“Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın muhim, hakikatli bir Âlimi olabilir. Eğer anlamasa da madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı manevisi var, şuphesiz o şahs-ı manevî bu zamanın bir Âlimidir.” (Lem’alar) mujdesi, tam da bu asra donuk bir mujdedir. Cunku zaman, şahıs değil, şahs-ı manevî zamanıdır.
Peki, ‘Risale-i Nur Âlimleri kimlerdir?’

Sorunun cevabını yine ‘şahs-ı manevî’ icinde aramak lÂzımdır. Şahıslar olsa olsa şahs-ı manevinin sozculeridirler. Zaten şahs-ı maneviyi guclu kılan da budur. İcinde ‘deha hatta yuz deha’ duzeyinde Âlimler vardır, ama bakıldığında da kişiler değil, şahs-ı manevî dikkatleri ceker, cekmelidir.

Farklı şehirlerde, Risale-i Nurlar’ı okumuş, anlamış ve hayatında tatbik eden o kadar cok insan var ki, onların varlığı gunumuzun aydınlığını oluşturuyor. Ulkemizdeki her şeye rağmen ‘huzur hali’ni onlara borcluyuz. Onlar hakikî Nur Talebeleridir.

Nurun Âlimleri, her neye nazar etseler, her ne dinleseler, her ne tefekkur etseler hemen o konu ile alÂkalı Risale-i Nurlar’daki bahisleri dillendirmeye başlarlar. Onlar Nurlar’la goruyorlar, duyuyorlar, duşunuyor ve amel ediyorlar.

Bu nazarla cevrenizdeki Nur Talebelerine baksanız, onların aslında ne derin birer Âlim olduklarını goreceksiniz. Ama dikkatli nazar etmeyen bilmez ki onlar Âlimdir, onlar da bilmezler ki kendileri Âlimdir.

Gazete yazılarımızın altındaki yorumları okuyorum, o kadar orijinal, o kadar bizim goz ardı ettiğimiz yaklaşımlar var ki, ben coğu kez kendi kendime, ‘Bu yazıyı bizim değil de onların yazması lÂzımdı.’ diye duşunuyorum.

Ve her yazı aslında kendisi bir guzellik olduğu kadar, bir o kadar guzellik de yazı yayınlandıktan sonraki akisleri oluyor. Cunku yazı uzerine gelen telefonların, yapılan yorumların derinliğine bakıyorum, gercekten yazı asıl gorevini, o yorumların doğmasına vesile olduğu icin gercekleştirmiş oluyor.

Onun icin yazımız yayınlandığında icimizde oluşan neşe kadar, asıl bizi heyecanlandıran durumlardan birisi, yazının Batman’da, Amasya’da, Mersin’de, İstanbul’da hasılı gazetemizin ulaştığı her yerde tarafımıza donecek yorum cumleleri oluyor.

Risale-i Nur eserleri uzerinde yoğun okumalar yapan insanları biraz daha yakından, derinden dinleyin. Emin olun hayatınıza, gunluk yaşantınıza ışık tutacak pek cok yaklaşım bicimleri ile karşılaşacaksınız. Bunlar başka yerlerde duyamayacağınız cinsten nuranî bakış acıları oluyor.

Gazetesini, dergilerini en ince noktalarına kadar okuyan, tetkik eden, okuma yazmayı bile belki Risale-i Nurlar hatırına geliştirmiş bu insanlar, hakikaten kaliteli, nitelikli ve Âlim insanlardır. Ama en onemli ozellikleri de ‘şahs-ı manevi’yi kavramış ve onun icinde yaşayan insanlardır. ‘Şahs-ı manevî’ onlar icin de bir koruma kalkanı oluyor. Aslında boyleleri icin ben, ‘Âlim olmuş haberi yok’ diyorum. Zaten haberi olsa, belki de işin sırrı bozulacak.

Onları fark edenlerin de, ilimlerinden istifade etmeleri yeterlidir. Malûm, Risale-i Nurlar’dan istifade edip de, Âlim olmuş, ilmiyle amil olamamış, nastan istiğna edememiş ve teveccuh-u nasa ulaşmış, ama onu taşıyamamış pek cok insan mevcut. ‘Fazla teveccuh’ ayarların bozulmasını netice veriyor. Evet, bunlar birer potansiyeldirler, ama şahs-ı manevide eneyi eritemedikleri icin tehlikeli birer potansiyeldirler.

Zaten onlar da zaman icerisinde bunun acı tokatlarını yiyorlar. Bu dun olduğu gibi, bugun de vardır ve yarın da olacaktır. Sen Risale-i Nurlar’dan beslen, sonra da o Nurların onune kendini koy. Bu olmaz.

Bediuzzaman bu durumu, Yirmi Altıncı Mektup’un İkinci Mebhas’ında, ‘Ben goruyorum ki, Kur’Ân-ı Hakîm’in hakaikına ait bazı kemalat, o hakaika dellÂllık eden vasıtalara veriliyor. Şu ise yanlıştır’, ‘Ne vakit dellÂl ve vekil golge etse, yani onlara teveccuh edilse, o mehazdaki kutsiyetin tesiri kaybolur.’

Kişinin Nurları anlama duzeyini, şahs-ı maneviye teslimiyeti gosterir.

Evet, Âlim odur ki, ilminin kaynağının kendi olmadığını bilir ve haddinden tecavuz etmez. ‘Ben bu ilimlerin sahibiyim, bu ilimleri ben kazandım,’ demek, kendisinden malının zekÂtı istendiğinde, ‘Bu koyunların sahibi benim, bunları ben kazandım.’ diyerek, zekÂtı vermekten kacınan ve mahrumiyete duşen kişinin durumu gibidir. Vaesafa…

Evet, Risale-i Nur’un yetiştirdiği Âlimleri arayan, karşısında şahısları değil, Nur’un şahs-ı manevisini bulur. Şahıslar ancak Nur’un adresini gosterebilirler.

http://www.yeniasya.com.tr/sebahatti...mlerdir_433556
__________________