4957 - İbnu Abbas radıyallahu anhuma anlatıyor: "Hz. İbrahim beraberinde Hz. İsmail aleyhimasselam ve onu henuz emzirmekte olan annesi olduğu halde ilerledi. Kadının yanında bir de su tulumu vardı. Hz. İbrahim, kadını Beyt'in yanında, Devha denen buyuk bir ağacın dibine bıraktı. Burası Mescid'in yukarı tarafında ve Zemzem'in tam ustunde bir nokta idi. O gun Mekke'de kimse yaşamıyordu, orada hic su da yoktu. İşte Hz. İbrahim anne ve cocuğunu buraya koydu, yanlarına, icerisinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ile su bulunan bir tuluk bıraktı.

Hz. İbrahim aleyhisselam bundan sonra(emr-i ilahi ile) arkasını donup (Şam'a gitmek uzere) oradan uzaklaştı. İsmÂil'in annesi, İbrahim'in peşine duştu (ve ona KedÂ'da yetişti).

"Ey İbrahim, bizi burada, hicbir insanın hicbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?" diye seslendi. bu sozunu birkac kere tekrarladı. Hz. İbrahim, (emir gereği) ona donup bakmadı bile. Anne, tekrar (ucuncu kere) seslendi:

"Boyle yapmanı sana Allah mı emretti?" dedi. Hz. İbrahim bunun uzerine: "Evet!" buyurdu. Kadın:

"Oyleyse (Rabbimiz hafizimizdir), bizi burada perişan etmez!" dedi, sonra geri dondu. Hz. İbrahim de yoluna devam etti. Kendisini goremeyecekleri Seniyye (tepesine) gelince Beyt'e yoneldi, ellerrini kaldırdı ve şu duaları yaptı: "Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmınnı, senin hurmetli Beyti'inin yanında, ekinsiz bir vÂdide yerleştirdim -namazlarını Beyt'inin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mu'min olanlarrın gonullerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şukretsinler" (İbrahim 37).

İsmail'in annesi, cocuğu emziriyor, yanlarındaki sudan iciyordu. Kaptaki su bitince susadı, (sutu de kesildi), cocuğu da susadı (İsmail bu esnada iki yaşında idi). Kadıncağız (susuzluktan) kıvranıp ızdırap ceken cocuğa bakıyordu. onu bu halde seyretmenin acısına dayanamayarak oradan kalktı, kendisine en yakın bulduğu Safa tepesine gitti. Uzerine cıktı, birilerini gorebilirmiyim diye (o gun derin olan) vadiye yonelip etrafa baktı, ama kimseyi goremedi. safa'dan indi, vadiye ulaştı, entarisinin eteğini topladı. Ciddi bir işi olan bin insanın koşusuyla koşmaya başladı. Vadiyi gecti. Merve tepesine geldi, uzerine cıktı, oradan etrafa baktı, bir kimse gormeye calıştı. Ama kimseyi goremedi. bu gidip-gelişi yedi kere yaptı. İşte (hacc esnasında) iki tepe arasında hacıların koşması buradan gelir.

Anne, (bu sefer) Merve'ye yaklaşınca bir ses işitti. Kendi kendine: "Sus" dedi ve sese kulağını verdi. O sesi yine işitti. Bunun uzerine:

"(Ey ses sahibi!) sen sesini işittirdin, bir yardımın varsa (gecikme)!" dedi. Derken Zemzem'in yanında bir melek (tecelli etti). Bu Cebrail'di. Cebrail kadına seslendi: "Sen kimsin?" Kadın: "Ben HÂcer'im, İbrahim'in oğlunun annesi..."

"İbrahim sizi kime tevkil etti?"

"Allah TeÂla'ya."

"her ihtiyacınızı gorecek ZÂt'a tevkil etmiş."

Ayağının okcesi -veya kanadıyla- yeri eşeliyordu. Nihayet su cıkmaya başladı. Kadın (boşa akmaması icin) suyu eliyle havuzluyordu. Bir taraftan da sudan kabına doldurdu. Su ise, kadın aldıkca dipten kaynıyordu."

İbnu Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: "Allah İsmail'in annesine rahmetini bol kılsın, keşke zemzemi olduğu gibi akar bıraksaydı da avuclamasaydı. Bu takdirde (zemzem, kuyu değil) akar su olacaktı."

Kadın sudan icti, cocuğunu da emzirdi.

Melek, kadına:

"Zayi ve helak oluruz diye korkmayın! Zira, Allah TeÂla Hazretleri'nin burada bir Beyt'i olacak ve bunu da şu cocuk ve babası bina edecek. Allah TeÂla Hazretleri o işin sahiplerini zayi etmez!" dedi. Beyt yerden yuksekti, tıpkı bir tepe gibi. Gelen seller sağını solunu aşındırmıştı.

Kadın bu şekilde yaşayıp giderken, oraya Curhum'den bir kÂfile uğradı. Oraya Ked yolundan gelmişlerdi. Mekke'nin aşağısına konakladılar. Derken orada bir kuşun gelip gittiğini gorduler.

"Bu kuş su uzerine donuyor olmalı, (burada su var). Halbuki biz bu vadide su olmadığını biliyoruz!" dediler. Durumu tahkik icin, yine de bir veya iki atik adam gonderdiler. Onlar suyu gorunce geri donup haber verdiler. Curhumluler oraya gelip, suyun başında İsmail'in annesini buldular.

"Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?" dediler. Kadın:

"Evet! Ama suda hakkınız olmadığını bilin!" dedi. Onlar da:

"Pekala!" dediler. AleyhissalÂtu vesselam der ki:

"Unsiyet istediği bir zamanda bu teklif İsmail'in annesine uygun geldi. Onlar da oraya indiler. Sonra geride kalan adamlarına haber saldılar. Onlar da gelip burada konakladılar. Zamanla orada coğaldılar. Cocuk da buyudu. Onlardan Arapca'yı oğrendi. Buyuduğu zaman onlar tarafından en cok sevilen, hoşlanılan bir genc oldu. Buluğa erince, kendilerinden bir kadınla evlendirdiler. Bu sırada İsmail'in annesi vefat etti.

Derken Hz. İbrahim aleyhisselam, İsmail'in evlenmesinden sonra oraya gelip, bıraktığı (hanımını ve oğlunu) aradı. İsmail'i bulamadı. Hanımından İsmail'i sordu. Kadın:

"Rızkımızı tedarik etmek uzere (avlanmaya) gitti" dedi. Hz. İbrahim, bu sefer gecimlerini, hallerini sordu. Kadın:

"Halimiz fena, darlık ve sıkıntı icindeyiz!" diyerek şikayetvari konuştu. Hz. İbrahim:

"Kocan gelince, ona benden selam etve "kapısının eşiğini değiştirmesini" soyle!" dedi. İsmail geldiği zaman, sanki bir şey sezmiş gibiydi:

"Eve herhangi bir kimse geldi mi?" diye sordu. Kadın:

"Evet şu şu evsafta bir ihtiyar geldi. senden sordu, ben de haberini verdim, yaşayışımızdan sordu, ben de sıkıntı ve darlık icinde olduğumuzu soyledim" dedi. İsmail:

"sana bir tavsiyede bulundu mu?" dedi. Kadın:

"Evet! sana selam soylememi emretti ve kapının eşiğini değiştirmeni soyledi!" dedi. İsmail:

"Bu babamdı. seninle ayrılmamı bana emretmiş. Haydi artık ailene git!" dedi ve hanımını boşadı. Curhumlulerden bir başka kadınla evlendi.

Hz. İbrahim onlardan yine uzun muddet ayrı kaldı. Bilahare bir kere daha gormeye geldi. Yine İsmail'i evde bulamadı. Hanımının yanına gelip, İsmail'i sordu. Kadın:

"Maişetimizi kazanmaya gitti!" dedi. Hz. İbrahim:

"Haliniz nasıldır?" dedi, gecimlerinden, durumlarından sordu. Kadın:

"İyiyiz, hayır uzereyiz, bolluk icindeyiz" diye Allah'a hamd ve senada bulundu.

"Ne yiyorsunuz?" diye sordu. Kadın:

"Et yiyoruz!" dedi.

"Ne iciyorsunuz?" diye sorunca da:

"Su!" dedi. Hz. İbrahim:

"Allahım, et ve suyu haklarında mubarek kıl!" diye dua ediverdi." Aleyhissalatu vesselam der ki:

"O gun onların hububatı yoktu. Eğer olsaydı Hz. İbrahim, hububatları icin de dua ediverirdi."

İbnu Abbas der ki: "Bu iki şey (et ve su) Mekke'den başka hicbir yerde Mekke'deki kadar sıhhata muvafık duşmez (karın sancısı yaparlar). (Bu, Hz. İbrahim'in duasının bir bereketi ve neticesidir).

(Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm Hz. İbrahim'den anlatmaya devam etti: )

"İbrahim (İsmail'in hanımına) dedi ki:

"Kocan geldiği zaman, benden ona selam soyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını emret!" (Cunku eşik, evin dirliğidir). "Hz. İsmail gelince (evde babasının kokusunu buldu ve) "yanınıza bir uğrayan oldu mu?" diye sordu. Kadın:

"Evet, bize yaşlı bir adam geldi, kılık kıyafeti duzgundu!" dedi ve (ihtiyar hakkında) bir kısım ovgulerden sonra:

"Benden seni sordu. Ben de haber verdim. Yaşayışımızın nasıl olduğunu sordu, ben de hayır uzere olduğumuzu soyledim!" dedi. İsmail:

"Sana bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu. Kadın:

"Evet sana selam ediyor, kapının eşiğini sabit tutmanı emrediyor" dedi. Hz. İsmail:

"Bu babamdı. Eşik de sensin, seni tutmamı, evliliğimizin devamını emrediyor! (Sen yanımda değerli idin, kıymetin şimdi daha da arttı" der ve kadın İsmail'e on erkek evlad doğurur.)

Sonra, Hz. İbrahim Allah'ın dilediği bir muddet onlardan ayrı kaldı. Derken bir muddet sonra yanlarına geldi. Bu sırada Hz. İsmail Zemzem'in yanındaki Devha ağacının altında kendisine ok yapıyordu. Babasını gorunce ayağa kalkıp karşılamaya koştu. Baba-oğul karşılaşınca yaptıklarını yaptılar (kucaklaştılar, el, yuz, goz opuldu).

Sonra Hz. İbrahim:

"Ey İsmail! Allah TeÂla Hazretleri bana ciddi bir iş emretti" dedi. İsmail de:

"Rabbinin emrettiği şeyi yap!" dedi. Hz. İbrahim:

"Bu işte bana sen yardım edecek misin?" diye sordu. O da:

"Evet sana yardım edeceğim!" diye cevap verdi. Bunnun uzerine Hz. İbrahim:

"Allah-TeÂla Hazretleri, bana burada bir Beyt yapmamı emretti!" diyerek etrafına nazaran yuksekce bir tepeyi gosterdi."

(İbnu Abbas) dedi ki: "İsmail'le İbrahim işte orada Ka'be'nin (daha onceki) temellerini yukselttiler. Hz. İsmail taş getiriyor, Hz. İbrahim de duvarları oruyordu. Bina yukselince, Hz. İsmail, babası icin (bugun Makam olarak bilinen) şu taşı getirdi. Yukselen duvarı orerken, Hz. İbrahim (iskele olarak) onun ustune cıkıyordu. İsmail de ona (aşağıdan) taş veriyordu. Bu esnada onlar:

"Ey Rabbimiz! (Bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen goren ve bilensin!" diyorlardı."

İbnu Abbas der ki: "Hz. İsmail ve Hz. İbrahim binayı yaparken (zaman zaman) etrafında dolaşarak: "Ey Rabbimiz (bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen goren ve bilensin!" (Bakara 127) diye dua ediyorlardı."

Buhari, Enbiya 8.

ASHABU'L-UHDÛD

4958 - Hz. Suheyb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm buyurdular ki:

"Sizden oncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca Kral'a: "Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan cocuğu gonder de sihir yapmayı oğreteyim!" dedi. Kral da oğretmesi icin ona bir oğlan gonderdi. Oğlanın gectiği yolda bir rÂhip yaşıyordu. (Bir gun giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza gittikce, rÂhibe uğruyor, yanında (bir muddet) oturup onu dinliyordu.

(Bir gun) delikanlıyo sihirbaz, yanına gelince dovdu. Oğlan da durumu rÂhibe şikayet etti. Rahip ona:

"Eğer sihirbazdan (dovecek diye) korkarsan: "Ailem beni oyaladı!" de; ailenden korkacak olursan, "beni sihirbaz oyaladı" de!" diye tenbihte bulundu.

O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş bulunan buyuk bir canavara rastladı. (Kendi kendine: )

"Bugun bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahip mi efdal!" diye mırıldandı. Bir taş aldı ve:

"Allahım! Eğer rÂhibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı oldur de insanlar gecsinler!" deyip, taşı fırlattı ve hayvanı oldurdu. İnsanlar yollarına devam ettiler. Delikanlı rÂhibe gelip durumu anlattı. Rahib ona:

"Evet! Bugun sen benden efdalsin (ustunsun)! Goruyorum ki, yuce bir mertdebedesin. Sen imtihan gecireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!" dedi. Oğlan anadan doğma korleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı. Onu kralın gozlyeri kor olan arkadaşı işitti. Bircok hediyeler alarak yanına geldi ve: "Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir" dedi. O da:

"Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah'tır. Eğer Allah'a iman edersen, sana şifa vermesi icin dua edeceğim. O da şifa verecek!" dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi.

Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral:

"Gozunu sana kim iade etti?" diye sordu.

"Rabbim!" dedi. Kral:

"Senin benden başka bir Rabbin mi var?" dedi. Adam:

"Benim de senin de Rabbimiz Allah'tır!" cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O kadar ki, (gozunu tedavi eden ve Allah'a iman etmesini sağlayan) oğlanın yerini de gosterdi. Oğlan da oraya getirildi. Kral ona:

"Ey oğul! Senin sihrin korlerin gozunu acacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!" dedi. Oğlan:

"Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah'tır!" dedi. Kral onu da tevkif ettirip işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da rÂhibin yerini haber verdi. Bunun uzerine rÂhip getirildi. Ona:

"Dininden don!" denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bolundu ve iki parcası yere duştu. Sonra oğlan getirildi. Ona da:

"Dininden don!" denildi. O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti.

"Onu falan dağa goturun, tepesine kadar cıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden donmesini talep edin); donerse ne Âla, aksi takdirde dağdan aşağı atın!" dedi. Gittiler onu dağa cıkardılar. Oğlan:

"Allahım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana kifayet et!" dedi. Bunun uzerine dağ onları salladı ve hepsi de duştuler. Oğlan yuruyerek kralın yanına geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?" dedi.

"Allah, onlara karşı bana kifayet etti" cevabını verdi. Kral onu adamlarından bazılarına teslim etti ve:

"Bunu bir gemiye goturun. denizin ortasına kadar gidin. Dininden donerse ne Âla, değilse onu denize atın!" dedi. Soylendiği şekilde adamları onu goturdu. Oğlan orada: "Allahım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!" diye dua etti. Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Cocuk yine yuruyerek hukumdara geldi. Kral:

"Arkadaşlarıma ne oldu?" diye sordu. Oğlan.

"Allah onlara karşı bana kifayet etti" dedi. Sonra Kral'a:

"benim emrettiğimi yapmadıkca sen beni olduremeyeceksin!" dedi. Kral: "O nedir?" diye sordu. Oğlan:

"İnsanları geniş bir duzlukte toplarsın, beni bir kutuğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştir ve: "Oğlanın Rabbinin adıyla" dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni oldurursun!" dedi. Hukumdar, hemen halkı bir duzlukte topladı. Oğlanı bir kutuğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi. Sonra:

"Oğlanın Rabbinin adıyla!" dedi ve oku fırlattı. Ok cocuğun şakağına isabet etti. Cocuk elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah'ın rahmetine kavuşup oldu. Halk:

"Oğlanın Rabbine iman ettik!" dediler. Halk bu sozu uc kere tekrar etti. Sonra krala gelindi ve:

"Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk oğlannın Rabbine iman etti!" denildi. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İclerinde ateşler yakıldı. Kral:

"Kim dininden donmezse onu bunlara atın!" diye emir verdi. Yahut hukumdara "sen at!" diye emir verildi.

İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde cocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın oraya duşmekten cekinmişti, cocuğu:

"Anneciğim sabret. zira sen hak uzeresin!" dedi."

Muslim, Zuhd 73, (3005); Tirmizi, Tefsir, Burûc, (3337).

BEŞİKTE KONUŞANLARIN KISSASI

4959 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm buyurdular ki: "Uc kişi dışında hic kimse beşikte iken konuşmamıştır. Bunlar: Hz. İsa İbnu Meryem aleyhima's-selam, Cureyc'in arkadaşı.

Cureyc, kendini ibÂdete vermiş Âbid bir kuldu. Bir manastıra cekilmiş orada ibadetle meşguldu. Derken bir gun annesi yanına geldi, o namaz kılıyordu.

"Ey Cureyc! (Yanıma gel, seninle konuşacağım! Ben annenim)" diye seslendi. Cureyc:

"Allahım! Annem ve namazım (hangisini tercih edeyim?" diye duşundu). Namazına devama karar verdi.

Annesi cağırmasını (her defasında uc kere olmak uzere) uc gun tekrarladı. (Cevap alamayınca) ucuncu cağırmanın sonunda:

"Allahım, kotu kadınların yuzunu gostermedikce canını alma!" diye bedduada bulundu. Beni İsrail, aralarında Cureyc ve onun ibadetini konuşuyorlardı. O diyarda guzelliğiyle herkesin dilinde olan zÂniye bir kadın vardı.

"Dilerseniz ben onu fitneye atarım" dedi. Gidip Cureyc'e sataştı. Ancak Cureyc ona iltifat etmedi.

Kadın bir cobana gitti. Bu coban Cureyc'in manastırı(nın dibi)nde barınak bulmuş birisiydi. Kadın onunla zina yaptı ve hÂmile kaldı. Cocuğu doğurunca:

"Bu cocuk Cureyc'ten!" dedi. Halk (ofkeyle) gelip Cureyc'i manastırından cıkarıp manastırı yıktılar, (hakaretler ettiler), kendisini de dovmeye başladılar, (linc edeceklerdi). Cureyc onlara:

"Derdiniz ne?" diye sordu.

"Şu fahişe ile zina yaptın ve senden bir cocuk doğurdu!" dediler. Cureyc:

"Cocuk nerede, (getirin bana?)" dedi. Halk cocuğu ona getirdi. Cureyc:

"Bırakın beni, namazımı kılayım!" dedi. Bıraktılar ve namazını kıldı. Namazı bitince cocuğun yanına gitti, karnına durttu ve:

"Ey cocuk! Baban kim?" diye sordu. Cocuk: "Falanca coban!" dedi. Bunun uzerine halk Cureyc'e gelip onu opup okşadı ve: "senin manastırını altından yapacağız!" dedi. Cureyc ise:

"Hayır! Eskiden olduğu gibi kerpicten yapın!" dedi. Onlar da yaptılar.

(Ucuncusu): Bir zamanlar bir cocuk annesini emiyordu. Oradan şahlanmış bir at uzerinde kılık kıyafeti guzel bir adam gecti. Onu goren kadın:

"Allah'ım şu oğlumu bunun gibi yap!" diye dua etti. Cocuk memeyi bırakarak adama doğru yonelip baktı ve:

"Allahım beni bunun gibi yapma!" diye dua etti. Sonra tekrar memesine donup emmeye başladı."

Ebu Hureyre der ki: "Ben Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm'ı, şehadet parmağını ağzına koyup emmeye başlayarak, cocuğun emişini taklid ederken gorur gibiyim."

(Resulullah anlatmaya devam etti:

"(Sonra annenin yanından) bir kalabalık gecti. Ellerinde bir cÂriye vardı. Onu dovuyorlar ve:

"(Seni zÂni seni!) Zina yaparsın, hırsızlık yaparsın ha!" diyorlardı. CÂriye ise:

"Allah bana yeter, o ne iyi vekildir!" diyordu. Cocuğun annesi:

"Allahım cocuğumu bunun gibi yapma!" dedi. Cocuk yine emmeyi bıraktı, cÂriyeye baktı ve:

"Allahım beni bunun gibi yap!" dedi. İşte burada anne-evlat karşılıklı konuşmaya başladılar: (Anne dedi ki:

"Boğazı tıkanasıca! Kıyafeti guzel bir adam gecti. Ben: "Allahım, oğlumu bunun gibi yap" dedim. sen: "Allahım! Beni bunun gibi yapma!" dedin. Yanımızdan cariyeyi doverek, zina ve hırsızlık yaptığını soyleyerek gecenler oldu. Ben: "Allahım, oğlumu bunun gibi yapma" dedim. sen ise: "Allahım, beni bunun gibi yap!" dedin).
Oğlu şu cevabı verdi:

"Guzel kıyafetli bir adam gecti. Sen: "Allahım, oğlumu bunun gibi yap!" dedin, ben ise: "Allahım beni bunun gibi yapma!" dedim. Yanımızdan bu cÂriyeyi gecirdiler. Onu hem dovup hem de: "Zina ettin, hırsızlık ettin!" diyorlardı. Sen: "Allahım, oğlumu bunun gibi yapma!" dedin. Ben ise: "Allahım, beni bunun gibi yap!" dedim. (Sebebini acıklayayım: ) O atlı adam cebbÂr zalimin biriydi. Ben de: "Allahım beni boyle yapma!" dedim. "Zina ettin, hırsızlık ettin!" dedikleri şu zavallı cariye ise ne zina yapmıştı, ne de calmıştı! Ben de "Allahım beni bunun gibi yap!" dedim."

Buhari, Enbuya 50, Amil fi's-SalÂt 7; Muslim, Birr 7, 8, (2550). Metin Muslim'den alınmadır.

MAĞARA ASHABININ KISSASI

4960 - İbnu Omer radıyallahu anhuma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm buyurdular ki:

"Sizden once yaşayanlardan uc kişi yola cıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve icine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını uzerlerine kapadı. Aralarında:

"sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatci kılarak Allah'a yapacağınız dualar kurtarabilir!" dediler. Bunun uzerine birincisi şoyle dedi:

"Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları cok kollar, akşam olunca onlardan once ne ailemden ne de hayvanlarımdan hicbirini yedirip icirmezdim. Bir gun ağac arama işi beni uzaklara attı. Eve donduğumde ikisi de uyumuştu. Onlar icin sutlerini sağdım. HÂla uyumakta idiler. Onlardan once aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim icin cocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise sut kapları elimde, onların uyanmalarını beklliyordum. Derken şafak soktu:

"Ey Allahım! Bunu senin rızan icin yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!"

Taş bir miktar acıldı. Ama cıkacakları kadar değildi.

İkinci şahıs şoyle dedi:

"Ey Allahım! benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten cok seviyordum. Ondan kÂm almak istedim. Ama bana yuz vermedi. Fakat gun geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yuzyirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada:

"Allah'ın muhrunu, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!" dedi. Ben de ona temasta bulunmaktan kacındım ve insanlar arasında en cok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.

Ey Allah'ım, eğer bunları senin rıza-yı şerifin icin yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar."

Kaya biraz daha acıldı. Ancak onlar cıkabilecek kadar acılmadı.

Ucuncu şahıs dedi ki: "Ey Allahım, ben işciler calıştırıyordum. Ucretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi (bir farak pirincten ibaret olan) ucretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kÂr ettirdim. Oyle ki cok malı oldu. Derken (yıllar sonra) cıkageldi ve:

"Ey Abdullah! bana olan borcunu ode!" dedi. Ben de:

"Butun şu gorduğun sığır, davar, deve ve koleler senindir. Git bunları al gotur!" dedim. Adam:

"Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi. Ben tekrar:

"Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al gotur!" diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı goturdu.

"Ey Allahım, eğer bunu senin rızan icin yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!" dedi. Kaya acıldı, cıkıp yollarına devam ettiler."

Buhari, Enbiya 50, Buyu' 98, İcÂre 12, Hars 13, Edeb 5; Muslim, Zikr 100, (2743); Ebu DÂvud, Buyû' 29, (3387).

KİFL KISSASI

4961 - İbnu Omer radıyallahu anhum anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm buyurdular ki:

"Sizden once yaşayanlar arasında Kifl adında biri vardı. Bildiğinden hic şaşmazdı. İhtiyac icinde olduğunu bildiği bir kadına gelerek, altmış dinar verdi. Kadından kÂm almak uzere teşebbuse gecince kadın, titredi ve ağladı. "Niye ağlıyorsun?" diye sorunca, kadın:

"Bu benim hic yapmadığım (haram) bir amel. Bu gunaha beni razı eden de fakrımdır!" dedi. Adam da:

"Yani sen şimdi Allah korkusuyla mı ağlıyorsun? Oyleyse, Allah'tan korkmaya ben senden daha layıkım! Haydi git, verdiğim para da senin olsun. Vallahi ben bundan boyle Allah'a hic asi olmayacağım!" dedi. Adam o gece oldu. Sabah, kapısında şu yazılı idi:

"Alah Kifl'i mağfiret etti!"

Halk bu duruma şaşırdı kaldı. Allah o devrin peygamberine Kifl'in durumunu vahyen bildirinceye kadar şaşkınlık devam etti."

Tirmizi, Kıyamet 49, (2498).

ÂD KAVMİNİ HELÂK EDEN RUZGÂRIN KISSASI

4962 - Ebu VÂil, Rebi'a kabilesinden el-HÂris İbnu Yezid el-Bekri adında bir adamdan naklen anlatıyor:

"Medine'ye gelmiştim, Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm'ın yanına gittim. Mescid, cemaatle dolu idi. Orada dalgalanan siyah bayraklar vardı. Hz. Bilal radıyallahu anh kılıcını kuşanmış, Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm'ın yanında duruyordu. Ben: "Bu insanların derdi ne, (ne oluyor)? diye sordum.

"Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm Amr İbnu'l-Âs'ı, Rebi'a'ya doğru gondermek istiyor, (onun hazırlığı var)!" dediler. Ben:

"Âd elcisi gibi olmaktan Allah'a sığınırım" dedim. AleyhissalÂtu vesselÂm: "Âd elcisi de nedir?" buyurdular. Ben:

"Bunu cok iyi bilen kimseye duştunuz. Âd (kavmi) kıtlığa uğrayınca Kayl'ı kendileri icin su aramaya gonderdi. Kayl da, Bekr İbnu MuÂviye'ye uğradı. O, buna şarap icirdi ve Mekke'de o sıralarda seslerinin ve tegannisinin guzelliğiyle meşhur CerÂde isminde iki cariye de şarkılar soyledi. (Bu suretle bir ay kadar kaldıktan) sonra, Muhre (İbnu HaydÂn Kabilesi'nin) dağına muteveccihen oradan ayrıldı. Dedi ki:

"Ey Allahım! Ben sana ne tedavi edeceğim bir hasta, ne de fiyesini odeyeceğim bir esir icin gelmedim. Sen kulunu, sulayıcı olduğun muddetce sula. Onunla birlikte Bekr İbnu MuÂviye'yi de sula. -Boylece kendisine icirdiği şarap icin ona teşekkur eder.-

Bunun uzerine onun icin uc parca bulut yukseltildi. Biri kızıl, biri beyaz, biri de siyah. Ona: "bunlardan birini sec!" denildi. O, bunlardan siyah olanını secti. Ona:

"Âd kavminden tek kişiyi bırakmayıp helak edecek bu bulutu toz duman olarak al!" denildi."

Bunu soyleyince AleyhissalÂtu vesselÂm:

"(Onlara) sadece şu -yuzuk halkası- miktarında ruzgÂr gonderildi" buyurdular ve arkasından şu meÂldeki Âyet-i kerimeyi tilavet ettiler: "Âd (kavminin helÂk edilmesinde) de (ibret vardır). hani onların uzerine o kısır ruzgÂrı gondermiştik. Oyle bir ruzgÂr ki, her uğradığı şeyi (yerinde) bırakmıyor, mutlaka onu kul gibi savuruyordu" (Zariyat 41-42).

Tirmizi, Tefsir, Zariyat, (3269, 3270).

KEL, ALATENLİ VE ÂMÂ'NIN KISSASI

4963 - Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm buyurdular ki:

"Benî İsrail'den uc kişi vardı: Biri alatenli, biri kel, biri de ÂmÂ. Allah bunları imtihan etmek istedi. Bu maksadla onlara (insan suretinde) bir melek gonderdi.

Melek once alatenliye geldi. Ve: "En cok neyi seversin?" dedi. Adam:

"Guzel bir renk, guzel bir cild, insanları benden tiksindiren halin gitmesini!" dedi. Melek onu meshetti. Derken cirkinliği gitti, guzel bir renk, guzel bir cild sahibi oldu. Melek ona tekrar sordu:

"Hangi mala kavuşmayı seversin?"

"Deveye!" dedi, adam. Anında ona on aylık hamile bir deve verildi.

Melek:

"Allah bunları sana mubarek kılsın!" deyip (kayboldu) ve Kel'in yanına geldi.

"En ziyade istediğin şey nedir?" dedi. Adam:

"Guzel bir sac ve halkı ikrah ettiren şu halin benden gitmesi!" dedi. Melek,keli elleriyle meshetti, adamın keli gitti. Kendisine guzel bir sac verildi. Melek tekrar:

"En cok hangi malı seversin?" diye sordu. Adam:

"Sığırı!" dedi. Hemen kendisine hÂmile biir inek verildi. Melek:

"Allah bu sığırı sana mubarek kılsın!" diye dua etti ve ÂmÂnın yanına gitti. Ona da: "En cok neyi seversin?" diye sordu. Adam:

"Allah7ın bana gozumu vermesini ve insanları gormeyi!" dedi. Melek onu meshetti ve Allah da gozlerini anında iade etti. Melek ona da:

"En cok hangi malı seversin?" diye sordu. Adam:

"Koyun!" dedi. Derhal doğurgan bir koyun verildi.

Derken sığır ve deve yavruladılar, koyun da kuzuladı. Cok gecmeden birinin bir vÂdi dolusu develeri, diğerinin bir vadi dolusu sığırları, oburunun de bir vadi dolusu koyunları oldu.

Sonra melek, alatenliye, onun eski hali ve heyetine burunmuş olarak geldi ve:

"Ben fakir bir kimseyim, yola devam imkanlarım kesildi. Şu anda Allah ve senden başka yardım edecek kimse yok! Sana şu guzel rengi, şu guzel cildi ve malı veren Allah aşkına bana bir deve vermeni talep ediyorum! TÂ ki onunla yoluma devam edebileyim!" dedi. Adam:

"(Olmaz oyle şey, onda nicelerinin) hakları var!" dedi ve yardım talebini reddetti. Melek de:

"Sanki seni tanıyor gibiyim!Sen ala tenli, herkesin ikrah ettiği, fakir birisi değil miydin? Allah sana (sıhhat ve mal) verdi" dedi. Ama adam:

"(Cok konuştun!) Ben bu malı buyuklerimden tevÂrus ettim!" diyerek onu tersledi. Melek de:

"Eğer yalancı isen Allah seni eski hÂline cevirsin!" dedi ve onu bırakarak kel'in yanına geldi. Buna da onun eski halinde kel birisi olarak gorundu. Ona da oburune soylediklerini soyleyerek yardım talep etti. Bu da onceki gibi talebi reddetti. Melek buna da:

"Eğer yalancıysan Allah seni eski hÂlinne cevirsin!" deyip, ÂmÂ'ya uğradı. Buna da onun eski hali heyeti uzere (yani bir Âm olarak) gorundu. Buna da:

"Ben fakir bir adamım, yolcuyum, yola devam etme imkÂnım kalmadı. Bugun, evvel Allah sonra senden başka bana yardım edecek yok! Sana gozunu iade eden Allah aşkına senden bir koyun istiyorum; ta ki yolculuğuma devam edebileyim!" dedi. Ama cevaben:

"Ben de Âm idim. Allah gozumu iade etti, fakirdim (mal verip) zengin etti. İstediğini al, istediğini bırak! Vallahi, bugun Allah adına her ne alırsan, sana zorluk cıkarmayacağım!" dedi. Melek de:

"Malın hep senin olsun! Sizler imtihan olundunuz. Senden memnun kalındı ama diğer iki arkadaşına gadap edildi" (ve gozden kayboldu)."

Buhari, Enmiya 50, Muslim Zuhd 10, (2964).

BİN DİNAR BORC ALANIN KISSASI

4964 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm Beni İsrail'den bin dinar borc para isteyen bir kimseden bahsetti. Beni İsrail'den borc talep ettiği kimse: "Bana şÃ‚hidlerini getir, onların huzurunda vereyim, şahid olsunlar!" dedi. İsteyen ise: "Şahid olarak Allah yeter!" dedi. Oburu: "Oyleyse buna kefil getir" dedi. Berikisi "Kefil olarak Allah yeter" dedi. Oburu:

"Doğru soyledin!" dedi ve belli bir vade ile parayı ona verdi. Adam deniz yolculuğuna cıktı ve ihtiyacını gordu. Sonra borcunu vadesi icinde odemek maksadıyla geri donmek uzere bir gemi aradı, ama bulamadı. Bunun uzerine bir odun parcası alıp icini oydu. Bin dinarı sahibine hitabeden bir mektupla birlikte oyuğa yerleştirdi. Sonra oyuğun ağzını kapayıp duzledi. Sonra da denize getirip:

"Ey Allahım, biliyorsun ki, ben falanndan bin dinar borc almıştım. Benden şahid istediğinde ben: "Şahid olarak Allah yeter!" demiştim. O da şahid olarak sana razı oldu. Benden kefil isteyince de: "Kefil olarak Allah yeter!" demiştim. O da kefil olarak sana razı olmuştu. ben ise şimdi, bir gemi bulmak icin gayret ettim, ama bulamadım. Şimdi onu sana emÂnet ediyorum!" dedi ve odun parcasını denize ettı ve odun denize gomuldu.

Sonra oradan ayrılıp, kendini memleketine goturecek bir gemi aramaya başladı. Borc veren kimse de, parasını getirecek gemiyi beklemeye başladı. Gemi yoktu ama, icinde parası bulanan odun parcasını buldu. Onu ailesine odun yapmak uzere aldı. (Testere ile) parcalayınca parayı ve mektubu buldu.

Bir muddet sonra borc alan kimse geldi. Bin dinarla adama uğradı ve:

"Malını getirmek icin aralıksız gemi aradım. Ancak benni getirenden daha once gelen bir gemi bulamadım" dedi. Alacaklı:

"Sen bana bir şeyler gondermiş miydin?" diye sordu. Oburu:

"Ben sana, daha once bir gemi bullamadığımı soyledim" dedi. Alacaklı:

"Allah TeÂla Hazretleri, senin odun parcası icerisinde gonderdiğin parayı sana bedel odedi. Bin dinarına kavuşmuş olarak don" dedi."

Buhari, Kefalet 1, (muallak olarak); Buyû 10(muallak ve mevsûl olarak), İsti'zÂn 25 (muallak olarak).

MUTEFERRİK HADİSLER

4965 - Hz. SelmÂn radıyallahu anh dedi ki: "Hz. İsa ile Hz. Muhammed aleyhimesselÂtu vesselam arasındaki fetret altıyuz senedir."

Buhari, MenÂkıbu'l-EnsÂr 53.

4966 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm buyurdular ki:

"Tubba' mel'un mudur bilemiyorum. Keza Uzeyr peygamber midir onu da bilemiyorum."

Ebu Davud, Sunnet 14, (4674).

4967 - Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalÂtu vesselÂm buyurdular ki:

"Eğer Beni İsrail olmasaydı, et kokuşmazdı. Eğer Havva olmasaydı, kadınlar kocalarına hicbir zaman ihÂnet etmezdi."

Buhari, Enbiya 1, 25; Muslim, RadÂ' 63, (1470).