Sevgi ve guven insan ilişkilerinde sağlıklı gelişmenin temel taşıdır. Sevgi, insan ruhuna derinlik katan, hayatımıza anlam veren, insanı birbirine harmoni ile bağlayan en buyuk guctur.

Her insan yaşama gucunu sevdiği insanlardan alır ve sevdiği insanlara yurekten bağlıdır.

Hayatımız boyunca bize guc veren, sevgi ve guven veren insanları kalbimizde taşırız. Hayat hikÂyemiz nasıl olursa olsun, uzerinde yuruduğumuz zemin, gecmişimizde yaşadığımız guzel anılardan, iyi insan ilişkilerinden, olumlu gelişmelerden oluşur. Sevgi bağı insanları her zaman her yerde otomatikman birbirine bağlamaz. Temeli sağlam olan bir ev ve bakımlı bir bahce gibi sevgi bağı surekli bakım isteyen bir şeydir.

Bir eve veya bahceye bakılmadığı takdirde, o ev bir gun icinde oturulamayacak duruma gelir, o bahcede bir gun yabani ottan başka hicbir şey yetişmez. İnsan ilişkileri de surekli bakım ister. Aile ilişkilerimiz, akraba ve arkadaş ilişkilerimiz surekli bir gelişim icindedir. Bazen karabulutlar ve fırtınalar eser, bazen durgun sularda dinleniriz.

Damlaya damlaya gol olan duygular bazen sel olup, akmak ister. Onceden onu kesilen kızgınlık ve dargınlıklar bir an gelir taşmak ister. Ancak her fırtına yerini bir sakinliğe bırakmak zorundadır. Boyle fırtınalardan sonra onem verdiğimiz uzerine titrediğimiz bircok şey porselen tabak gibi kırıldığı zaman ve geride hicbir şey kalmadığı zaman ilişkimiz artık sona ermiş demektir.

Kendi kendini sevmeyen bir insan başka bir insanı sevemez. Kalbi ucsuz bucaksız bir col gibi susuz kalmış biri cevresindeki insanlara sevgi ile yaklaşamaz ve hicbir zaman mutlu olamaz. Mutlu olmanın bir yolu, insanın elindeki şeylerle yetinmesini bilmesidir. Eşine, cocuğuna, komşusuna, akrabasına sevgiyle, guvenle, sorumlulukla yaklaşan, kendine ve başkasına değer veren, kıskanclık ve fesatlık taşımayan, ideal değerleri ve ahlak kurallarını ciğnemeyen, cok az insan vardır.

Ama huzursuz yaşayan, mutlu bir gun gormeyen insana her yerde rastlamak mumkun. Yıllarca kavga gurultu icinde yaşayan sayısız aile ve huzursuzluk icinde buyuyen yuz binlerce cocuk goruruz. Birbirini sevmeyen, birbirinden nefret eden, ama ayrı yaşamaya cesareti olmayan kac milyon insan vardır, acaba?

Huzurlu bir aile gorebilmek icin eski Yunan Filozofu Sokrates’in yaptığı gibi gunduz eline fener alıp, tek tek insanların gozune tutmak gerek. Sokrates, gupegunduz insanlara fener tutup: ‘Ben bir insan arıyorum!’ demiş. Biz de aynı şekilde ‘Huzurlu bir aile arıyoruz!’ diyebiliriz.

İhanet ise her koşede mevcut. Ailesine sırtını ceviren gencler, eşini aldatan erkekler, kadınlar, akrabasını, komşusunu, aile dostunu yaralayan fesat duşunceli bir yığın insan tanırız.

İhanet eden kişi, kendi kişiliğine baltayı vurduğunu, kendi gecmişine bir cizgi cizdiğini goremez coğu zaman. Eşini aldatan, ailesine ihanet eden kişi genellikle odediği faturayı gormez, ruhunda oluşan kesikliği, bağımsızlığı ile ortbas etmeye calışır. Halbuki dış ihanet, her zaman bir ic ihanetin son noktasıdır. İhanetin sinsiliği, bir insanın hayatına aniden beklenmedik bir anda girmesidir.

Birkac gun once son derece normal yaşayan bir aile duzenine yıldırım gibi iner ihanet. ‘Eşim beni aldatıyormuş!’ diyen bir kadının, o haberi aldığı gunden itibaren kocasına karşı duyduğu butun sevgi temelinden sarsılır.

İhanet, acıkca yaşanan bir kavga değil, sinsice gelişen bir tehlikedir. İhanete uğrayan insan guvenini yitirir, bir an once son derece normal gorunen hayatı altust olur. Yıllarca hissedilen sevgi, ilişki havada parcalanır. İhanet ve tekrar tekrar yaşanan aldatmacalar bazen bir insanı cılgınlığa kadar surukler.

İhanete uğrayan insan kendini cırılcıplak hisseder ve icinde bulunduğu durumdan utanır. Eşine karşı hissettiği butun sevgi bir anda cıkarılmış bir manto gibi uşutur. Sosyal yaşantıda milletin ağzına sakız olur butun aile yaşamı.

Sevgi direği ile beraber ailenin “onuru” ve “şerefi” yıkılır. Ve bir aile duzeni yıkıldığı zaman o duzenle birlikte bir yığın ruya yıkılır. Yeniden vatanını terk etmiş bir insan gibi yeni diyarlarda hayata başlamak gerekir. Bazı insanlar yepyeni bir hayata adım atmasını başarır, bazıları ise kara gecmişlerine gomerler butun enerjilerini.

Aile duzeni yıkılan insanlara tavsiyem:

İnsan, yıkılan kopruler karşısında hicbir zaman yaşama gucunu yitirmemeli. İnsan yaşadığı surece her an ve her gun değişim icindedir. Bir kopru yıkılırsa, bir başka kopru kurabilmeli. Her insan hayatında bir yığın kopru kurar ve yıkar. Ancak, yıkılan her kopru kesilmiş bir damar gibi kanar bir sure. Zamanla yaralar sarılır ve belki bir gun hicbir iz kalmaz.

Nasıl ki bir deprem sonrası oluşan harabeleri tek tek kaldırmak gerekiyorsa, kritik bir olay yaşadığımız zaman, benliğimizin icindeki kuvvete erişebilmek icin, cok derin kazmamız lazım. Gecmişte yaşanmış kotu olayları ancak ve ancak benliğimize kayıtlı kudretle yenebilir, kendi “ic gucumuzle” aşabiliriz.

Her yetişkin insan, icinde bir ‘cocuk ruhu’ taşır. Bu cocuk ruhu insana gercek yaşama gucu ve yaşama sevinci veren en derin kaynaktır. Ne zamanki isteyerek ve severek yaşarsak, icimizdeki o cocuk ruhu canlanır.

Onemli olan, bu cocuk ruhunu şimdiki zamanda yaşatmaktır. Her iki ayağıyla şimdiki zamanda yurumek, gormek, tatmak, duymak, hissetmek gerekir her şeyi. Surekli gecmiş ile uğraşmak, gecmiş şeylere uzulmek veya surekli geleceği hayal etmek insanın yolunu şaşırtır. Hayat her zaman şimdiki zamanda yaşanır. Hayatı sorunlu gecen insan, hayattaki yerini alabilmek icin, gecmişin zincirlerini kırmak zorundadır.

Gercek anlamda sevgi hicbir zaman tek bir insana karşı duyulan sevgi değildir. Amerikan Psikologu Erich fromm ‘sevgi bir sanattır, bir kabiliyettir’ der. Bu kabiliyet her şeye ruhumuzun gucu ile yansır.

Sevgi derken: Tanrı sevgisi, anne baba sevgisi, kardeş sevgisi, tabiat sevgisi, hayvan sevgisi, kadın erkek sevgisi, akraba sevgisi, arkadaş sevgisi v.s... İnsan bir başka insanı gercekten sevdiği zaman, onunla birlikte tum insanları, tum dunyayı ve butun hayatı sever. Mesela birine aşık olunca butun şehir insanın gozunde bir cennete doner. Veya tersi olduğunda, birinden ayrılınca, butun dunya insana zindan olur.

Leyla ile Mecnun’un hikÂyesini herkes tanır. Gelmiş gecmiş en deli aşk hikayesinde Mecnun, Leyla’sına tapar. Kendisine sorarlar: “Mecnun senin Leyla’nın neyi seni o kadar etkiliyor. O kadar ahım şahım bir guzelliği yok ki Leyla’nın!” Mecnun da: ‘Ey Gafiller, Siz benim gonlumdeki Leyla’yı bilemezsiniz! Benim gonlumdeki Leyla yerlere ve goklere sığmaz!” der.

Evet, sevgili okuyucularım! Gercek anlamda sevgi/aşk yerlere ve goklere sığmaz. Sevgi verilince tek buyuyen şeydir, cunku. Yureğiniz her zaman sevgi ile carpsın!

NURAY LALE, Eğitim ve Sağlık Bilimcisi


__________________