
“De ki: İlim ancak Allah katındadır.” Mulk Suresi, 67:26.
“Gaybı Allah'tan başkası bilmez.” Neml Suresi, 27:65;
Elcevap: Cehennemin yeri, bazı rivayatla, “tahte'l-arz” denilmiştir.1
Başka yerlerde beyan ettiğimiz gibi, kure-i arz, hareket-i seneviyesiyle, ileride mecma-ı haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire ciziyor. Cehennem ise, arzın o medar-ı senevisi altındadır demektir.
Gorunmemeleri ve hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateş olduğu icindir. Kure-i arzın seyahat ettiği mesafe-i azimede pek cok mahlukat var ki, nursuz oldukları icin gorunmezler. Kamer, nuru cekildikce vucudunu kaybettiği gibi, nursuz cok kureler, mahluklar, gozumuzun onunde olup goremiyoruz.
Cehennem ikidir. Biri suğra, biri kubradır.
İleride, suğra kubraya inkılap edeceği ve cekirdeği hukmunde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i Suğra, yerin altında, yani merkezindedir. Kurenin altı, merkezidir. İlm-i tabakatu'l-arzca malumdur ki, ekseriya her otuz uc metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayud eder.
Demek, merkeze kadar nısf-ı kutr-u arz, altı bin kusur kilometre olduğundan, iki yuz bin derece-i harareti cami, yani iki yuz defa ateş-i dunyeviden şeditve rivayet-i hadise muvafık bir ateş bulunuyor.
Şu Cehennem-i Suğra, Cehennem-i Kubraya ait cok vezaifi, dunyada ve alem‑i berzahta gormuş ve ehadislerle işaret edilmiştir. alem-i ahirette, kure-i arz nasıl ki sekenesini medar-ı senevisindeki meydan-ı haşre doker. oyle de, icindeki Cehennem-i Suğrayı dahi Cehennem-i Kubraya emr-i İlahi ile teslim eder.
Ehl-i İtizalin bazı imamları “Cehennem sonradan halk edilecektir” demeleri, halihazırda tamamıyla inbisat etmediğinden ve sekenelerine tam munasip bir tarzda inkişaf etmediğinden galattır ve gabavettir.
Hem perde-i gayb icindeki alem-i ahirete ait menzilleri dunya gozumuzle gormek ve gostermek icin, ya kainatı kucultup iki vilayet derecesine getirmeli, veyahut gozumuzu buyutup yıldızlar gibi gozlerimiz olmalı ki, yerlerini gorup tayin edelim. Gercek ilim Allah katındadır. Ahiret alemine ait menziller bu dunyevi gozumuzle gorulmez.
Fakat, bazı rivayatın işaratıyla, ahiretteki Cehennem bu dunyamızla munasebettardır. Yazın şiddet-i hararetine “Muhakkak ki yaz sıcağının şiddeti Cehennem sıcağındandır.”2 denilmiştir.
Demek, bu dunyevi, kucucuk ve sonuk akıl gozuyle o buyuk Cehennem gorulmez. Fakat ism-i Hakimin nuruyla bakabiliriz. Şoyle ki:
Arzın medar-ı senevisi altında bulunan Cehennem-i Kubra, yerin merkezindeki Cehennem-i Suğrayı guya tevkil ederek bazı vezaifini gordurmuş. Kadir-i Zulcelalin mulku pek cok geniştir; hikmet-i İlahiye nereyi gostermişse Cehennem-i Kubra oraya yerleşir.
Evet, bir Kadir-i Zulcelal ve emr-i “(Cenab-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol' demektir; o da oluverir.” Yasin Suresi, 36:82.‘a malik bir Hakim-i Zulkemal, gozumuzun onunde, kemal-i hikmet ve intizamla kameri arza bağlamış;
Azamet-i kudret ve intizamla arzı guneşe raptetmiş; ve guneşi, seyyaratıyla beraber, arzın sur'at-i seneviyesine yakın bir sur'atle ve haşmet-i rububiyetiyle, bir ihtimale gore şemsu'ş-şumus tarafına bir hareket vermiş; ve donanma elektrik lambaları gibi yıldızları saltanat-ı rububiyetine nurani şahitler yapmış.
Onunla saltanat-ı rububiyetini ve azamet-i kudretini gostermiş bir Zat-ı Zulcelalinkemal-i hikmetinden ve azamet-i kudretinden ve saltanat-ı rububiyetinden uzak değildir ki, Cehennem-i Kubrayı elektrik lambalarının fabrikasının kazanı hukmune getirip ahirete bakan semanın yıldızlarını onunla iş'al etsin, hararet ve kuvvet versin.
Yani, alem-i nur olan Cennetten yıldızlara nur verip, Cehennemden nar ve hararet gondersin; aynı halde, o Cehennemin bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahpes yapsın.
Hem bir Fatır-ı Hakim ki, dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir cekirdekte saklar. Elbette, o Zat-ı Zulcelalin kudret ve hikmetinden uzak değildir ki, kure-i arzın kalbindeki Cehennem-i Suğra cekirdeğinde Cehennem-i Kubrayı saklasın.
Elhasıl: Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın muntehasındadır.Hem şu silsile-i kainatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsilenin iki tarafındadır. Suflisi, sakili aşağı tarafında; nuranisi, ulvisi yukarı tarafındadır.
Hem şu seyl-i şuunatın ve mahsulat-ı maneviye-i arziyenin iki mahzenidir. Mahzenin mekanı ise, mahsulatın nev'ine gore, fenası altında, iyisi ustundedir.
Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudat-ı seyyalenin iki havzıdır. Havzın yeri ise, seylin durduğu ve tecemmu ettiği yerdedir. Yani, habisatı ve muzahrefatı esfelde, tayyibatı ve safiyatı aladadır.
Hem lutuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecelligahıdır. Tecelligahın yeri ise her yerde olabilir. Rahman-ı Zulcemal ve Kahhar-ı Zulcelal nerede isterse tecelligahını acar.
Amma Cennet ve Cehennemin vucutları ise, Onuncu ve Yirmi Sekizinci ve Yirmi Dokuzuncu Sozlerde gayet kat'i bir surette ispat edilmiştir. Şurada yalnız bu kadar deriz ki: Meyvenin vucudu dal kadar ve neticenin silsile kadar ve mahzenin mahsulat kadar ve havzın ırmak kadar ve tecelligahın, rahmet ve kahrın vucutları kadar kat'i ve yakindir.
Said Nursi / Risale-i Nur Kulliyatı / Mektubat
KAYNAK
__________________