
Bediuzzamanın en belirgin vasfı, "Kur’an mufessiri" olmasıdır. Bu konuda şoyle der:
“Kur'an-ı Hakim'in dergahında, bir dilenci hadim hukmundeyim.”
“Derd benimdir, deva Kur'anındır.”
Yazmış olduğu Risale-i Nur Kulliyatı, ayetlerin ve hadislerin yorumundan ibarettir. Risaleler mustakil bir dava olmayıp, İslam davasının izah ve isbatından ibarettir.
Cağın Onunde Bir Alim
Bediuzzaman, cağın gereklerini anlamış ve ona gore hizmetini yapmış bir İslam alimidir. Bazıları bu zamanın şartlarıyla eski zamanın şartlarını birbirinden ayırt edememişler, adeta zamanımıza gelememişlerdir. O, bu konuda şu veciz olcuyu ortaya koyar:
“Eski hal muhal…
Ya yeni hal veya izmihlal!”
Yani, zaman değişmiştir. Zamanın carklarını geriye doğru ceviremeyiz. Ya yeni hale uyum sağlanacak veya durum cok vahim olacaktır.
Eski devirlerde bileği kuvvetli olan galip gelirmiş. Ama artık gunumuzde bilim ve fen on plana cıkmış. Kaliteli aydın bir insan, sıradan binlerce kişiye bedel olabilir. Kim daha ziyade bilim ve fenne dayanırsa, o galip gelir. Yabancılar bununla bize galip geldiler. Artık sadece kalbin cesur olması yetmemektedir.
Geleceğe Yatırım
Ahir zaman, manen kış bir mevsimdir. Pek cok alim bu kışın şiddetinden feryad eder, ama nedense kıştan sonra gelecek bahara bir hazırlık yapmazlar. Bediuzzaman ise şoyle der:
“Cicekler baharda gelir. Oyle kudsi ciceklere zemin hazır etmek lazım gelir.”
Hizmet İnsanı
Bazı alimler vardır, kendi koşelerinde kalmış, ilmini başkalarıyla pek paylaş(a)mamıştır. Bediuzzaman ise bir “hizmet adamı”dır. O, şoyle der:
“Bir adamın kıy*meti, himmeti nisbetindedir.
Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek ba*şıyla kucuk bir millettir.”
İnsan, sosyal bir varlıktır. Hay*van gibi bir postla yaşayamadığından, toplum halinde yaşamaya mecburdur. Toplum halinde yaşama*nın da kolaylıklarıyla beraber, bir takım sorumlulukları vardır. Her insan kendi capında başkalarını da duşunmekle mukelleftir.
Bediuzzaman, “Alim olan mazur değil*dir.” der. Kendisi alim biri olarak şunu soyler:
“İlim itibariyle insanlara bir menfaat dokundurmak icin şer'an hizmete mukellef olduğumdan, hizmet etmek isterim.”
O, hizmet etmeyi doğal bir gorev olarak gorur. Arı icin bal vermek ne kadar doğalsa, Bediuzzaman icin de Kur’ana hizmet etmek, insanları aydınlatmaya calışmak o derece doğaldır.
Etrafı aydınlatmak isteyen nice insan yangın cıkarmakla suclandığı gibi, bazıları da Bediuzzamana nedense on yargıyla bakmışlardır. O, bunlara şoyle cevap verir:
“Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alakam yok.”
“Ben başka maksaddayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri duşunmeye kalbimde yer bırakmamış.”
İcimizden Biri
Bir batılı “Yolu sormuyorum, arkadaş arıyorum.” der. Bediuzzaman da benzeri bir şekilde kendine murid değil dava arkadaşı arar. O, cevresindekileri her soylediğini duşunmeden onaylayan kimseler olarak değil, araştırmacı muhakkikler olarak yetiştirmek ister. Bu meyanda şoyle der:
“Hicbir mufsid ben mufsidim demez. Daima suret-i haktan goru*nur. Yahut batılı hak gorur.
Evet, kimse demez ‘ayranım ekşidir.’
Fakat siz mihenge vurmadan almayınız.
Zira cok silik soz ticarette geziyor.
Hatta benim sozumu de, ben soylediğim icin husn-u zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de mufsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyo*rum.
Oyle ise her soylenen sozun kalbe girmesine yol vermeyiniz.
İşte size soylediğim sozler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın cıktı ise kalpte saklayınız. Bakır cıktı ise cok gıybeti ustune ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gonderiniz.”
Bir kısım toplum onderleri kendilerini adeta kusursuz gostermek icin gayret sarfederken, O şoyle der:
“Ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtac goruyorum.”
Ayrıca, kendisini hatasız zannetmenin hatalarına şoyle dikkat ceker:
“Aziz kardeşlerim! Ustadınız layuhti (hatasız) değil. Onu hatasız zannetmek hatadır.”
“Biliniz, kardeşlerim ve ders arkadaşlarım!
Benim hatamı gorduğunuz vakit serbestce bana soyleseniz mesrur olacağım.
Hatta başıma vursanız, ‘Allah razı olsun’ diyeceğim.
Hakk'ın hatırını muhafaza icin başka hatırlara bakılmaz.”
Karizmatik Bir Lider
Lider bir insan, beraber yuruduğu insanları onure etmeyi bilir, bir problem olduğunda en tatlı bir şekilde halleder, hatta gerekirse etrafta suclu aramak yerine kendini suclu olarak gorur. Bediuzzamanın etrafında bulunan bazı kimseler, kendi aralarında bir problem yaşadıklarında O, şu ibretli mektubu gonderir:
“Kardeşlerimden rica ederim ki: Sıkıntı veya ruh darlığından veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve cirkin sozlerle birbirine kusmesinler ve 'haysiyetime dokundu' demesinler. Ben o fena sozleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın. Bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim.”
Zuhd İnsanı
Zuhd, kalben dunyayı terk etmektir. Bediuzzaman, şayet istese dunyada saltanat surebileceği halde, sade bir hayatı tercih etmiştir. Hediye kabul etmemesi buna guzel bir ornektir. Aslında hediyeleşmek sunnettir. Ama bazı ozel durumlarda hediye almamak daha isabetli olur. Mesela, adaletiyle meşhur Omer bin Abdulaziz, Emevi hukumdarı olduktan sonra hediye almadı. Kendisine “Sunnete muhalif olarak nicin hediye almıyorsun?” diye sorulduğunda şu cevabı verirdi:
“Hz. Peygamber zamanında hediye gercekten hediye idi. Ama gunumuzde ruşvet haline geldi.”
Bediuzzaman hediye almama sebebini şoyle anlatır:
“Muhim bir tuccar dostum otuz kuruşluk bir cay getirdi, kabul etmedim.
"İstanbul'dan senin icin getirdim, beni kırma." dedi. Kabul ettim, fakat iki kat fiatını verdim.
Dedi: "Ne icin boyle yapıyorsun, hikmeti nedir?"
"Dedim: Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin icin, menfaatimi terk ediyorum. Cunku dunyaya tenezzul etmez, tama' ve zillete duşmez, hakikat mukabilinde dunya malını almaz, tasannua mecbur olmaz bir ustaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise,"
- Sadaka almaya mecbur olmuş,
- ehl-i servete tasannua muztar kalmış,
- tama' zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş,
- sadaka verenlere hoş gorunmek icin riyakarlığa temayul etmiş,
- ahiret meyvelerini dunyada yemeğe cevaz gostermiş bir ustaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe derecesine iner."
"İşte sana manen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruşluk menfaatimi aramak, bana ağır geliyor ve vicdansızlık telakki ediyorum. Sen madem fedakarsın; ben de o fedakarlığa mukabil, menfaatinizi menfaatime tercih ediyorum, gucenme!"
O da bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gucenmedi.”
Şefkat İnsanı
O, bahar ciceklerinin solmasından ızdırap duyacak kadar engin bir şefkate sahiptir. İhtiyarlara yonelik yazdığı “İhtiyarlar Risalesinde” gecen şu ifadelerinde, bu engin şefkatin yansımalarını acıkca gormekteyiz:
“Sizin en ihtiyarınız her ne kadar zahiren benden yaşlı ise de, manen ben onlardan daha ziyade ihtiyarlığımı tahmin ediyorum. Cunki fıtratımda rikkat-ı cinsiye ile acımak hissi ziyade bulunduğundan, kendi elemimden başka binler kardeşlerimin elemlerini de o şefkat sırrıyla cektiğimden, yuzler sene yaşamış gibi ihtiyarım."
"Ve siz ne kadar firak (ayrılık) belasını cekmiş iseniz, benim kadar o belaya maruz kalmamışsınız."
"Cunku oğlum yoktur ki yalnız oğlumu duşuneyim. Bendeki fıtri olan bu ziyade acımaklık ve şefkat, binler Musluman evladlarının, hatta masum hayvanların teellumlerine karşı dahi bir rikkat, bir elem, o sırr-ı şefkat ile hissediyordum."
"Hususi bir hanem yoktur ki fikrimi yalnız ona hasredeyim; belki bu memleket ile ve belki alem-i İslamın kıt'asıyla hanem gibi, hamiyet-i İslamiye noktasında alakadarım. Ve o iki buyuk hanedeki dindaşlarımın elemleriyle muteellim ve firaklarıyla mahzun oluyorum!”
Bir aile reisinin kendi ev ve evladıyla alakadar olması gibi, Bediuzzaman butun vatan evladını kendi cocukları ve tum İslam Dunyasını kendi evi olarak kabul etmiştir.
1952 de Eşref Edib’in kendisiyle yaptığı bir roportajda ifade ettiği şu cumleler O’nun ic dunyasını tahlilde bize muhim ipucları sunar:
"Bana ıztırap veren, yalnız İslamın maruz kaldığı tehlikelerdir… Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri duşunmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbali selamette olsa!"
"Ben, cemiyetin ic hayatını, manevi varlığını, vicdan ve imanını terennum ediyorum. Yalnız Kur'an'ın tesis ettiği tevhid ve iman esası uzerinde işliyorum ki, İslam cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gun, cemiyet yoktur."
"Bana, 'Sen şuna buna nicin sataştın?' diyorlar. Farkında değilim. Karşımda muthiş bir yangın var. Alevleri goklere yukseliyor. İcinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını sondurmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kosteklemek istemiş de ayağım ona carpmış; ne ehemmiyeti var? O muthiş yangın karşısında bu kucuk hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar duşunceler, dar goruşler!"
"Beni, nefsini kurtarmayı duşunen hodgam bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dunyamı da feda ettim, ahiretimi de. Seksen kusur senelik butun hayatımda dunya zevki namına bir şey bilmiyorum..."
Dahili ve Harici Cihad Farkı
Bazıları “cihad” denildiğinde “savaş” anlasalar da, cihad savaş demek değildir. Cihad kelimesi, cehdetmek, gayret gostermek anlamındadır. Cevremize baktığımızda, buyuk bir faaliyet ve hareketlilik gozumuze carpar. Kavram olarak cihad, bu faaliyet ve hareketliliğin Allah yolunda yonlendirilmiş şeklidir.
Bediuzzaman ulke dahilinde yapılacak cihad ile dış duşmanlara karşı yapılacak cihadı cok net ifadelerle birbirinden ayırır. Sozgelimi, dıştan bir ulke saldırdığında silahla karşılık verilir ve savaşılır. Ama ulke dahilinde yapılacak olan cihad, manevi bir mucadeledir. Kendisinin ifadesiyle:
“Bizler asayişi muhafazayı netice veren musbet iman hizmeti icinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şukurle mukellefiz."
"…Cunku asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevisidir. Manevi tahribatına karşı sed cekmektir. Bununla dahili asayişe butun kuvvetimizle yardım etmektir."
"Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek icindir… Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak harici tecavuze karşı istimal edilebilir… Vazifemiz, dahildeki asayişe butun kuvvetimizle yardım etmektir."
"…Haricteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır."
"…Biz butun kuvvetimizle dahilde ancak asayişi muhafaza icin musbet hareket edeceğiz.”
Musbet Hareket
Ulke dahilinde yapılacak cihadda en muhim bir esas musbet hareket etmektir. Bediuzzamanın ifadesiyle:
“Aziz kardeşlerim,
Bizim vazifemiz musbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir.”
“Din dahilde menfi bir tarzda istimal edilmez.” (Yani din ulke icinde menfi olaylara alet edilemez.)
Yapılması gereken,
· insanları dine meylettirmek
onları teşvik etmek
dini gorevlerini hatırlatmaktır.
Yoksa “dinsizsiniz!” dese onları tecavuze sevkeder.
Din aslında hicbir zumrenin tekelinde değildir. Herkesin hak dinden istifade etmek, hem hakkı, hem gorevidir.
Musbet hareket, “kahrolsun karanlık!” demek yerine bir mum yakmayı oğretir. Batıl ilahlara sovmek yerine Allah’ın adını anmayı ders verir.
Musbet hareket, yıkmayı değil yapmayı, tahribi değil tamiri esas alır.
Musbet hareket, başkalarının kusur ve noksanlarını ortaya koymak yerine, İslam'ın guzelliğini ilan etmeyi oğretir.
Musbet hareket, mutedil hareketi netice verir, insanı taşkınlık ve şaşkınlıktan kurtarır, fevri davranışlara sed ceker.
Musbet hareket, gorunuşte pasif, ama gercekte en etkili bir metottur. Meşhur ornek ile anlatmak gerekirse, ruzgar ve guneş yolda giden bir adamın sırtındaki paltoyu cıkartmak icin bahse girmişler. Once ruzgar denemiş, gittikce sur’atini artırarak adamın paltosunu cıkarmaya calışmış. O şiddetini artırdıkca adam paltosuna daha şiddetle sarılmış. Ardından guneş devreye girmiş, hararetini azıcık artırması adamın paltoyu cıkarmasına yetmiş.
İşte musbet hareket, temsildeki guneşin hareketine benzer. İlk bakışta ortalıkta bir şey yok gibidir. Ama sonuca baktığımızda muhteşem bir sonuc bizi beklemektedir.
Cahilliğe-Fakirliğe-Ayrılığa Karşı Cihad
XX. yuzyılın başlarında, Bediuzzaman ulke dahilinde yapılacak cihadla ilgili olarak şu hedefi gosterir:
"Bizim duşmanımız, ‘cehalet, zaruret, ihtilaftır.’
Bu uc duşmana karşı ‘san'at, marifet, ittifak’ silahıyla cihad edeceğiz."
Aradan gecen bir asırlık zaman biriminde bu uc duşmanla yapılan cihad henuz kazanılmış değildir. Cahillik, ekonomik geri kalmışlık ve Muslumanlar arasında ayrılık hala devam etmektedir.
Yaşadığımız cağa “bilgi ve teknoloji cağı” adı verilmektedir. İlk emri “oku!” olan bir dinin mensupları bu meselede cağa ayak uydurmada zorlanmamaları gerekir.
Ote yandan, ekonomik alanda nice gayr-ı Muslim ulke Muslumanlardan daha ileri vaziyettedir. Boyle bir durum ise, İslamın evrensel intişarına ciddi bir engeldir.
Ayrıca, aynı dine mensup olan, aynı gaye icin calışan, aynı değerleri paylaşan Muslumanların adeta “ittifak etmeme hususunda ittifak etmeleri” acı bir gercektir.
İşte, bu uc duşmana karşı verilecek mucadele, Muslumanları canlandıracak, evrensel barışa muazzam bir katkıda bulunacaktır.
Sivil İtaatsizlik
Bediuzzaman 1926-1950 yılları arasında surgun hayatı yaşadı, bu arada uc defa hapsedildi. Vefat ettiği yıl olan 1960’a kadar da gozetlemeler devam etti. Fakat O, hicbir zaman devlete isyan eden biri olmadı ve talebelerini de oyle hareketlerden alıkoydu.
Şuphesiz O’nun bu tarz tavrı, o donemlerde yapılan bir takım yanlışları kabul etmek anlamına gelmiyordu. Kendisinin mahkemede kullandığı şu ifadelerinde bu noktayı acıkca gorebiliriz:
“Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek butun butun ayrıdır. Ehl-i hukumet ele bakar, kalbe bakmaz.”
Bediuzzamanın savunduğu bu ince noktalar, artık gunumuzde evrensel hukuk cercevesinde gittikce yukselen kıymetler halini almaktadır. Din ve vicdan hurriyeti, fikir hurriyeti gibi değerler dunyanın her tarafında genel kabul gormeğe başlamıştır.
Bediuzzaman yanlış uygulamalara “fikren ve kalben taraftar olmadıklarını” acıkca beyan etmekten cekinmez. Fakat bu yanlış uygulamalardan hareketle isyan cihetine de gitmez. Boyle bir hareketin cok acı sonuclar doğurabileceğini nazara verir. İdarede olanlara şoyle seslenir:
“Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil. Cunku idarenizi, asayişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki, hic layık olmadığınız halde 'Kalp de bizi sevsin' demeye?”
Bediuzzamanın nazara verdiği “bir şeyi reddetmek başkadır ve onun ile amel etmemek butun butun başkadır” manası gunumuz dunyasında geniş revac bulmaktadır. Ozellikle sivil toplum kuruluşları mevcut hukumetlerin yanlışları olduğunda harekete gecip bu yanlışların onunu almaya calışmaktadırlar. Bu bir isyan değildir, ama aynen kabul de değildir. Hata hata olarak gorulmekte, bunyede zarar vermeksizin tedavisi cihetine gidilmektedir.
Asayiş Muhafızı
Bediuzzaman asayişi “her turlu dunyevi saadetin esası” olarak gorur. “Yuz ruhum olsa asayişe feda ediyorum.” der.
Talebelerini de asayişin manevi muhafızları olarak yetiştirir. Uhuvvet Risalesinde verdiği şu ornek konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır:
“Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir cani var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye calışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hatta birtek masum, dokuz cani olsa, yine o gemi hicbir kanun-u adaletle batırılmaz.”
Teror eylemlerinde ise boyle bir ince olcu, boylesine insaflı bir yaklaşım asla soz konusu değildir. Terorun hakim olduğu toplumlar mayınlı arazi gibi guvenden uzak olur. Her an bir bomba patlayabilir, her an serseri bir kurşun hedefe veya bir masuma isabet edebilir.
Bir Musluman, eğer dini gercek şekliyle biliyorsa, asla terorist olamaz. Ancak “dinde hassas, akli muhakemede noksan” bazıları hemen her toplumda gorulduğu gibi, İslam toplumlarında da bulunabilir. Boylelerinin yanlışlarıyla İslamı ve Muslumanları karalamaya calışmak akla- mantığa ve insafa sığan bir tavır olamaz.
Siyaset Ustu Bir Kur’an Hizmeti
Siyaset, yonetime talip olmaktır. Şuphesiz bazıları siyaseti esas alıp hizmet etmeye calışabilirler ve hizmet de edebilirler. Bediuzzaman ise siyasetustu bir hizmet metoduyla insanlara faydalı olmaya calışır.
Bediuzzaman “Kur'an ve iman hizmetinin kendisini siyasetten men ettiğini" soyler ve bunu şoyle acıklar:
“Hakaik-i imaniye ve Kur'aniye birer elmas hukmunde olduğu halde, siyasetle alude olsaydım, elimdeki o elmaslar, kandırılabilen avam tarafından, 'Acaba taraftar kazanmak icin bir siyaset propagandası değil mi?' diye duşunurler. O elmaslara adi şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hukmune gecer.”
İşte boyle ciddi sebeplerden dolayı siyasetin icine girmeden vatan evladına faydalı olmaya calışan Bediuzzaman, siyasilere de zaman zaman mektuplar gondererek Kur’an-iman hesabına tavsiyelerde bulunur.
Bu siyasetustu metodun sonucu olarak, ceşitli partilere mensup kimseler gunumuzde de O’nun eserlerinden istifade etmektedirler.
Medenilere Galebe
On dort asırlık İslam tarihine baktığımızda gayri muslimlerle yapılan pek cok kanlı savaşlar goruruz. Gunumuzde dıştan bir saldırı olduğunda “sıcak savaş” bir hak, hatta bir gorev olmakla beraber, Bediuzzaman normal şartlar altında barış ve diyaloğa taraftardır. Bunu şoyle ifade eder:
“Medenilere galebe calmak ikna iledir, soz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.
Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur.”
İslam'ın guzelliğini fiilen gostermek onu en guzel bir şekilde temsil ve tebliğ etmek anlamına gelir. Bu layıkıyla yapıldığında dunyanın her tarafından nice insanlar gruplar halinde İslama koşacaklardır.
Kendisinin şu cumleleriyle konuyu noktalayalım:
“Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-asa bir baharda geleceksiniz… Şimdi ekilen tohumlar, zemininizde cicek acacak*tır.”
KAYNAK
__________________