
Bana bir hediye gonderdin; gayet ehemmiyetli bir kaidemi bozmak istersin. Ben demiyorum ki: “Kardeşim ve biraderzadem olan Abdulmecid ve Abdurrahman'dan kabul etmediğim gibi senden de kabul etmem.” cunku sen onlardan daha ileri ve ruhuma daha yakın olduğundan, herkesin hediyesi reddedilse, seninki bir defaya mahsus olmak uzere reddedilmez. Fakat bu munasebetle o kaidemin sırrını soyleyeceğim.
Şoyle ki:
Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense olumu tercih ederdi. cok zahmet ve meşakkat cektiği halde kaidesini bozmadı. Eski Said'in, senin bu bicare kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise, tezehhud ve sun'i bir istiğna değil, belki dort beş ciddi esbaba istinat eder.
Birincisi: Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar, “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar” deyip insafsızcasına onlara hucum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lazımdır.
İkincisi: Neşr-i hak icin enbiyaya ittiba etmekle mukellefiz.
Kur'an-ı Hakimde, hakkı neşredenler “Benim mukafatımı vermek ancak Allah'a aittir.” Yunus Suresi, 10:72 diyerek insanlardan istiğna gostermişler.
Sure-i Yasin'de “Doğru yolda olan ve sizden hicbir ucret istemeyen kimselere tabi olun.” Yasin Suresi, 36:21.cumlesi, meselemiz hakkında cok manidardır.
ucuncusu: Birinci Sozde beyan edildiği gibi, Allah namına vermek, Allah namına almak lazımdır. Halbuki, ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımni bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mun'im-i Hakikiye ait şukru, senayı zahiri esbaba verir, hata eder.
Dorduncusu: Tevekkul, kanaat ve iktisat oyle bir hazine ve bir servettir ki, hicbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tukenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzak-ı Zulcelale yuz binler şukrediyorum ki, kucukluğumden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i omrumu de o kaideyle gecirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.
Beşincisi: Bir iki senedir cok emareler ve tecrubelerle kat'i kanaatim oldu ki, halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor; belki dokunduruluyor, yedirilmiyor, bazan bana zararlı bir surete cevriliyor. Demek gayrın malını almamaya manen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir.
Hem bende bir tevahhuş var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lazım geliyor. O da hoşuma gitmiyor. Hem tasannu ve temellukten beni kurtaran bir parca kuru ekmek yemek ve yuz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en ala baklavasını yemek, en murassa libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nahoş geliyor.
Altıncısı: Ve istiğna sebebinin en muhimi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hacer diyor ki: “Salahat niyetiyle sana verilen birşeyi salih olmazsan kabul etmek haramdır.”
İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama' yuzunden, kucuk bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi gunahkar bir bicareyi, salih veya veli tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar.
Eğer-haşa-ben kendimi salih bilsem, o alamet-i gururdur, salahatin ademine delildir.
Eğer kendimi salih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir.
Hem ahirete muteveccih a'male mukàbil sadaka ve hediyeyi almak, ahiretin baki meyvelerini dunyada fani bir surette yemek demektir.
KAYNAK
__________________