

Tiyatronun ve devrinin bu buyuk fedaisi boylece sessiz sedasiz yok olup gitti. Uzun yillar onun adini bile anan olmadi.




*Afife Tiyatro Odulleri ilk kez, Yapi Kredi Sigorta'nin Sanat Danismani Haldun Dormen'in onerisi, Genel Mudur Erhan Dumanli'nin ve yoneticilerin de onaylari ile, ilk musluman Turk kadin oyuncu Afife Jale'nin anisina 1997 yilinin Mayis ayinda gerceklestirildi.

*Bu odulun amaci, her yil Istanbul'da sergilenen oyunlari izleyerek, yilin en iyilerini secmek, boylelikle de Turk Tiyatrosu'na destek olabilmektir.

*Afife Tiyatro Odulleri her yil yapilan gorkemli odul torenleri ve secimlerdeki ciddiyeti ile Turkiye'nin en saygin sanat odulleri oldugunu kanitlamistir.



Afife Balesi


Turkiye'nin ilk kadın tiyatro oyuncusu Afife Jale'nin trajik hayatı iki perdelik modern bir yapıt olarak Yapı Kredi Sigorta tarafından Cumhuriyet'in 75. yılına, Turk Balesi'nin 50. yılına ve Yapı Kredi Sigorta'nın 55. yılına bir armağan olarak hazırlandı. Eserin dunya promiyeri İstanbul Ataturk Kultur Merkezi'nde yapıldı.


Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel Mudurluğu Modern Dans Topluluğu tarafından sergilenen eserin reji ve koreografisi Beyhan Murphy, muziği Turgay Erdener tarafından yaratıldı. Promiyer gecesinin orkestra şefliğini de Rengim Gokmen ustlendi. Afife Jale'nin hayatını dort donemde anlatan ozgun yapıtın kostumlerini Bahar Korcan, dekorlarını Savaş Camgoz hazırladı. Temsillerde konuk sanatcı olarak Meric Sumen Afife'yi canlandırdı.


Bir "Cağdaş Dans Yapıtı" olarak tanımlanan "Afife" Turkiye'de ilk kez bir ozel sektor şirketi tarafından produksiyonu ustlenilen yapıt olma ozelliğini taşıyor. Yapı Kredi Sigorta tarafından Devlet Opera ve Balesi Genel Mudurluğu repertuarına hediye edilen eser 1998-1999, 1999-2000 sezonunda Ankara'da, 2000-2001, 2001-2002 sezonunda da İzmir'de sahnelendi.

Yapı Kredi Sigorta şef Rengim Gokmen yonetiminde Moskova Tchaikovsky Senfoni Orkestrası'na Afife Balesi'nin suitinin CD'sini yaptırttı. Bu bale suitinde kanun solosu Tahir Aydoğdu, soprano partisyonu Selva Erdener tarafından gercekleştirildi.

Afife Jale'nin calkantılı ve huzunlu yaşam oykusunu sanatseverlere ulaştıran "Afife" hem tiyatro sahnesine cıkma cesaretini gosteren ilk musluman Turk kadınını tanıtması acısından, hem de Yapı Kredi Sigorta'nın sanata destek kampanyası dahilinde onemli bir adımdır.


Semiha Berksoy (1910 - 2004)


Ilk Turk kadin opera sanatcisi ve ressam Semiha Berksoy

1910 yilinda Istanbul’da dogdu. Yuksek dramatik soprana olarak Ankara Devlet ve Opera Balesi’nin bassolistlerinden olan Berksoy, ‘Mezardan Gelen Mektup’ hikayesinin de yazariydi. Sanatci, Istanbul Konservatuari’nda ve Guzel Sanatlar Akademisi Namik Ismail Atolyesi Resim ve Tiyatro Okulu’nda egitim aldiktan sonra, Istanbul Sehir Tiyatrosu’nda sesiyle une kavustu, Turk ve Avrupa operetlerinde oynadi.

Ulu Onder Ataturk tarafindan 19 Haziran 1934 tarihinde takdir edilen Berksoy, ilk Turk operasi olan Adnan Saygun’un besteledigi ‘Ozsoy’da Aysim basrolunu oynadi. Ayni yil devlet bursuyla gittigi Almanya’da Berlin Devlet Yuksek Muzik Akademisi Opera Bolumu’nu birincilikle bitiren Berksoy, 1939’da Richard Strauss’un ‘Ariadne Auf Naxos’ operasinda Ariadne rolunu oynayarak, Avrupa’da sahneye cikan ilk Turk opera primadonnasi oldu.


Turkiye’ye 1940 yilinda donen Semiha Berksoy, Ankara Halkevi’nde, Carl Ebert’in rejisini yaptigi ‘Tosca’ ve ‘Madame Butterfly’ operalarinda oynadi. ‘Il Travatore’ operasindaki roluyle 30. sanat yili jubilesini kutlayan Berksoy, Devlet Tiyatrosu’nda da dram bolumunde cesitli oyunlarda rol aldi. ‘Deli Dolu’ ve ‘Lukus Hayat’ operetlerinin ilk icrasini da gerceklestiren sanatci, Turk kadinina secme ve secilme hakki verilisinin 50. yilinda, TBMM tarafindan ilk kadin opera sanatcisi olarak ‘Ataturk Opera Odulu’ne layik goruldu.



Sanatci Berksoy, ayrica 1961 yilindan baslayarak Turkiye ve yurtdisinda bircok resim sergisi acti. 1998 yilinda ‘Devlet Sanatcisi’ unvani alan Berksoy, 2003 yilinda Viyana’da Samlung Esly Modern Muze’de sergiye katildi. Ayni yil Viyana’da Salome performansini gerceklestirdi. Semiha Berksoy, son alarak Is Sanat Kibele Galerisi’nde retrospektiv resim sergisi acti.


Semiha Berksoy 16 Agutos 2004 gunu 94 yasinda vefat etti. 17 Agutos gunu Istanbul’da topraga verildi. Berksoy, Ahmet Adnan Saygun’un besteledigi ilk Turk operasi Ozsoy’da Aysim rolunu oynamisti.


Semiha Berksoy icin ilk toren, Ataturk Kultur Merkezi’nde (AKM) duzenlendi. Semiha Berksoy’un Turk Bayragi’na sarili naasi, sahnede hazirlanan platforma konuldu. Semiha Berksoy’un Turk Bayragi’na sarili naasi onunde, sanatci dostlari saygi durusunda bulundular. Tesvikiye Camii’nde kilinan namazdan sonra Berksoy’un naasi Cengelkoy Mezarligi’nda topraga verildi.



Keriman Halis Ece


Ilk Turk *Dunya Guzellik Kralicesi*

Medeni dunyaya ayak uydurma cabasindaki genc Turkiye Cumhuriyeti, Turk kadinina yeni cemiyet yasantisi icinde onemli bir yer verirken, Avrupa'da yaygin bir hal almis bulunan guzellik yarismalari da bu konuda onemli bir firsat bilinmisti. Turkiye Cumhuriyeti henuz alti yasindayken, Buyuk Ataturk'un emir ve direktifleriyle "Cumhuriyet" gazetesi tarafindan ilk kez "Turkiye Guzellik Yarismasi" duzenlendi.

3 Eylul 1929 gunu yapilan ilk guzellikyarismasinda, sabik Balikhane nÂzirlarindan Mehmet Tevfik Bey'in torunu Feriha Tevfik Hanim ilk "Turkiye Guzeli" secildi. Bunu, 1930 yilinda Mubeccel Namik ve 1931 yilinda da NÂside Saffet hanimlarin kazandiklari yarismalar izledi.

Keriman Halis Hanim, 1932 yilinda duzenlenen dorduncu yarismaya katilmisti. Onu, ailesi ve cevresi bu yarismaya katilmasi icin bilhassa tesvik etmislerdi. O tarihlerde yapilan yarismalarda, adaylarin buyuk ekseriyetini iyi ve taninmis ailelerin kizlari teskil ederdi. Kara kasli, kara gozlu, parlak uzun ve siyah sacli ve bembeyaz tenli, hakikaten cok guzel bir kizdi Keriman Halis Hanim. Tahsilini Feyziati (sonraki adiyla Bogazici) Lisesi'nde yapmisti. "Hizir" yangin sondurme aletlerinin mumessili olan Halis Bey, kizini bizzat goturup kaydettirmisti bu yarismaya.

3 Temmuz 1932 gunu Istanbul'da yapilan yarismada, elliyi askin aday arasinda Keriman Halis Hanim, jurinin ittifaka yakin karariyla "Turkiye Guzeli" secildi. Fiziki guzelliginin yanisira terbiyesi ve nezaketi ile de bilhassa dikkati cekmisti bu genc ve guzel kiz.

Keriman Halis Hanim, o ayin sonunda Bruksel'de yapilacak Dunya Guzellik Yarismasi'nin hazirliklarina giristi derhal. O gune kadar yapilan dunya guzellik yarismalarinda, Turkiye'yi temsil eden guzeller derece alamamislardi. Avrupai anlamda tipik bir Turk guzeli olan Keriman Halis Hanim'in sansi vardi bu yarismada.

1932 yilinin "Dunya Guzellik Yarismasi", 31 Temmuz gunu Bruksel'de yapildi. 28 milletin guzellerinin katildigi bu yarismada juri, "Turkiye Guzeli" Keriman Halis'i "Dunya Guzellik Kralicesi" secti.

Guzellik kralicesi yarismalarina bilhassa onem veren Buyuk Ataturk de, bu mutlu sonuctan buyuk bir mennuniyet duymustu. 3 Agustos gunu "Cumhuriyet" gazetesine verdigi su ozel demeci ile Turk kizlarina sunlari soylemisti:

"Turk irkinin necip guzelliginin daima mahfuz oldugunu gosteren dunya hakemlerinin bu Turk cocugu uzerindeki hukumlerinden memnunuz. Fakat Keriman Ece, hepimiz isittigimiz gibi soylemistir ki, o, butun Turk kizlarinin en guzeli oldugu iddiasinda degildir. Bu guzel Turk kizimiz, irkinin kendi mevcudiyetinde tabii olarak tecelli ettirdigi guzelligini dunyaya, dunya hakemlerinin tasdikiyle tanittirmis olmakla elbette kendini memnun ve bahtiyar addetmekte haklidir.

Turk milleti, bu guzel cocugunu suphesiz samimiyetle tebrik eder. Cumhuriyet gazetesi bu meselede Turk irkinin diger dunya milletleri icinde mumtaz olan asil guzelligini gostermek tesebbusunu takip etmis ve bunu dunya nazarinda muvaffakiyetle intac eylemistir. Ondan dolayi bittabi bu vesile ile de takdir ve tebriklerimize hak kazanmistir. Sunu da ilave edeyim ki, Turk irkinin dunyanin en guzel irki oldugunu tarihi olarak bildigim icin, Turk kizlarindan birinin Dunya Guzeli intihap edilmis olmasini cok tabii buldum. Fakat Turk genclerine bu munasebetle sunu da tahattur ettimeyi (hatirlatmayi) luzumlu gorurum:

Munferit oldugumuz (iftihar ettigimiz) tabii guzelliginizi fenni tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanik bir tekÂmulun mutemÂdi tahakkukunu ihmal etmeyiniz. Bununla beraber asil ugrasmaya mecbur oldugunuz sey analarinizin ve atalarinizin olduklari gibi yuksek kulturde, yuksek fazilette birinciligi tutmaktir."

Yurda donusunde Sirkeci Gari'nda kraliceler gibi karsilanan "Dunya Guzellik Kralicesi" Keriman Halis'ten yukaridaki demecinde "Keriman Ece" diye bahseden Buyuk Ataturk, yurda dondukten sonra kendisine "Ece" soyadini verdi.



Sabiha Sertel


Oncu kadın gazeteci ve feminist



Cumhuriyet Doneminin ilk kadın gazetecilerinden ;
Gazeteciliği meslek olarak benimsemiş ilk kadın yazarlardan olan Sabiha Sertel, 1885 yılında Selanik'de doğdu. Ortaoğrenimi Selanik Terakki İnas İdadisi'nde ve bir Fransız oklunda tamamladı. Selanik'in Yunanistan'ın eline gecmesinden sonra, ailesi ile beraber İstanbul'a yerleşti (1912).

1925 yılında gazeteci Zekeriya Sertel ile evlendi. Sebiha Sertel yazı yaşamına eşiyle birlikte cıkardıkları haftalık 'Buyuk Mecmua' dergisi ile adım attı (1919). Derginin ilk sayısından itibaren kadın sorununa değinen Sebiha Sertel, Turk feminizminin onculeri arasında yer aldı. Aynı yıl eşiyle beraber ABD'ye giden Sertel, burada Sosyoloji okudu ve kadın sorunu uzerine daha ayrıntılı duşunmeye başladı.
Yurda donduğunde eşiyle beraber Resimli Ay dergisi'ni cıkarmaya başladı (1924-1931).

Dergide yazdığı makalelerde, işci sınıfını savundu, sosyal ve politik duzeni eleştiren yazılar yazdı. Bu arada, 1927-1928 yılları arasında, eşi ve Sabri Duran ile birlikte 4 ciltlik 'Cocuk Ansiklopedisi' hazırladı. Cumhuriyet Gazetesi'nin cıkardığı Hayat Ansiklopedisi'nde calıştı (1932). Serteller'in ismiyle ozdeşen Tan Gazetesi (1936), ozellikle II. Dunya Savaşı yıllarında faşizme ve militarizme karşı yayınlarıyla buyuk yankı uyandırdı. 1945 yılında, Tan Gazetesi bir kışkırtma sonucu basılıp yakıldı.

Bu olaydan ve sonraki davalardan oldukca yıpranan cift, 1950'lerde yurt dışına cıktı. Sabiha Sertel, Paris, Budapeşte, Moskova ve Baku'de yaşadı. Turkiye Komunist Partisi calışmalarına katıldı. Budapeşte Radyosu'nun Turkce yayınlar servisinde calıştı. Son yıllarında Turkiye'ye donme talebi reddedildi. Sabiha Sertel, 2 Eylul 1968'de Buke'de hayata veda etti.

Gazeteciliğinin yanısıra, Tevfik Fikret- Mehmet Akif Kavgası (1940), Tevfik Fikret İdeolojisi ve Felsefesi (1946) kitaplarıyla da dikkat cene Sebiha Sertel'in anılarını topladığı 'Roman Gibi' olumunden sonra 1969'da yayımlandı.

ESERLERİ

Hatırladıklarım (1968)
Mavi Gozlu Dev (1969)
Nazım Hikmet’in Son Yılları (1979)



ADİLE NAŞİT


[IMG]http://img125.**************/img125/4922/p1340one4.jpg[/IMG]

Adile Nasit, 17 Haziran 1930’da Istanbul’da dogdu. Asil adi Adile Keskiner’dir. Tiyatro oyuncusu Amelya Hanim ile unlu komedyen Nasit’in kizidir. Babasinin olumu uzerine ogrenimini yarim birakarak, 1944 yilinda Istanbul Sehir Tiyatrosu Cocuk Tiyatrosu’na girdi. Herseyden Biraz oyunuyla sahneye cikti. Ayni yil Halide Piskin’in grubuyla Istanbul’da turneye cikti. Daha sonra Muammer Karaca’nin tiyatrosuna girdi. 1948’de komedi oyunculari Aziz Basmaci ve Vahi Oz’le birlikte kurduklari toplulukta 1951 yilina kadar calisti. Yine 1948 yilinda Lukus Hayat filmiyle sinema oyunculuguna basladi.

1950’de, kendisi gibi tiyatorcu olan Ziya Keskiner ile evlendi. 1954’te yeniden Muammer Karaca tiyatrosuna dondu ve 1960’a dek burada calisti. 1961’de, esi ZIya Keskiner ve abisi Selim Nasit Ozcan ile birlikte, Nasit Tiyatrosu’nu kurdular. Bu toplulugun dagilmasindan sonra 1963’te girdigi Gazanfer Ozcan-Gonul Ulku tiyatrosunda, 1975’e kadar araliksiz olarak calismistir. Adile Nasit, sinemaya ikinci ve asil girisini 1970’lerde yapti. 1976’da Iste Hayat adli filmdeki roluyle, Antalya Altin Portakal Film Festivali’nde En Iyi Kadin Oyuncu odulunu kazandi. Bu, Turk sinemasinda, ‘star’ olmayan bir basoyuncunun kazandigi ilk oduldu. Rifat Ilgaz’in eserlerinden sinemaya aktarilan Hababam Sinifi filmlerinin bircogunda, mustahdem kadin roluyle yeraldi ve buradaki oyunculuguyla da buyuk begeni kazandi. 1978’de Uluslararasi Sanat Gosterileri’nin tiyatro ve muzikallerinde rol almaya basladi. 1981 yilinda TRT televizyonunda Uykudan Once isimli bir cocuk programi yapmaya basladi.

Bu programda anlattigi masallar ve oykulerle, cocuklarin gonlunde taht kurdu. Gerek sinema filmlerinde, gerekse oyunlarda, basit, saf, iyi yurekli kadin tiplemesini basariyla oynadi ve kendine has bir uslûpla yenileyerek karakteristik hale getirdi. Adile Nasit, 11 Aralik 1987’de Istanbul’da oldu.

Ozellikle 70-80 Kuşağının unutmaz ablasıdır, uykudan once masal anlatan, o şirin kıkırdamasıyla başlayan guluşuyle gonullerde taht kuran, hababam sınıfına yardım edip, ceza aldığında uzulduğumuz kişidir Adile Naşit. Huzurla uyu ebedi yatağında Adile teyzecim..


[CENTER][B][I][COLOR="Blue"]
__________________