
AYASOFYA, KARARNAME VE BEDİUZZAMAN'IN TESBİTLERİ
Muhterem Kardeşlerim
Bugunlerde Ayasofya tartışılıyor. Biz 900 sayfalık UC DEVİRDE BİR MABED: AYASOFYA adlı eserimizde, Mustafa Kemal'in imzalarının sahte olmadığını, zira birden fazla imz...ası olduğunu, Ayasofya Muze yapıldıktan sonra ziyaret ederek tebrikler yağdırdığını belgelerle acıkladık.
Ancak bu Bakanlar Kurulu kararının tamamen Vakıf Hukukuna aykırı olduğunu ve zaten Resmi Gazete'de yayınlanmadığından gecersiz de olduğunu ve Camiye cevrilmesi icin hicbir engelin bulunmadığını defalarca haykırdık.
Ayrıca ekte sunacağımız belgede okuyacağınız uzere, Fatih Sultan Mehmed'in keramet gostererek sahte bir bakanlar kurulu kararıyla Ayasofya Vakfiyesinin maksadı değiştirleceğini ve bu değiştirenlere lanetler yağdırdığını anlattık. Şimdi de bu olaya Bediuzzaman'ın tepkisini nakledeceğiz.
Bediuzzaman’ın 1922'de geldiği Ankara'da Mustafa Kemal ile olan muzakeresinde Ayasofya meselesinin de gundeme geldiğini ve Mustafa Kemal’in Ayasofya ile alakalı planlarını hissettiği icin ona şiddet-le karşı cıktığını goruyoruz.
"Hem Ankara'da divan-ı riyasetinde pek cok meb'uslar varken Mustafa Kemal şiddetli bir hiddet ile divan-ı riyasetine girip, bana karşı bağırarak: "Seni buraya cağırdık ki, bize yuksek fikir beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazıp icimize ihtilaf verdin." Ben de onun hiddetine karşı dedim: "Namaz kılmayan haindir, hainin hukmu merduddur." Dehşetli bir pot kırdım. Hazır meb'us dostlarım telaş ettikleri ve herhalde beni ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nevi tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, adeta dehşetli bir kuvveti ve hakikatı hissedip geri cekilmesi, ikinci gun hususi riyaset odasında: "Hucumat-ı Sitte"nin "Birinci Desise" icinde bulunan "Mesela: Ayasofya Camii ehl-i fazl u kemalden ila ahir..." cumlesinden başlayan, ta "İkinci Desise"ye kadar, bir saat tamamen ona soy-ledim. Butun hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim halde bana ilişmemesi, hatta taltifime cok calışması, kat'iyyen bu uc cebbar fevkalade kumandanların bu uc acib haletleri, adeta Es-ki Said'den korkmaları, şubhesiz ki Risale-i Nur'un, ileride kahraman şakirdlerin şahs-ı ma-nevisinin harika bir kuvveti ve Risale-i Nur'un parlak bir kerametidir."
Bediuzzaman’ın bahsettiği mesele aynen şoyledir:
"Hubb-u cah hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmezse, yuzunu başka cihete cevirmek lazımdır. Şoyle ki:
Sevab-ı uhrevi icin, dualarını kazanmak niyetiyle ve hizmetin husn-u tesiri noktasında gelecek temsildeki sırra binaen, belki o hissin meşru bir ciheti bulunur. Mesela: Ayasofya Camii, ehl-i fazl u kemalden mubarek ve muhterem zatlarla dolu olduğu bir zamanda, tek-tuk, sofada ve kapıda haylaz cocuklar ve serseri ahlaksızlar bulunup camiin pencerelerinin ustunde ve yakınında ecnebilerin eğlenceperest seyircileri bulunsa, bir adam o cami icine gi-rip ve o cemaat icine dahil olsa; eğer guzel bir sada ile şirin bir tarzda Kur'andan bir aşır okusa, o vakit binler ehl-i hakikatın nazarları ona doner, husn-u teveccuhle, manevi bir dua ile, o adama bir sevab kazandırırlar. Yalnız, haylaz cocukların ve serseri mulhidlerin ve tek-tuk ecnebilerin hoşuna gitmeyecek. Eğer o mubarek camiye ve o muazzam cemaat icine o adam girdiği vakit, sufli ve edebsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp cağırsa, raksedip zıplasa; o vakit o haylaz cocukları guldurecek, o serseri ahlaksızları fuhşiyata teşvik ettiği icin hoşlarına gidecek ve İslamiyetin kusurunu gormekle mutelezziz olan ecnebilerin istihzakarane tebes-sumlerini celbedecek. Fakat umum o muazzam ve mubarek cemaatın butun efradından, bir nazar-ı nefret ve tahkir celbedecektir. Esfel-i safiline sukut derecesinde nazarlarında alcak gorunecektir.
İşte aynen bu misal gibi; alem-i İslam ve Asya, muazzam bir camidir. Ve icinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattir. O haylaz cocuklar ise, cocuk akıllı dalkavuk-lardır. O serseri ahlaksızlar; firenkmeşreb, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. Ecnebi seyircileri ise, ecnebilerin naşir-i efkarı olan gazetecilerdir. Herbir musluman, hususan ehl-i fazl u kemal ise; bu camide derecesine gore bir mevkii olur, gorunur, nazar-ı dikkat ona cevrilir. Eğer İslami-yetin bir sırr-ı esası olan ihlas ve rıza-yı İlahi cihetinde, Kur'an-ı Hakim'in ders verdiği ahkam ve hakaik-i kudsiyeye dair harekat ve a'mal ondan sudur etse, lisan-ı hali manen ayat-ı Kur'aniyeyi okusa; o vakit manen alem-i İslamın herbir ferdinin vird-i zebanı olan اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ duasında dahil olup hissedar olur ve umumu ile uhuvvetkarane alakadar olur. Yalnız hayvanat-ı muzırra nev'inden bazı ehl-i dalaletin ve sakallı cocuklar hukmundeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti gorunmez. Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı butun ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği butun gecmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telakki ettiği se-lef-i salihinin cadde-i nuranilerini terkedip heveskarane, hevaperestane, riyakarane, şohret-perverane, bid'akarane işlerde ve harekatta bulunsa; manen butun ehl-i hakikat ve ehl-i ima-nın nazarında en alcak mevkie duşer. اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَاِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ sırrına gore; ehl-i iman ne kadar ami ve cahil de olsa, aklı derketmediği halde, kalbi oyle hodfuruş adamları gorse; so-ğuk gorur, manen nefret eder.
İşte hubb-u caha meftun ve şohretperestliğe mubtela adam -ikinci adam-, hadsiz bir ce-maatin nazarında esfel-i safiline duşer. Ehemmiyetsiz ve mustehzi ve hezeyancı bazı serseri-lerin nazarında, muvakkat ve menhus bir mevki kazanır. َاْلاَخِلاَّءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلاَّ الْمُتَّقِينَ sırrına gore; dunyada zarar, berzahta azab, ahirette duşman bazı yalancı dostları bulur.
Birinci suretteki adam, faraza hubb-u cahı kalbinden cıkarmazsa, fakat ihlası ve rıza-yı İlahiyi esas tutmak ve hubb-u cahı hedef ittihaz etmemek şartıyla; bir nevi meşru makam-ı manevi, hem muhteşem bir makam kazanır ki, o hubb-u cah damarını kemaliyle tatmin eder. Bu adam az, hem pek az ve ehemmiyetsiz bir şey kaybeder; ona mukabil, cok hem pek cok kıymetdar, zararsız şeyleri bulur. Belki birkac yılanı kendinden kacırır; ona bedel, cok muba-rek mahlukları arkadaş bulur, onlarla unsiyet eder. Veya ısırıcı yabani eşek arılarını kacırıp, mubarek rahmet şerbetcileri olan arıları kendine celbeder. Onların ellerinden bal yer gibi, oyle dostlar bulur ki; daima dualarıyla ab-ı kevser gibi feyizler, alem-i İslamın etrafından onun ruhuna icirilir ve defter-i a'maline gecirilir.
Bir zaman, dunyanın bir buyuk makamını işgal eden kucuk bir insan, şohretperestlik yo-lunda buyuk bir kabahat işlemekle, alem-i İslamın nazarında maskara olduğu vakit, gecen temsilin mealini ona ders verdim; başına vurdum. İyi sarstı, fakat kendimi hubb-u cahtan kurtaramadığım icin, o ikazım dahi onu uyandırmadı. (Burada kasdedilen şahıs Mustafa Kemal’dir ve Mecliste yaptığı munakaşdan bahsetmektedir.)."
Başka bir eserinde ise Ayasofya’nın Muze haline ve Meşihat’ın da Kız Mektebine cevril-mesini şiddetle tenkid eder:
"Hem o şahsı tenkid, o icinde bulunduğu ve kusurlara sebeb olduğu bir inkılabın hasenatı yalnız onun değil, belki ordunun ve hukumetindir. Onun da yalnız bir hissesi var. Onun ku-surları icin onu tenkid etmek, elbette bir suc olmadığı gibi, inkılaba hucum ediyor denilemez. Hem bu kahraman milletin ebedi bir medar-ı şerefi ve Kur'an ve cihad hizmetinde dunyada pırlanta gibi pek buyuk bir nişanı ve kılınclarının pek buyuk ve antika bir yadigarı olan Aya-sofya Camii'ni puthaneye ve Meşihat Dairesini kızların lisesine ceviren bir adamı sevmemek bir suc olması imkanı var mı? Ayasofya'yı puthane ve Meşihat'ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfi, kanun na-mındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz."
Nitekim 1950’li yıllarda Başbakan Adnan Menderes’e yazdığı bir mektupta, Mustafa Kemal’in yaptığı bu tahribi tamir etmesini ısrarla tavsiye etmektedir:
"Nasıl Ezan-ı Muhammediye'nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, oyle de Ayasofya'yı da beşyuz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine cevirmektir. Ve alem-i İslamda cok husn-u tesir yapan ve bu vatan ahalisine alem-i İslamın husn-u teveccu-hunu kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahke-me de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur'un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilan etmelidirler. Ta, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit alem-i İslamın teveccuhunu ka-zandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahatı da onlara yuklenmez fikrindeyim."
Aysofya nasıl muzeye cevrildi? Buna neden gerek duyuldu?
Ayasofya’nın muzeye cevriliş nedenleri gulunc denecek kadar basittir. Raporlarda zikredilenler arasındaki iki gerekceyi soylemek ve ona gulmek mumkundur: 1) Turk Hukumetinin maddi imkanlarının tamir ve bakıma musait olmaması, eğer muzeye cevrilirse başta Bizans Enstitusu olmak uzere batılı kuruluşların para tahsis edeceği iddiası. 2) 1930’lu yıllarındaki Hukumetlerin Yunanistana jest yapmak istemeleri ve Batılı devletlere kendi ifadeleriyle şirin gozukmeleri. Bunların gercek sebepler olmadığını muzeye cevriliş hikayesi ile alakalı belge ve raporları okuyanlar adaha iyi anlayacaklardır.
Fatih’in bedduası:
“Butun bu şerh ve ta'yin eylediğim şeyler, tesbit edilen şekilde ve vakfiyede yazılı haliyle vakıf olmuştur; şartları değiştirilemez; kanunları tağyir edilemez; asılları maksatları dışında bir başka hale cevrilemez; tesbit edilen kuralları ve kaideleri eksiltilemez; vakfa herhangi bir şekilde mudahale Allah'ın diğer haramları gibi haramdır; Levhi, Kalemi, Arşı, Kursi'yi, gokleri ve yeri koruyan Allah'ın hıfzı ve inayetiyle mahfuzdur; uzerinden sure gectikte bu vakfı tekid edecektir; zaman yenilendikce vakfı daha da yerleştirecektir.
Allah'ın yarattıklarından Allah'a ve O'nun ru'yetine iman eden, Ahirete ve onun heybetine inanan hicbir kimse icin, sultan olsun melik olsun vezir olsun bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun hakim veya mutegallib (zalim ve diktator) olsun, ozellikle zalim ve diktator idareciler tarafından tayin olunan, fasid bir tahakkum ve batıl bir nezaret ile vakıflara nazır ve mutevelli olanlar olsun ve kısaca insanlardan hicbir kimse icin, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi haline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak, asla helal değildir.
Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan oteye gecmeyen batıl gerekcelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali icin gayret gosterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye cevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır muesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel muesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfın bolumlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gosterirse; veya şer'-i şerife aykırı olarak vakıfda tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeri'ata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tur tasarrufları tamamen gecersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tur haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, acıkca buyuk bir haramı işlemiş olur, gunahı gerektiren bir fiili irtikab eylemiş olur. Allah'ın, meleklerin ve butun insanların la'neti uzerlerine olsun. "Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gordukten sonra değiştirirse vebali ve gunahı bunu değiştirenlerin uzerine olsun. Hic şuphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve herşeyi bilir.".
Prof. Dr. Ahmet Akgunduz

KAYNAK
__________________