(Hepatit-B: Aman tanrım ulkeyi terketmeyi duşunuyorum)
Esra Ceyhan: Siyasete atılmayı duşunuyorum

Dokuz yıldır ekranlarda kadınların beğenisini kazanan, A’dan Z’ye adlı programı hazırlayıp, sunan Esra Ceyhan’la programı değil de daha cok yeni cıkan ilk kitabı uzerine konuştuk.

Yaklaşık altı ya da yedi yıl once tanıştım kendisiyle… Tanıştığımız ilk zamanlar, bir cok kez programını kamera arkasından izledim. Konuştuk bir cok kez. Daha sonraki zamanlarda soyleşiler icin bir araya geldik. Kimbilir kac kez karşılaştık, tanıştığımızdan beri. Onunla kacıncı karşılaşmam, inanın hatırlamıyorum. Ama hatırladığım tek şey her karşılaşmamızda yaptığımız keyifli sohbetler ve sevgi dolu sarılışlar…

Bu kez de oyle oldu. A’dan Z’ye programının canlı yayını bitimiydi, soyleşi yapacağımız zaman dilimi. Canlı yayın bitti. Beklediğim mekÂnda karşımdan gelirken gulumsedi, sıkıca ve sevgiyle sarıldık birbirimize yine. Keyifli bir sohbet sonrası yeni kitabının heyecanını yaşayan Esra Ceyhan’la soyleşiyi gercekleştirdik. İşte Esra Ceyhan ve kitabı A’dan Z’ye…

İki yıldır bekleniyordu kitabınız. Neden bu kadar gecikti cıkması?

Ben surekli olarak televizyonda gunluk program, canlı yayın yapıyorum, her gun iki, iki bucuk saat, ekibimle birlikte. Gunluk program yapmak, gazete cıkarmak gibi bir şey... O anlamda buyuk bir sorumluluğu var, calışmak gerekiyor. E, ben de olmuşken guzeli olsun istedim. Yani aceleye gelsin, kitap cıkmış olması icin cıkmasın istedim. Cunku bir cok kitaplar var, unlulerin yazdığı kitaplar… Onlarınkinden benimkinin cok farklı yonleri olduğunu biliyorum. Bu farkı ortaya koyabilmek adına biraz beklettim, uzerinde cok calıştım. Defalarca okudum, defalarca noktasına, virgulune kadar dikkat sarfettim. O yuzden gec oldu.

Peki kitap projesi nasıl gelişti? Bu kitabı yazmaya yonlendiren ne oldu sizi?

Nasıl gelişti? Bu benim projemdi. A’dan Z’ye olarak kendimi, yaptıklarımı, yaşadıklarımı anlatmaktı niyetim. Bunun dışında eşimle nasıl karşılaştığımı, nasıl tanıştığımı da anlattım mesela.

Evet, okudum, ilgincti. Eşinizle tanışmanıza, aşka birazdan değineceğim.

Okudunuz mu, teşekkur ederim. Onun dışında babamla olan ilişkimi, cocukluğumu, annemle olan ilişkimi anlattım. Yayıncılığın ne demek olduğunu anlattım. Kendimi asla bir televizyoncu olarak nitelemediğimi ifade ettim. Cunku “televizyoncu” kelimesi icin Turkce sozluk acılıp bakılırsa ‘televizyon alan, satan kişi ya da televizyon tamir eden kişi” olarak tanımlanır, ifade edilir. Bunlar da saygın mesleklerdir ki şuphesiz ama şu an benim yaptığım iş salt yayıncılık. Cunku yayıncılığın bir sorumluluk getiriyor olması lazım kişiye. Bunu ekrana yansıtabiliyor olmanız lazım ya da yazılarınızla. Bu anlamda kendimi yayıncı olarak ifade ediyorum. Bu benim projem, benim hayatımın projesi. Beni, benim hayatımı anlatan bir kitap. Beni sekiz kusur senedir seven, takip eden insanlara bu anlamda verdiğim bir hediye olarak goruyorum.

Vefa borcu belki de...

Evet vefa borcu gibi… Onlara ozelimi anlatmak, onlarla paylaşmak, hicbir yerde yayınlanmayanları, daha once hicbir yerde duymadıklarını paylaşmak istedim.

Eşinizle tanışmadan once “Ne evlenmesi” turunde duşunurmuşsunuz.

Evet ama…. Kader…

Ben de aynı şeyi yani “Ne evlenmesi” diye duşunuyorum. Ama sizin, eşinizle tanışmanızı, evlenmeyi duşunmediğiniz bir donemde evlendiğinizi okuyunca anladım ki; buyuk konuşmamak gerekiyor.

Aynen… Ama ben boyle guzel şeylerin insanların başına gelmesini isterim. Evlilikten korkmasınlar, evliliğe karşı olmasınlar. Bizden sonraki jenerasyonun Turkiye’deki sosyo-ekonomik durumlar, sosyal gelişmeler, bir suru bir suru faktorlerin oldukları ve bazı değerlerden bayağı uzak kaldıkları icin evliliğin kerametinin pek farkında değiller. Evlilik muessesi bir şaka gibi oyuncak gibi… Aşk, sevda dile pelesenk olmuş gibi bir şey. Uc gunluk ilişkiler, tanışıklıklar, selam vermeler aşk diye adlandırılıyor.

Peki aşkı sorarsam size…

Aşk cok derin bir şey. Hele iki insan arasında olandan daha başkası ilahi aşk var biliyorsunuz. Bir kadın bir erkeğe ya da bir erkek bir kadına herhangi bir aşk besleyemez, duyamaz. Duygularınızın evreni kapsayacak kadar yoğun olması gerekir yoksa bireysel duyguları bile kişilere aksettirecek kadar başarılı olamayabilirsiniz. Ben boyle duşunuyorum.

Kitabınız bir başarı oykusu aslında.

Evet, cok doğru… “Sekiz kusur yıldır bu program nasıl ayakta kaldı?” diyorlar. İşte bunun cevabı kitabımda. Bu kitap bir başarı oykusu.

Kitabınızla ilgili guzel bir ozellik dikkatimi cekti. Coğu kişi programınızın adı olduğu icin kitaba bu adı verdiğinizi duşunebilir. Ama hayır. Her harfle ilgili bir kavramdan bahsettiğiniz, bu kavramlarla ilgili yazılar yazdığınız icin boyle bir isim verildi değil mi?

Kitap cıkmadan once, gecen yıl sizinle aramızda gecen bir konuşmada “Her bir harfle bir kavram anlatacağım. Her bir harfin karşılığını bulacağı bir kitap olacak.” demiştiniz bana. Her bir harfle bir kavram yazmak… Kimin fikriydi bu?

Adan Zye nasıl yazılabilirdi ancak boyle yazılabilirdi. Daha once de programımıza gelen konuklarımızla, “A’dan Z’ye” oyunu oynuyorduk. Onlara diyorduk ki, ‘A,B,C,D,E,F…’ bize aklınıza gelen ilk şeyi soyleyin. O harfle ilgili ilk olarak hangi kavram aklınıza geliyorsa, bizimle paylaşın. Zannediyorum, biraz da oradan kaldı, ondan etkilenmişimdir diye duşunuyorum. Bu anlamda zaten kendi bakışımızı icimize yonelttiğimiz zaman, bu tip bir bakış sağladığımız zaman, yaşamımızı da cok ictenleştirdiğimiz zaman mutlaka başka bir kitap ortaya cıkıyor.

Sayın Halit Kıvanc, “Ekrana ‘Hayır’ dedi ama…” başlığıyla “Onsoz” yazmış, kitabınıza. Ve kitabınızı Halit Kıvanc’a ithaf etmişsiniz. Bu işi ilk ondan oğrendiğiniz icin mi bu ithaf yoksa başka bir sebeple mi?

Evet, “Ekrana ‘Hayır’ dedi ama…” başlıklı onsoz kaleme aldı, sağolsun. Kitabımı ona ithaf ettim cunku icime ekran ateşini duşuren, onunla aynı havada soluk almamın neticesinde beni belki buralara taşıyan onu tanımamdı. Onun disiplinini, onun saygınlığını yakından tanımamdı, onu yakından takip etme imkanı bulabilmemdi. O yuzden kitabın tamamını, kendi yaşadıklarımı, cocukluğumun hatıralarını, başarılarımı, her şeyimi anlattığım bu kitabı ona ithaf ettim.

Duygulanmıştır, mutlu olmuştur sanırım.

Cok duygulandı, cok... Bir sessizlik oldu aramızda. Telefonda ifade etmiştim ben kendisine. Akabinde de onsoz yazmasını rica ettim. Cunku ben kendi kitabıma onsoz yazmayı istemedim. Benim kitabıma onsoz yazabilecek tek isim de Halit Kıvanc’tı. Beni kırmadı sağolsun, lutfetti ve onsozu yazdı.

Kitapta hayatınızla ilgili ilginc kesitler de oğreniyoruz. Mesela universitede oğrenciyken Halit Kıvanc, sizi asistan olarak cağırmış ama siz hemen gitmemişsiniz. Neden? Yerinizde başkası olsa hemen atlardı bu teklife.

Niye atlayayım ki… Cunku benim gorevim, benim hayata bakışım kısa soluklu olmak değil ki. Ben herhangi bir programı sunduğum zaman başka projelerde de yer aldım, başka programları da sundum; spor haberleri, bayram programları, ‘Yarınlar Umut Olsun’ gibi cok onemli bir canlı yayın programı, vs… Benim amacım salt sunucu olmak değil, kendi programını hazırlayabilen, konuştuğu konuya hakim bir sunucu olmak. Bu anlamda televizyonla ilgili olan konuları, şu anki programımın adı gibi A’dan Z’ye herşeyi oğrenip, uygulayabilmekti amacım. Kitapta da belirttim, eğer ben o zaman yardımcı sunucu olmuş olsaydım, sacımla, başımla, kendimle cok ilgilenecektim genc bir insan olarak. Yani ilgi kendi uzerimde olacaktı. Oysa ki benim ilgimin, TRT’deki pozisyonlarda, Halit Kıvanc gibi buyuk bir ustanın ağzından cıkan her kelimede, bakışında, mimiğinde, gozunde, duruşunda olması gerekirken dikkatim kendime yonelecekti. Dolayısıyla aynalara yonelecektim. Ben buna izin vermedim. Hem okulumu sağlıklı bir şekilde bitirdim, dort yılda buyuk bir başarıyla hem de bu işe emek veren, gonul veren ustalarımızın izinden gittim, onları takip ettim.

Kitabınız Esra Ceyhan’ın hayatından kesitler sunuyor ama aynı zamanda hayatı anlatıyor insanlara. Yanılıyor muyum?

Doğru. Cok doğru ve guzel bir tespit. Cunku hayatı paylaşmaya niyet edemezseniz, kendi anılarınızı paylaşamazsınız zaten. Bu anlamda cok doğru soyluyorsunuz, hayatı paylaşıyorum oncelikle.

Televizyonda program hazırlayıp, sunuyorsunuz. Daha once de gazetelerde de yazıyordunuz ve yazıyorsunuz. Tabii ki kıyaslanamaz ama kitabınızın olması da başka bir mutluluk, başka bir haz değil mi?

Kitabımın cıkmasının bana verdiği haz olağanustu, gercekten olağanustu. Ben kitabımın ne kadar satacağının peşinde değilim. Acıkcası cok da umrumda değil. Haa! İnsanlar, cok beğenir, cok satın alırlarsa isterim. Ama onun dışında ben yaptığım işte tanındım, sevildim. İnandığım, guvendiğim şeyleri yazdım. Paylaşabileceklerimi ortaya koydum, gelebilecek eleştirilere de gozumu acarak. Program hazırlayıp, sunmanın, yayıncılığın yeri ayrı. Ote yandan yazmanın keyfi apayrı, yazdıklarımın kitaplaşması tadı bambaşka. Ama hamdolsun, şukur olsun Allah cok guzel bir şey nasip etti diye duşunuyorum.

Program sunan biri olarak ‘yazmak’ eyleminin, ‘yazı’nın size duşundurdukleri, hissettirdikleri…

Neler duşundurur? Yazmak başka, calışmak başka… Biliyorsunuz televizyonda; duruşunuza, konuşmalarınıza, halinize, hareketinize, davranışlarınıza, konuklarınızla sohbet etmenize daha cok dikkat etmek zorundasınız. Oysa ki yazmak daha ozgur bir alan yani biraz daha derken kastettiğim şu; yureğinizden gecen her şeyi televizyonda soyleyemiyorsunuz. Sizi farklı bakış acısına sahip milyonlarca insan izliyor. Bu sebeple, konuşmalarınızı bir suzgecten gecirmek durumundasınız. Olay bu.

Kitabınız yeni cıktı ama devamı gelecek mi?

Bu ilk kitap, tamamen bana gore bir kitap, tamamen benim şahsıma ait. Bundan sonra farklı tarzda bir kitap gelecek, bunu soyleyebilirim.

Mesela…

Calışmalara daha başlamadım ama roman olabilir, hikayeler olabilir. Allah nasip ederse…

Kitabınızda değindiğiniz gibi “programınızda cok ağlıyorsunuz ve bir insan bu kadar da pozitif olunmaz diyorlar bana” diyorsunuz. Siz icinizden geldiği gibi davranıyorsunuz. Bu duruma neden bu kadar takılıyor olabilir insanlar?

Vallahi anlamış değilim. Ama artık umrumda değil. Eskiden uzulurdum, “niye boyle” derdim. Kafayı takardım. Şimdi umursamıyorum. Ben boyleyim, beni sevenlerle varım. Beni sevmeyenler, benimsemeyenler icin yapabileceğim bir şey yok. Bir de bu cok yanlış biliyor musunuz; insanlara kendinizi anlatmaya calışmak, kendinizi sevdirmeye calışmak cok yanlış. Umrumda değil, seven sever, sevmeyen sevmez. Ben doğru bildiğim bir şeyi yapıyorum. Onurlu bir şekilde yapıyorum işimi. Başım dik… Onun, bunun sırtına basmıyorum. Aptalca oyunlar yapıp da, “cok iyi şeyler yapıyorum” diye gerizekalılar gibi konuşmuyorum. Bu kadar yani… Acık her şey.

Başarı nedir Esra Ceyhan icin? Dokuz yıldır yaptığınız programda, başarıyla ayakta kalmış biri olarak…

Başarı nedir benim icin biliyor musun? Yaptığın işin altına alnın acık, başın dik bir şekilde imza atabilmektir. Başarı; başkalarının seni beğenmesinden once senin kendi yaptığın işlerin altına imza atarken yureğinde hep huzuru duymandır. Ve başını yastığa rahat koymandır. Bugune kadar yaptığım yayınlardan sonra evime yurek ferahlığıyla gittim. İnsanların bir şeyler oğrenmeleri, eğlenmeleri, bilgilenmeleri kısaca yayıncılığın gercek manada adı gibi gereklerinin yerine getirilmesiydi bence onemli olan. Bunları yaptığım icin mutluyum. Bence başarı ruh huzuru ve yaptığınız işten emin olmaktır

Nedir mutluluğun tanımı?

Mutluluk nedir benim icin? Herkesin mutlu olması biliyor musunuz. Yani insanların benden başka insanların da yemek yediğini, su icebildiğini bilmek, sağlık ve eğitim sorunlarının karşılandığını bilebilmek. Yoksa butuncul olmadığınız zaman bireysel mutluluğunuz mutluluktan cıkıyor, ayrıcalık haline geliyor.

A’dan Z’ye programı veya yazmak dışında yapmak istediğiniz bir şeyler var mı?

İlerde siyaset hayatına atılmayı duşunebilirim

İlginc… Nerden cıktı boyle bir şey?

Yooo, bu hep vardı icimde. Bu ulkede kadından sorumlu Devlet Bakanı olmayı isterim.

Arkanızda bu kadar sizi seven kadın, bu kadar sizi destekleyen varken…

Tabii tabii… Bunun yanında bilgim, eğitimim, oğrenimim, kulturum, birikimim son derece musait. O yuzden istiyorum, inşallah bunu yapmayı istiyorum Turkiye’nin bu tur hayatına yon veren biri olmayı da yazdıklarımla, başarılı olursam yazı konusunda, yaptıklarımla da yer almak istiyorum, bu işin icinde.

Kadınların sizi bu kadar cok sevmesini neye bağlıyorsunuz?

Ornek bir insan olmama bağlıyorum. Yaptığım yayınlarda doğru şeyler yaptım, insanlar gorduler, takdir ettiler. Bunun anlamının cok buyuk olduğunu duşunuyorum. Cunku ben yaptığım yayınlarda, insanların yuzunu acmak, insanları teşhir etmek gibi bir durum soz konusu değildir. Mesela siz bana bir sorununuzu anlattığınızda, ben sizin yaşınızı, icinde bulunduğunuz sosyal konumunuzu, eğitiminizi, durumu yeterince doğru değerlendirip, değerlendirmediğinizi size rağmen cok iyi tanırım. Burada saatler boyu ekibimle birlikte calışmanın, programların bitiminde ve oncesinde cok emek sarfetmenin karşılığını aldım. Doğru yaptığımı duşunuyorum şimdiye kadar, ekibimdeki bu değerli insanlarla, işine sahip cıkan ve işine son derece saygı duyan bu insanlarla birlikte. Bunun dışında yapmamız gerekenleri yaptık. Uzmanlarımızla, kamuoyunu yonlendirebilecek değerli insanları ekrana getirerek de yayıncı sorumluluğumuzu yerine getirdik. Beni sevenlerin sevmesini ve başarıyı buna bağlıyorum. Başarı tesaduflerle değil, başarı giyinmelerle, suslenmelerle değil tatlı soz sarfetmelerle, yalan, sahte tavırlar takınmalarla değil, gercekten yapılan işlerle olculur. “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” biliyorsunuz. Bizden on yıllar evvel, bizden yuzyıllar evvel, bu ve buna benzer sozleri bir cok duşunur, yazar, şair soylemişler ve doğru da yapmışlar. Biz işimizle gundeme geldik, işimizle konuşulduk. Boyle olmaya da devam etmek istiyoruz. Başarı herhalde burada. Yani kimseyle kavga etmeden, acmadan, sovmeden, yayında duruşunu bozmadan… Bir duruşum var benim. Bu şekilde yolumdayım.

Sevgili Seyfi Dursunoğlu’nun dediği gibi "onemli olan işini; acmadan, sacmadan yapabilmek."

Aynen… Buna bağlı olduğunu duşunuyorum. Samimiyeti fark etti insanlar. Yayıncı anlamında da insan anlamında da… İnsanları cok seviyorum. Herkesin yaşam hakkına cok saygı duyuyorum. Cunku yayıncılık filan da değil onemli olan. Onemli olan once ne biliyor musunuz? İnsanların sağlıklı bir şekilde yaşamaları. Ben yayıncılığımı insanların yaşam haklarına rağmen yapmadım. İnsanların hayatlarını ciğneyerek yapmadım. Bu cok onemliydi. İnsana saygımın farkedildiğini ve bu yuzden desteklendiğimi duşunuyorum.

Neler soylemek istersiniz son olarak?

İnsanların okumasını istiyorum. Salt benim kitabımı değil her kitabı okumalarını, cok okumalarını istiyorum. Ben bugun başarılıysam; universitedeki oğrenimim, okuldan ve ailemden aldığım, onların aktardığı eğitim dışında cok okumama borcluyum başarımı. İnsanların cok okumaları, kendilerini geliştirmeleri gerekir. Dunyadan, ulkelerinden, ulkenin sorunlarından bihaber olmamaları, bilakis haberdar olmaları gerekiyor. Dolayısıyla da okumak, kendini geliştirmek, kendisiyle barışık olmak gerekiyor. Cok sevgi dolu olmak gerekiyor. Sevgisi, saygısı olmayan bir insanın hicbir işe yaramadığını duşunuyorum, ne kadar başarılı olursa olsun.

Melike Birgolge
__________________