Beşerin vahşet ve bedevîlik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine, medeniyet namına dine hucum edenler, irtica ile o vahşete ve bedevîliğe donuyorlar.
Beşerin selÂmet, adalet ve sulh-u umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu bîcare memleketimize girmek istiyor. GarazkÂrÂne ve anudÂne particilik gibi bazı cereyanları aşılamaya başlaması gibi bir ihtilÂf goruluyor.

O kanun-u esasî de budur:

Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatasıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin butun ferdleri mahkûm ve duşman ve mesul tevehhum ediliyor. Bir hata, binler hata hukmune geciriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zîr u zeber ediyor.

Evet, birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zayıflandığı icin, millete ve memlekete ve vatana ÂdilÂne hizmete muvaffak olunamadığından, maddî ve manevî bir nevi ruşvet vermeye mecbur oluyorlar–ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak icin...

O gaddar, engizisyonÂne ve bedeviyÂne ve vahşiyÂne bu mezkûr kanun-u esasîye karşı, ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî “Vel teziru vÂziratun vizra uhr” [Hicbir gunahkÂr başkasının gunahını yuklenmez. (En’am Sûresi: 164)] nass-ı kat’îsiyle Kur’Ân’ın bir kanun-u esasîsi, muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslÂmiyeyi ve memleketi buyuk tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki:

Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevî gunahkÂr olup ahirette mesul olur; dunyada değil.

Eğer bu kanun-u esasî cabuk dustur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı ictimaiye-i beşeriye iki Harb-i Umumî’nin gosterdiği tahribatın emsaliyle, esfel-i sÂfilîn olan o vahşî irticaa duşecek.

Emirdağ LÂhikası, s. 414

***
__________________