Bu yazımızda, şu "kıyafet meselesine" gercekci ve bilimsel bir bakış kazandırmak istiyoruz. Cunku cok sık gundeme gelen ve bir nevi kulturel ve etik bir mesele olmasından oturu "ağzı olanın konuştuğu" bir konu. Elbette herkes fikir yurutebilir; ancak uzerine kafa yormadan, insan haklarını, ozgurlukleri, birey haklarını, vs. duşunmeden, daha onemlisi insan biyolojisi/evrimi ve psikolojisini bilmeden nihai yargılara varan yorumlar yapmak son derece yanıltıcı ve hatalı olacaktır. Bu yazımızda bu konuda birkac cumle sarf etmek istiyoruz.
İlk olarak fotoğraflarını gorduğunuz bu kampanya, Terre des Femmes (Kadınların Dunyası) isimli, 3500 uyeli bir organizasyona ait bir kampanyadır. Almanya'daki Miami Reklam Okulu'ndan Theresa Wlokka ve diğer oğrenciler tarafından tasarlanmış, Turkceye Evrim Ağacı tarafından cevrilmiştir.
Şimdi konumuza donelim: konu, "kıyafet meselesi"... Bu meseleyi anlamak icin bazı temel noktalarda anlaşmamız gerekmektedir: devir, ozgurluklerin devridir. En azından oyle olmasına uğraşılmaktadır. Boyle bir ortamda kıyafet secimi, bireysel tercihlerin en başında gelen unsurlardan bir tanesidir. Dolayısıyla bu bakımdan, "kimin ne giydiğine kimse karışamaz" demek yerinde olacaktır.
Fakat bu arguman, hızlı bir şekilde karşı cıkılabilecek bir argumandır. Zira her ulkede var olan ceşitli yasalar, kıyafetlere belli sınırlar cizmektedir. Orneğin Turk Ceza Kanunu'nun 225. maddesi "Alenen cinsel ilişkide bulunan veya teşhircilik yapan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." der. Bu madde kapsamında "cıplak gezmeniz" ve hatta cinsel organlar gibi bolgelerinizi "teşhir etmeniz" suctur. Ancak tabii ki bunun sınırları yasalarda cok da iyi belirlenmemiştir ve vaka-bazlı ilerlenir. Orneğin kıc kısmını gosteren super mini-eteklerle sokakta gezmek yasak mıdır? Ya da slip don denen ic camaşırlarıyla erkeklerin gezmesi yasak mıdır? Peki ya spor musabakaları icin bunları giymek? Bu tur konular oldukca muğlaktır; fakat bir şekilde toplum "yuvarlanıp gider".
Şimdi, yasalara gomulmeksizin, kıyafet meselesiyle ilgili birkac diğer gercekten bahsedelim: modern zamanlarda bir dişinin etek, topuk ve meme dekoltesi boyu, bireyin kendisi haricinde hic kimseyi ilgilendirebilir bir mesele olmamalıdır (yasal suc sınırlarına giren ekstrem ornekler haricinden bahsediyoruz). Kişiler kıyafetlerinin uzunluk ve tiplerini secmekte tamamen serbest olmalıdır. Bu tartışma, 21. yuzyıla ait bir tartışma değildir. Bilim, teknoloji ve ilerleme cağında bir insanın oyle mi yoksa boyle mi giymesi gerektiğinin konuşulması tamamen gereksiz olmasa da yersizdir. Bunları aşmamız gerekir. Kendimizi bu konuda eğitmemiz ve acık fikirli olmaya odaklamamız gerekmektedir. Objektif ve geniş acılı bir bakış, bu noktaya gelmemizi sağlamaktadır.
Peki ya karşıt cinsiyetin tahrik olması durumu? İşin asıl karmaşıklaştığı ve cıkmaza girdiği nokta burasıdır. Ancak bilimsel ve olabildiğince objektif bir yaklaşım, buna da cevaplar uretebilmektedir. Erkek dişi fark etmeksizin herkesin anlamak zorunda olduğu bir nokta şudur: cinsiyetler birbirlerine karşı cinsel istek duyacak şekilde evrimleşmişlerdir (eşcinselliği şimdilik bir kenara bırakıyoruz). Bu son derece normal ve sıradandır. Dolayısıyla bir insanın diğer bir insanın hareketlerinden, hallerinden, tavırlarından, giyiminden, kuşamından tahrik olması son derece normaldir. Kimse "Sen neden tahrik oluyorsun, olma!" deme hakkına sahip değildir. Bu tur tartışmalarda aşırı duygusallık, bu basit biyolojik ve evrimsel gerceğin atlanmasına neden olmaktadır. Cinsel tahrik suc değildir, biyolojidir. Bir dişinin bacaklarından, bir erkeğin sakallarından tahrik olmaktan daha doğal hicbir şey olamaz. Bu nedenle, bunların az veya cok olacak şekilde gosterilmesi veya kullanılması suc kapsamında değerlendirilemez. Bu durumda, etek boyu, topuk boyu, dekolte miktarı gibi unsurlar suc veya engelleme kapsamına girebilecek şeyler değildir.
Ancak... Her birey bu tahrikin sınırlarından ve kontrolunden sorumludur. Ozellikle de tahrik olan taraf... İnsanlar birbirlerini tahrik edebilirler; bunu kontrol edemezsiniz. Zira kimin neden tahrik olacağını bilmek bile imkansızdır. Birisi bol elbiselerden tahrik olur, bir diğeri dar elbiselerden. Birisi uzun burunlu ayakkabılardan tahrik olur, bir diğeri spor ayakkabılardan... Birisi sırt dekoltesinden tahrik olur, bir diğeri sırt gorunce cinsel isteğini kaybeder. Kimisi uzun sakaldan tahrik olur, kimisi sakalsız erkeklerden... Bunların ucu bucağı, sınırı yoktur. Bunların hicbirini kontrol etmenin ve ongormenin de bir yolu yoktur. Ustelik, biraz once soz ettiğimiz ve az sonra toparlamak icin bir kez daha değineceğimiz gibi, soz konusu giyim kuşamsa, tahrik eden taraf suclu gorulemez. Bunun uzerinde durmuştuk ve bu noktanın zaten oldukca acık olduğu kanısındayız. Ancak burada soylemek istediğimiz daha onemli şey, tahrik olan tarafın da suclu olmayabileceğidir. Karşıt cinsiyete, onu rahatsız etmeden, dikizlemeden, yaşam alanlarına mudahale etmeden, fiziksel bir baskı uygulamadan bakmak, cinsel bir istek duymak, tahrik olmak suc, ayıp, hata değildir. Kısaca kişi kendi capında kaldığı muddetce ve karşı tarafa herhangi bir baskı ve zorlama uygulamadığı, rahatsızlık vermediği surece elbette tahrik olabilir. Bu hislerin başlangıcı, beyin ve hormon sistemlerimizden kaynaklanır, tercihi bir durum bile değildir. Dolayısıyla ne "Sen neden kısa etek giyiyorsun?" denebilir, ne de "Sen eteğimden neden tahrik oluyorsun?" (tabii genelde ikincisi, karşı tarafın fiziksel ya da sozlu bir mudahalesi sonrası, mecburi savunma amaclı sarf ediliyor ne yazık ki). Aslına bakılacak olursa biyolojik bir duzlemde cinsiyetlerin karşı tarafı tahrik etme merakı bile son derece doğaldır. Dişiler erkekleri, erkekler dişileri elbette tahrik edecektir!
Biyolojik yaşam amaclarımızdan en temeli uremektir ve kulturel yapımız bile uygun bir eş bulma uzerine kuruludur. Buna giden yol da, fiziksel ve zihinsel cekicilikten gecer. Fiziksel cekicilik de, bu tur tahrik unsurlarının kullanımından... Dişilerin makyajları ve kıyafetleri olduğu kadar, erkeklerin sakalları, vucut yapıları (ve bunların sergilenmesi) ve kıyafetleri de eşit derecede tahrik unsurlarıdır. Bu noktada, dişiler ile erkekleri birbirinden ayırmak imkansızdır. Ancak genellikle tahrike boyun eğen taraf erkekler olduğu icin ve coğu toplum ataerkil bir temelde şekillendiği icin, baskılanan ve hor gorulen taraf da dişiler olmaktadır. Bu da, bu yazının bir kısmını hedef aldığı sorunları doğurmaktadır. Yoksa dişiler "şeytan", erkekler "melek" değildir. Erkekler, biyolojik yapıları, birden fazla dişiyle ciftleşmeye olan biyolojik meyillikleri ve sosyokulturel duzenin verdiği "gaz" nedeniyle cok daha rahat, saldırgan ve isteklidir. Dişiler ise daha icine kapanmaya zorlanmış, daha tekilci, daha uysal olarak gorulmektedirler. Bu nedenle dişi tarafından sergilenen her turlu tahrik unsuru daha fazla goze batmakta, daha etkili olmakta, daha fazla konu edinilmektedir. Ancak erkekler de, dişiler de kendi cinsel taraflarını ortaya koyacak cok farklı yontemlere başvururlar. Bu son derece normaldir! Aynı şekilde, dişiler ve erkeklerin her ikisinin de bu tahrik unsurlarından etkilenmesi de normaldir! Buraya kadar hicbir sorun yok.
Sorun, bu gudulerini kontrol edemeyen insanlardadır. Engellenmesi ve cezalandırılması gerekenler onlardır; tahrik ettiği iddia edilenler (veya gercekten tahrik edenler) değil. Burada sozu edilen fiziksel bir kavga icin tahrik etmek değildir. Bir mac cıkışı taraftarların birbirine laf sokması gibi bir tahrik ile cinsel tahrik birbirine karıştırılmamalıdır. Mac cıkışı laf sokmak bireysel bir hak değildir. Kıyafet tercihi ise bireysel bir haktır. Her tahrik, aynı kefede değerlendirilmemelidir. Sozunu ettiğimiz şey, kişinin bireysel haklarından kaynaklı olan, hic kimseye doğrudan zarar vermeyen bir tercihten doğan bir durumdur. Dişiler veya erkekler giydiklerinde ozgur bırakılmalıdırlar. Cunku heteroseksuel 100 erkek ve 100 dişinin bir arada bulunduğu ve birbirlerini tahrik edebilecekleri bir ortamda, 99 erkek/dişi kendini tutabiliyor ve 1 erkek/dişi kendini tutamıyorsa, sorunun kimde olduğu kolayca anlaşılırdır. Toplumsal sozleşmeler (ve yasalar), bireylerin cinsel gudulerini kontrol altında tutmaya zorlamalıdır, onları tahrik eden insanların ozgurluklerini kısıtlamaya değil.
Peki neden? Neden tam tersi yapılamaz? Pek tabii birisi cıkıp "E tahriki onlerseniz, taciz ve tecavuz gibi vakaları da onlemiş olursunuz. Dolayısıyla tahrik olan değil, tahrik eden engellenmelidir." diyebilir. İşte bu noktada birey hakları devreye girmektedir. Hırsızlık kurbanı olmuş bir dukkan ve sahibini hayal edin. Dukkan sahibi, paraları ortada bıraktığı icin suclu tutulamaz. Hırsız, ortada duran paraları calarak dukkan sahibinin malına goz diktiği ve kişilik haklarına mudahale ettiği icin sucludur. Aklı başında hic kimse kalkıp da "E adam da acıkta bırakmasaydı." diyemez; dese bile modern cağda bu argumanın bir gecerliliği bulunmaz. Eğitim duzeylerinin giderek yukseldiği, evrensel algılarımızın her gecen gun acıldığı bu donemde insanlar, kendilerini tahrik edebilecek unsurlarla kendi iclerinde mucadele etmekle sorumludurlar. Tahrik kaynakları her zaman var olacaktır ve hepsini ortadan kaldırmanın bir yolu olmadığı gibi, duruma bağlı olarak bunları ortadan kaldırma veya cezalandırma cabası hatalı ve insan haklarına aykırı olabilir. Kıyafet ozgurluğu, bu durumlardan bir tanesidir.
Atlanmaması gereken onemli bir diğer nokta ise, konunun tek taraflı olmadığıdır. İnsanlar bu tur gorsellerde genellikle "acık sacık" olan taraflara odaklanırlar. Sanki tek odak noktası oymuş gibi... Biz de bu yazıda oyle bir odak oluşturduk, cunku bu tur kafa yapısında olanlara bir şeyler anlatmaya calışıyoruz. Ancak aynı gorsel, paranın diğer yuzunu de hedef alıyor ve bizler tarafsızlık cercevesinde bunu da gormeliyiz. Toplumlar bileklerlerine kadar ortulu, boyunlarına kadar cekili, duz ayakkabı giyenleri "hanım hanımcık", "iyi ev kızı", "tutucu", "bağnaz", "başı bağlı" gibi bircok farklı acıdan tanımlamaktadır. Bunlar illa iyi şeyler olmak zorunda değildir. Dişilere toplumun bictiği katı kurallı kalıpların bir ifadesidir ve bunlar da, en az aksi durum kadar dikkatle ele alınmalıdır. Vucudunu ortmenin bağnazlık ile ilişkilendirilmesi de buyuk hatadır. Bu bir kıyafet tercihidir ve kıyafet tercihlerleri, insanların ideolojilerini ve değerlerini belirlemekte kullanılmamalıdır (her ne kadar, ne yazık ki, son 10+ yılda Turkiye'de bu konu oldukca sıkıntılı bir hal almışsa da). Bir diğer kritik nokta, bazı insanların kapalı giyimi "gizemli" bulması ve ondan da tahrik olmasıdır. Bu insanların sayısı hic de az değildir; hatta tam tersine, kapalı giyim tarzını hedef alan porno sektorleri dahi bulunmaktadır! Dolayısıyla kapalı giyim tahriki onler diye bir kaide bulunmamaktadır. Boyle bir toplumsal algı yaratılmaya calışılsa da, bu hataya duşulmemelidir. Turkiye'deki toplum yapısına "kapalı giyim" daha "normal" geldiği ve acık giyin daha uzak, daha Batılı geldiği icin sanki sadece tahrik kaynağı olan bu acık giyimmiş gibi bir duşunce yerleştirilmeye calışılmaktadır. Bu hataya duşmemek gerekir.
Bununla paralel olan bir diğer kritik nokta, "alışmışlık"tır. Her toplumun, belli bir zaman diliminde alıştığı bazı standartlar vardır. Bu standartlar, coğrafi konumdan konuma ve zamandan zaman değişir. Turkiye tarihinde kadın ve erkeklerin giyimlerine bakacak olursanız, bugun garipsenecek bircok giyim tarzının gecmişte sıradan standartlar olduğu gorulecektir. Dediğimiz gibi toplumlar surekli olarak evrimleşir. Fakat bu evrimin farklı durakları, bize onemli bilgiler verir. Orneğin Afrika'daki insanlar coğu zaman sadece genital bolgelerini kapatacak kıyafetler giyerler; bazen onu bile giymezler veya sadece sus eşyaları takarlar. Ancak bu kabilelerde tecavuz oranları sıradan bir modern ulkeninkinden kat kat azdır. Hatta bu kabilelere tecavuz kavramını getirenler, genellikle batılı ulkelere ozenerek modernleşen, sonrasında ise o bolgelerde ceteleşen teror orgutleridir. Bu etki goz ardı edilecek olursa, cıplaklık ile birey haklarının taciz ve tecavuz yoluyla ihlali arasında hicbir bağlantı olmadığı gorulur. Burada asıl kritik faktor, o zaman dilimi ve o coğrafya icin (coğu zaman gecici olan) toplumsal normlardır. Bu gerceğin iki sonucu vardır: bu normdan sapmak, ne yazık ki sorunları beraberinde getirir. Ancak kimse o norma uymaya zorlanamaz (hele kıyafet tercihi gibi basit bir hak konusunda); cunku kimse doğduğu yeri secmez. Normdan sapmak isteyene "Git başka yerde yaşa." denemez; bu kolay bir opsiyon değildir. Ancak normdan sapanlara rahatsızlık veren, saldıran kişilere "Başka yere git." denebilir. O yer, genellikle hapishanedir. Daha once de dediğimiz gibi, zaten asıl sorumlu sucu işleyen taraftır ve suc, acık giyinmek değil, cinsel gudulere engel olma meziyetinden yoksun olmaktır. Sozunu ettiğimiz gercekten kaynaklanan ikinci cıkarım ise, normların değişkenliğidir. Normlar, toplumun farklı kesimlerinde bile farklı olabilir. Dolayısıyla sadece acık giyim tahrik unsuru olmak zorunda değildir; pek tabii, kapalı giyim de tahrik unsuru olabilir. İki durumda da suclu taraf giyim tercihinde bulunan değil, o tercihe saygı duymayandır.
Bu konuda bir diğer nokta da, karşıt cinsiyetin bu durumdan duyduğu "rahatsızlık"tır. Son olarak buna da değinelim. Şunu belirtmeliyiz ki, birilerinin "kıyafet seciminden rahatsızlık" duymak, toplum adına bir sorun yaratamamalıdır. Zira toplumsal butunluk, her insanın diğer insanları mutlu etmek zorunluluğu uzerine kurulmaz. Bazı hareketlerimiz, bazı diğer insanları rahatsız edebilir. Orneğin birilerinin belli bir siyasi goruşu savunuyor olması bizi muthiş rahatsız edebilir; ancak bu rahatsızlığımız, o goruşun ortadan kaldırılması gerektiği anlamına gelmez. Elbette, rahatsız olan kişinin "rahatsız olma" hakkını da elinden almaz. Rahatsızlık kaynağı olan insanların insani haklarına mudahale edilmediği muddetce, sadece "rahatsız olma" duzeyinde kalmalıdır. Zira bireylerin "rahatsız olma" hakları vardır; ancak bu hak, rahatsızlık duydukları konunun cezalandırılması veya engellenmesi gerektiğini garanti etmez. Eğer bu tur durumlar şaibeliyse ve karar verilemiyorsa, konu mahkemelerde goruşulur ve karara bağlanır. Fakat soz konusu kıyafet serbestliği ise, bize gore sonuc oldukca acıktır. Vizyonu geniş bir insan, hangi tur rahatsızlık konularını mahkemeye taşıyıp, hangilerini taşımaması gerektiğini zaten bilecektir. Bu nedenle coğu insan, hangi cinsiyetten olursa olsun vucudun herhangi bir kısmını acıkta bırakan kıyafetleri ciddi bir mesele haline getirmez. Ayıplar, tersler, yanlış bulur; ancak yargı ve ceza peşinde koşturmaz. Unutmamak gerekir ki her ceza yazılı ve yasal olmak zorunda değildir; toplumsal ayıplama da bir ceşit "ceza" turudur. İlla rahatsız oluyorsanız, bunu karşı tarafın haklarını ihlal etmeyecek şekilde kendi icinizde gosterebilirsiniz. Ancak onlara mudahale etmek, fiziksel bir saldırıda bulunmak, kıyafetleri nedeniyle sozlu ya da fiziksel olarak taciz etmek suctur.
İnsan kulturu surekli bir evrim halindedir. Antik atalarımız, cıplaklıklarından utanmayan toplumlar inşa ettiler. Kıyafetler onlar icin "bir yerlerini ortmek" değil, "soğuktan ve dış dunyanın fiziksel zorluklarından korunmak" anlamına geliyordu. Sonradan kultur yavaş bir şekilde "cinsel organları gizlemeye" yonelik bir algıyı evrimleştirdi. Şahsi inancların doktrinleri bu konuda buyuk rol oynadı. Ancak şimdi, tersine doğru bir gidiş soz konusu... İnsanlık, tekrardan cıplaklığın doğallığını savunmaya başladılar, toplum ve kulturler o yone doğru değişiyor. Doğal olan her şey sağlıklı ve normal olmak zorunda değildir; bunu biliyoruz (aksi yondeki iddiaya "doğallık safsatası" adlı bir mantık hatası deniyor). Fakat kulturler, kuklalar gibi yonetilmiyorlar. İnsanlar kulturel ve ahlaki algıları, bireysel ve toplumsal fikirlerin etkileşimi ve catışımı altında surekli evrimleşiyor. Doğal olan işte bu. Binlerce yıldır surekli olan da bu. Bunun sonucları da, bu gidişatın doğal bir sonucu.
Uzun lafın kısası, soylemek istediğimiz şu: elbette toplumsal butunluk ve surerlilik icin iki tarafın da caba gostermesi faydalıdır, buna bir sozumuz yok. Ancak taraflardan sadece bir tanesi bu cabayı gosterme zorunluluğu ve yukumluğu altındadır (ve anlamayanlar icin o taraf, tahrik olan taraftır; hangi taraf tahrik oluyorsa olsun - genelde erkekler olsa da). Tahrik olmak ayıp ya da yanlış bir şey değil. Biyolojik bir gercek, sıradan bir tepki. Ancak bunu sorun haline getirmek, tahrik kaynaklarına fiziksel veya psikolojik baskı uygulamaya kalkmak kabul edilebilir değildir. Yukarıda verdiğimiz dukkan-para orneği bunun harika bir orneğidir. Dukkan sahibi dikktali olsa iyi olur; ancak diğer insanların paradan uzak durması ve calmaması bir zorunluluk, bir yukumluluktur. Hicbir medeni kanunda "Efendim sen neden parayı acıkta bıraktın, caldırmak mı istiyorsun, suclusun." demeye yer yoktur. Bu belki denir, şahıs mahkeme tarafından azarlanır, vs. Ancak "Sen hırsızı tahrik etmişsin, suclu olan taraf sensin." denemez (hoş, bu tur bir şey bugunlerde yaşansa cok şaşırtmazdı ama ulke bazında değil de, modern dunya bazında değerlendirelim). Tahrik unsuru ortada olsa bile, tahrike gelmemek birincil sorumluluktur. Sonrasında tahrik kaynağı bu durumu ortadan kaldırırsa ne ala; ancak kaldırmakla yukumlu değildir (ki buradaki tahrik, bir mac oncesinde taraftarların birbirine laf atması gibi bir tahrik de değildir; bireysel haklardan doğan bir tercihten kaynaklı tahriktir; her tahrik aynı kefede değerlendirilmemelidir).
Unutmayın: sizin yaptığınız bircok diğer davranış da bazı diğerlerine rahatsızlık veriyor olabilir. Orneğin etek boyundan rahatsızlık duyuyor olmanız, cok sayıda insana rahatsızlık verici bir duşunce tarzı olarak gelebilir. Onları, sizinle kavga etmeye tahrik ediyor bile olabilirsiniz! Ancak bu, o goruşu savunmanıza engel değildir. Yeter ki, karşı tarafın haklarına mudahale etmeyin. Bu tur catışmaların cozumu, her zaman o rahatsızlık kaynağını ortadan kaldırmak değil, gerektiği yerde rahatsızlık unsurunu kabullenmek ve aşmaktır. Modern dunyanın hızla ilerleyen, gelişen, evrimleşen şartlarında buna ayak uydurmak zorundayız. Ya da tarihin tozlu sayfalarına gomulmeyi de tercih edebilirsiniz.
Aydınlık kalın.

https://evrimagaci.org/photo/tr/bir-...riyle-olcmeyin
__________________