ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻻ َّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻼ َﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ ﺑِﻌَﺪَﺩِ ﺣُﺮُﻭﻑِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﻭَﺍَﺳْﺮَﺍﺭِﻫَﺎ
Ey benim muhterem Ustadım!

Âciz talebeniz, kure-i arz icerisinde ruhum bazan şarka, bazan cenuba, bazan garba, bazan şimale, bazan semaya giderdi. Acaba yardım ne taraftan erişecek diye beklerdim. Ruhum bir murşid-i ekmel taharri ederdi. Aramak uzere iken bana ilham olundu ki; "Murşidi sen uzakta arıyorsun, pek yakınında bulunan Bedîuzzaman vardır. O zÂtın Risale-i Nur'u muceddid hukmundedir. Hem aktabdır, hem Zulkarneyn'dir, hem Âhirzamanda gelecek İsa AleyhisselÂm'ın vekilidir; yani mujdecisidir." denildi. Bunun uzerine Ustad-ı Muhteremin nezdine vardım. Risaleleri, bize yazmak icin emir verdi. Ben de onbeş kadar Sozler'den yazdım ve okuyorum. İstidadım kısa, fikrim muşevveş olduğundan, risalelerden hakkıyla istifade ve istifaza edemiyordum.

BilÂhere Yirmiikinci Mektub'u verdiniz, yazdım. Bir-iki defa arkadaşlarımla okudum. Âciz talebenizin maddî ve manevî onbeş yaşından beri, mazide birikmiş olan kuflu yaralarını tedavi etti. Elhamdulillah. Bunun uzerine bir ru'ya gordum. Ru'ya budur:

"Menamda, kıbleye karşı bir vilayete gittim. O vilayette gezerken, iki buyuk acib fabrikaya rastgeldim. Bu fabrikalar, dunyadaki fabrikalara benzemiyor ve hem de bu fabrikalar insanın sağ cenahına geliyor. İkisinin de sahibleri yok. İcerisine girdim; fabrikanın biri buyuk, biri kucuk. Bu kucuk fabrikayı ben idare ederim diye, ona sahib oldum." Bunun uzerine bir ru'ya daha gordum:

Kıbleye karşı uzun bir kışla ve kışlanın icinde buyuk bir fırın var. Ben de o fırının dairesindeyim ve ayak uzereyim. Karşımda, genclerden ehl-i takva Suleyman isminde bir genc vardı. Ve sağ tarafımda yine gencten, İsmail isminde birisi vardı. Buna binaen, alettahmin yuz kadar gencler, o fırının dairesinde sağımda ve solumda ayak uzere idiler. Hayret ettim. Bunun uzerine buyuk bir zÂt geldi, genclerin onune ufacık bir mendil serdi. O mendil uzerinden, dort koşe haşhaşlı ekmeği genclere birer birer dağıttı. BilÂhere, o mendilin icinden birer avuc da kuru uzum dağıttı. Bakıyorum, o mendilden uzum ve ekmek tukenmedi. Hayret ettim. Bana denildi ki: "Bu mubarek zÂt, Said Nursî'dir." Ben de anladım ki; bu hÂrika iş aktablarda bulunur dedim uyandım.

Bunun uzerine risaleleri devam uzre yazmakta iken, Allah'ın tevfiki ve Ustad-ı Muhteremin himmeti erişti. Cok cok istifade etmeye başladım. BilÂhere butun o ru'yamda gorduğum gencler, etrafıma toplandı. Her birisi bana arkadaş ve Kur'ana talebe oldular.

Ve bir de bizim memleketin insanları, bir parca ehl-i tarîkat ve ehl-i takvadır. Memleketimizde zahir ve bÂtın hocası olmadığından şeytana ve nefse cok defa hedef oluyorduk ve evham icinde boğuluyorduk. Risaleleri okudukca, şeytan-ı laîn ve nefsin hilelerini ve evhamlarını Cehennem'in dibine atıyordu. Risaleleri okurken, cok arkadaşlar cok hayrette kalırlardı. "Bu koca bedî', bu lu'lu-misal bu sozleri, bu kelimeleri nereden buluyor?" diye birbirimize cok defa diyorduk. Lisanına baksan, birşey istifade edilmez gibi gorunuyor. Halbuki, soyledikleri hep hikmettir. Nazarımıza dehşet veriyor, nur serpiyor

diye, tekrar tekrar iştiyakla okuyorduk. Bunun uzerine, "Risalet-un Nur ve Mektubat-un Nur, okuyanlara bir iksir-i a'zamdır" diye hukmettik.

Muhterem Ustadım, maddî ve manevî yaraları bulunan bu yuz arkadaşlarımın yaralarını, risaleler tedavi ediyor. Hatt bazan bizden uzak olanlar evhama boğulur, gelirler; Âciz talebeniz bir risale okursam evhamını kaldırır giderlerdi. Cenab-ı Hak, Feyyaz-ı Mutlak ve Hallak-ı Azîm mevcudat ve camidat ve zerreler adedince sizden razı olsun. Âmîn!

Yarın mahşerde, herkesten evvel Resul-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem Efendimiz Hazretlerinin şefaatine mazhar ol, inşÃ‚allah. Âmîn. Bu genclerin her gun, her saat duasını alıyorsunuz. Ve her bir risaleyi okurken, en aşağı sekiz-on kadar arkadaş bulunuyor. Halbuki bu fitne-i Âhirzamanda, bu genclerin bir araya gelip hak soz dinlemeleri pek muhimdir ve medar-ı şukrandır.

Bu Âciz talebeniz Arabî gormemiş ve medrese hic gormemiş. Eskiden yazılmış Turkce kitabları okurdum, maddî ve manevî yaralarımı tedavi edecek ilÂc bulamazdım. Ruhum ve kalbim cok cırpınıyordu. Oyle bir dereceye gelirdim ki; her saat kendimi intihar etmeğe karar verirdim. "Acaba halim nedir ve ne olacak? Murşid-i kÂmil nerede bulabilirim?" diye cok merak eder ve yeis icerisinde kalırdım.

Cenab-ı Hak nasılki Cehennem gibi bir zaman icinde Cennet gibi bir zamanı halk eder ve her zamana lÂyık careleri icad eder ve her yaraya muvafık ilÂcı ihsan eder. Oyle de, bu medresesiz zamanımızda bizim gibi yaralılara -Ustad-ı Muhterem vasıtasıyla- risaleleri Turkce olarak te'lif ettiriyor. Buna ne kadar şukredeyim? LÂyuadd ve lÂyuhsa Cenab-ı Hakk'a şukurler olsun ve Ustad-ı Muhteremi de Kur'an hizmetinde muvaffak edip, iki cihanda aziz eylesin. Âmîn.

Ben hicbir Arabiyat gormeden, medresede beş-on sene okumadığım halde; yalnız risaleleri yazıp ciddiyetle okudum. Kendimi yirmi sene medresede okumuş gibi tahayyul ediyorum. Sebebi ise; bu Âcizin, bu fakirin, bu miskinin nezdine cok Arabiyat hocaları geliyor ve benim okuduğuma hayret ediyorlar. Evvelden murşid-i kÂmil terbiyesi gormuş insanlar geliyorlar, benden işittikleri kelimelere meftun oluyorlar. Cok hocalar iki diz uzerine gelip, risale okuyuver diyorlar.

Eğer sesim erişse idi olanca kuvvetimle bağırarak, kure-i arzdaki genclere diyecektim: "Risaleleri ciddî okumak ve yazmak, yirmi sene medresede okumaktan faiktir ve daha menfaatlidir." Medresede okumaktaki maksad; evvel kendini kurtarıp, sÂniyen ummet-i Muhammed'i (A.S.M.) kurtarmağa calışmak değil mi? Risalet-un Nur ve Mektubat-un Nur, yirmi senelik medrese ilmini veriyor itikadındayım.

Ve her bir risale, tek başıyla bir murşid-i ekmeldir. Kalbi bozulmamış herhangi genc, bir risaleyi alıp dikkatle ve teslimiyetle okusa, daire-i inkıyada geliyor, ıslah oluyor. Herhangi bir maddiyyun bir risaleyi alıp okursa, iman etmezse de hicbir bahane bulamıyor. Herhangi bir dinsiz okusa ve tamam manasıyla anlasa, imana geliyor. Herhangi bir feylesof okusa, "Bundan daha yuksek akıl olamaz ve akıllar toplansa bunun fevkine cıkamaz, akıl buna yol bulamaz" diyor. Risale-i Nur, lisan-ı hal ile Avrupa meftunu bulunan tek gozlu Deccal'a "Ya iman et, yahut butun dunyanın maskarası olacaksın" diyor.

Şimdi aziz ders kardeşlerim! Bu fakir, bir tane murşid-i ekmel ve kutub ararken, Cenab-ı Hakk'ın ihsanıyla, keremiyle, lutfuyla, rahmetiyle, Ustad-ı Muhteremin sa'yi ile yuz ondokuz murşid-i ekmel ve kÂmil buldum. Risalet-un Nur ve Mektubat-un Nur, yuz ondokuz adediyle, her birisi birer murşid-i ekmeldir ve aktabdır.

Ey maddî ve manevî yaralı olan genc kardeşlerim! Ve ey murşid-i ekmele muhtac olan ehl-i tarîkat kardeşlerim! Şeyh Abdulkadir-i Geylanî ve Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, MevlÂna HÂlid Radıyallahu anhum, Kaddesallahu esrarehum Hazretlerinin derece-i kemalÂtları, meratib-i imanları risalelerde ve Mektubat'ta vardır.



Ey kardeşlerim ve ey halifeler! Tarîkatın ve hakikatın muntehasını anlamak isterseniz, risaleleri ciddiyetle okuyun. BÂlÂdaki zÂtların arkasında gidersiniz ve yuksek imanlarına yaklaşırsınız.

Ey ehl-i tarîkat kardeşlerim, bilhÂssa sizlere cok rica ediyorum, risaleleri bir defa okuyunuz. Risalet-un Nur ve Mektubat-un Nur'un her bir satırında, bir kitabın tesirini bulamazsanız, bana ne derseniz deyiniz, kabul ediyorum.

Tekrar cok tavsiye ediyorum, okuyun, okuyun. Okudukca, risaleler feyzÂver nurları sacıyorlar. Okudukca iştiyaka getiriyorlar, usanc vermiyorlar. Başka kitabları bir-iki defa okusan, insana usanc veriyor. Halbuki risaleler oyle değil, okudukca başka başka iman halleri telkin ediyorlar.

Doneceğim bÂlÂdaki ru'yanın tabirine; aklım yetiştiği kadar tabir edeceğim, Allah hayretsin.

Biri buyuk, biri kucuk fabrikadan, buyuk fabrika ise ustad-ı muhteremdir. Fabrikanın icerisinde bulunan acib ve garib, bedî' Âletler ise, bu zamana kadar hicbir imamın soylemediği kelimeleri ve iman telkinatlarını yapan Risalet-un Nur eczalarıdır. O kucuk fabrika ise; Risale-i Nurları kim okuyup yazarsa, o dahi kucuk fabrikaya benzeyecek. İcerisindeki bedî' Âletler ise, Risale-i Nur'un dusturları, hakikatları ve mesail-i imaniyedir. Okuyan ve yazan insanlar, oyle kuvvetli, sarsılmaz imanları bulacaklardır. Fabrika hareketi ise, risaleleri okuyup yazan adamların kemal-i şevk ve heyecanla calışmalarıdır. Gormuş olduğum vilayet ise; velayet-i kubra yollarını gosteren Risale-i Nur'dur.

Bu ru'yayı takviye icin, bir ru'ya daha soyleyeceğim: "Menamda, İstanbul'a yaya olarak iki defa gittim. İstanbul'a vardığımda, dukkÂnları hep acıktır, icinde sahibleri yoktur, dukkÂnların icinde -sandıklarda- buyuk buyuk mıhlar gordum ve başka demir parcaları da vardı. Bunun uzerine manevî rahmet yağarken, İstanbul'dan yaya olarak avdet ettim."

__________________