SİYASET, oldukca genel bir ifade. Devletin ekonomik politikasından, bir şirket mudurunun yonetim bicimine, murşitlerin ve peygamberlerin (a.s.) irşat metotlarına kadar uzanan cok geniş bir sahayı icine alıyor. Ama gel gor ki, gunumuz insanı kısır politik cekişmeleri bir boks macı gibi seyrede ede, siyaset denilince onun hatırına hemen parti propagandaları ve hukumet programları gelir.

Politikayla bu derece şartlanmış insanlara Ustad Bediuzzaman’ın siyaset anlayışını anlatmak oldukca zordur.

"Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alakam yok" (Mektubat)


Ustadın gayesi insanların imanlarının kurtulmasına vesile olmaktır. Mutlak rakibi ise imansızlıktır. O halde, Ustadın siyasete bakışı da bu olcuye gore olacaktır.

İnsanları guc ve kuvvetle imana getirmek mumkun değildir; zaten dinde zorlama da yasak kılınmıştır. Karşımızdaki insana bir şeyler anlatabilmemiz icin falan partinin iktidarda olması diye bir şart da yoktur. Ustadın siyasilerden bu noktada beklediği fazla bir şey de olmamıştır.

Ustad, buyuk bir ruh hekimi, kalp tabibidir. Zengini, fakiri, amiri, memuru, oy vereni ve alanı hep onun ilgi alanı icindedirler. Ve Onun gayesi hepsine tahkiki iman dersi vermek, hepsinin imanlarını tehlikeden muhafaza etmektir.

"Bu zamanda ehl-i İslam’ın en muhim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun care-i yeganesi: Nurdur, nur gostermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun." (Lem’alar)


Siyaset, kalp ve ruha zarar veriyor:

Ustad, siyaseti, "gaflet ve dalaletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi" (Emirdağ Lahikası) olarak değerlendirir. İnsanın dar dairedeki gercek vazifesini bırakıp, geniş dairelerdeki siyasi ve ictimai hadiselerle gereksiz olarak ilgilenmesini zararlı bulur ve şoyle buyurur:

"Hem iman ve hakikat noktasında bu ceşit merakların buyuk zararları var. Cunki gaflet verecek ve dunyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. Hususan boyle umumi ve mucadele suretindeki hadiseler, kalbi de boğuyor." (Emirdağ Lahikası)

"Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabi ruhları azab icinde bırakır. Selamet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı." (Kastamonu Lahikası)

"Siyaset-i hazıra, o kadar cok yalan ve hile ve şeytanet icine girmiş ki, vesvese-i şeyatin hukmune gecmiştir." (Sozler)


Siyaset onuncu derecede:

Ustadın siyasete bakışında bir başka nokta, siyasi ve ictimai yollarla İslam’a hizmet etmeyi, iman hizmeti yanında ancak onuncu derecede gormesidir.

Kastamonu Lahikasındaki bir mektubunda,
"Ehl-i dunya ve ehl-i siyaset ve avamın nazarında birinci derece ve hakikat nazarında, imana nisbeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslamiye ve hayat-ı ictimaiye-i ummete dair hizmeti, kainatta en buyuk mes’ele ve vazife ve hizmet olan hakaik-i imaniyenin calışmasına racih gorduklerinden..."
diyerek hem kendisine cephe alanların gafletini sergiler, hem de Nur Talebelerine, onemli bir mesaj verir.

Nur Talebeleri bu mesajı cok iyi aldıklarından butun himmetlerini, imansızlık ateşinde yanan, tereddut ve şupheler icinde bocalayan ve sefahat camuruna duşen insanların kurtuluşlarına hasrederler.

Siyaset birlik ve beraberliğe zarar veriyor:

Ustadı bugunku siyasi cereyanlara soğuk baktıran diğer bir sebep ise, siyasi tarafgirliğin milletimizin birlik ve beraberlik ruhuna verdiği buyuk zarardır.

İslam’da Allah icin sevmek ve yine Allah icin duşmanlık beslemek esastır. O halde Allah’ın beğenmediği, kerih gorduğu, yasakladığı sıfatlar kimde olursa olsun kotu; O’nun razı olduğu iyi ve guzel sıfatlar ise yine kimde olursa olsun guzeldir. Ama siyasette bu olcu kaybolur. Kendi siyasi goruşunde olmayanlar her yonden kotu, kendi partilerine mensup olanlar ise her cihetle berrak ve safi telakki edilir. Ustad bu yanlışın insanın kalp ve ruh aleminde yaptığı buyuk zararı şu ifadeleriyle guzelce ortaya koyar:

"Sakın, sakın! Dunya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin! ‘Elhubbu fillahi velbuğzu fillahi’ dustur-u Rahmani yerine, el-iyazu billah ‘El hubbu fissiyaseti velbuğzu lissiyaseti’ dustur-u şeytani hukmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlık ile zulmune rıza gosterip, cinayetine manen şerik eylemesin." (Kastamonu Lahikası)


Din, siyasete alet edilemez:

Nur hizmetinin siyasi tarafgirliklerden uzak tutulması gereğini ifade eden onemli bir ders:

"Nur şakirdleri, hic siyasete karışmadılar, hicbir partiye girmediler. Cunki iman, mal-i umumidir. Her taifede muhtacları ve sahibleri var. Tarafgirlik giremez. Yalnız kufre, zındıkaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mu’minlerin uhuvveti esastır." (Emirdağ Lahikası)


Nasıl Kur’an butun bir insanlığın irşadı icin inzal olmuşsa, onun tefsirleri de butun bir beşeriyet icindir. Onu sadece bir gruba mal edip geride kalan insanları ondan mahrum bırakmak, Kur’an’ın cihan şumulluğu ile bağdaşmaz ve Kur’an boyle bir anlayışı reddeder.

Din namına ortaya cıkma denilince, hemen dinin siyasete alet edilme endişesi hatıra gelir. Ustad bu noktada cok hassastır. Ta meşrutiyet doneminde sarf ettiği şu sozler onun bu husustaki hassasiyetinin butun omru boyunca hicbir sapma gostermeksizin devam ettiğinin en guzel ifadesidir:

"İslamiyet guneşi yerdeki ışıklara alet ve tabi olamaz. Ve alet yapmak İslamiyet’in kıymetini tenzil etmektir, buyuk bir cinayettir." (Hutbe-i Şamiye)


Ustad, Kur’an tefsiri olan Nur Risalelerini dunyevi ve siyasi bir maksada alet etmeyi, kırılacak şişelere baki elmas fiyatı vermeye benzetir.

Her asrın muceddidi Kur’an’dan o asrın ihtiyaclarına ve mizacına en uygun bir tebliğ ve hizmet metodu istihrac etmiş. Ustad ise Kur’an’dan ‘siyasetsiz hizmet’ dersini almış oluyor.

Şefkat, vicdan ve hakikat siyasetten men ediyor:

Ustat Bediuzzaman hazretleri, kendisini siyasetten men eden bir başka ciheti ise şoyle dile getirir:

"Şefkat, vicdan, hakikat bizi siyasetten men ediyor. Cunku tokada mustehak dinsiz munafıklar onda iki ise, onlara muteallik yedi-sekiz masum, bicare, coluk-cocuk, zaif, hasta, ihtiyar var.

Bela ve musibet gelse o sekiz masumlar o belaya duşecekler."

Bu ifadelerden hemen anlaşılacağı gibi, siyaseti dinsizliğe alet eden onda iki gibi az bir grup. Gerek bunlara tabi olanlar, gerekse bunların siyasetle alakası olmayan coluk cocukları, hastalar, ihtiyarlar ise onda sekiz. Bu azınlık gruba karşı aktif siyasetle meydana cıkılsa ve şer guclerin engellemesiyle karşılaşıldığında daha da ileri gidilip "idare ve asayiş ihlal" edilse, yani Kur’an’a ihlas ile hizmet eden insanlar yonetimle karşı karşıya getirilse, o zaman ic kavgaya yol acılır.

Halbuki, ikaz ve irşad yolu, ilim ve tebliğ yolu boyle zararlardan uzaktır. Bu yol ile o zalimler ıslah olmasalar bile, onlara aldananlar, hatta onların coluk-cocukları imanla, İslam’la muşerref olabilirler. İşte buyuk Ustadı siyasete girmekten ve idareye karışmaktan men eden bu engin şefkati ve himmeidir.

İşte, asrının manevi oncusu olma şerefine mazhar bu buyuk insan, boyle bir neticeye şahsi duşuncesiyle değil Kur’an’dan aldığı dersle ulaştığını, "Kur’an bizi siyasetten şiddetle men etmiş" ifadesiyle acıkca ortaya koyuyor.

Koku dışarıda olan cereyanlar:

Ustadın siyaset noktasında uzerinde onemle durduğu bir başka nokta da, siyasete girenlerin koku dışarıda olan menfi cereyanlara bilmeyerek de olsa alet olmaları tehlikesidir.

"Hem şimdi hukmeden oyle kuvvetli cereyanlar icinde siyasete girenlerden hicbir kimse, istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dunyevi maksadına alet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak." (Şualar)


Eski Said doneminde dile getirilen bu gercekler maalesef hala belli bir olcude de olsa gecerliğini koruyor. Hala siyasetimizin istiklaline tam kavuştuğunu soyleyemiyoruz. Kanaatimce, bunun en buyuk sebebi iktisadi yonden dışa buyuk olcude bağımlı olmamızdır. Ustadın, "i’layı kelimatullahın bu zamanda en buyuk sebebi" olarak "maddeten terakki"yi gormesi bir yonuyle bu meselemize de bakıyor.

Onemli bir nokta:

"Nurların maslahatı namına" siyasete girmek başka, "Nurlar namına" girmek daha başkadır.

Birincisi bir niyet meselesidir.

İkincisinde ise, siyasete giren şahıs Nur Talebelerinin desteğini arkasında gormek ister. Nurların "her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması", Nur talebelerini bir siyasi partinin yan kuruluşu gibi calışmaktan men eder.

Bu sebeple, şahıslar siyasete ancak kendi namlarına girebilirler, ama Nur talebelerinden kayıtsız şartsız destek bekleme gibi bir ruh haletine girmekten de şiddetle kacınırlar..

KAYNAK

__________________