
Nur Kulliyatını okumaya iki yonden bakmak gerekiyor: Birincisi şahsi kemalat yolunda ilerlemek, ikincisi iman ve Kur’an hizmetine daha fazla iştirak etmek.
Şunu hemen belirtelim ki, bu iki cihet birbiriyle cok yakından ilgilidir. Birincinin zaafa uğraması halinde ikinci şıkkın surekliliği kaybolur. Bir muddet sonra o da terke uğrar. Yani, “Hizmet ediyorum.” diye şahsi okumalarını sekteye uğratan, ibadetlerinde noksanlıklar baş gosteren kişilerin hizmetleri devamlılık arz etmez, gecici bir sure parlamanın ardından soner gider.
Ustadımız “ Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri icin yarattım.”(Zariyat, 56) ayet-i kerimesindeki “ibadet” lafzına “marifet” manası veriyor. Buna gore cinler ve insanlar iman ve marifet icin yaratılmışlardır. Marifetullah sonsuz bir sahadır. Allah’ın zatı bilinemeyeceğine ve zatını tefekkur etmek şirk olduğuna gore Onun marifetinde terakki etmenin en sağlam ve kısa yolu, İlahi isimlerin ve sıfatların tecelligahı olan mahlukat alemini mana-yı harfiyle, yani Allah namına, O’nun isimlerine ve sıfatlarına ayna olmaları yonuyle tefekkur etmekten geciyor.
Bu noktada onumuze iki yol acılıyor: Birisi, bu tefekkuru şahsi kabiliyetimiz ve ilmimizle yapmamız. Diğeri, aynı vazifeyi Ustadın eserlerini okuyarak, o derslerden istifade ile yerine getirmemiz. Buna gore, Risale-i Nur’u okumanın bir yonu, bu tefekkurumuzu Ustadın nazarıyla yapmamızdır.
Marifetullahın yani Allah’ı tanımanın sonu olmadığına en acık delil, Allah Resulunun (asm.) Mi’rac mucizesiyle “meratib-i kemalattaki seyru sulukunu” tamamlayıp, butun mahlukat alemini gerilerde bırakarak ruyete mazhar olduğunda Cenab-ı Hakk’a hitaben “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni hakkıyla (tam bir marifet ile) tanıyamadım.” buyurmasıdır.
Fen sahasında mutehassıs ilim adamlarını yer yer dinliyoruz. Her biri kainat kitabının bir bolumunu inceliyor, onceki ilim adımlarının ortaya koydukları bilgilere yenilerini eklemeye calışıyor ve hepsi bir ağızdan “Bu sahada alınacak daha cok yolumuz var.” diyorlar. Demek ki, Allah’ın bir mahlukunu bile hakkıyla tanımanın sonu yok. Allah’ın ilim ve hikmetinin bir tek tecellisini anlamanın sonu olmazsa, butun sıfatları sonsuz ve mutlak, butun esması nihayet kemalde olan Allah’ın marifetinde ne kadar yol alınsa yine az olacağı acıkca anlaşılmaz mı?. Son nefesimize kadar bu vadide aralıksız ilerlesek yine yolun cok az bir kısmını kat etmiş olarak hayata gozlerimizi kapayacağız.
Ustadımızdan bir tespit ve bir mujde:
“Kat'i ve cok tecrubelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkiki yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur'dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikiye isal eder." (Kastamonu Lahikası)
Nurları okumanın ikinci cephesi, iman ve Kur’an hizmetinde daha cok calışmak ve bu hakikatleri muhtac gunulere ve yaralanmış akıllara ulaştırmak icin gayret gostermektir.
İnsan, Nurları okudukca, ruhunda bu hakikatleri başkalarına da ulaştırma arzusu uyanıyor. Okuma azaldığında yahut terk edildiğinde insanın akıl ve hayal dunyası başka şeylere yoneliyor ve idealinde sapmalar baş gosteriyor. Dunya meseleleri on plana cıkıyor. Halbuki, Rabbimizin Kur’anda beyan ettiği gibi “… ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır.”(A’la, 17)
Bur nur talebesi, o baki alemdeki ebedi saadetin en buyuk vesilesini bulmuştur. Bundan azami derecede istifade etmekle birlikte, Nur hizmetinin dort esasından birisi olan “şefkat” gereğince bu gercekleri ve bu ilacları başka muhtaclara da ulaştırmakla mukelleftir. “Komşusu ac iken kendi tok olan bizden değildir.” (Yani, kamil mumin olamaz.) hadis-i şerifine bu nazarla baktığımızda, cevremizin iman hakikatlerine, ahlak esaslarına, doğruluğa, iffete son derece muhtac nice insanlarla adeta kaynaştığını gorur, onlara hiddet etmek ve lanet okumak yerine kendilere ulaşmanın ve onları kurtarmanın yollarını ararız.
Sozun burasında, bir hususa da kısaca temas etmek istiyorum.
“Risale-i Nur, -bu Anadolu memleketine- belaların def’ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasıl belayı def’ediyor, onun intişarı ve okunması kulli bir sadaka nev’inde semavi ve arzi belaların def’ine cok emareler ve hadiselerle tebeyyun etmiş.” Emirdağ Lahikası,1
Bazı kimseler bu ince hakikate itiraz edebiliyorlar. Halbuki, şoyle duşunseler itirazlarının yersiz olduğunu gorurler:
Ehemmiyet noktasında, insanın midesi ruhundan ve kalbinden ne kadar gerilerde ise, bir muhtacın midesini doyurmak da kalbini tatmin etmekten o kadar geridir. Kişinin maddi ihtiyaclarına yardımcı olmak sadaka olursa ve insanın omrunu bereketlendirirse, muhtac gonullere iman hakikatlerini ulaştırmanın ne kadar buyuk bir sadaka olduğu rahatlıkla anlaşılır.
Omur sermayesi elimizdeyken insanların kalp ve ruhlarına iman ve Kur’an hakikatlerini ulaştırmaya daha cok mesai harcayalım ve boylece sadaka sevabından da, en verimli ve bereketli bir şekilde istifade etmeye calışalım.
Nurları okumanın, bir başka ciheti daha var. O da, nur talebelerinin şahs-ı manevisinden hasıl olan yekun sevaba ve nura sahip olmak. Ustadın lamba misalini hatırlayalım: Ortak calışmayla bir lamba vucuda geliyor ve onun ışığı herkesin aynasına aynen aksediyor.
Bilindiği gibi, bolunme maddiyat icin gecerlidir; nur ve nuranilerde bolunme olmaz. Okunan bir Fatiha milyonlarca kişiye bağışlansa hepsine aynen ulaşır. Cemaatle kılınan namazdan hasıl olan 27 kat sevapta da bir bolunme soz konusu değildir, herkes cemaat sevabını yine 27 kat olarak alır.
Şu var ki, aynı tecelliden herkesin istifadesi bir değildir. Aynalar buyudukce ve parladıkca, edinilen fayda da artar. İşte aynamızı buyuten sebepleri Ustat hazretleri şoyle dile getiriyor:
“Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve ictinab-ı kebair derecesiyle o ulvi ve kulli ubudiyete sahib olur. Elbette bu buyuk kazancı kacırmamak icin takvada, ihlasta, sadakatta calışmak gerektir.” Kastamonu Lahikası
Bu faktorlerin hepsi Risale-i Nurun okunmasıyla yakından ilgilidir.
Şunu da onemle belirtelim ki, okumada devamlılık esastır. Bir hadis-i şerifte bildirildiği gibi, “Amelin hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır.” Nurları okuma konusunda da bu hadis-i şerife ittiba ederek, her gun okuyabileceğimiz asgari miktarı belirlememiz ve en ağır şartlarda bile ondan asla vazgecmememiz cok onemlidir. Tatillerde, ozel okuma programlarında bu rakam gecici bir sure icin artırılır, şartlar eskisine avdet ettiğinde yine belirlenen o asgari miktar uzerinden okumaya devam edilir. Bu konuda Ustad hazretlerinin şoyle bir tavsiyesi ve mujdesi var:
“Hic olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş-on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakiki talebe-i ulumun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, ihlas risalesinde yazılan beş nev’i ibadete de mazhar olurlar.” Emirdağ Lahikası, 2
Şahs-ı maneviye dahil olup ondan istifade etme hususunda nurlarda cok harika bir misal daha var:
Bir kimse elindeki telefon makinesini bir kablo ile ana şebekeye bağlamakla butun dunyadaki dostlarıyla rahatlıkla goruşebilir.
İşte biz de ders okumakla ve toplu derslere iştirak etmekle dunya capındaki o muhteşem hizmet şebekesine bağlanmış oluyoruz. Okumayı ve hizmeti bırakmak o bağın kopmasını ve o istifadenin azalmasını yahut kaybolmasını netice verebilir.
Risale-i Nuru okumanın cok onemli bir yonu de şu ifadelerle dikkatimize sunuluyor:
“ Cok emarelerle anlamışız ki: Bu ulum-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.” Mektubat
“Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın muhim, hakikatlı bir alimi olabilir.”Lem’alar
Okumaktan maksat ilim elde etmek, ilimden gaye de amel etmek ve başkalarına faydalı olmaktır. Nurları daha iyi anlamamız ve bunun sonucu olarak da daha cok hizmet etmemiz konusunda Ustadın şoyle bir tavsiyesi var:
“Nur şakirtleri mumkun olduğu kadar her yerde kucucuk bir dershane-i Nuriye acmak lazımdır. Gerci herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz.” Emirdağ Lahikası, 1
Bu ifadelerde, ozel okuma yanında karşılıklı mutalaa ve muzakerelerde bulunmaya ve birbirimizden istifade etmeye de teşvik vardır. Kendisini boylece yetiştiren bir nur talebesi, iman hakikatleri konusundaki butun sorulara rahatlıkla cevap verebilir. Cunku bu soruların cevapları nur kulliyatında en guzel ve en tatminkar şekliyle mevcuttur. Onun gorevi bunları anlamak ve muhtaclara anlatmaktır.
“Bu zamanın muhim, hakikatlı bir alimi olabilir.” ifadesinden acıkca anlaşıldığı gibi, bu zamanın -imana dair- sorularına nurlardaki hakikatleri bilmeksizin cevap vermek cok zordur; adeta mumkun değildir. İnanc zaafına uğrayan, şupheler icinde bocalayan bir kişiyi zikir ve tespihle tedavi edemezsiniz; fetvalarla korkutarak, yahut menkibelerle ozendirerek de kurtaramazsınız. Onun aklını ve kalbini, ancak Risale-i Nurdaki hakikatlerle ikna ve tatmin edebilirsiniz. Cunku bu zaman, teslimiyetin kırıldığı, “neden ve nicin”lerin meydan aldığı farklı bir zamandır.
“Ehl-i velayetin amel ve ibadet ve suluk ve riyazetle gorduğu hakikatlar ve perdeler arkasında muşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi Risale-i Nur ibadet yerinde, ilim icinde hakikata bir yol acmış; suluk ve evrad yerinde, mantıki burhanlarla ilmi huccetler icinde hakikat-ul hakaika yol acmış” Emirdağ Lahikasi,1
Muhtacların imanını nurlarla kurtarma gorevi bizim icin bir ihsan-ı ilahidir. Ustadımız ictimai ve siyasi hizmetlerin “iman hizmeti yanında ancak onuncu derecede kalacağını” beyan ediyor (Kastamonu Lahikası). Onun icin biz de iman hizmetinin değerini kendi ic alemimizde daima birinci derecede tutmak durumundayız. Bunun yolu Nur Risalelerini surekli okumaktan ve nur hizmetiyle ilgimizi devam ettirmekten gecer.
Fiziki bir kaidedir. İnsan bir cismin yanında ve yakınında ise onu olduğu gibi gorebilir ve bilebilir; uzaklaştığı cisimler ise nazarında kuculurler. Bu fizik olayı hizmet icin de gecerlidir. Hizmetin icinde ve yakınında bulunanlar onun onemini daha iyi kavrar, azametini daha iyi anlarlar. Hizmet ve okuma terk edildikce iman hizmetinin mana ve ehemmiyeti nazarlardan saklanmaya başlar. Bu ise bir nur talebesi icin cok onemli bir tehlikedir.
KAYNAK
__________________