Her Gunah Kufre Bir Kapı Acar



Değişme ve başkalaşma, uzerinde ciddi mÂnÂda durulması gereken cok onemli bir meseledir.
Cunku daha once de değişik vesilelerle ifade edildiği uzere bir ceşit başkalaşan her ceşit başkalaşabilir.

Evet, bir kere başkalaşan artık başkalaşma yoluna girmiş demektir.
Sonra o şahıs, hic farkına varmaksızın bir kere daha, bir kere daha başkalaşır ve neticede her yonuyle bambaşka biri oluverir.
Bu onemli konuyu teyit eden hadis-i şerifler de vardır.
Mesela bir hadislerinde Allah Resûlu (sallallÂhu aleyhi ve sellem) şoyle buyurur:
"Kul bir gunah işlediği vakit, kalbinde siyah bir nokta oluşur. Eğer tevbe edip vazgecer, af dilerse kalbi yine parlar. Ama tekrar gunaha donerse, o leke buyur, nihayet butun kalbini ele gecirir."
(Tirmizî, Tefsir, Mutaffifin)
Buradan anlıyoruz ki, insan kalbî hayatı itibarıyla bir kere kirlenmeye acıldığında, o acılmanın nerede duracağını ve kac derecelik bir acı meydana getireceğini kestirmek oldukca zordur.
İnsan farkına varmaksızın bir de bakar ki, merkezdeki 0,1 derecelik bir acı, muhit hattında yuz seksen derecelik bir acı hÂline gelivermiş.

Esasında Ustad Hazretleri de, "Her bir gunah icinde kufre giden bir yol vardır." diyerek bu hakikate işaret etmektedir.
Cunku gunah fıtrat ve tabiatı deforme eden bir illet olduğundan o, fıtrat ve tabiattan uzaklaşma yani bir yonuyle bir başkalaşma demektir.
Hz. Pir, aynı hakikati bir başka yerde şoyle seslendirir:
"Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir opmekte batma."
Bunun mÂnÂsı şudur:
Sen, dunyaları icine alan ama yine de doymayan cok ulvî, Cenab-ı Hakk'a ve ebediyete muştak ve ancak cemal-i ba kemal ile mutmain olabilecek letaif ve duygularını oyle gelip gecici arzu ve heveslerle kirletme. Yoksa hocalarımızın ifadesiyle el, el ile; ayak, ayak ile elveda ettiği yani can hulkuma geldiği zaman, "Ne diye bunlara bakmışım, ne diye bunları dinlemişim, ne diye bunlara doğru yurumuşum, ne diye bunlara el uzatmışım, keşke bunları hic yapmasaydım!" diyerek pişman olursun.

Lût Golunun Dibinden Everest'in Zirvesine

Var olduğu gunden beri beşeriyetin belki elli defa mumu bitmiş, elli defa ateş gelip tahtaya dayanmış ancak Allah'ın izniyle yeniden bir meşale yakılmış ve insanlık tekrar aydınlığa kavuşmuştur.
Evet, beşeriyet elli defa Lut Golu'nun dibini boylamış, ancak bu duşuşlerin peşini Everest Tepesi'nin zirveleri takip etmiş ve gelip sıfıra dayanan insanlık yeniden zirvelere tırmanmayı başarmıştır.

Doneminde yaşanan butun karanlık ve kasvetli ortama rağmen AleyhissalÂtu VesselÂm Efendimiz kayserleri, kisraları yere sermiş ve bir hamlede icinde bulunduğu o durumdan insanlığı kurtarmıştır. İnsanlık tarihinde bu durum o kadar cok tekerrur etmiştir ki, umitsizliğe duşmeye mahal yoktur.
Bundan dolayı mu'min bir kuyuya duştuğunde, artık buradan cıkmam mumkun değil diyerek umitsizliğe duşmez/duşmemelidir.
Cunku o, her şeye gucu yeten sonsuz kudret sahibi bir ZÂt'a dayanmaktadır.
Mesela ilÂhî bir inayet neticesinde, oradan gecen bir kervan duşmuş olduğun o kuyuya kovasını salıp senin oradan cıkıp kurtulmana vesile olabilir.
Boyle bir imkÂn olmasa bile, inanmış bir insan olarak sen ye'se kapılmamalı, tırnaklarınla o duvarlara tırmanıp oradan cıkmanın bir yolunu bulmalısın.
Nitekim beşer Allah'ın inayetiyle elli, belki yuz defa duştuğu o kuyudan cıkmış; cıkmış ve o cukurları zirve hÂline getirmiştir.
Eğer kemal peşinde, bir olgunluk arayışı icindeyseniz ilk yapmanız gereken ye'si gommek olmalıdır. Cunku ye's ve reca Âdeta bir tahterevalli gibidir ki, ancak ye'si gommekle recayı olması gereken yere cıkarabilirsiniz.

Sabır, Sabır, Sabır...

Şimdi butun bunları nazar-ı itibara aldığımızda ifade etmemiz gerekir ki, eğer bizde ciddi bir başkalaşma ve değişme olmuşsa kimse bunun duzeltilemeyeceğini soyleyemez.
Fakat şunu da kabul etmeliyiz ki, iki-uc asırda meydana gelen tahribatı bir hamlede, bir nefhada tamir etmek de cok zordur.
Biz asırlardan beri rehnedar olmuş bir kaleyi tamir etmeye calışıyoruz.
Oyle ki iman esasları bile sarsılmış, anne-baba hukuku ayaklar altına alınmıştır.
Demek ki Allah hakkından anne-baba hukukuna kadar her şey zir u zeber edilmiştir.
Toplum bunyesi butun bunların hepsini birden kaldırıp ikame etmeye tahammul edemez.
Kaldı ki, belli bir kulturun cocuğu olan insanlar bile başka bir kultur ortamıyla karşılaştıklarında entegrasyon sorunu yaşıyorlar.
Mesela Batılılar, aradan uzun zaman gecmiş olmasına rağmen, bir donem işci olarak ulkelerine gelen insanların kendi toplumlarına hÂl entegre olamamalarından şikÂyet ediyorlar.
Ustelik goc eden bu insanlar dinî ve kulturel sahada ciddi bir donanıma da sahip değillerdi.

Bu sebeple diyoruz ki, eğer iki-uc asırdan beri belli duygu, duşunce, anlayış, felsefe, dunya goruşu ve belki şekil ve şemailimiz acısından ciddi bir deformasyona maruz kalmışsak, bunun birdenbire duzeltilmesi cok zordur.
Bu sebeple yapılması gereken duzeltmek istediğiniz hususları rehabilite ede ede sevdirmek, sevdirip benimsetmektir.
Sahabe toplumu bu şekilde meydana gelmiştir.
Vahiyle aydınlanmadan evvel o toplum icinde ummî ve bedevî insanlar vardı. Onlardan bazıları başlangıc itibarıyla kapıdan iceri girip "Abdulmuttalib'in torunu Muhammed burada mı?" diye hitap edebiliyorlardı. Fakat bir gun geldi, aynı insanlar Allah'ın indirdiği vahyi sindirmiş birer mu'min olarak akılları talim, nefisleri tezkiye, kalbleri tasfiye eden medeniyet muallimleri hÂline geldiler.
O hÂlde bize de bu yolda kararlı, azimli ve sabırlı olmak duşer.

1 - İnsan, CenÂb-ı Hakk'ın yasaklamış olduğu şeylerden hicbirini kucuk gormemelidir. Zira o kucuk gorulen şey gun gelir insanı kufur bataklığına surukleyebilir.

2 - Toplumumuz bugun olduğu gibi tarihte de bircok defa tahribe uğratılmış, inandığı değerlerden uzaklaştırılmıştır. Ancak her defasında kendisine gelmeyi başarmıştır.

3 - Sahip olduğumuz değerlere yabancılaşma hali, iki-uc asırlık bir tahribatın neticesidir. Boyle bir yaranın tedavisi icin acele etmemek, son derece sabırlı olmak gerekir.

Alıntı

__________________