Bediuzzaman'ın tahsil hayatının uc ay olduğu ifade ediliyor. Uc aylık bir tahsille bu kadar ilim oğrenilebilmek mumkun mudur? Ustad'ın fen ve felsefeyle de meşgul olduğunu kendi ifadeleriyle anlıyoruz.

“Beni skolastik bataklığı icine saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, butun muspet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum”

Bediuzzaman’ın uc aylık tahsili, medresede on beş yılda okunan ilimleri oğrenmek icin gecirdiği suredir; yoksa kendisi omur boyu ilimlerle meşgul olmuştur. Mesela, valinin misafiri olarak kaldığı Van’da, devamlı kutuphanede calışmalarını yapmaktaydı.

Bediuzzaman, her yeri bir ceşit medrese olarak gorur. Ona gore hapishane bile bir medresedir. Hapishaneye, "Medrese-i Yusufiye" adını verir. Ona gore tren de bir medresedir; tren icin, "Medrese-i Seyyare" tabirini kullanır.

Mesela, trenle İstanbul’a gelişlerinden birinde Kelam ilmiyle alakalı onemli bir eseri yolda bitirir. Hafızasına alıp ezberlediği doksan kitabı, her uc ayda bir hafızasında tekrar ederdi. Cok zeki oğrencilerin sınıf atlaması gibi, Bediuzzaman’ın da, Allah’ın verdiği yuksek akıl ve hafıza sayesinde, medreselerde on beş senede tahsili lazım gelen ilimleri, uc ayda tamamladığını gormekteyiz. Bu durum, hem o zamanın Van valisi, hem medresede ders veren hocaları ve hem de talebe arkadaşları tarafından bilinmekte ve gunumuze de şahitleri ile intikal etmektedir.

Medrese hocalarının, cocuk yaşta olan Bediuzzaman’a bakışı ve onun ilmi seviyesini gostermek icin hayatından bir kesit arz edelim:

“Kendisine sorulan her soruya cevap veren Bediuzzaman’a Molla Fethullah, 'Pekala, zekada harikasınız. Fakat hıfzınız nasıldır. Makamat-ı Haririye'den bir kac satırını iki defa okumakla hıfz edebilir misiniz?' diyerek kitabı uzatır. Molla Said alarak, bir yaprağını bir defa okumakla hıfz etti ve okudu. Molla Fethullah, 'Zeka ile hıfzın ifrat derecede bir kimsede tecemmuu (toplanması) nadirdir.' diyerek hayrette kaldı. Bediuzzaman, orada iken 'Cem'u'l-Cevami' kitabını, gunde bir - iki saat iştigal etmek uzere bir haftada hıfz etti. Bunun uzerine Molla Fethullah şu kelamı soyleyerek kitabın uzerine yazdı: 'Cemu'l-Cevami’nin tamamını, bir haftada ezberine aldı.'

On dort yaşında iken “Bediuzzaman” lakabının, medrese hocaları tarafından kendisine verilmesi de onemli bir delildir. "Boyle bir şey olamaz" demek, tarihi gercekleri inkar etmek demektir.

Diğer taraftan bu durumu reddetmek, ancak ve ancak sebeplere tesir vermek ile izah edilebilir. Zira Bediuzzaman’ın kendi mahareti ve gayreti ile izah etmek doğru değildir. Halbuki, Allah’ın Kudreti ve ilmi zaviyesinden bakılsa, neden olmasın. Haşa Allah’ın Kudreti buna yetmez mi?

Bir arıya, geometri ilmini ve bal yapma san'atını, hic bir tahsile tabi tutmadan, ayetin ifadesiyle vahyeden, bir orumceğe, bir ipek boceğine, ancak ilim tahsil edilmekle ortaya konabilen san'atları yaptıran Allah, neden arının, ipek boceğinin ve orumceğin kendisine hizmet ettiği en şerefli varlık olan insana uc ayda medrese ilimlerini ihsan etmesin. Kaldı ki, bu bir iddia değildir. Tarihi bir vakıadır. Aklım almıyor diye tarihi vakıaları inkar etmek yerine, hikmetlerini araştırmak daha doğru olur kanaatindeyiz.

Acaba Allah, ne hikmete binaen Bediuzzaman ve Bediuzzaman gibi zatlara -Mevlana Halidi Hazretleri’nin hayatında da benzer bir tablo goruyoruz- bazen boyle ihsanlarda bulunuyor? On beş senede tahsil edilen ilmin, uc ayda tahsilinin nasıl ve ne hikmete binaen olduğu, Bediuzzaman tarafından Emirdağ Lahikası isimli eserinde şoyle ifade edilmektedir;

“Dostlarda, benim haddimden pek ziyade, fevkalade bir nevi velayet gibi bir husn-u zan hasıl olmuş. Ve muarızlarda ve ehl-i felsefede de pek harika bir deha zannı ve hatta bazılarında da kuvvetli bir sihir tevehhumuyle, haddimden bin derece ziyade bir tevehhum hasıl olmuş. Ve bu manaya dair cok yerlerde 'Bunun hakikati nedir?' diye maddi ve manevi izahı benden istenilmişti. Ben de bu geceki şiddetli ihtar icin cok mukaddematlı bir hakikati beyan etmeye mecbur oldum."

"Birinci mukaddeme: Nasıl ki bir cam ağacının buğday tanesi kadar bir cekirdeği, koca cam ağacına bir mebde' oluyor; Kudret-i İlahi o acip ağacı o cekirdekten halk ediyor. Milyondan ancak bir hisse o cekirdekte bulunurken, o cekirdek kader kalemiyle yazılan manevi bir fihriste olmuş. Yoksa, bir koy kadar fabrikalar lazımdır ki o acip ağac, dal ve budaklarıyla teşkil edilsin. İşte, azamet ve Kudret-i İlahi’nin bir delili de budur ki, bir zerreden dağ gibi şeyleri halk eder."

"İşte, aynen bunun gibi, hic bir mahviyet ve tevazu niyetiyle olmayarak, butun kanaatimle ilan ediyorum ki, benim hizmetim ve serguzeşte-i hayatım, (başımdan gecenler) bir nev’i cekirdek hukmune gecmiş. İnayet-i İlahi’ye ile bu zamanda ehemmiyetli bir hizmet-i imaniyeye mebde' (başlangıc) olmak icin, Kur'an'dan gelen ve meyvedar bir şecere-i aliye olan Nur Risalelerini ihsan etmiş."

"Ben bunu kasemle temin ediyorum ki, butun hayatımda gecen o harikalardan dolayı ben kendimde kat'iyen bir kabiliyet ve bir meziyet ve o fevkaladeliğe bir liyakat gormuyordum. Hayret hayret icinde kalıyordum. Değil fevkalade bir deha ve yahut fevkalade bir velayet, belki kendi kendimi idare edecek ve hayat-ı ictimaiye ile munasebettar olacak bir kabiliyet gormuyordum. Gerci zahiren hodfuruşluk gibi bazı halat hayatımda gorunmuştu. O da ihtiyarım haricinde, halkların husn-u zannını tekzip etmemek icin bir nevi hodfuruşluk gibi oluyordu."

"Fakat halkların husn-u zannı gibi hakikatte olmadığımın (meziyet ve kabiliyetin Ustad’ta olmadığının) hikmetini bilmediğimden ve dunyaya yaramadığımı, boyle bin derece haddimden fazla bir teveccuhe mazhar olduğumu butun butun hilaf-ı hakikat telakki ediyordum."

"Fakat Cenab-ı Hakk’a yuz bin şukur olsun ki, yetmiş - seksen senelik hayatımın sonlarında onun hikmetini İhsan-ı İlahi’ye ile bir derece bildik ve kısaca bir kısmına işaret edeceğim ve cok numunelerinden bir kısım numunelerini beyan ediyorum:"

"Birinci numune: Medrese usulunce hic olmazsa on beş sene tahsil-i ilim lazım geliyor ki, hakaik-i diniye ve ulum-u İslamiye tam elde edilsin. O zamanda Said'de, değil harika bir zeka veya bir manevi kuvvet, belki butun istidat ve kabiliyetinin haricinde bir acip tarzla, bir iki sene sarf ve nahiv mebadisini gordukten sonra, uc ayda acip bir tarzda kırk elli kitabı guya okumuş ve icazet almış gibi bir halet gorundu. Bu hal, altmış sene sonra doğrudan doğruya gosterdi ki, o vaziyet ulum-u imaniyeyi uc dort ayda, kısa bir zamanda ellere verebilecek bir Tefsir-i Kur'ani cıkacak ve o bicare Said’de onun hizmetinde bulunacak işaretiyle, hem bir zaman gelecek ki değil on beş sene, belki bir sene de ulum-u imaniyeyi ders alacak medreseler ele gecmeyecek ve azalacak bir zamana, bir nevi işaret-i gaybiye gibi manalar hatıra geliyor."

"İkinci numune: O eski zamanda, Said'in o cocukluk zamanında buyuk alimlerle munazarasını ve o alimlerin suallerine cevap vermesini, hatta kendisi hic sual etmeden alimlerin en muşkul suallerine doğru cevap vermesini, ben kat'iyen itiraf ediyorum ve itikad ediyorum ki, o hal ne harika zekavetimden ve ne de acip istidadımdan neş'et etmiş değildir. Ben de bicare, muptedi, sersem, gurultucu bir cocuk iken, hic boyle, değil buyuk alimlere cevap vermek, belki kucuk hocalara, hatta kucuk talebelere de mağlup olur bir halde iken doğru cevap vermekliğim, kat'iyen istidadımdan ve zekavetimden gelmemiş olduğuna kanaat-i kat'iyem var. Yetmiş senedir de hayret ediyordum. Şimdi ihsan-ı İlahi ile bir hikmetini anladım ki: Cekirdek gibi, medrese ilimlerine bir ağac ihsan edilecek ve o ağacın hizmetinde bulunana karşı pek cok rakipleri ve muarızları bulunacak."

"İşte, bu zamanda, İslamlar icinde muhtelif meşrepler ve meslekler sahipleri birbirisini tenkit etmek ve eserine mukabil eserler neşretmek, Mutezile ve Ehl-i Sunnet gibi birbirini kırmak adetiyle bu zamanda o Nur ağacının hizmetkarının başına vuracak ve rekabet veya meşrep muhalefetiyle en tesirlisi ve en mudhişi medrese hocaları olmak lazım gelirken, Cenab-ı Hakk’a yuz bin şukur olsun ki, eskiden beri devam etmekte olan o adete muhalif olarak, Risale-i Nur en ziyade ulemanın damarlarına dokundurduğu halde hocaların Nurlara karşı tenkitkarane eserler yazamadıklarının sebebi, o zamanda o cocuk Said'in, ulemanın suallerine karşı doğru cevap vermesi ulemanın cesaretini kırmış ki, hic bir yerde kıskanc hocalardan, hem meşrepce Said'e cok muhalif oldukları halde Nur Risalelerine karşı mukabil cıkmamaları, bu halin bir hikmeti olduğuna kanaatim gelmiş."

"Yoksa boyle acip bir zamanda, ehl-i medresenin itirazı başlasaydı, dinsizlik taraftarları olan gizli duşmanlarımız hem Nurları, hem ulemayı curutmek icin ehemmiyetli bir vesile yapacaklardı. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şukur olsun ki, en ziyade Nurların dokunduğu resmi ulema, aleyhinde bulunamadılar."


KAYNAK

__________________