En kucuk bir fiil dahi, her şeyin Hàlık’ına mahsus

(Dunden devam)

Evet, sırr-ı kayyumiyetle, en cuz’î bir fiil-i icadî, doğrudan doğruya butun KÂinat Hàlıkı’nın fiili olduğuna delÂlet eden bir sırr-ı a’zamı taşıyor. Evet, mesel bir arının icadına teveccuh eden bir fiil, iki cihetle Hàlık-ı KÂinat’a hususiyetini gosteriyor:

Birincisi: O arının butun emsalinin, butun zeminde, aynı zamanda, aynı fiile mazhariyetleri gosteriyor ki, bu cuz’î ve hususî fiil ise, ihatalı, rûy-i zemini kaplamış bir fiilin bir ucudur. Oyle ise, o buyuk fiilin faili ve o fiilin sahibi kim ise, o cuz’î fiil dahi onundur.

İkinci cihet: Bu hÂzır arının hilkatine teveccuh eden fiilin faili olmak icin, o arının şerÂit-i hayatiyesini ve cihazatını ve kÂinatla munasebetini temin edecek ve bilecek kadar pek buyuk bir iktidar ve ihtiyÂr lÂzım geldiğinden, o cuz’î fiili yapan zatın ekser kÂinata hukmu gecmekle ancak o fiili oyle mukemmel yapabilir.

Demek, en cuz’î fiil, iki cihetle Hàlık-ı Kulli Şey’e has olduğunu gosterir.

En ziyade cÂy-ı dikkat ve cÂy-ı hayret şudur ki:

Vucudun en kuvvetli mertebesi olan vucubun; ve vucudun en sebatlı derecesi olan maddeden tecerrudun; ve vucudun zevalden en uzak tavrı olan mekÂndan munezzehiyetin; ve vucudun en sağlam ve tagayyurden ve ademden en mukaddes sıfÂtı olan vahdetin sahibi olan Zat-ı Vacibu’l-Vucud’un en has hassası ve lÂzım-ı zatîsi olan ezeliyeti ve sermediyeti, vucudun en zayıf mertebesi ve en incecik derecesi ve en mutegayyir, mutehavvil tavrı ve en ziyade mekÂna yayılmış olan hadsiz, kesretli bir maddî madde olan esîr ve zerrat gibi şeylere vermek ve onlara ezeliyet isnad etmek ve onları ezelî tasavvur etmek ve kısmen ÂsÂr-ı İlÂhiyenin onlardan neş’et ettiğini tevehhum etmek ne kadar hilÂf-ı hakikat ve vakıa muhalif ve akıldan uzak ve bÂtıl bir fikir olduğu, Risale-i Nur’un muteaddit cuzlerinde kat’î burhanlarla gosterilmiştir.

Lem’alar, Otuzuncu Lem’a (Eskişehir Hapishanesi’nin Bir Meyvesi), Altıncı Nukte, s. 645
__________________